Temsil ve tebliğ nasıl olmalıdır?

müdavim

Üye Sorumlusu

Temsilde hassasiyet ve tebliğ gayreti, hakikati başka gönüllere de taşımakla yükümlü olan mü’minler için, önemi izahtan vâreste keyfiyetlerdir. Allah Resulü (s.a.v), temsili ile tebliğine zemin hazırlamış, çoğu muhatabı tebliğe bile gerek kalmaksızın, temsili ile kazanmıştır. Tebliğ-temsil dengesinin herhangi birinin aleyhine bozulması, müslüman dünya açısından değişik mahzurları da beraberinde getirmiştir.

Belli seviyede bir zihnî gayretle görülebilen bazı aksamaları düzeltmek ve dikkatlerden kaçabilen bazı önemli noktaları tekrar nazara vermek için, bir kaç hususu dile getirmekte fayda mülâhaza ediyoruz:

1) Temsil yönü güdük kalmış bir mü’minin tebliğinin, kalplerde mâkes bulmadığı ehlinin mâlûmudur. Bugün ehl-i dinin en temel problemi, tebliğ değil temsil noktasındadır. Mesajımızın kitlelere ulaşmasını ve kalplerde yer etmesini engelleyen en önemli faktörün ‘söylem-eylem tutarsızlığı’ olduğu unutulmamalıdır. Bizler, ayakları şişene kadar ibadet eden, ashâbına telkin ettiği her meseleyi ilk başta kendi benliğinde derinlemesine duyan ve yaşayan bir peygamberin ümmetiyiz. ‘Ahlâkı Kur’an olan’ bir peygamberin... Kitabımız, “Lime tekulüne mâ lâ tef’alûn/ Neden yapmadığınız şeyleri anlatıyorsunuz?” ihtârı ile uyarıyor bizleri.

O’nun (s.a.v) kutlu ashâbının yaşantısı da bundan farklı değildir. O, kendisine gelip gece sabaha kadar namaz kılacaklarını, her günü oruçlu geçireceklerini, hanımlarına yaklaşmayacaklarını söyleyen arkadaşlarını Sünnet’ini nazara vererek aşırılıklara karşı uyaran bir peygamberdir.

Rivayet edildiğine göre, Ashab-ı Kiram arasında Kur’an’ı ezberleme seferberliği başlatılır. İçlerinden biri Sure-i Bakara’yı yaklaşık ondokuz ayda ezberler. Bu mübarek insan, sürenin neden bu kadar uzadığını soranlara şu cevabı verecektir: “Andolsun, ezberlediğim bir âyeti hayatıma tatbik etmeden, bir yenisine geçmedim.”

2) Günümüz İslâmî tebliğinin önemli problemlerinden biri de, muhatapları İslâm’a değil de, bağlı bulunan cemaate, derneğe, vakfa, partiye çağırma yanlışlığıdır. Tebliğimizin amacını samimi bir şekilde sorguladığımızda, karşımıza salt olarak, bir ferdi daha dinimizin güzellikleriyle buluşturma arzusu çıkıyorsa, bu hasbîliğimizin emâresi olacaktır. Ancak, farkında olarak veya olmayarak; cemaatimize adam kazandırma peşinde isek, bunun encâmının pek de hayırlı olmayacağını kabul etmek mecburiyetindeyiz.

Tebliğin mûteberliği, karşılıksız olmasına vâbestedir. Beklentisizlik, meselenin nirengi noktasıdır. Beklentimiz olmayacak. Maddî beklentimiz olmadığı gibi, muhatabımızın hayatının ileriki dönemlerinde, ‘biz’e, yani cemaatimize, vakfımıza faydalı olmasını umma anlamında da beklentimiz olmayacak ki hasbîliğimize halel gelmesin.

Değişik İslâmî yapılanmalarla yolu kesişmiş, hayâl kırıklıkları yaşamış ve kendisinden boyunu aşan bir takım idealleri gerçekleştirmesi istenen bir talebenin şu sözü üzerinde düşünmeye değmez mi: “Artık benim üzerinden bir hesâbı olmayan dindarlar istiyorum.”

Rabbimiz Kur’an’da, tebliğin bir ücret mukabilinde olmaması gerektiği sadedinde şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: ‘Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum.’” [En’âm 90] / “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.’” [Yâsin 20-21]

Cemaatimizi araç konumundan amaç mevkiine yükselttiğimiz zaman, ona en büyük kötülüğü yaptığımızı unutmayalım.

3) Allah Resulü (s.a.v), tebliğ ile tavzif ettiği insanlarda ve hayatın diğer alanlarında, dâima muhataplarını istidatlarına muvâfık olarak istihdam etmiştir. Bu Nebevî firasetin bir örneğidir. Bugün de mü’minler, tebliğde bu ölçüyü hayatlarına taşımalıdırlar. Tebliğin binlerce yolu vardır ve herkes her şekilde tebliğ yapmak durumunda değildir. Bir müslüman hangi alanda etkili ve kabiliyetli ise o alana yönelmelidir. İnsanları tek tipleştiren ve bireysel farklılıkları görmezden gelen tebliğ gayretleri, sun’îlik ve kaş yaparken göz çıkarma illetleriyle mâlüldür.

Herkes bir Mus’ab olamaz. Herkes Halid de olamaz. Aynı zamanda Mus’ab’dan Halid, Halid’den Mus’ab çıkarma gayretleri de beyhûdedir.

Mesela yolculuğa çıkan her ferde, “otobüste giderken mutlaka yanındakine bir şeyler anlatmalısın; lafı bir şekilde istediğimiz yere çekmeli ve vazifeni ikmal etmelisin.” türünden metazori ve dikteci yaklaşımlar, fıtrat farklılıklarını ıskaladığı için çoğu kez –samimiyete rağmen- maksadın aksine vücut vermekte değil midir?

4) Ayrıca vazife-i İlâhiye’ye karışmama da, ehl-i din için dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur. Biz muhataplarımızı hidayete erdiremeyiz. Hâdi olan Allah’tır(c.c). Biz sadece tebliğ etmekle mükellefiz.

Kur’an bir çok âyetinde (mesela Âl-i İmran 20; Mâide 99; Râ’d 40; Nahl 35; Nahl 82; Nûr 54; Ankebut 18; Yâsin 17; Şûra 48; Teğabun 12) peygamberlere düşenin sadece tebliğ olduğunu vurgulamaktadır.

Kaldı ki; herkes tarafından kabul edilme beklentisi, bizi İslâmî ölçülerden tâviz vermeye zorlayabileceği için riskli bir taleptir. Hem, ilkeleri aşındırılmış bir yapı, diğer mü’minlerin bize olan muhabbetlerine zarar vereceğinden ve onların hakkımızda hüsn-ü zanda ve hüsn-ü şehadette bulunmalarının önüne geçeceğinden sakıncalı olacaktır.


Murat Türker
 

hknco

Well-known member
Beklentisiz olmak gerçekten nefse çok ağır geliyor. Yani çalışacaksın çabalayacaksın sonra o kardeşin başka bir yerde hizmet edecek nefis insana öyle baskı yapıyor ki ... Maazallah çok yerde görülen ve duyulan bir problem ... İnşallah irşad ve tebliğde arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz bu noktaya takılmazlar... Çünkü bazıları resmen kardeşine başka diğer bir gruba gitti diye ihanet ile suçlamak ne kadar yanlış olur değil mi ...
 
Üst