Açıklamalı 20.Mektub dersleri - Mukaddeme

Zuhr

Talebe
Bismillâhirrahmânirrahîm,

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

sabah ve akşam namazlarının ardından tesbihatımızı yaparken
onar kere tekrarladığımız bir cülme-i tevhid var



لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ



bir rivâyet-i sahîhada İsm-i Âzam mertebesini taşıyan
şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var.
Herbir kelimesinde, hem birer müjde ve beşaret,
hem birer mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet,
hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriyâ-i vahdet
ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır.
Bu büyük ve ulvî hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, bir vaade binaen,
şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, bir mukaddime ile ona bir fihriste yapacağız.


bu gece mukaddemeyi okuyalım birlikte


Mukaddime

Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi
ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.


hiçbir yaratılmış yoktur ki bir hikmete bir gayeye binaen var edilmesin
ve hatta sadece bir değil pek çok gayelere hizmet için, ulaşması için yaratılmış
toprağından suyuna, güneşinden yağmuruna
bitkisinden hayvanına
ve insana kadar
kainattaki herşey halk edilmiş, bir suret verilerek var edilmiş,
ve her birisinin içine envai çeşit özellik konmuş, fıtratlar tayin edilmiş

misal bir insan eli ayasıyla, beş parmağıyla ile halk edilmiş,
ve fıtratına tutma özelliği konmuş

fıtrat yalan söylemez.
biz halk edilmiş, var edilmiş herşeyi,
fıtratlarındaki özelliklerine göre kullanırız
elin tutma özelliği varsa, tutmak için kullanılır
amuda kalkıp üzerinde yürümek için kullanılmaz
bu onun fıtratına ters düşer

sürekli fıtrata ters hareket etmek
fıtratın, verilen istidatların, özelliklerin bozulmasına sebeb olur

yaratılış gayelerinin en yüksek mertebesine,
ancak onları Allah a iman yolunda kullanmakla ulaşabiliriz;
o gayelere ve özelliklere en uygun en doğru kullanım,
her bir var edilmişten Allah a bir yol bulmak,
O na c.c ulaşacak bir pencere açmak
ve imanı kazanmakta kullanmaktır

misal aklımıza baksak,
düşünmek için var edilmiş, bu özelliğe sahip
neyi düşünmek için sorusu onun var edilme amacını bulmak için sorulur
ve bu soruya verilecek en güzel cevab
"Allah ı bulmak, tanımak, anlamak ve inanmak için"
şeklinde olur
bundan daha ali bir cevabı olamaz, daha ali bir amacı yoktur

sair latifeler, cihazlar buna kıyas edilerek, her birisi için bu soruya cevablar aranabilir ve aranmalıdır


Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı,
iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.


insaniyet dendiğinde akla gelen ne kadar özellik varsa;
"insaniyet namına şunu yap" gibi cümlelerimiz olur misal
bunlar, yardımlaşma, sevgi, merhamet, hoşgörü gibi
sair latif hallerdir
işte bu özelliklerin en güzel inkişafı
en yüksek mertebeleri
Allah a iman ettikten sonra O nu c.c tanımakla kazanılabilir

her bir istidad bir isme bakar
bütün latif ve güzel istidadlar özellikler Rabbimizin isimlerine bakar, onlara ayna olur
biz Allah ı tanımakla, isimlerini anlamakla
bizdeki bu güzel özelliklerin asıl menbaını bulmakla
onları gerçek kaynağına bağlayabilir,
onları gerçek kaynağından doyurabilir
ve bu hiç bitmeyen kaynaktan besleyebiliriz
ve ancak o zaman, insaniyetin en ali mertebelerine ulaşılabilir

ve buna ulaşmış olan en kamil insan
efendimiz a.s.m ın hayatına baktığımızda
iman-ı billahtan sonra gelen marifetullah ile
ne kadar muazzam derecelere ulaşılabileceği görülebilir

keza sahabe efendilerimiz, alim zatlar
her birisinde bu mertebeler gözlenir
ve makamları da yine bu nisbette yükselir


Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti,
o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.


normalde yoldan geçen bir insan ile aramızda hiç bir bağ, hiçbir iletişim olmaz
bambaşka memleketlere gideriz
öncesinde oradaki insanların varlıklarını dahi bilmeyiz
ama onları gördüğümüzde,
işlerini gördüğümüzde,
var olduklarına inanır, varlıklarını biliriz
sonra tanımaya başlarız
ve tanımanın ardından sevmek gelir
arada bir muhabbet oluşmaya başlar
ve o noktadan sonra o kişilerle, kardeşlerimizile, dostlarımızla olmak
bize huzur vermeye başlar
muhabbetimiz arttıkça
onların yanındaki huzurumuz da artar
bu huzur bir numunedir bizim için
Allah ın yarttığı bir mahluka duyulan cüz i muhabbet ile verilen cüz i huzur
cüz i saadet, cüzi mutluluk
Cenab-ı Hakkı o nisbette ve daha da fazla tanıyıp O na c.c muhabbetimiz artıkça
nasıl muazzam bir huzura, sevince, mutluluğa ulaşacağımızı gösteren
küçük bir misaldir

Rabbim hepimize gerçek huzuru saadeti yaşamayı nasib etsin



Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç,
o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.


insan sadece maddeden oluşmamış,
belki maddeden daha ziyade maneviyatı var
maddi vucudun beslenme ihtiyacı gibi
manevi vucudumuzunda beslenmeye ihtiyacı var
bu besin ancak hakiki iman ile sağlanabiliyor

hakiki imanın ardından gelen marifetullah ve muhabetullah ile sağlanabiliyor
maneviyatımız, kalbimiz, ruhumuz ancak Allah ı sevmekle tatmin olabiliyor
en halis, en temiz, en safi sevincini o zaman yaşayabiliyor


Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet,
elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır.

Onlar, onsuz olamaz.



onlar;
yani fıtartın ali mertebelerine ulaşması,
insaniyetin kemale ermesi
ruhumuzun huzur
imanı billah olmadan, muhabbetullah olmadan olmuyor

ve yine onlar, yani;
hakiki saadet
halis surur, halis sevinç
safi lezzet dahi
marifetullah ve muhabbetullah ile yakalanabiliyor


Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara,
ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.

Onu hakikî tanımayan, sevmeyen,
nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.

...
günlük şikayetlerimiz ..
sıkıntılarımız ..
evhamalarımız ..
dertlerimiz ..
şimdi gözümün önünden geçiyorlar
demek henüz hakiki tanıyamamışız
hakiki sevememişiz ki
hala şikayet etmeye, mutsuz olmaya devam edebiliyoruz ..


Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette,

âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?



sekizinci sözdeki sol yolun yolcusundan bahs edilirken, dünyanın nasıl perişan göründüğünü anlatır üstad hazretleri,
her yerde ölümler, bitmeler, sıkıntılar ..

böyle bir ortamda eli hiçbir yere yetişmeyen gücü hiç bir olumsuzluğu düzeltmeye yetmeyen insan
koca dünyanın sultanı olsa ne fayda


İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada,

insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa,

ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar.

Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa,
o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder.
O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.


kalabalığın ortasında annesini kaybetmiş üç yaşında bir çocuk düşünün
etrafında tanımadığı koca koca insanlar
kendi aciz fakir ne yapacağını şaşırmış
sağa sola koşturuyor ama ne fayda
elinde en pahalısından bir oyuncağı var
ama hüngür hüngür ağlıyor
feryat figan ediyor
bu halde o çocuğa kim fayda verebilir
kim onu mutlu edebilir
dünyayı verseniz o çocuk sakinleşebilir mi?
ama ne zaman annesini görür
onun merhametli kollarına sarılır
işte o zaman ne derdi kalır ne tasası
ne ortasında oldukları kalabalıktan korkar
ne de başka bir dert ona ilişebilir
annesinin merhametine sığınır
ve annesinin kuvvetinden güç alır

insan dahi .. bu avare dünyada hengame içinde acziyeti ve fakirliği ile
o çocuğa benzer ..
ne zaman Rabbini bulur
Rabbini görür
o zaman O nun c.c merhametine iltica eder, bütün fakirlikleri yoksunlukları biter
O nun kudretine dayanır o zaman fakirliği acizliği son bulur

Rabbim kendisine hakiki kul olabilmeyi nasib etsin
her daim hakiki imanı yaşamayı nasib etsin hepimize inşallah



Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha
 
Üst