Ankara

faris

Well-known member
Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan il, 25.706 km2’lik yüzölçümüyle ülkenin orta kuzey kesiminde yer alır. İlin doğu kesiminin sularını Kızılırmak, batı kesiminin ise Sakarya ırmağı toplar. Ovaları fazla yer kaplamaz. Başlıca düzlükleri Çubuk ve Mürtet ovalarıdır.

Burada hayvancılık eski dönemlerden beri önemli bir geçim kaynağıdır. En çok koyun ve dünyaca ünlü Ankara (tiftik) keçisi yetiştirilir.

Ankara adının kökeni konusunda somut bilgilerle efsaneler birbirine karışmaktadır. Kentin adının “çapa” anlamına gelen “Anküra” sözcüğünden türediğini söyleyen iki yazılı kaynak bulunmaktadır. Diğer yandan çevresinde yetişen üzümlere nispetle Farsça “üzüm” anlamında “engür” şeklinde anılmıştır. 20. yüzyıl başlarında Angara adını alan kent, sonra Türkçe’ye Ankara olarak geçmiştir.

Anadolunun en eski kentlerinden birisi olan Ankara’nın bütünüyle Türklerin eline geçmesi, Malazgirt Zaferinden iki yıl sonra gerçekleşti. Daha sonra birçok kez el değiştiren kent ilk olarak 1354’te Orhan Bey zamanında Osmanlıların eline geçti. 1413’te kesin olarak Osmanlı topraklarına katılan kent her zaman önemli bir ticaret merkezi konumunda oldu. Cumhuriyet döneminin başında, 1923 yılında başkent seçildi.

Osmanlı Devleti’nin işgal altında olduğu günlerde Üstad Bediüzzaman İstanbul’da İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte adlı eserini yazmış ve Kuvâ-yı Milliye’de halkı mücadeleye teşvik etmişti. İstanbul’daki bu çok önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hükümeti onun hizmetlerini takdir ederek, 1922 yılında onu Ankara’ya, Millet Meclisine davet etti.

Üstad Bediüzzaman, Osmanlı Devletinin sona erdiği ve İslâm topraklarının düşmanlarca istilâsının söz konusu olduğu, Müslümanların maddî ve mânevî değerlerinin tehlike altında olduğu bir dönemde Ankara’dan gelen bu daveti kabul etti. Ankara’ya gittiğinde alkışlarla karşılandı. Ne var ki, dine karşı gördüğü duyarsızlık yüzünden burada kalamayacağını anladı ve kendisine teklif edilen milletvekilliği, diyanet azalığı ve doğu vilayetlerinin genel vaizi olma tekliflerini kabul etmedi. O zaman siyaseti bütünüyle terk etti ve “Dünyanıza karışmayacağım” dedi. Oradan ayrılarak Van’a Erek Dağının eteğinde Zernabad Suyu başında bir mağarada hayatını geçirmeye başladı.

Üstad’ın bu şehre tekrar gelişi 1943’te zorunlu ikâmet cezası ile gerçekleşti. Çankırı üzerinden Ankara’ya geldiğinde Samanpazarı’ndaki bir otelde ikâmet etti. Daha sonra buradan Isparta’ya götürüldü.

1959 yılının Aralık ayında Üstad Bediüzzaman, İstanbul, Ankara ve Konya gibi şehirleri de içine alan bir seyahate çıktı. Ankara’ya geldiğinde Denizciler Caddesindeki Beyrut Palas Otelinde kendisine tahsis edilen bir odaya yerleştirildi. O zaman Ankara’ya geldiği haberini alan pek çok Nur talebesi ziyarete geliyorlardı. Burada kaldığı sırada Üstad Bediüzzaman, vasiyetnamesi hükmünde olan bir mektubu kaleme aldı. Bu mektup Nur talebelerinin müsbet hareket tarzını ilelebet devam ettirmeleri konusundaydı.

Üstad, vefat etmeden önce son bir kez daha Ankara’ya gitmek istedi; ama şehre sokulmadı. İkâmete mecbur edildiği Emirdağ’a geri döndü.
Üstad Bediüzzaman, Ankara’daki Nur hizmetine hükümet merkezi olduğu için çok önem veriyor, talebelerine “bir senede Ankara gibi bir yerde yapacağınız bu hizmet, on senede ancak yapılır” diyordu. Hattâ Üstad talebelerinden Mustafa Sungur’u Ankara’ya yollamak istediğinde, Sungur, Üstadın yanında kalmayı çok istediğini söyledi. Bediüzzaman da ona “Sungur, benim yanımdaki hizmet gümüş ise, Ankara’daki hizmet altındır” derdi.

Bediüzzaman, 1949 yılında Afyon’dan tahliye edildikten sonra Diyanet İşleri Reisine Risale-i Nurların resmen neşrini talep eden bir mektup yolladı. Ve neşre izin verildi. 1956 yıllında Risâle-i Nurlar Ankara’da kitaplar halinde matbaalarda basılmaya başladı. Tarihçe-i Hayat da bu esnada basıldı. Ama basılmasından sonra talebeler mahkemeye verildi. Ankara’da Risale-i Nur Külliyatı’ndan en son neşrolunan kitap Sikke-i Tasdik-i Gaybî olmuştur.
 
Üst