Said Nursi filmiyle (Hür Adam) ilgili endişeleri filmin yonetmenine sorduk

FaKiR

Meþveret Bþk.
Said Nursi filmiyle ilgili endişeleri sorduk


Bediüzzaman filminin yönetmeni Mehmet Tanrısever’e filmi, film ile ilgili duyulan endişeleri sorduk…

Röportaj: Abdurrahman Iraz-Risale Haber
Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını konu alan “Hür Adam” filminin yönetmeni Mehmet Tanrısever ile konuştuk. 7 Ocak 2011’de vizyona girmesi planlanan filmi, film ile ilgili bazı konularda duyulan endişeleri sorduk…

Daha önce sizinle henüz senaryo aşamasında iken röportaj yapmıştım. Barlalı nur talebesi kardeşlerim ile görüştüm. Çekimlerden dolayı bir sıkıntı olmadığını, farkında olunmadan bazı yanlışlıklar olduğu zaman da bu kardeşlerimiz sizi uyardıklarında, hemen düzeltip onların istediği gibi yaptığınızı ifade ettiler.


Evet. Senaryoda çalgılar, defler ve davullar vardı. Latif hocamız, gerek yok koymayın, deyince biz de kaldırdık. 11-12 tane davulcuyu gönderdik. Biz Üstadımızın burada ruhaniyetine en başta saygı duyuyoruz. Çok seviyorum Üstadımızı. Sizden sonra yine kitaplar okudum, o yazıdan sonra devam ettim, 6000 sayfalara geldim. Tabi ki herkesin, her cemaatin fikrini alıyoruz. Buradaki gören ağabeylerin, Bayram ağabeyi tanıyan ağabeyler var burada ve O’nun yakın dostları var. Zaten setlere hep onları da götürdüm. Üstad, burada nasıl duruyor? O duruşlarını, hareketlerini, sarığını sarışını, boynuna doğru uzatışını ve püsküllerinin dahi duruşuna dikkat ediyoruz.


FİLME KAFAMDAN BİR ŞEY KORSAM İFTİRA ETMİŞ OLURUM


Sarığın şekline dikkat ettiğinize göre, fikri şekline hayli dikkat ediyorsunuzdur.
Şüphesiz. Zaten bütün çekimler Risalelerde ve Şahiner’in kitaplarında ve ağabeylerin söyledikleri, Barla Risalesi, Emirdağ Risalesi’nden, Üstadın hatıralarından alınarak yapılıyor. Kafamdan bir şey korsam iftira etmiş olurum. Bu iftiraların da günahının ne olduğunu biliyorum.


BEDİÜZZAMAN’IN RUHANİYETİNE ZARAR VERMEM
Allah razı olsun. İlk başta bu soru ile başladık. Biliyorsunuz film ile ilgili ilk haber Risale Haber'de çıktı, resimleri de yayınladık. Cemaatten birçok kişi bizi arıyor. “Film gerçeğe sadık olacak mı” diye insanların haklı bir endişesi var.
iraz_tanrisever1.jpg


O kardeşlerimize de saygı duyuyorum. Belki babaları kadar, canları kadar sevdikleri için, belki daha üst derecede seviyorlardır. Onun için Onun (Bediüzzaman) ruhaniyetine zarar vermek istemezler. Onlar da bilsinler ki, ben de en az onlar kadar seviyorum Üstadımızı. Ve Onun ruhaniyetine en küçük bir zararda kendime saygım kalmaz. Ama biraz sinematografi olduğu için olayları öne alıyoruz ve ilerletiyoruz. Her şeyi anlatamıyoruz tabi ki. Ağabeyler, “şunları da koyun” diyor ama iki saatlik filmde nasıl anlatılsın? Ama bu film çok başarılı olursa üç bölümde yaparız. Bu iki saate her şeyi iyi bir şekilde koymak istiyoruz. Sıkıcı olmadan, Üstadımızın en güzel sözlerini ve kendi yaşadığı dramı anlatmaya çalışacağız. Bu çilesini, bu ızdırabını, bu sevgisini anlatacağız. Milletin imanı için her şeyini feda eden Üstadımızı tabi ki en iyi şekilde vermeye çalışıyorum. Ama eksiklerimiz olabilir. Eksik olduğunu biliyoruz. Çünkü söylediğim gibi hepsini iki saatte vermek zor. 84 yıllık hayatını ne kadar sığabilirse o kadar sığdırıyoruz.
Bu ancak bir başlangıçtır. Ama Üstadımızın çocukluğundan yetmiş-seksen yaşlarına kadar geçen yıllarını görecekler.


BEDİÜZZAMAN VE M.KEMAL GÖRÜŞMESİ NASIL VERİLECEK?


Bir endişe daha var. Biliyorsunuz Bediüzzaman ile Mustafa Kemal’in bir kavgası var. Bana gelen telefonlarda da “Mehmet Bey, Bediüzzaman ile Mustafa Kemal’i barıştırmaya gayret ediyor” deniliyor.
mehmet_tanrisever1.jpg



Mustafa Kemal o zaman subaymış, Bediüzzaman'ın Selanik konuşmasını duyuyor ve Onun duruşuna, meşrutiyet ile ilgili, yenilikler ile ilgili konuşmasına çok hayran kalıyor. Cumhuriyet kurulduğu ana kadar hayran kalıyor. Kurulduktan sonra Onu yanına çağırıyor ve mecliste kalmasını istiyor. Üstad kabul etmeyince, Şark Vaizi olmasını istiyor. O da sistemdeki bazı reformları beğenmediği için kabul etmiyor. O reformları beğenmediği için Üstadımız Van’a gidiyor. Bu aralarındaki reform düşünceleri olacak. Senaryomuzda da var, her şey açık. Bir odada konuşmaları olacak. Bunları, bunları, bunları istiyorum diyecek Üstad’a. Üstad da “Kuran’a ilişme, her şeyi yap ama Kur’an ahlakı neyse onu yap. Onun dışına çıkmayın, Ona reform olmaz” diyecek. Bu kadar yani Üstad ile görüşmeleri sadece bu. Ama gerçekte böyle bir şey var.
Her şeyi de vermek istemiyoruz, daha çok görüşmeleri var ama bu bir film ve sadece bir kesit verebiliyoruz. Ve Üstad oradan gidiyor. Üstad’a orada teklif ediyor, sonra imkânlar ve köşkler veriyor ama kabul etmiyor. Filmde bu görüşme bir ya da bir buçuk dakika yayınlanıyor. Onu da koymazsak yalnızlık gibi olur. Mustafa Kemal, Ona çok saygı duyuyor, O da Cumhuriyeti ve reformu destekliyor ama içeriğini kabul etmiyor. Nedir? Niye mecliste namaz kılmıyorsunuz? Namazsız olmaz falan. Bunları herkes iyi biliyor. Yani bizim ne kimseyi barıştırma düşüncemiz var ne de başka bir şey. Sinema yapıyoruz, gerçekleri anlatıyoruz. Buna herkes nasıl yorumlarsa öyle bakar.

Yani kitaba sadık kalıyorsunuz?


Şüphesiz. Bir de bu sözlere ben kafamdan bir şey koyamam. Hepsi var ama hepsini dediğim gibi koyamam. Hem nasıl koyacağım ki?
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Cevap: Said Nursi filmiyle (Hür Adam) ilgili endişeleri filmin yonetmenine

SADELEŞTİRME İLE İLGİLİ ENDİŞELER VAR


Sadeleştirme ile ilgili endişeler var. Risale-i Nur’un sadeleştirilmesinin gereğini sanki Üstad böyle bir sohbet yapmış gibi... Sizin böyle zaaflarınızın olduğu kulaktan kulağa yayıldı. Biliyorsunuz, hayırlı işlerin muzır manileri çok olur.


Onunla ilgili açıklamalar da yapalım. Mesela Üstad, reformisttir, yenilikçidir. Ne teknoloji varsa hepsini kullanmak istiyorum. Önemli olan halka anlatalım. Halk da o zamanki, kendi düşüncelerinde olmayan gazetelerde haberler çıkıyor ve menfi müspet diyor ki, “Bizim reklamımızı yap, tanıtım yap.” Üstad her türlü reklama razı. Şimdi o dönemlerde matbaalar çıkmaya başlıyor. Üstad, “Arapça yazıdan Latinceye basalım” diyor. Hüsrev ağabey karşı çıkıyor, diyor ki; ‘Üstadım, elle yazalım, Arapça yazalım, Latince yazmayalım.’ Üstad da “Hayır kardeşim, her şey Latinceye döndü, Arapça azaldı.” Böyle bir konuşma var. Bir de Mehmet Feyzi ağabey, “Üstadım, Risaleleri sadeleştirsek nasıl olur?” diyor. Üstad, “Kardeşim yap ama benim ismimi koyma. Benimki orijinal kalsın. Siz kendiniz alın ve sadeleştirilmiş yazın.” Biz bunları anlatmaya çalışıyoruz. Bunların hepsi gerçek, kitaplarda da yazıyor. Bir tanesi orada Latinceye karşı geliyor, ona cevap veriyor Üstad, diyor ki; “Kardeşim, geniş kitlelere hitap etmemiz lazım.” Öteki de sadeleştirmeyi soruyor, Üstad da yorum yapmıyor, hiçbir şey söylemiyor.


mehmet_tanrisever2.jpg



Şimdi şöyle, Üstad hazretlerine ‘Üstadım, sadeleştirsek’ deyince Üstad hazretleri ‘Kardeşim yap ama’ demiyor, ‘Yapacaksan, kendi ismini yaz’ diyor.


Biz onu da koymadık mesela. Çünkü gerek yok, Üstad yorum yapmıyor ki.

Ama yorum yapmıyor, bırakırsanız; bu hem sizin aleyhinizde olur, hem filmin aleyhinde olur hem de Üstad’ın aleyhinde olur.


Bakın, ötekine de çok yorum yapmıyor. Burada ben şunu anlatıyorum, Üstadımız değişimden yana, yenilikten yana. Şartlara göre ne ise onu yaptı. Bugünün şartları sinema ise sinema yapıyoruz. Niye sinema yapılmıyor? Tarihçe-i Hayatı’nı getiriyorlar Üstad’a. Bakıyor, resimleri göremiyor. Diyor ki, “Kardeşlerim benim resimlerim niye yok?” Ellili yıllarında, en iyi, canlı, şahin bakışlı resimlerini seçiyor ve onların basılmasını istiyor.


Siz de biliyorsunuz. Mehmet Feyzi ağabeyin sadeleştirme ile ilgili ‘yaparsan kendi ismini yaz, benimki orijinal kalacak’ demesi. Şimdi bu röportajı bütün Türkiye okuyor, eğer bunu koyarsanız bütün Nur Talebeleri memnun kalacak.


Onu öyle yapalım. Mehmet Feyzi ağabey de demeyelim, bir talebesi diyelim. O zaman deriz ki, “Kardeşim, yazacaksan kendi ismini koy, benimki orijinal kalsın.”


‘Sadeleştir ama’ değil, ‘Sadeleştireceksen kendi ismini yaz.’ Bunu yazdığınız zaman hiçbir problem olmaz. Bütün Nur Talebeleri de memnun kalır. Yani aslı budur.


İnşallah öyle olur.

Bu röportaj da aramızda sanki bir senet gibi kalacak. Sizde buna sadık kaldığınızın bu ifadesi olacak.

Şimdi bu daha vurgulu olur. O zaman diyecek ki Üstad, “Tamam kardeşim. Sadeleştirin ama sadeleştirirseniz kendi isminizi koyun, benimki orijinal olarak kalsın.”


Evet. Onu güzel bir şekilde yaparsanız olur.


Biz burada ne diyoruz, bütün insanlarımıza Üstadın duygularını anlatmaya çalışıyoruz.
Ben sizin iyi niyetinizden eminim. Ama biliyorsunuz ki, iyi niyet bazı durumlar için yeterli olmuyor.


Ama burada da yine biz Üstadımızın hep değişimden yani fenden, ilimden, gelişmeden yana özelliğini vurguluyoruz. Radyo meselesi var mesela. O da var filmde. Bir tanesi diyor ki, “Ben radyo tamiri yapıyorum, arkadaşlar beni ayıplıyor” Üstad da diyor ki, “Kardeşim, öyle zaman gelecek ki bu radyolarla milyonlar sevap kazanılacak. Sen devam et. Şu ağızdan kötü söz de çıkar, iyi söz de çıkar. O zaman dudağı mı kesmek lazım?” Yani radyo iyi bir araçtır, sen tamirciliğine devam et, buradan ne verirsen orada onu çalacak gibi. Yani Üstadımız her şeyin kolaylığının ve güzelliğinin ortasında duruyor. Her şeyin ortasında, hiçbir şeyde aşırılık yok.


iraz_tanrisever2.jpg



Hatırlarsanız Risale-i Nur’un neden sadeleştirilmemesi gerektiğini bana anlatabilecek olan olursa hizmete büyük nakit para vereceğim demiştiniz. Ben bunu Abdulkadir Badıllı ağabeye söyledim. O da, ‘Hemen sen onu bana getir, ben ona ispat edeyim’ dedi.


Niye götürmediniz o zaman?
Götüreceğim.
Zaman geçecek.

Hakikatleri öğrenmek için zaman geçmiyor.
Bir değişiklik yok. Ben yine o fikrimi savunuyorum. Ben şunu istiyorum. İnsanlar, tamam orijinali bir tarafta kalsın, Abdurrahman Bey de sadesini yazmış, desin. Ben bunu savunuyorum. İsteyen orijinalini okusun, isteyen sadesini okusun.


Bu sizin fikriniz...

Herkes okusun, faydalansın. Ben şimdi buradaki insanlara veriyorum, bir-iki saat okuyup kapatıyorlar, anlamıyoruz diye. O zaman ben üzülüyorum. Nasıl yapalım o zaman? Derslere de götüremiyorum. Haydi, bunlar yetmiş kişi ama yetmiş milyon var yani. Onun için ben bir tarafta sade olsun, Üstadımızın orijinal hali yine dursun. Onu çok iyi bilen ağabeyler okusunlar.


Üstadın talebeleri hayatta. Ben Abdullah Yeğin ağabey ile konuştum. Abdullah Yeğin ağabey Lügati hazırladı, biliyorsunuz. Üstad hazretleri önceleri ona bile müsaade etmemiş. Sonra, üzerine kendi adını yazacağı için tamam demiş.


Şimdi o fikre saygı duymak lazım. Üstad diyor ki, kardeşim benim yorum ve düşüncem budur; siz ne kadar yaparsanız sizindir, benim değildir. Çünkü orada Üstadın bir cümlesi, diğerinin on sayfasına bedel.


KÜLTÜR BAKANLIĞI FİLME SAHİP ÇIKMALI
Sanayicisiniz. Bir film yapmaya ihtiyacınızın olmadığını zannediyorum. Sizi film setinde, toz toprak içerisinde, her tarafı yanmış, dudakları çatlamış, alerjisi çıkmış bir şekle getiren nedir?


Dava, Üstadımızın davasını anlatmak olarak bakıyorum. Zaten Elhamdülillah, ekonomik durumumu Allah lütfetti güzel bir evimiz var. İşlerimiz ve imkânlarımız da iyi. Ama ben o işten sıkılıyorum. Bu daha hoşuma gidiyor. Tabi zor, geldiğim zaman nefsimin patlama noktalarına geliyordu, ağlıyordu nefsim. Ben de diyordum ki, bu dava adamı olmak kolay değildir. Sonunda bunun mükâfatını alırsın. Öyle iç çelişkilerim oldu.


said_nursi_film_seti.jpg



Bediüzzaman’la ilgili bir şey yapmak nasıl bir histir?

Bazen aklım ve mantığımla düşünüp tefekkür ettiğim zaman, çok büyük bir heyecan duyuyorum. Yani Allah bu işi lütfediyor diyorum. Bazen işin içine girince o zaman, ben neredeyim, diyorum. Sonra kendi kendime, bu yüksek bir dava, sahip çık, diyorum. Böyle gel-gitlerim oluyor. Bazen çok mühim bir hadise imiş gibi bakıyorum, bazen de paldır küldür içeri giriyoruz, çekimler derken o zaman üzülüyorum. Tabi çok hassas bir konu bu. Çok büyük manevi ağırlıklar var üzerimde. Maddiyetten bir sıkıntımız yok. Onun için o baskı da bazen beni küçültüyor, tüketiyor. Başım ağrıyor, yoruluyorum. Zihin bitiyor çünkü daha güzel nasıl yapabiliriz diye.
Bir de ekibi organize etmek, yirmi gündür gurbete gelmişsin buraya. Yemesinden, yatacağı yerden bütün her şey bana geliyor. Sıkıntıların çoğu bana geliyor. Ben burada yönetmen olduğum kadar yapımcıyım da. Yapımcı olunca bütün sorunlar bana geliyor. Tek yönetmen olsa filmi çeker gider. Onun için zorlanıyorum ama sonu hayırlı olacak. Doğru iş yaptığıma inanıyorum. Bir de diyorum ki; Ben, sanayici herhangi bir insanım. Bu kadar akademisyenler var, sinema-televizyon okulunu bitirenler var, bunlar nerede? Hükümet mesela hükümet nerede? Hükümetin de bir Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, TRT’si var. Bunların en başta sahip çıkması lazım. Ben bir şahısım ve imkânlarım bu kadar. Şu ana kadar o film için sponsorluk hazırladık ama bir tanesi çıkmadı. Ya korkuyor ya da çekiniyor. Bir tane inşaatçıya sordum. ‘Ben Levent’te inşaat yapıyorum. Nasıl olacak?’ ‘O zaman senin ismini koymayalım ama fatura keselim’ dedim. Bu durumlarda yalnız, bir garip gibiyiz. Bize Allah’tan başka kimse sahip çıkmıyor, orada üç-beş Müslüman kardeşimize dua ediyorlar, bu kadar.

RisaleHaber
 
Üst