Allah'ın Alîm İsmi

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
ESMÂ-İ HÜSNÂ’DAN, ALLAH’IN ALÎM İSMİ

İlm kökünden mübalağa sıfatı olan Alîm, “Hakkıyla bilen” demektir. Risale-i Nur’da “İlm-i zatisi ile ezelden ebede her şeyi her şe’ni ile beraber ihata eden ve hiçbir şey hiçbir zamanda, hiçbir şekilde O’nun nûr-u ilminden gizlenmeyen ve her şeyi hakkı ile bilen” anlamında ifadesini bulmaktadır.

Yine “Cevşenü’l – Kebir” de Âlim şeklinde diğer bir isim olarak geçer. Anlamı, “Her şeyi muhit ilm-i ezelisi ile zâtından asla ayrılmayan” anlamındadır. Bununla beraber Âlim ismi Kur’an-ı Kerimde geçmez, terkib olarak daha ziyade Âlimü’l-Gayb şeklinde tekil olarak 13 ayette, Allâmü’l-Guyûb şeklinde çoğul olarak 5 ayette, toplam 18 ayette geçmektedir. Cevşenü’l Kebir de Allâm (64.8) Âlimü’s-Sırr-ı ve’l-Hafiyyat (2.10) Allâmü’l -Guyûb (12.1) Âlim-ü Külli şey’ (16.7) Âlimü’s-Sırr (20.9) Âlimü’l-Hafiyyat (25.3) Âlimün Lâ Yechel (32.8) Âlimü’s-Sırrı ve’l Himem (79.8) terkipleri ile ifadesini bulmaktadır.

Kur’an-ı Kerimde :
• “İlim” kökünden türemiş 777 kelime vardır.
• “Âlim” insanlara izafeten çoğul olarak 7 ayette geçmektedir.
• Yüce Allah’ın adı “Âlim”olarak geçmezken “Âlimü’l-Gayb” ve “Allâmü’l- Guyûb” olarak 18 ayette geçmektedir.
• “A’lemü” (Allah daha iyi bilir) ifadesi 29 defa geçmekte olup, mukayeseden ziyade mübalağa için mef’ul manasında kullanılmıştır. Bu durumda “Yegane Bilici- En doğru olanı bilen- Gerçeği Hakkıyla bilen” anlamını ifade eder. Ayırımı şöyledir:
1. “Allah daha iyisini bilir” 11 ayette,
2. “O daha iyi bilir” 10 ayette,
3. “Rabbin daha iyi bilir” 3 ayette,
4. “Rabbim daha iyi bilir” 2 ayette,
5. “Biz daha iyi biliriz” 2 ayette,
6. “Ben daha iyi bilirim” 1 ayette geçmektedir.
• İlim kökünden türemiş Allah’ın isimleri olarak 160 ayette geçmektedir.
1. “Âlimü’l-Gayb” ismi 13 ayette, “Allâmü’l-Guyûb” ismi 5 ayette,
2. “Alîm” yalnız isim olarak 21 ayette geçmektedir.
3. “Her Şeyi Bilen” sıfatı 16 ayette,
4. “Alîm-i Hakîm” sıfatı 31 ayette,
5. “Hakîm-i Alîm” sıfatı 8 ayette,
6. “Semi-i Alîm” sıfatı 30 ayette,
7. “Vâsiun-Alîm” sıfatı 7 ayette,
8. “Şâkirun Alîm” sıfatı 2 ayette,
9. “Hallâk-u Alîm” sıfatı 1 ayette,
10. “Hafîz-u Alîm” sıfatı 1 ayette,
11. “Alîm-u Habîr” sıfatı 3 ayette,
12. “Alîm-u Kadîr” sıfatı 2 ayette,
13. “Alîm-u Halîm” sıfatı 2 ayette,
14. “Alîmun biz-Zalimin” sıfatı 4 ayette,
15. “Alîmun bil- Müfsidin” sıfatı 1 ayette,
16. “Alîmun bil- Müttakîn” sıfatı 2 ayette,
17. “Alîmun bi- zâtis- Sudûr” sıfatı 8 ayette,
18. “Azîz-i Alîm” sıfatı 3 ayette geçmektedir.

Görüldüğü gibi yüce Allah’ın “Alîm” ismi daha ziyade sıfat olarak diğer isimlerle beraber zikredilmektedir. Bunlardan anladığımız şudur:
1. Bu isim yüce Allah’ın ilim sıfatının adı olarak kullanılmıştır. Bunun için “İlm-i İlahiyi” ifade etmekte ve sair sıfatlarla beraber kullanılmaktadır. Yine bundan dolayıdır ki, Kur’an yüce Allah’ı “Âlim” ve “Allâm” olarak isimlendirmez, ancak “Âlimü’l- Gayb” ve “Allâmü’l- Guyub” olarak vasıflandırır.

2. “Alîm” isminin sair esma ile beraber zikrinin hikmeti, bu ismi te’yid ve tavzih ederek, İlm-i İlahinin tecelliyatının ve ihatasının genişliğini, her şeyi kuşattığını göstermek, farklı boyutlara da dikkatleri çekmek içindir.


3. “Âlim” ismi insanlara izafe edildiği, Kur’anda Allah’a nispet edilmediğine binaen her ne kadar İslam bilginleri Yâ Âlim ve Yâ Allâm denilmesi uygun olmayacağı ifade edilmiş ise de Peygamberimiz (sav) in meşhur münâcâtı olan “Cevşenü’l-Kebir” de madem zikredilmiştir, denmesinde bir sakınca olmaması gerekir. Ancak, Kur’an ta’lim fiilini Allah’a nispet etmiş ise de (Bakara,31–32) yüce Allah’a “Yâ Muallim” denilemeyeceğinde ittifak vardır.

Arapça zamirlerden “Ben” “Sen” “O” “Biz” ifadeleri yüce Allah’a izafe edildiği zaman sıfat olarak Allah’ın isimlerinden sayılırlar.


ALLAH’IN İLİM SIFATINI ANLATAN İSİMLERİ
VE İFADE ETTİKLERİ HAKİKATLER

Yüce Allah’ın “sübûtî sıfatları”ndan ikincisi olan İLİM sıfatının adı olan ALÎM ismi Zât-ı İlâhînin her şeye şamil olan İlim, İrade ve Kudretini ifade eder. Çünkü bu üç sıfat birbirinden ayrılmaz.

Alîm ismi olmuşu, olacağı, her şeyi en mükemmel şekilde ezelden ebede kadar her şeyi bilen anlamındadır. Her şey büyük – küçük, zerrelerden kürelere kadar daire-i ilmindedir. Hiçbir şey onun ilmi haricine çıkamaz. Mahlukat onun istediği ve dilediği kadar ilim sahibi olabilir.

İnsana ilimden çok az şey verilmiştir. Kendisi hakkındaki bilgisi bile çok sınırlıdır. İnsan manevi yönünü ise hiç ama hiç bilmemektedir. Ruh hakkındaki bilgisi çok az olduğu için akıl, hayal, hafıza vs. hakkındaki bilgileri hemen hemen hiç yok gibidir. Çoğu bilgileri de tamamen yanlıştır, ama o bunun doğruluğunu savunur, doğruluğunu isbat etmek için çabalar durur. İşte cehalet dediğimiz budur. Yoksa hiç bilgisi olmayana cahil denmez; ancak ümmi denir.




İnsana gereken ilim noktasında aczini bilmek, eşyanın hakikatini anlamak için Allah’tan yardım istemektir. Bunun için yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Rabbim ilmimi artır” şeklinde dua etmemizi istemektedir.

Bediüzzaman Said Nursi ilim sıfatının yüce Allah’ın zatının hâssa-i lâzıme-i zaruriyesi olduğunu, zâtı ile ilim arasında zaruri, lüzûmî sübût bulunduğunu belirtir. Güneşin zatı olup ziyası olamaması nasıl imkansız ise Allah’ın ilminin olmamasının da muhal olduğunu ifade eder. Yine kâinatta görünen bütün hikmetlerin onun ilmine işaret ettiğini, İlmin iradesiz olamayacağını da ifade eden Bediüzzaman iki sıfatın birbirinden ayrılmayacağını da izah etmişlerdir. Bunun içindir ki “İslâmiyet’in menşei ilim, esası akıldır.”

Bediüzzaman yüce Allah’ın ilminin tecellisine alem, yani isim olan Alîm ismini izah ederken “Yüzer ayât-ı Kur’aniyede mevki alan ve kutsî yedi sıfattan bir cihette en birincisi olan “ilim” dahi, nizam ve mizanın hikmetleri ve meyveleriyle güneş ziyası misillü kendini gösterdiği gibi, bir Alîm-i Küll-i Şeyin mevcudiyetini kat’iyetle bildirir” demektedir.

Kaderin de ilim nevinden olduğunu, ilmin ise maluma tabi olacağını ifade eden Bediüzzaman, “Kader, ilm-i ezeliden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzara-i âlâdan, ezelden ebede kadar her şey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdır” şeklinde ilm-i İlâhiyi açıklar.

İnsanın bu aleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için geldiğini belirten Bediüzzaman, “Mahiyet ve istidat itibarıyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır” diyerek Alîm isminin izahını yapar. İnsanın vazifesinin de “taallümle tekemmül” olduğunu açıklar.
 
Üst