Ahirzamanda Tesettür

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
SORU:

Ailesi ile birlikte kalan, öğretmenlik yapmak üzere başvuruda bulunan ve ailesinin çalışması için baskısı altında kalan tesettürlü bir hanıma gönderilmiş cevap. Tesettürünü çıkarmak üzere olduğunu, kararını vermiş olduğunu ama vicdanen de rahat olamadığını yazıyordu uzun mailinde.

O’ndan O’nun adına istemek


Yanılmıyorsam Mesnevi Nuriye’de Katre Risalesi’nin girişinde iki sayfalık ilginç bir yer vardır. "Kırk senelik ömrümde, otuz senelik tahsilimde öğrenmiş olduğum dört kelime, dört kelamdır" diyor ilgili yerde Risale müellifi. Kelimelerden maksat “mana-yı ismî, mana-yı harfî, nazar ve niyettir”. Kelam dan maksat ise “ben kendime malik değilim, Rabbim birdir, ölüm haktır ve ene”dir.


Tesettür sorununu bahsi geçen bölümdeki her bir kavram açısından incelemek mümkün. Ben sadece çok önemsediğim bakış açısını, yani “nazar’ı ele almak istiyorum. Çünkü şu ahir zaman şartları içerisinde dahi kendisini Yaratan’ı unutmayarak O’na yakınlaşmaya çalışan insanların asıl sorunun niyet problemi olmadığını veya "gizli bir şirk" gibi çirkin bir tanım içerisine hiç bir şekilde konulamayacağını biliyor ve görüyorum.


Bu tür sıkıntılı durumlarda sorulan sorulara verilen cevaplarda genellikle Allah’ı ve ahireti düşünüp karar vermenin gerekliliği vurgulanır. Gerçekte ise bu tarz kararlar aşamasındaki insan Allah’ı ve ahireti düşündüğü için sıkıntıya girmektedir. Allah’ı ve ahireti düşünmese sıkıntı diye bir şey o an için ortadan kalkacaktır. Fakat ilerleyen zaman içerisinde sıkıntıları kat be kat artacağını fark eder ve onları düşünmeyi terk ederek sıkıntıyı halletme yoluna girmez. Bu var olan sıkıntı ve sıkıntıya rağmen arayışa devam etme hali yüreklerde var olan imanın bir yansımasından başka bir şey değildir. Var olan bir teslimiyetin yansımasıdır bu.


Ancak çoğu zaman hazır imandan istifade ile, sorunlar çözülmüş gibi görünse bile, duygusal boyut çoğunlukla cevapsız kalır. Bu cevapsızlık tatminsizliğe, tatminsizlik çelişkiye dönüşür. Çelişki ise mutsuzluğa ve duygusal yorgunluğa, yani gönül yorgunluğuna...


İnsanın şu akıp giden hayatın ortasında çoğu zaman ölümü unuttuğu bir gerçek olmakla birlikte, böylesi kararların eşiğinde en çok hatırladığı ölüm, ahiret ve terbiye edicinin, yani Rabb’in birliği gerçeğidir. Eğer sorun bu bakışlarla da yeterince netleşemiyorsa düğüm noktası başka bir yerdedir. Sorunun kendisine değil arkasına doğru bakmak gerekmektedir. İşte burada nazar dediğimiz bakış açısı önem kazanır.


Düne kadar, hatta hali hazırda ehl-i islâmın sorunlarını siyaset yoluyla iktidarı ele geçirerek halledebileceklerini zanneden insanlar, eğer ciddi bir niyet bozukluğu içerisinde değillerse bile [ben tüm samimi ehl-i islâmı böylesi bir niyet bozukluğundan tenzih ediyorum] ciddi bir nazar problemleri olduğunu neticede çıkan tablo yeterince anlatmaktadır. Ya bakış açısı dar olduğu için meseleyi yeterince değerlendirecek zihin olgunluğuna ulaşılamıyor, ya da basiretler kısır olduğu için mesele net olarak görülemiyor ki, iyi niyetlerle yapılan işler neticede istenilenin tam aksi ile sonuçlanıyor.


Şimdi bir mizansenle meseleyi açarak sonuçlandırmaya çalışalım. Bir sultan düşünelim. Merhametli, dirayetli, cömert ve kudretli bir sultan olsun bu. Bu sultan değer verdiği bir kaç askerini hem birer vali hem de birer elçi olarak ayrı ayrı bölgelere göndersin. Bu yetenekli adamlardan biri gittiği yerde sıla hasreti o kadar çok ağır basıyor ve sultanı o kadar çok düşünüyor ki valilik yapamaz hale geliyor. Bir diğeri geçim derdine düşüyor, sultanın emirlerini ve cömertliğini unutuyor. Dolayısıyla o da valilik yapamaz hale geliyor. En sonuncuları ise bakıyor ki gittiği yerde kimse kendiliğinden bir şey vermiyor. Geçinmek için çalışmaya kalksa bu yaşantısını tamamen kaplayacağa benziyor. Halktan istese bu valilik makamının haysiyetini, dolayısıyla sultanı incitecek. Sultana haber göndererek “sevgili sultanım, emrinizi hakkıyla yerine getirebilmek için ve bu makamın haysiyetini incitmemek için ihtiyaçlarımın karşılanmasını sizden rica ediyorum’ diyor. O’ndan O’nun adına istiyor. Böylesine dirayetli ve kudretli bir sultanın bu hikmetli ricayı geri çevirebileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?


“Bekar bir kimse günaha düşmek korkusuyla Allah’tan evlenmeyi dilerse, onu evlendirmek Allah’ın üzerine vecibe olur’ anlamında bir hadis okumuştum. (kaynak gerekirse ayrıca bakabilirim). Eğer insan şu hayatın içerisinde var oluş sebebiyle isterse şu hayatta dahi cevapsız bırakılacak bir rica, reddolunacak bir dua olabileceğini şu hadise dayanarak asla düşünmüyorum.


Akarsuda Yüzmek Gibi


Diğer bir açıdan ise; Peygamberlerin de, onların ağır ve yüksek yollarını kendilerine yol, mesleklerini kendilerine meslek edinenlerinde iki türlü halleri vardır. Birincisi, yaşadıkları hal. İkincisi, hoşgördükleri veya ilişmedikleri haller. Bu bağlamda, Risale müellifi olan insan mahkemede “sarık buradan çıkar” diye boğazını işaret ederken, yine hayatında içki içtiğini ne kendisinden ne de başkasından duyduğumuz bu insan sokakta gördüğü sarhoşun başını okşayarak geçip gidiyordu. Resûlullah (s.a.v.) ise, yanında ihtiyaç fazlası birkaç dinar bulununca onları sadaka olarak dağıtmadan uyuyamayan birisi olduğu halde, zekatı verilmek şartı ile sermaye edinilmesine, servet biriktirilmesine ilişmeyen biri idi. Hatta bu yönde Enes İbn-i Malik'e yaptığı "Allah senin ömrünü uzun, malını çok kılsın" kabilinden duaları dahi vardır. Sahabeler genellikle Rasul-u Ekrem’in yaşantısını kendilerine örnek aldıkları halde, bu ince noktayı gözden kaçırmamış ve onun ilişmediği hallere ilişmemişlerdir. İstisna çıkışlar yapanlar da sahabenin genelinden pek iyi not almamışlardır. Resûlullah’ın yaşantısını mutlaklaştırarak toplumu yargılayanların kendileri red edilmese de fikirleri, içtihadları tasdik bulmamıştır sahabe arasında. Bu istisnaya en dramatik örnek Ebu Zer'dir. Kesesinde birkaç dinarı bir araya getireni, Resûlullah'ı örnek göstererek tekfir etme noktasına kadar gitmiştir Ebu Zer. Oysa bu yaklaşım cidden problemlidir. Çünkü, ‘risaleti’ Resûlullah’ın kendisi dahi şahsi tercihleri ile sınırlandırmamış iken, rasûl olmayan birileri risaletin inceliklerinin farkına varamadıklarından olsa gerek içtihadlarında ciddi yanılgılara düşmüşlerdir. Ve "bu din zordur, zorlayan kaybeder, siz yavaş olunuz" gibi Resûlullah ihtarlarını dikkate almadan hareket ettiklerinden olsa gerek, mizansız ve merhametsiz hükümlere sapmışlardır.


"Ey ashabım, siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, emredilenin onda birini terk eden helâk olur. Oysa öyle bir zaman gelecek ki, emredilenin onda birini yapan kurtulacak" diye bu zamana işaret eden Resûl’ün ümmetinden fertler olarak, onda on yapmayı tercih etsek bile [ki, ben kendi payıma onda bire razıyım], eleştirdiğimiz ve terk edildiğini gördüğümüz emr-i İlâhî'nin, Resûlullah’ın işaret ettiği onda dokuzluk kısma dahil olduğunu düşünerek, şefkat ve hilim ile muhatap olmak, bu hale sebep olanlara dair şikayetimizi sağanaklı yağmurlarla tüm kulların ve hallerin Rabbi olan Zat'a iletmek durumundayız.


Çok bilinen bir hadis vardır: "İki günü bir olan ziyandadır" mealinde. Bu hadisin devamını okumuştum bir zamanlar "ikinci günü birinci gününden geri olan mel’undur" mealinde idi devamı. İşte bu hadisin tamamını okuduktan sonra kendi hayatımı ve muhatap olduğum yaşantıları gözden geçirince derin hüzünlere düşer olmuştum. Bu hüzün henüz beni tamamen terk etmemiş olsa da, durgun bir gölde yüzmekle, akıntılı bir nehirde yüzmenin arasındaki farkı görünce, yüreğime biraz su serpilir olmustur. Bu zaman zemini kaygan ve dehşetli derecede akıntılı bir zamandır. Nehirde akıntıya karşı yüzerken iki anı bir olan çok iyi bir yüzücü olmak durumundadır. Bu zamanda iki günü bir olan kahramandır yani. Akıntıya kapılıp geriye kayanlar ise tenkitlerden, terklerden öte, şefkatle uzatılmış ellere ve yüreklendirici sözlere, durumlarının farkında olunduğunu hissettiren empatik söylemlere muhtaçtır.

Özellikle bu zaman açısından, fiillere bakıp akılları mahkûm etmemek durumundayız. Hele vicdanları ve kalpleri asla! Fikirler ancak bu şekilde islah olabilir. Bu akıntılı pis ahirzaman nehrinden kurtulmak belki, ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Salih Özaytürk
 
Üst