En Büyük Sosyoloji Kitabı Kur'an

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Dr. Bekaroğlu: En büyük sosyoloji kitabı Kur'an


İlahiyatçı Dr. Ahmet Bekaroğlu, Kur’an ve Hz. Muhammed’in toplumbilimine getirdiği yeniliklere dikkat çekerek, " en büyük sosyoloji kitabının Kur'an-ı Kerim, en büyük sosyolog da Hz. Muhammed" yargısını savundu.


17343.jpg



ilahiyat içerikli yazılar yazan Dr. Ahmet Bekaroğlu, en büyük sosyoloji kitabının Kur'an-ı Kerim, en büyük sosyolog da Hz. Muhammed olduğunu belirterek, konuyla ilgili bir okul hatırasını anlattı ve daha sonra bu saptamanın doğruluğunu izah etti.
1990'lı yıllarda, Marmara İlahiyatta yüksek lisans yaptığı dönemde Din Psikolojisi dersinde bir sosyoloji hocasını misafir ettiklerini belirten Bekaroğlu,

"Hocamız bize; “En büyük sosyoloji kitabı hangisidir?” diye bir soru yöneltmişti. Biz de sanırım her şeyi batıda arama hastalığı ve aşağılık kompleksinden olacak hemen; ‘Sosyolojinin kurucusu olan Auguste Comte ve onun tezleri’ olduğunu söylemiştik.
Hocalarımız ‘Kısmen doğru ama cevap yeterli değil’ demişlerdi.

Bunun üzerine biz de; “İbni-i Haldun, Herbert Spencer, Emile Durkheim, Erol Güngör, Cemil Meriç, Karl Marx, Ziya Gökalp, Şerif Mardin, Max Weber, Hilmi Ziya Ülken, Ahmet Cevdet Paşa vb. isimler’ diyerek meşhur olan bu sosyologları saymıştık. –Gerçi bu isimler sosyoloji biliminde insanlığın hizmetine önemli bilgiler sunmuşlardı-.
Hocalarımız bu sefer bize tebessümle şöyle demişlerdi: “Tamam. Onların da çok hizmeti var. Ama; En büyük sosyoloji kitabı Kur’an-ı Kerim ve en büyük sosyolog da Hz. Muhammed’dir" "

Yıllar boyu bu hatırayı unutmadığını belirten Bekaroğlu, "Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in gerçekten insanlığa getirdiği mutluluk ilkeleri üzerinde ilke olamazdı. Bu; elbette ki Auguste Comte ile 19. yüzyılda başlayan sosyoloji bilimini inkar anlamına gelmezdi" diyerek, yapılan saptamanın doğrulunu şu şekilde izah etti:

Sosyoloji biliminde amaç şöyle anlatılmaktadır: “Toplumbilimi anlamındaki sosyolojinin amacı olarak toplum bilimciler; sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler”.

Yukarıda alıntı ile verdiğimiz tırnak içerisindeki söylemlerin hiç birisi İslam İlahiyat Öğretisi ile çelişmediğini peşinen söyleyelim. Burada, “Toplum bilimciler sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler” cümlesi üzerinde önemle durduğumuzda şunu rahatlıkla görmeli ve iddialı bir şekilde söylemeliyiz: Toplumları bir arada tutan ve dağılmalarını, kargaşaya girmelerini önleyen eylemlerin bundan on beş asır önceden Kur’anda ve Hz. Peygamber’in uygulamasında da yer almış, Yüce Yaratıcı Kur’an’da, Hz. Peygamber de söylemleri ile bunun üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu durumu anlamak için; aslında

Kur’an-ı Kerimi baştan sona tilavet etmeye ve Hz. Peygamber’in hayatının tamamını okumaya gerek kalmadan sadece Ramazan ayındaki toplumsal faaliyetleri iyice inceleyerek anlamak yeterlidir.
‘Öyleyse bu eylemler nelerdir?’ diye sorulabilir. Hemen verelim. Ramazanda oruç tutamayan ve maddi durumu iyi olan kişilerin fakirlere her gün için ödedikleri fidye; fakirin maddi hayatına katkıdır. Ailede yaşayan her fert için, yeni bir yılı daha yaşamanın şükrü anlamında verilen birer tane Fıtır sadakası, halk arasındaki söylemle fitre de yine fakirlerin lehine ödenen bir meblağdır. Burada Zekat’tan da bahsetmek gerekir. Artma, çoğalma, temizleme anlamında olan zekat; borçlarını çıktıktan, ailesinin geçimini sağladıktan sonra – teknik ifade ile; asli ihtiyaçlarından sonra- kişinin kenarda kullanmadığı para, döviz altını vb. varsa ve bu nisab miktarına ulaşmış yani o günkü kura göre 80 gr. altın değerini aşıyorsa bu kişiler zengindir ve bu birikimden 1/40 oranında fakirlere yardım etmeleri gerekir . Bu işte zekatın kendisidir.

Gerçi zekat; mal kazanıldığında; senenin hangi günü ise gelecek yıl o zamanda verilir. Ancak; halkımız zekat ibadetini de oruç gibi ramazan ayında ifa edilmesi gerektiğini sanarak bu ayda daha çok verir. Konuyu dağıtmadan şunu belirteyim. Burada amaç; zekat ibadetini detaylı olarak açıklamak değildir. Bu durum; bırakınız bir fıkıh kitabını sıradan bir ilmihal kitabından bile öğrenilebilir.
‘Laf aramızda’ misali konuşursak; bir gerçeği inkar edemeyiz. O da şudur:

Ülkemizin ekonomik sıkıntı, gelir dağılımındaki adaletsizlikler vb. sebepler ile fakirlerle zenginler arasında açılan uçurumu kimsenin inkar edemeyeceğidir. İşte bu yazıda asıl amaç; Bütün bu olumsuzluklara rağmen, ülkede sosyal çalkantıların olmaması, toplumsal gurupların bir arada bulunması ve dağılmamasının etkenlerini görmek gerektiğine vurgulama yapmaktır.

“Kazanma becerisi olan zenginlerin mallarında, fakirlerin hakları vardır” (Zariyat, 19) -zekat ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerimde altmışın üzerinde ayet var- ayeti ile Hz. Peygamber’in, “Mü’min kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe; imanda olgunluğa eremez, Zekatı verilmeyen mal; kıyamet gününde zehirli bir yılan gibi mal sahibinin boynuna dolanacaktır, müslüman; eli ve dili ile başkalarına zarar vermeyendir, veren el; alan elden daha hayırlıdır, İnsanların en iyisi başkalarına faydalı olanıdır” buyrukları bu etkenlerdendir. –Bu konuda da çok hadis bulunmaktadır- Kur’an-ı Kerimde; Tevbe Suresinin 60. ayetinde zekat ve sadakaların verileceği yedi sınıftan birisinin; “Müellefe-i Kulüb” olması da manidardır.

Klasik kaynaklarda hep, ‘Kalpleri İslam’a kazandırılmak istenen gayr-i müslimler’ diye bu kavramın tercüme edilmesi bence yeterli değildir. Bu; aynı zamanda bir toplumda yaşayan, toplumun bireyi olarak kendini gören, orada bozgunculu yapmayan fakir müslüman olmayan kimse demektir ki zekat; onlara da verilebilir. ‘Ayet nesh edilmiştir, artık bu guruba zekat verilmez’ demek de; son derece yanlış ve Kur’an’a hakarettir. Konu su-i istimal edilmiş olmalı ki; Hz. Ömer bunlara zekat verilmesini kendi döneminde bir süre yasaklamıştır. Ancak ayet yürürlüktedir ve bunlar da zekat kapsamındadır.

Çünkü; bir ayeti Kur’an’a koyan Allah’tır ve oradan çıkarma yetkisini de kimseye vermemiştir. Şu denebilir: Önce fakir müslümanları bitirelim, sonra diğerlerine sıra gelsin. Buna sadece; ‘amenna ve saddekna’ denir. Hz. Peygamber’in, “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” buyruğunu önemseyen müslümanlar, fakirleri asla ihmal etmemişlerdir. Kaldı ki Hz. Peygamber bu hadisi; fakir olan gayr-i müslim komşusunun haline acıması üzerine söylemiştir.
İşte bu Kur’an’i ve peygamberi buyrukları önemseyen müslümanların eylemleri, her ne kadar gelir dağılımında ve değişik alanlarda ihmal ve yanlışlar olsa da; toplumsal kaynaşmayı sağlamlaştırmakta ve toplumsal gurupların dağılmalarını engellemektedir.

Burada yanlış bir anlamaya sebebiyet vermemek için şunu tekrar etmekte fayda görüyorum. Auguste Comte ile başlayan ya da kurulan Sosyoloji Biliminin insanlığın refah ve mutluluğuna getirdiği katkıyı asla inkar etmiyorum. Bunu kabul etmenin yanında şunu vurgulamak istiyorum. Toplumbilimi alanında kaynağı; daha derinliklere indirerek, on beş asır önce Hz. Muhammed’in Kur’anda getirdiği ilkelerde de aynı hususların yer aldığını vurgulamak istiyorum. Yoksa kimse anasının karnında bu bilgilerini öğrenmemiş, tam aksine; mutlaka ilahi öğretiden yararlanmıştır (Bakara, 31; İsra, 15).

Aslında Hz. Ademden itibaren ilahi dinde bunlar yer almış ve insanlığa sunulmuştur. Çünkü; Yüce Yaratıcının din, peygamber ve kitap göndermesindeki amaç; insanın önce dünyada, sonra da ahirette mutlu olmasıdır. Öyleyse; Kur’an ve Hz. Muhammed’i toplumbilimine getirdikleri yenilikler konusunda görmemezlikten gelemeyiz.
 
Üst