Hâyâ gönlün titremesidir

heysem

Well-known member
Hayâ imandandır’ ilahi kelamı kulağımıza küpe olmalı. Hayâ aynı zamanda gönlün titremesidir. Şöyle ki; insan bir suç işlediğinde lambada titreyen alev misali yüzü kızarır ve kalbi melekeleri darmadağın olur o anda. İç dünyamızda hayâ ışığı sönünce karanlığa bürünerek kurtuluş için çıkış yolu ararız hep. İçerisine düştüğümüz kuyudan çıkmak için tek sığınacak yerimizin Allah’ın rahmeti olduğunu anlarız nihayet. Çünkü karanlık ışığa muhtaç her daim, onsuz olamaz da.
Hazret Muhammed Diyaüddin (k.s); Hayatta hırsızlık yapmayı aklının kenarından bile geçirmeyen tüccar, şayet birkaç günlük bile olsa hırsız kimselerle dolaşsa, onlardan bir şey kapar. O da günün birinde hırsızlık yapmaktan artık hayâ etmez diye buyuruyor. Bu yüzden insanın çevresi de çok mühim, kimlerle oturup kalktığımıza dikkat etmek çok mühim bir adap olsa gerek.
Şeyh Ahmed-er Rufai Hz.lerinin taleberinden Siirtli Molla Halil bir hatırasını naklediyor:
Hocam Ahmed-er Rufai ile ders görüyordum, o anda pencereden bir adam:
—Çabuk yetiş Ya Ahmet! Derhal gel buraya diye sesleniverdi.
—Hocam hemen yerinden doğrulup dışarı çıktı ve yaklaşık on ila on beş dakika sonra tekrar medreseye döndüğünde bana dedi ki:
—O gelen kimdi biliyor musun?
Cevaben;
—Efendim inan geleni tanımadım, sen bilirsin. Bunun üzerine Hocam:
—O gelen Şeyh Abdülkadir Geylani idi. Beni çağırmasının sebebi Arap şehrinde zengin bir ağa vergi toplamak için maiyetindeki adamları ile birlikte köyde dolaşırken seyyide bir kadının kapısını çalarlar ama kadıncağız param yok, fakirim der. Kadın sırtını döndüğünde ağa asası ile eteğini kaldırınca kadın çok hayâ edip utanıp kızardı, bezerdi, kala kaldı o an. Sonra da yüzünü Bağdat’a dönerek üzüntüsünden o tarafa doğru tükürdü ve Abdülkadir Geylaninin merkadına doğru (türbesine) şöyle sesleniverdi:
—Eğer sende namus gayreti varsa onu kabul etmezsin diyerek oradan uzaklaştı. O sırada
Ağa ibriğini alarak abdest bozmaya gitti. Maneviyatta Gavsi Geylani’nin zahiren müdahale yetkisi olmadığı için gereğini yap dedi bana. Derken onun talimatıyla zahiren bu görevi üstlendik ve bizde onu kılıcımızla öldürüverdik.
Hocamın anlattıklarının doğru olup olmadığını, ancak söz konusu yere bir zaman yolculuk gerçekleştiğinde ve o yöre halkına sorduğumda harfi harfine olayı anlattıklarında anladım. Şöyle ki; yöre halkı en nihayet Hocamın sözlerine ilaveten;
—Ağamız abdest bozmaya gittiğinde bekledik ama bir türlü gelmedi, merak saldık gidip baktığımızda ağayı öldürülmüş olduğunu gördük dediler. Böylece Hocamın söylediklerinin doğru olduğuna kesin kanaat getirdim.
Sakın siz siz olun böyle şeyler olur mu demeyin. Nitekim Allah dostları bu dünyadan göç etmiş olsalarda Allahü Teala hayatta yaşayan bir başka Ahmeder-Rufai gibi gönül sultanlarının üzerinden gerek darda kalanlara, gerekse edebinden dolayı yüzü kızaranlara bu şekilde de yardımını sürdürür. İşte Allahın inayetiyle Gönül sultanları Hızır misali böyle himmet ederler. Bunlar maneviyatta olan biten durumlardır, gayet tabiidir. Nitekim fersah fersah uzakta gerçekleşen bu durum, olayın cereyan ettiği yerdeki halka sorulduğunda bir rüya olmayıp bir hakikat olduğu ortaya çıkıyor da.
Kuldan utanmayan Allah’tan hayâ etmez derler ya, gerçekten insana edep Allah’a edep demek sayılır. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste bu kabildendir zaten. Yunus misali yaratılanı sev yaratandan ötürü demeli. İnsanı sev ki necat bulasın. Zira Rabbül Alemin’in benim huzuruma kul hakkı ile gelmeyin de ne ile gelirseniz gelin uyarısının içinde birçok anlamlar yüklü.
Hayâsızlık çirkinliktir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v); “İman yetmiş küsur şubedir. Hayâ da imandan bir şube” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbni Mace) diye buyurmakta. O halde hayatını imanla taçlandıranlar hayâsı güzel olur ve ahlakı artarda. İlk Nübüvvet sözlerinden insanlığa ulaşan öğütlerden birkaçı da şudur:
—Eğer hayân yoksa dilediğini yap! (Buhari, İbni Mace, Ahmed b. Hanbel, Taberani; İbn Hibban)
Çıplaklıktan sakının! Zira sizin yanınızda sadece helâya girdiğiniz zaman ve erkek hanımına sokulunca ayrılan Melekler vardır Onlardan hayâ edin, onlara karşı saygılı olun (Tirmizi).
Evet, bari kuldan utanılmıyorsa hiç olmazsa Allah’tan ve Meleklerden hayâ etmeli. Hayâ duygusundan mahrumiyet kötülüklere kapı aralar çünkü.
Ancak ve ancak ilim alanında hayâ olmaz derler, yani nice mahrem konuları öğrenmek amacına yönelik olması dolayısıyladır. Hayâ nedir bilmeyenler ne edep endişeleri taşırlar ne de hayvani içgüdülerini zapturap altına almayı becerirler. Üstelik yaptıklarına kılıf bulmak içinde cinsel özgürlük veya flört hayatı deyip su yüzüne çıkarlar. Oysa bütün uğraşları nefs adına didişip durmaktan ibaretler. Boş oyalanışlarla hayâda neymiş deyip şeytana bile külah çıkartırlar. Zina denen kötü fiili cılalayıp boyamayı da ihmal etmezler, üstelik iffet gibi kavramların içini boşaltarak asaletsizlik sergilemeyide marifet gibi sunarlar. Varsa yoksa zevklerinin tatmin etmektir tüm bildikleri.
Onlar vahye ve sünnete kulak vermezler. Dahası hayâ perdeleri kalkmış ışıksız sürüleridirler. Es kaza Kur’an tilaveti duyduklarında sesine bile tahammül etmedikleri gibi her birinin canları sıkılırda habire. Allahü Teala buyuruyor ki; “Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar, ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler” (Zümer, 45). “Onlar ki gözleri, beni hatırlatan bir örtü içindeydi.. (Kuran’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf,101)
“Hayâsız güruh her türlü melaneti işlemeye müsait halleri olup yaptıklarından pişmanlık duymadıkları gibi övünürlerde ya da mazeret üretirler. Şüphesiz bu şeytanlar doğru yoldan alıkoyarlarda, onlar kendilerinin doğru yolda oldukların sanırlar.” (Zuhruf, 37)
Birde demezler mi güzele bakmak sevaptır, tabiî ki mahremiyetine bakmak manasına değil bu söz. Belli ki bu güzel kavrama bir takım hasta tipler yanlış mana yüklemek gibi hayâsızca tanımlama amacı gütmüşler. Hiç bir zaman Allah’ın haram olarak bakılmasına müsaade verilmediği yerlere bakmak asla güzel olamaz. Üstelik ilahi ferman var bu konuda, dahası vicdan denen olgu var. Hakeza yine emri ilahi gereği fıkhı kaideler var. Bunları görmezden gelirsek zırva tevil götürmez misali elbette ki koyu cehalet örnekleri pervasızca önümüze dizilecektir. Galiba akla kara ikilemi yaşamak alın yazımız. Cehaleti güzel göstermeye çabalamak yetkisi kimseye verilmediği gibi, cehaletin sergilenmesine de müsaade edilmez. Tüm ilahi uyarılara rağmen makyajlanmak, cilalanmak gırla gidiyor, sadeliğin verdiği zerafet ayaklar altına alınıyor. Tüm hınçla hayâ yerlere serilmek isteniyor, doğallık çiğnenmekte adeta.
Hadi diyelim abdest namaz günahları pak ediyor, ya çıplaklığı ve hayâsızlığı ne ile giderebileceğiz ki? Oysaki modernlik kisvesi adı altında kadını metalaştırmanın adıdır cilalı imaj devri.
Velhasıl; tarih kitaplarında yontma taş devri, cilalı taş devri diye tarihi döngülerden bahsederken cilali imaj devrine rücu ettik maalesef. Vah halimize. Ağlayasın mı gülesin mi?
İnşallah edeple varış lütufla dönüşümüz gerçekleşir.
Vesselam.


ALINTI
 

iyinesil

Well-known member
"Şeyh Ahmed-er Rufai Hz.lerinin taleberinden Siirtli Molla Halil bir hatırasını naklediyor:
Hocam Ahmed-er Rufai ile ders görüyordum, o anda pencereden bir adam:
—Çabuk yetiş Ya Ahmet! Derhal gel buraya diye sesleniverdi.
—Hocam hemen yerinden doğrulup dışarı çıktı ve yaklaşık on ila on beş dakika sonra tekrar medreseye döndüğünde bana dedi ki:
—O gelen kimdi biliyor musun?
Cevaben;
—Efendim inan geleni tanımadım, sen bilirsin. Bunun üzerine Hocam:
—O gelen Şeyh Abdülkadir Geylani idi. Beni çağırmasının sebebi Arap şehrinde zengin bir ağa vergi toplamak için maiyetindeki adamları ile birlikte köyde dolaşırken seyyide bir kadının kapısını çalarlar ama kadıncağız param yok, fakirim der. Kadın sırtını döndüğünde ağa asası ile eteğini kaldırınca kadın çok hayâ edip utanıp kızardı, bezerdi, kala kaldı o an. Sonra da yüzünü Bağdat’a dönerek üzüntüsünden o tarafa doğru tükürdü ve Abdülkadir Geylaninin merkadına doğru (türbesine) şöyle sesleniverdi:
—Eğer sende namus gayreti varsa onu kabul etmezsin diyerek oradan uzaklaştı. O sırada
Ağa ibriğini alarak abdest bozmaya gitti. Maneviyatta Gavsi Geylani’nin zahiren müdahale yetkisi olmadığı için gereğini yap dedi bana. Derken onun talimatıyla zahiren bu görevi üstlendik ve bizde onu kılıcımızla öldürüverdik.
Hocamın anlattıklarının doğru olup olmadığını, ancak söz konusu yere bir zaman yolculuk gerçekleştiğinde ve o yöre halkına sorduğumda harfi harfine olayı anlattıklarında anladım. Şöyle ki; yöre halkı en nihayet Hocamın sözlerine ilaveten;
—Ağamız abdest bozmaya gittiğinde bekledik ama bir türlü gelmedi, merak saldık gidip baktığımızda ağayı öldürülmüş olduğunu gördük dediler. Böylece Hocamın söylediklerinin doğru olduğuna kesin kanaat getirdim"




kadeşim heysem,haya konusu çok önemlidir..Efendimizin haya mevzuunda çok hadisleri var.Hayanın imanın bir şubesi olduğunu Ondan öğreniyoruz.Efendimizin haya abidesi olduğunu sahabe efendilerimiz naklediyor yanlız alıntıladığınız yazıdan yukarıya taşıdığımız bölüme katılmak, inanmak dini çerçeve içinde mümkün görünmüyor.Olay zahiri manasıyla akla mantığa ve en önemlisi islama ters...Ancak şöyle tevil etmek belki anlaşılabilir kılar olayı;kılıçtan kasıt islamın elmas düsturları ve öldürmekten kasıt o menfi tutum içindeki adamın kötü amellerini ve sözlerini öldürecek imana sahip olmasıdır...
 
Üst