Teffekkürü Mayalayan Mekânlar: Dağlar

Turab3

Well-known member



Dağlar, insanlık tarihinde birçok medeniyete ve yüz akı fikre ‘rahim’ vazifesi görmüş mekânlardır. Onlar, mütefekkirlerin kalemlerine, gönül sultanları ve beyin mimarlarının düşüncelerine billur sular gibi ilham boşalmasına vesile olmuşlardır. Dağlara bu yönüyle ‘yeryüzü sultanlarının tahtı’ dense sezadır.

Hz. Nuh (as) ile etrafındaki müminlerin, Tufan hâdisesi sonrası ilâhî emirle üzerine yerleştikleri Cûdi; Hz. Musa’nın (as) yalınayak dolaştığı Tûr-i Sînâ; Efendimiz Hz. Muhammed’i (sas) barındıran Hira; Bediüzzaman (ra) gibi bir beyin ve gönül mimarının ilhamla dolup taştığı Erek ve Çamdağı insanlık tarihinde çok önemli vazifeler gördüler. Nice roman, şiir, destan, film ve türkü konusunu onlardan aldı. Dağlar tarih boyunca; sır, heybet, yücelik, bereket, korku ve sığınma gibi kelimelerle beraber anıldı. Simurg, Zümrüd-ü Anka, dev ve ejderha gibi masal kahramanları da onlarla beraber girdi insanların hayal dünyalarına.

Bu heybetli ve başı dumanlı arz parçaları, aslında Kur’ân’ın ifadesiyle bulutlar gibi yürüyen, Yüceler Yücesi’nin karşısında haşyetinden paramparça olan âbidevî yerlerdir. Kibrinden burnunun önünü göremeyen insanların, acizliklerinin farkına varmaları için zikredilen bu mekânlar, yerkabuğunda mühim vazifeler görmektedir.

“Bir de o dağları görür, donuk ve hareketsiz sanırsın; oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler. İşte bu, her şeyi muhkem ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Muhakkak ki O sizin yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Neml/88)

Biyolojik çeşitliliğin teşhirgâhı olmanın yanında, ekosistemin mühim bir parçası olan dağlar; su, enerji, maden ve orman gibi insanlığın istifadesine sunulan zenginliklere kaynaklık edecek şekilde yaratılmıştır. Bu mekânlar ayrıca, şehirlere göre tefekküre, huzura, istirahata ve sağlığa daha elverişlidir.

Dağların yaratılışı


Dağlar, yeryüzü kabuğunu teşkil eden çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları neticesinde çeşitli şekillerde yaratılmıştır. Bunlardan birincisi ‘kıvrılma’dır. Kıvrılma, iki yandan gelen şiddetli basınç sebebiyle dağlık alanların kısmen veya tamamen yay şeklini almasıdır. Dünyadaki birçok dağ silsilesi (Alpler, Himalayalar, Andlar ve Toroslar), böyle yaratılmıştır. Aşınma sebebiyle zamanla bu dağların büyük bir kısmı alçalmış, yer yer sarp tepeler hâlini almıştır.

Dağların yaratılmasında rol alan ikinci faktör, ‘kırılma’dır. Kıta levhalarının itilmesine bağlı yanlardan gelen şiddetli basınç, bazen kayaların kırılmasına yol açar. Bu tür dağların bir tarafı sarp, diğer tarafı eğimli olur. Kuzey Amerika’nın batısındaki dağların çoğu bu şekildedir. Meydana gelen kırıklara ‘fay’ adı verilir.

Dağların yaratılmasında rol alan üçüncü faktör ise, ‘aşınma’dır. Belli kaya tipindeki plato veya yaylaların nehirler vasıtasıyla sürekli aşındırılması neticesi, zamanla bu mekânların kayalık kesimlerin dağ olarak ortaya çıkması aşınma tipi dağlara misâldir.

Dağlar neden daha serin olur?

Dağlar diğer coğrafî yapılara nazaran daha serindir. Bunun en mühim sebebi, yüksekliktir. Yükseklik, en başta sıcaklığa tesir eder. Her 100 metrede yaklaşık 0,6 oC’lik bir sıcaklık düşüşü olur. Kaba bir hesapla, 1.000 metrelik yükseklikte sıcaklık, deniz seviyesine nazaran 6 oC daha düşüktür. Dağlarda bu yüzden yağış miktarı iki, hattâ üç kat fazladır. Bu da dağların, çevresindeki bölgelere nazaran daha serin olmasına vesile olur. Ancak, yamaçların güneşe bakıp bakmaması gibi faktörlere bağlı olarak, sıcaklık değişiminde bazı farklılıklar görülebilir. Meselâ, eşit yükseklikte olmasına rağmen, gölgede kalan yamaçlar diğerlerine nazaran daha soğuktur. Dağlık bölgelere has rüzgârlar da sıcaklığın düşmesine sebep olur.

Güneş, yaz mevsiminde öğleye doğru sıcaklığın artmasına yol açar. Aşağıdan yukarıya doğru bazen çok sert bir hava akımı başlar ve yamaçlarda sıcaklık düşer. Geceleri ise hava akımı tersine, yamaç aşağı yönelir ve bu defa, vadiler serin olur. Böylece, dağlar sıcaklığın düşmesine bağlı olarak -bilhassa bitki örtüsünün mevcudiyeti durumunda- daha çok bulut ve nem oluşmasına, neticede mikro-iklim kuşaklarının meydana gelmesine vesile olur. Atmosfer dolaşımının yükseklere yönelttiği hava kütleleri yukarılarda soğur, yoğunlaşır, kar veya yağmura vesile olur. Bu yüzden dağlar, alçak yerlerden daha fazla yağış alır. Bu hususiyetler dağlardaki havayı, bilhassa dağlık bölgelerden uzaktaki şehirlerin havasından ayırır. Dağların havası, şehirlerinki gibi zehirli gazlarla kirlenmediğinden, çok daha temizdir.

Ayrıca yeryüzünün yüksek yerleri, su hazneleri durumundadır. Buralarda sular kar veya buz hâlinde bulunur. Geçmişte buzullar, kutup enlemleri dışındaki bölgelerde, yeterli yükseklikteki dağların vadilerinde bulunabiliyordu. Bugün bu örneklerin sayısında ciddi bir azalma söz konusudur. Normal şartlarda dağların buzullardan kaynaklanan bu nemliliği, yoğun bir bitki örtüsünün meydana gelmesine vesile olur.

Yeryüzünün direkleri

Kur’ân’da dağlarla alâkalı birçok âyet vardır. Bunlardan sekizi, dağların Kudret-i İlâhî eseri olarak, yeryüzünün sarsılmasını önleyen sağlam direkler şeklinde yaratılmış olduğunu nazara verir. Kur’ân’ın bu i’cazı ilmî gelişmelerle henüz yakın zamanlarda anlaşılmıştır. Dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltında kökleri de vardır. Bazı âyetlerde, diğer hususiyetlerinin yanı sıra, dağların bu hâli ‘destek’ benzetmesiyle açıklanır ve mealen “Dünya dağsız olsaydı, sizi sarsıntıya uğratırdı.” şeklinde ifade edilir (16/15, 20/105, 21/31, 27/61, 41/10, 50/7, 78/7).

“O, gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yarattı. Yere de sizi sarsmaması için ağır baskılar, yani sağlam dağlar koydu ve orada her türlü canlıyı üretip yaydı. Gökten de bir su indirdik, orada her güzel çifti yetiştirdik.” (Lokman/10)

Kur’ân’da, insanların dağlarda oldukça emniyetli evler yaptıklarından bahsedilir (7/74, 15/82, 16/81, 26/63). İnsanlığın yüzyıllar boyunca edindiği tecrübeler de, dağlık alanların, gerek zeminin sağlamlığı, gerekse depremden kaynaklanan sarsıntının absorbe edilmesi açısından emniyetli ev inşası için tercih edilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu durum, düz yerlere kurulan şehirlerin karşılaşabileceği su baskınları ve depremden kaynaklanan aşırı hasarlar vs. dikkate alındığında, Kur’ân’ın fıtrî olana teşvikte bulunma hususiyetini de ortaya koymaktadır. Arıya vahiy âyetinde mealen ‘dağlar, ovalar ve insanların yaptığı çardaklar’ şeklindeki sıralamada, ihtiva ettiği çeşitli çiçeklerden dolayı, en kaliteli balların dağlarda bulunabileceğine işaret edilmektedir.

Dağlar, yeryüzünde bilinen ve bilinmeyen birçok dengenin sağlanması açısından da önem arz etmektedir. Meselâ dağlara, ısının dengeli şekilde dağıtılmasında mühim vazifeler verilmiştir. Ekvator ile kutuplar arasında yaklaşık 100 °C’lik bir sıcaklık farkı vardır. Eğer böyle ısı farkı, fazla engebesi olmayan bir dünya yüzeyinde gerçekleşmiş olsaydı, hızı saatte 1.000 kilometreye varan fırtınalar sebebiyle dünya alt üst olurdu. Oysa yeryüzünde, ısı farkından dolayı ortaya çıkması muhtemel kuvvetli hava akımlarını frenleyecek küçüklü-büyüklü engebeler vardır. Bunların nispeten daha büyük ölçekli olanları Himalayalarla başlar, İran’da Zagroslar, Anadolu’da Toroslarla devam eder ve Avrupa’da Alplere, Pirenelere kadar sıradağlar hâlinde uzanarak batıda Atlas Okyanusu, doğuda Büyük Okyanus’la birleşir.

Ruh ve beden huzuruna açılan kapılar

Dağ iklimi; şiddetli güneş radyasyonu, negatif iyonizasyon, gece-gündüz ve yıllık sıcaklıktaki mühim ve âni değişiklikler, nispeten kuru hava ve alçak atmosfer basıncı ile kendine has bir hususiyete sahiptir. Havada bulunan her maddenin bir elektrik yükü vardır. Meselâ oksijenin iyon hâldeki yükü, negatif; havayı kirleten parçacıklar ise, pozitiftir. İçinde sürekli ve yeterli sayıda negatif iyon bulunan hava ya temizdir veya böyle bir havanın mikro-kirliliği çok düşüktür.

Araştırmalar, insanların yeteri kadar temiz hava soluyabilmeleri için, cm3’te en az 1.500 negatif iyon yoğunluğunun bulunması gerektiğini ortaya koymuştur. Negatif iyonlu hava, insanın kendini iyi hissetmesine ve daha kolay nefes almasına yardımcı olur. Ayrıca böyle bir ortamın insan için ağrı kesici bir tesiri olduğu tespit edilmiştir. Havada pozitif iyonların artması ise, bazı durumlarda yorgunluk hissine, baş dönmesine ve solunum zorluğuna yol açabilir.

Tabiatta cm3’te bulunan negatif iyon yoğunluğuna bakıldığında;
Şelale eteklerinde: 50.000,
Dağlarda: 8.000,
Deniz kıyılarında: 4.000,
Ormanlarda: 3.000,
Şehir dışında: 1.200,
Şehir içinde: 200,
Kapalı mekânlarda: 20,
Otomobillerde: 14 (-) iyon olduğu görülmüştür.

‘Güneşlenmek’ denince, bazı insanların aklına hemen deniz kıyıları gelir. Oysa güneş ışınları dağlarda, deniz kenarından daha az değildir. Hattâ bazı tedbirler alınmazsa dağlarda, deri, deniz kenarından daha çabuk esmerleşir. Güneş, bütün canlılar için, hayat, sıhhat ve enerji kaynağı olarak yaratıldığından güneş ışıkları, sinir sistemine ve insan ruhuna müspet tesir eder. Dolayısıyla bu nimetten dağlarda da çok rahat faydalanılabilir. Diğer yandan, âni ısı değişiklikleri, rüzgâr ve rutubet beden sıcaklığını dengeleyici ve bağışıklık mekanizmasına antrenman yaptırıcı özelliğe sahiptir. Dağ havasında oksijen basıncının azalmasından dolayı organizmanın, organlara, hücrelere ve dokulara mümkün olduğu kadar oksijen götürebilmesi için, bütün yedekler seferber edilir ve taze hücrelerin yapımına başlanır. Bu da kalb faaliyetinin artmasına, solunumun hızlanmasına, kan yapıcı fonksiyonların uyarılmasına vesile olur. Bu mekanizmalar astım, bronşit, tüberküloz gibi solunum hastalıkları ile aneminin (kansızlık) tedavisinde faydalıdır. Dağlarda geçirilen zaman, insanı dinlendirdiği gibi sağlığın muhafaza edilmesinde de büyük faydalar sağlar. Sıklıkla değişen meteorolojik faktörlerden dolayı, dağ havasına alışmak oldukça zor olsa da, dağlarda yaşayan insanlar, günümüzün her türlü stresini yenme imkânı bulabilir.

Teffekkürü Mayalayan Mekânlar: Dağlar

İbrahim UĞURLU
 
Üst