Arkadaslar Sualar da bu yaziyormu?

soru

Yeni Üye
Google da bu yazi yi buldum. Bu Sua lar da gercektende yaziyormu?

“Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor"

Illahiyatci Hilmi Polat bu yazilarin altindaki yorumlari yazmistir:

Kur’an’da Hz.Muhammed’e açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?
Şualar, Birinci Şua,’da geçen;
“Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Tenzil’ül-Kitabcümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübîn’in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı Mübin’in mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor…”
Kastamonu Lâhikası, Yirmiyedinci Mektubda geçen;
“Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur’aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler.”
Dinin, imanın, ayet ve hadislerin müşkülü olabilir, ama bunlar gizli, sırlı değildir. Dinimiz, Kitabımız apaçıktır, esrar perdesiyle örtülü değildir. Esrarengiz bir dinle Allah’a nasıl kulluk edilebilir? Kur’an’ın bir ismi de “Beyan”dır. Allah (c.c) Ali İmran 138’de “Bu, insanlar için bir beyandır (apaçıktır).” buyurmaktadır.
Bu sözlerle Risalelerin kutsallığına, yeni bir peygambere ve dine zemin hazırlanmaktadır. Hedef; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler yeni bir ilahi kitap, Kur’an ise sırlarla dolu, açıklanmamış gizli bir kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber. Böyle bir iddia küfürdür, çünkü Allah, Bakara 79’da “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” buyurmaktadır.


Lutfen bana aciklarmisiniz, bu adamin yazdiklari dogrumu? Said-Nursi bunlari gercekten soyledimi? Bu benim icin cok onemlidir.
 

Huseyni

Müdavim
"Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor."

"Üçüncü nokta: Resâili’n-Nur baştan başa ism-i Hakîm ve Rahîmin mazharı olduğundan, bu üç âyetin âhirleri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rahmân ve Rahîm ile bağlamaları münasebet-i mâneviyeyi cidden kuvvetlendiriyor. İşte bu kuvvetli münasebet-i mâneviyeye binaen deriz ki:
تَنْزِيلُ الْكِتَابِ cümlesinin sarîh bir mânâsı; Asr-ı Saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübînin nüzulü olduğu gibi, mânâ-yı işârîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübînin mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i mâneviyesinden feyiz ve ilham tarîkiyle onun gizli hakikatleri ve hakikatlerinin burhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek, şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alıyor."

Birinci Şua

"Sebebi ise, Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakaik-i Kur’âniyenin muammâlarını hal ve keşfetmiştir ki, her bir tılsımın bilinmemesinden, çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddütlerden kurtulamayıp, bazan imanını kaybederdi. Şimdi, bütün dinsizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler. Yirmi Sekizinci Mektuptaki İnâyât-ı Seb’ada bir kısmına işaret edilmiş. İnşaallah bir zaman o tılsımlar müstakil bir risalede cem edilecek."

Kastamonu Lahikası


Hoşgeldiniz.

Verdiğiniz alıntıların orjinali bu şekildedir kardeş. Ve bu cümlelerde Peygamber Efendimizin asm. bilmeyip (haşa) Üstadın bildiği birşeyden bahsetmiyor. Peygamber efendimizin her asra hitap eden sözlerini Üstad İşaratü'l İcaz, On dokuzuncu Mektup ve sair risalelerde gayet açıklayıcı şekilde ifade etmiştir. Onun bu konudaki maharetini, keskin nazarını ortaya koymuyştur. Lakin bilmesi herşeyi izah etmesini gerektirmez. Çünkü her zamanın şartları vardır. Bir ağaç çekirdekten başlayıp meyve verene kadar ki hayat şartları nasıl farklılık taşıyorsa, zaman da böyledir. Zaman geçtikçe malumatın arttığı bilinen birşeydir. Ve her geçen gün gerek ayetlerin, gerekse hadislerin manaları ve zamanımıza işaretleri bir çok buluşta önem teşkil etmektedir. Şüphesiz ve Peygamber efendimizin sav. Allahında izniyle bütün asırlara işaret ettiği hadisleri vardır. Lakin ağaç misali gibi ortada hiç bir meyve ve ağaç yokken bir çekirdekten ağaç olacağını söylerseniz bunu dava ettiğiniz kişilerin buna inanması beklenemez. Hem buna gerekte yoktur. Ayetlerde ve ya hadislerde çekirdeğin ağaç olacağı malumatı vardır. Yani Sahabeler döneminde bilinmeyen bir çok şey bugün bilinebiliyor. Ayetlerde elbette o manalar var ve Peygamberimiz de bilinmesi gerektiği kadar bu malumatı vermiş. Bilinmesi gerekmeyen kısmı da zaman geçtikçe şartlar oluştukça alimler bu ayet ve hadislerden çıkardıkları manalarla ve evliyalar keşifleriyle ortaya koyuyor. Burada ayete ve hadise zıt bir durum yoktur. Tersine Ayet ve hadislerin her asra bakan yönünü gösterdiğinden olması gereken yapılıyor diyebiliriz. Ve bahsedilen şey ilhamdır yeni ayet indiğinden filan bahsetmiyor.

Selam ve dua ile.
 

faris

Well-known member
[DIKKAT]Soru

Üstad'ın aşağıdaki ifadelerine göre her asra bir kitap (Kur’anı tefsir eden) veriliyor. Üstadın kitabı 13. Asrın kitabı olduğuna göre şimdi 14. Asırda olduğumuza göre (1430) bu zamanın kitabı olması gerekmiyor mu? "Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!.." cümlesinin sarih bir manası asr-ı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübin'in nüzulü olduğu gibi, mana-yı işarîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor...” “Resail-in Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”

(Birinci Şua) [/DIKKAT]


Cevap

Değerli Kardeşimiz;
Hakikatlerin ihtiyaç noktasından çok aksamları vardır. Bir kısım hakikatler ekmek ve su gibi sürekli lazımdır, eskimez ve ihtiyaçtan düşmez. Bazı hakikatler ise meyve gibidir, tazelendikçe yenilendikçe lezzet verir.

Kur'an'ın sabit ve değişmeyen hakikatleri; ekmek ve su mesabesinde olan imana dair meseleleridir. Bunlar her dönem ve asırda zaruri olan ve ihtiyacı eskimeyen hakikatlerdir. Yalnız bu hakikatlerin ifade ediliş usulü ve şekli, her asra ve döneme göre değişir, imanın umumi ve kavi olduğu dönemlerde tezekkürü kafidir. Ama imanın sarsıldığı ve zaafa uğradığı zamanlarda en kati delil ve bürhanlar ile teyit ve takviye edilmesi gerekir.

Mesela; günümüzde materyalist felsefenin tasallutu ile çoklar imanını kaybediyor ve çok kuvvetli bir tahşidat ve delile ihtiyaç gerekiyor, tezekkür kafi gelmiyor. Bu yüzden Risale-i Nurlar imana dair meselelere, delillerin bütün aksamı ile müthiş bir tahşidat, yani yığınak yapmıştır ki, materyalist felsefenin karşısında iman ehline sığınacak bir kale olsun.

Risale-i Nur'daki hakikatler, ekseriyet ile bu zaruri ve eskimeyen hakikatler sınıfına girdiği için, her asır ve döneme hitap edecek bir mahiyettedir, onun için eskimez ve demode olmaz. Risale-i Nur'daki hakikatler, sadece kuru bir ispatçılıktan ibaret değildir, içinde çok iman ve marifet mertebeleri de vardır. Tasavvuftan elde edilen kalbi hakikatlerden tutun, kelam ilminin yetişemediği çok hakikatler, Risale-i Nurlarda mukni, pratik, anlaşılması kolay bir şekle dönüştürülmüştür.

Risale-i Nur; Kur'an'ın baki hakikatlerinin baki bir tefsiridir, zannedildiği gibi klasik bir malumat tefsiri değildir, okuyan milyonlarca kişi bunu itiraf ediyor, önyargı ve taassup olmadan bakılırsa bu hakikat gayet iyi anlaşılır kanaatindeyiz.
Hadis kaynaklarında Mehdi (ra)’in gelme dönemi; on dördüncü asır diye vurgulanıyor. Bu da Miladi olarak on sekizinci asrın sonları, on dokuzuncu asrında başlarına tevafuk ediyor.

Nitekim Üstad Hazretleri 1876'da doğmuş ve en dehşetli fitneler de, onun dönemi olan bin dokuz yüzlü yıllarda vuku bulmuştur. Bu olaylar başta Birinci Dünya Savaşı, sonra Rusya'da ateizm olan Komünizm’in kurulması ve dünyanın yarısını istila etmesi, ardından Anadolu’nun işgal edilmesi ve Osmanlının yıkılması ile yeni bir rejimin gelmesi, ardından müthiş İkinci Dünya Savaşı gibi müthiş dehşetli bütün bu olaylar, on dördüncü asırda vuku bulmuştur.

Elbette hem insanlığın, hem de İslam aleminin çaresiz ve umutsuz olduğu bu dönemde, iman ve fikir noktasından insanlığa ve İslam alemine nur ve kuvvet olacak Mehdi bu süreçte gelecektir.

[BILGI]"Yâ Risaletü'n-Nur ve Sözler sahibi! Bana bak. Gafil davranma! Bin üç yüz otuz ikide mücahedeye başla. Sözleri korkma yaz, söyle." Filhakika Said (r.a.) Hürriyetten sonra az bir zamanda mücahedesinde tevakkuf etmiş ise, bin üç yüz otuz ikide İşârâtü'l-İ'câz'ı telif ile beraber Eski Said'den sıyrılmak niyet edip yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahede-i mâneviyeye başlayıp, iki-üç sene sonra da Dârü'l-Hikmet-i İslâmiyede de bir-iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylânî'nin şu vasiyetini ve emrini imtisal ederek envâr-ı Kur'âniyeyi neşretmiş. Lillâhilhamd, şimdiye kadar devam ediyor."

"Bu şâyân-ı hayret fıkrada câ-yı dikkat şu nokta var ki, Hazret-i Gavs, doğrudan doğruya altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor. O altıncı asrın âhirlerinde Hülagû felâketi gibi feci, dehşetli meşhur fitnenin çok elîm ve feci ve kuburdaki emvatı ağlattıracak derecede dehşetli bir nev'i, şu on dördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine tevafuk ediyor ki, Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor."(1)

"Yani on dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)'de Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi hurufuna İslâmlar içinde başlanacak. Hem umum, hem fakir ve zengin, emir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler."(2)
[/BILGI]


Üstad'ın yukarıda verdiğimiz ifadelerinden de anlaşılacağı üzere; on dördüncü asır Mehdi ve Deccalın çıkacağı dehşetli zaman dilimidir. Bu zaman da yukarıda da beyan ettiğimiz gibi; bin dokuz yüzlü yıllardır.



[NOT](1) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a.
(2) bk. a.g.e. On Sekizinci Lem'a.[/NOT]




Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editör
06-Ekim-2009 - 10:11:36
 
Üst