TESETTÜRE DAİR MERAK EDİLENLER ve CEVAPLARI..
Paylaş
23 Mart 2010 Salı, 02:02
☞ Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Yüz ve el gibi görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. ★ Nur Sûresi 31. Âyet ★
Kur'an-ı Kerimde genelde ayrıntıya girilmez. İlmihallerden öğrendiğimiz bilgiler ise büyük çoğunlukla Peygamber Efendimizin (sav) tarifi ile hadislerde geçer. Kur'anı Kerim 6666 âyettir ve Cenab-ı Hakkın en mühim bulduğu meseleler zikredilir. Tesettür meselesi Kur'an'ın doğrudan 4 dolaylı pekçok âyetinde geçtiği gibi hadislerde de çokça yeri olan İslamın apaçık bir sembolüdür.
Allahu Teâlâ tesettür ile ilgili âyetlerde şöyle bir seyir takip etmiş ve arka arkaya açıklamalar getirmiştir;
① Kur'an-ı Kerimin örtünmeye dair en kapsamlı âyetinin hemen öncesindeki âyette Allah (cc) erkekleri namahreme bakmamaları konusunda uyarmış, iffetlerine sahip olmalarını emretmiştir. Mü'min erkeklerin ancak gözlerini haramdan sakınıp, gayr-i meşru ilişkilerden uzak durdukları taktirde ruhen temiz kalabileceklerini bildirmiştir. (bkz Nur Sûresi 30. âyet)
② Kadınların da gözlerini haramdan (bakılması namahrem yerlerden) sakınmalarını, iffetlerini korumalarını emretmiş, hemen bunun arkasından da zarûrî olarak açıkta kalanlar yerler (eller, ayaklar ve yüz) müstesnâ ifadesini kullanmıştır.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) zaruri açıkta kalan yerleri bir hadisi şerifte şöyle belirtmiştir: "Bir kadın adet görmeye başlayınca (ergen olunca) el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir." (Ebu Davut, Libas 33)
③ Başörtüsü dahil örtünerek zînetlerini (güzelliklerini) nâmahremlerin kötü nazarlarından korumalarını emretmiştir.
Zinetin kelime anlamı "süs" olsada buradaki anlamı fıtrattan gelen güzelliklerdir. Saçta kadında bir zinettir. Şayet cazibedarlık cihetinden bayanların çekiciliğini artırmıyor olsaydı şampuan reklamlarında kullanılan yegane şablon "karşı cinsi etki altına almak" olmazdı. Yada bayanlar saatlerce ayna karşısında saçıyla uğraşmazdı.
Ayrıca insanı Yaratan, elbette ki onu en iyi bilendir. Kötü nazarlardan korunup ruhen ve kalben temiz kalmanın şifrelerini Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerimde vermiş. Tabiki bunu örtünme ile sınırlandıramayız, tesettür o şifrelerden sadece bir tanesidir. Fakat şu da bir gerçektir ki; Kur’an-ı Kerimde "kadınların örtünmesi" konusunda İlahî emir ile müdahale edilip başörtüsünden söz edilmiş olması ve ardındanda açıklama getirilmesi, bu konunun basit bir mevzu olmadığını gösterir.
④ "Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler" ile kastedilen başörtüsünü boyun ve göğüs üstünü örtecek şekilde bağlanmasıdır.
"Cahiliye devrinde başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayeti kerime “Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler.” buyurmuştur. Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır demek doğru değildir." (Hamdi YAZIR Hak Dini, Nur Suresi 31. Ayetin Tefsiri)
Kur’an-ı Kerimi ilk Türkçeleştiren Elmalı Hamdi Yazır’ın bahsettiği ve bazı hadislerden anlaşıldığı gibi cahiliye kadınları da hiç başörtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat örtünmüş olmalarına rağmen terbiyeden yoksun oldukları bizzat Allah tarafından bildiriliyor.
Demek ki Tesettür ile edeb birbirini tamamlamalıdır. Sadece ahlakı olan fakat zinetlerini Cenab-ı Hakkın "sakının" dediği yabancılardan korumayan bir mü'min eksik kalacağı gibi, kapalı olduğu halde ahlakı zayıf bir müslümanda derecesine göre günahkar olur. Tabi insanın aklına gelmiyor değil. Hem edebden hemde tesettürden yoksun müslümanların durumu ne olacak diye.. Yazının tamamı (atlanmadan) okunduğu taktirde herkesin kafasında bir fikir oluşacaktır.
⑤ "Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar!" Sondaki ünlem işareti Allah'ın lafzı'nın Türkçe Kur'an mealine yansımasıdır. ☆bu bölüm çok önemli ☆
Şöyle ki;
Bizim dinimizde "ameller niyetlere göredir" (bkz Müslim, İmare:155) Bir insan hakkında değerlendirme yaparken ifade ve hareketlerine bakarız. Sadece dışa akseden davranışları ile hüküm verebiliriz, ötesine geçemeyiz. Cenab-ı Hak ise, kullarının amellerini ve davranışlarını değerlendirirken kalpte taşınan niyete ve yapılan işin maksadına bakar. Ve ona göre hüküm verip muamele eder. Peygamber Efendimiz (sav) "Allah ancak amellerinize ve kalblerinize bakar" (Müslim, Birr:34) buyururken yapılan işin, içte taşınan niyet ve amaca göre değerlendirileceğini bildirmektedir.
Örtünmede de niyet çok önemlidir. Tesettür “setr” kökünden geldiği için muhafaza olmak, korunmak anlamı taşır. Bu bakımdan kapalı hanımların giydiklerinin sadece vücudu örtmesi tesettürün tamamlanması için yetmiyor.
Örtünmenin anlamını özümseyemeyen tesettürlüler İlahî emrin yalnızca görünen özelliğini taşıdığı için şeytanında desiseleriyle, ister istemez kapanmanın gerektirdiği ahlaktanda derecesine göre noksan oluyor.
Tesettürün gerektirdiği özelliklerden yoksun kapalılarda “setr” ben korunuyorum diyorken elbisesi diyor ki, "burdayım, bana bak!" Bu tarz giyinenlerle ekser insan gözü alaka kuruyor. Kadınlar elbisenin anormalliğini yada aşırılığını incelerken, günahkar erkeğin gözü vücut hatlarına kayıyor... Dolayısıyla hem “setr” hemde Allah'ın istediği ile çeliştiği gibi birçok kişiyede günah kazandırıyor.
Âyetin "Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar!" kısmındaki vurgusu edep/adap ve davranışlarında en az görüntü kadar önemini gösteriyor. Demek ki gerçekten Allah rızası için kapanmakla, sadece görülsün, bilinsin diye kapanmak arasında fark vardır.
Çünkü Allah rızası için kapanan tesettürü “bütün özellikleriyle” üzerinde taşır. Sadece kapanmış olmak için kapanan ise, tesettürün tek bir parçasını (oda Allah’ın isediği gibi değil!) yarım yamalak yapar, yaptığını sanır.
Bir kadının iffetli sayılabilmesi için, örtünmesi yeterli değildir. Bunun yanında ahlakı tamamlayıcı rol oynar. Kadının bakışları, konuşması, yürüyüşü, hareketleri, vs tesettürü oluşturan bütünün parçalarıdır.
⑥ 31. âyetin sonunda "Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz!" buyurulmuş.
Bu ifade müslümanlıktan uzaklaşmakta olan toplumlar için önemli bir uyarı olmakla beraber Kur'an-ı Kerimdeki "başörtüsü"nün geçtiği âyetin sonuna gelmiş olması gayet manidardır. Şüphe yok ki; kurtuluş ancak ve ancak Cenab-ı Hakka tevbe istiğfar edip buyurduklarına riayet etmekle elde edilebilir.
Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Yüz ve el gibi görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
Nur Sûresi 31. âyet nâzil olunca Müslüman kadınlar, bulundukları yerden ayrılmadan, elbiselerinin uygun yerlerini yırtarak başörtülerini bununla bağlamışlar ve bundan sonra hiç aksatmadan bu emri yerine getirmişlerdir. (bkz Trimizi) Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v)in bu âyetin Allahu Teala’nın istediği gibi tatbik edilmesi için bütün müminleri titizlikle uyardığı da hadislerden çıkmaktadır.
(Elmalılı Hamdi Yazır Nur Sûresi Tefsirinden Bir Bölüm)
"Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümidi olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek kadın bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından tevbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. O halde herkesin kurtuluşu bakımından iş sahipleri ve ilgili şahıslar bu emirlere de özen göstermelidir."
CENAB-I HAKKIN ÖRTÜNME EMRİNİ YERİNE GETİMEYENLER MESUL OLURLAR MI ?
Birden çok âyette üstelik ayrıntı verilerek geçiyor olması kadının başını örtmesinin apaçık Allah'ın bir emri olduğunu gösteriyor. Bazı ayetlerde “şöyle yapılsa sizin için daha uygundur” gibi tabirler kullanılır.
Fakat örtünmeyi farz kılan ayetlerin hepsinde emir kipi kullanılmış. Dolayısıyla, başını açan bir kadın farzı terk etmekle mesul olmaktadır.
Diyelim ki emir kipi kullanılmadı, “bu şekilde yapsanız sizin için daha uygundur” ifadesi kullanıldı.
Allah aşkına;
Gerçekten Allah’ı sevip itaat noktasında samimi olan mü’min Rabbinden geldiğini bildiği bir isteği O’nun hatırı adına, hem vaad ettiği cenneti adına, hem o ebedi cennete layık olmak adına,
herşeyden de önemlisi O’nun rızasını kazanmak adına yapmaz mı............
MÜ'MİN BAYANLARIN GİYİNME ŞEKLİ NASIL OLMALIDIR ?
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. ★ Ahzâb Sûresi 59 ★
İslam dini, kapanmayı farz kılmış, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürün sağlamasıdır. Âyette geçen el ayak ve yüz gibi "görünmesi zaruri yerler müstesna" vücudunun örtülü olmasıdır.
Peygamberimizin tarifine göre renk ve kumaş gibi ayrıntıların önemi yoktur. Fakat Efendimiz (sav) vücuda yapışacak kadar dar giyilmemesi gerektiğini özellikle belirtmiş, bedene yapışan ve vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinenlerin Allah katında hiç giyinmemiş gibi sayıldıklarını söylemiştir.
Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için;
Altını göstermeyecek şekilde KALIN
Namahrem yerlerini örtecek kadar UZUN
Vücut hatlarını belli etmeyecek derecede BOL olmalıdır.
Bunlar sağlandığı taktirde örtünme gerçekleşmiş olur. Bunun yanında;
İçini gösterecek şekilde İNCE ve ŞEFFAF
namahremini örtmeyecek derecede KISA
ve vücuda yapışacak kadar DAR olmamalıdır.
Bu türde bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.
Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.
Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şerifin meali şöyledir:
Hz. Âişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimizin huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ya Esma, bir kadın buluğ çağına erince—yüzünü ve ellerini göstererek—bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz." (Ebû Dâvud, Libas hadis no:31)
TÜRBAN MI ALLAH’IN EMRİ YOKSA BAŞÖRTÜSÜ MÜ ?
Aslında cevap çok basit. Peygamber Efendimiz kumaşın cinsinin, tarzının önemli olmadığını söylüyor. Yani yukarıda bahsettiğimiz ölçülere uyulduğu taktirde tesettür zaten tamamlanıyor. Türban yada başörtüsü Allah’ın emrine muhalif olmadığı taktirde fark etmiyor.
Aslında cevabı herkes bilsede bu konu hep tartışılagelmiştir. Dikkat edin bu konuyu tartışmaya açanlar büyük çoğunlukla ülkemizde örtülü bayanların olmasından rahatsız olan bir takım çevreler.
Neden ? diyeceksiniz...
Allah’ın emrine durduk yerde kim “siyasi simge” diyebilir ki?
Elbette kimse diyemez, e bu böyleyken insanları Kur’an’ın hükmünden nasıl uzaklaştıracaklar?
Tabiki bir kılıf uydurarak... bu İranlıların geleneği, bizim annelerimiz şu şekilde baş bağlardı diyerek...
Çünkü çok iyi biliyorlar ki yeni nesil, köylerdeki bacılarımız gibi başını bağlayıp şehirde gezemez. Dolayısıyla sözde “çağdaşlık” adına mü’min kızlarımızı Kur’an ahlakından yoksun bırakıp "modernlik" kisvesi altında kendi istedikleri gibi yapacaklar.
Peygamberimiz Efendimizden bu yana tam 14 asır geçti. Bu yüzyıllarda müslüman kadınlar çeşitli şekillerde başlarını örtüp Allah’ın emrine riayet ettiler. Çeşitli gelenekler vasıtasıyla her coğrafyanın kendine özgü kıyafetleri şekillendi. Kimileri vücudu örten normal kıyafetle yetinirken kimileride çarşafı tercih etti. Fakat hepsi kaynağını Allah’ın indirdiğinden almıştır.Mü’min bayan nasıl giyinmelidir bölümündeki ölçülere uyulduğu taktirde olay bitmiştir. Örtünmenin ne tür olacağına Allah herhangi bir hüküm vermiyor ki, kimse karışıp sınırlar çizsin. "Başörtüsü şöyle bağlanmaz" ? desin
Tesettürlü bayanlar başörtülerine TÜRBAN denmesinden hoşlanmazlar. Başörtüsüne türban diyen genelde örtünmeye kökten “muhalefet” olanlardır. Sözde hürriyet adına milleti Allah’ın âyetlerinden uzak tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bir bakın kendi çocukları magazin haberlerini takip ettikleri vaktin onda birini ibadetlerine yada Kur'an-ı Kerimi anlamaya harcıyor mu? Tesettürün Kur'anın hangi âyetlerinde geçtiğini biliyor mu? Yada Kur'anda olduğunu biliyor mu?
Bugün sinemalarda, televizyonlarda, dizilerde işlenen konulara bir bakın Kur’anla ne kadar uyuşuyor. Toplum ahlâkını nasıl zedeliyor, insanları neye teşfik ediyor, ne günahlar işletiyor.
Öyle bir asırda yaşıyoruz ki, üniversitede arkadaşlarının meyhane/bar davetini (ben içmiyorum deyip) reddeden bir gence;
Nasıl yani hiç mi ağzına sürmedin? diye şaşkınlıkla sorabiliyorlar.
Burası Hıristiyan yada Budist bir ülke değil %98i müslüman olan Türkiye. Ümmet-i Muhammed’in haline bir bakın hangi durumda.
Alkole bağımlı, şehvete müptela bir tanesini bar çıkışında yakalasan, sorsan: Yarın mahşer meydanına çıkacağız, bütün amellerimizden hesaba çekilip ebedi bir âleme göçeceğiz... hazır mısın ? desen, acaba nasıl bakar suratına..
Elhamdülillah müslümanlar, İslama bir müdehale oldum mu kılları kıpırdamaz fakat rakıyı çocuk parkında içemeyecek olsalar kıyameti koparırlar.
Birde utanmadan kendilerine çağdaşız, aydınlık geleceğiz diyorlar.
Hangi "çağ"da yaşayanlar Allah’ına kavuşmadı ki ??
Yada hangi "çağdaşlık" Kur'an Hükümlerine set çekebilir ??
☼ Asıl aydınlık gelecek, Cennettedir. Oradaki ebedi gençliğin saadetine ve muhafazasına çalışmak ile elde edilebilir. ☼
KALBİ TEMİZ OLMAK, ALLAH'IN ÖRTÜNME FARZINI TERKETMEK İÇİN GEÇERLİ BİR SEBEP MİDİR ?
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir. (Buhârî, Îmân, 39)
Hadisinden yola çıkarak kalp ve vicdanın İslamiyette büyük önem arz ettiğini biliyoruz.
Eğer kalbimizin temiz olduğunu düşünüyorsak bazı soruları mertçe kendimize soralım ki vicdan da rahat etsin;
Gözümüzü haramdan hangi ölçüde sakınıyoruz ?
Bir günde kaç sefer yalan söylüyoruz ?
Acaba kaç kişiyi kandırıyoruz yada aldatıyoruz ?
İbadetimizi samimiyetle yapabiliyor muyuz ?
Bir mp3ü kaybettiğimizdeki hüznümüz mü daha fazla yoksa, bizi huzuruna davet eden Allah’ın davetine icabet edemediğimizdeki olan mı ?
Peygamber Efendimizin sünnetine ne kadar ittiba ediyoruz ?
Kur'an-ı anlamak için ne kadar vakit harcıyoruz ?
Acaba haftada ne kadar okuyoruz ?
Bayan - erkek günahlardan ne kadar kaçınıyoruz ?
Bir bayan yabancı erkeklerin bulunduğu bir ortama girdiği anda dolayısıyla evinden dışarı adımını atar atmaz sayaç işlemeye başlıyor.
Günaha vesile olan daha büyük günah alacağıdan, açık bir bayan, nefsine yenik düşerek kendisine bakan adamdan daha büyük günah alıyor.
Her bakıştan günah almakta mesele değil. Şayet karşı cinsin bakışında şehvet varsa kazanılan günah dehşetli bir biçimde tavan yapıyor. Ebedi menzilleri harap ediyor.
Yaşamını âyetlerden uzak yürüten bayanlar kendisine çevrilen gözlerin günahını alıyor. Açık saçıklık ileri düzeydeyse, karşı cinsi şehvete yahut harama teşfik ediyorsa zaten artan günahlar katlanarak büyüyor. Biriken günahlar mahşerde boynuna yükletilmek üzere dağ gibi oluyor. Bir ömür tesettürsüzlüğün, Cenab-ı Hakkın emrinden yüz çevirmenin âhiret alemindeki yansıması yapılan çokça sevapları ve güzel amelleri götürebiliyor.
Örtünmek ise bayanların hem dünyasını hemde cennetini muhafaza ediyor. Çünkü içinde fesatlık olan, karşı cinsin açık zinetlerine bakmakta sakınca görmeyen erkekler dahi, kapalı hanımlara yada vücudunu sergilemek amaçlı giyinmediği anlaşılan kadınlara bakmaktan çekinirler.
Bakacak adam günaha yatkınlık noktasında kendi gibi olanlara bakar. Müslüman bir erkek günah işleyecek dahi olsa bu günahına Kur'an ahlakıyla yaşamaya gayret eden birisini dahil etmek istemez. Çünkü o bayanlar emr-i Îlahiyi kaale almış, Allah'ın hatırını nefsi arzularına değişmemişlerdir.
Zira, Hakkı tanıyan, Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir.
Bazen sevmediğimiz insanların dahi dediğini yapmak zorunda kalırız, küçük menfaatler uğruna nerdeyse kapılarında yatarız. Peki ya tesettür meselesinde bizimle muhatap olup emrime uyun diyen kim ?
Hiç kuşku yok ki, Âlemlerin Rabbi Allah'tır. Onun hak dini ve emridir. Nice hoşlanmadığımız insanların bir dediğini iki etmeyip, Allah’ın dediğini yapmamak hangi mantık ile açıklanabilir? Vereceği ebedi Cennet menfaati değersiz midir ki O'nun hatırını üç kuruşluk dünyanın geçici menfaatine değişiyoruz.
Bir adam gelse dese, üç gün kadar yanımda çalış, sana arsamı, yatımı katımı vereyim. Herkes koşar fütursuz itimad eder. Üstelik o adam sözünden dahi dönebilir.
Acaba sözünden dönme ihtimali olmayan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve ebedi saadet gibi bir hediyeyi bize vaad etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede bizi istihdam etse;
Biz O’na hizmet etmesek veya isteksiz, suhre gibi yada usançla, yarım yamalak hizmetimizle O'nun vaadini fâni dünyanın günahlı zevkine değişsek ne derece ahmaklık olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı...
Hem dünyada, hapsin korkusundan, bütün benliğimizi feda edip, Cehennem gibi bir ebedi hapisten hiç korkmazcasına Allah'ın buyurduklarından uzaklaşmak hangi müslümanın harcıdır.
Kur'an-ı Kerim uyarıyor;
Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allahın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın (Fatır Sûresi 5)
"Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük sıkıntılardan daha büyüktür; ondan feryad et." (Hastalar Risalesi, 8. devânın başı)
Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, manevi bir yılan gibi kalbi ısırıyor.
"Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye's-i mutlak (ümitsizlik) ve gaflet-i mutlaktan (hevesatına tabi olup Allah’ın emirlerini unutma) kurtarmak için, havf ve recâ (korku ve ümit) ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. (Hastalar Risalesi, 13. devâdan)
İnsanın aklına gelmiyor değil: Madem ölüm ölmüyor ve ecel her vakit gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir...
AÇIK BİR BAYAN TEVBE EDEMEDEN ÖLÜRSE AKİBETİ NE OLUR ?
Durumu tamamen Allah'a kalmıştır. Varsa güzel amelleri, cezasını çektikten sonra cennete girebilir.
Ahzâb sûresinin 59. Âyetinin sonunda tıpkı Nur sûresinin 31. âyetinin sonu gibi Allah'ın çok merhametli çok bağışlayıcı olduğu ile bitmiştir. Allahu Teala af kapısını hiçbir zaman kapatmayarak her seferinde kullarını tevbe etmeye, helal dairesine girmeye çağırıyor.
Defalarca görüyor ve şahit oluyoruz ki, insanoğlu ertelediği çoğu şeyi çeşitli engeller dolayısıyla yapamıyor. Ya hiç yapamıyor yada bir şekilde eksik bırakıyor.
Ebedi hayatı ilgilendiren uhrevi işler ise hiçbir şekilde ertelemeye gelmez. İnsanın kendine verebileceği en büyük zarar, fâni gençliğe aldanıp bâki gençliğindeki açtığı yaralardır.
Cenab-ı Hakkın affı, merhameti sonsuz olmasaydı, günahkar insanların yaşama tutunmaları için hiçbir sebep kalmazdı. Bunun içindir ki İslamiyet tevbe-istiğfar üzerinde çokça durmuş. Birçok âyet ve hadisin sonunda Allah’ın sonsuz merhametinden ve bağışlayıcılığından söz edilmiştir.
Tevbede saf ve temiz olmalı. Herşeyden önce kalpten gelmedlir.. Hz Mevlana'nı tevbenin samimiyetine dair çok güzel bir sözü var;
“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle, nemli gözlerle tevbe et! Zîrâ çiçekler güneşli ve ıslak yerlerde açar…”
AÇIK VEYA KAPALI OLMAKLA ALLAH'IN RIZASI ARASINDA BİR İLİŞKİ VAR MIDIR?
Allah’ın rızasının kimde olduğu açıklıkla kapalılıkla belli olmaz. Dolayısıyla açık fakat ahlak noktasında Allah'ın rızasını kazanmış birisi, sadece görsellikte kapalı bir bayandan daha muhafazakar olabilir. Kur'andaki âyetlerden çıkan tesettür ve örtünme sadece baş kapama değildir. Kadının bütün davranış ve hareketleri ahlakı teşkil ettiğinden rızayı Îlâhi dahi bunlara tabidir.
Kimse diyemez ben falancadan daha dindarım. Cenâb-ı Hakkın rızasının kimde olduğu şekilden belli olmaz.
Bazı dindar bilinen insanlarda enaniyet damarı yüksek olur, kendini başkalarından üstün görür. Evet belki sokaktaki sıradan bir insan, onun kadar ibadet edemiyordur. Onun kadar dini bilgiye sahip değildir. Fakat bu Allah'ın rızasının kendisinde daha çok olduğu anlamına gelmez.
O sokaktaki insanın içinden gelerek kılacağı ihlaslı bir namaz yahut içinde gerçekten Allah rızası olan bir amel, kendini dindar gören adamın yaptıklarından Cenab-ı Hakkın katında daha yüksek olabilir.
MAHALLELE BASKISI DİYE BİRŞEY VAR MIDIR? VARSA İNSANLARI NASIL ETKİLER ?
Bazıları Mahalle baskısından söz eder. Evet mahalle baskısı yok değildir, yok diyen yalan söylemiş olur. Cehalet aşılmadığı sürece mahalle baskısı olabilir. Kimsenin başkasına düşüncesini kabul ettirme gibi bir hakkı yoktur. Bizim dinimizde zorlama da yoktur.
Akılı başında mü'min üsluba çok dikkat ederek, rencide etmeyecek şekilde uyarır. Peygamber Efendimizin (sav) tarifini açıklamakla yetinir. Bir kişiye efendimizin tebliği ulaştıktan sonra gerisi Allah ile onun arasındadır.
Çocukluktan eğitim alan birey belirli bir yaşa geldiğinde kendi tercihleriyle yaşamak ister. Bu açıdan aile baskısıyla örtünme fevkalade yanlış birşeydir. Zaten bunu yapan anne-baba da cehaletten başka birşey yapmış olmaz. Zorla yapılan birşeyden sevapta kazanılmaz!
Belirli bir yerde özgür bırakılmalıdır. Aslında bir insanın gerçek yüzü tamda bu noktada belli olur...
Yani kendi haline bırakıldığında.....
Çok günahlı bir ortamda imkan ve iktidarıda varken, îmanını muhafaza adına - asıl kusursuz, elemsiz lezzerlerini Cennete saklayan Rabbinin rızası için yaşayanlar olabileceği gibi,
bozulmamış bir çevreden çıkıpta bütün varlığını nefsinin esiri olarak harcayanlar - dünyevi hevesatlarına kullandıkları vaktin çok daha azını ibadetine sarfetmeyenlerde olabilir...
Yalnız mahalle baskısı konusunda çok ince biryer daha var, birçok kişinin düşünmediği yahut düşünmek istemediği bir nokta;
Bangır bangır bağırırlarya "baskı var, müdahale var, dilediğimiz gibi yaşayamıyoruz!" Evet haklı olabilirler. Rahatsızlıklarının sebebi kendini akıllı sanan cahil insanlardır, yukarda bahsedildi. FAKAT öyle bir nokta var ki gözlerden kaçıyor:
Her seferinde dillendirilen, üzerinde tartışmalar yapılan klasik mahalle baskısını tersten düşünün.
Yani dinini yaşamak isteyenlerin maruz kaldığı şeyleride düşünün. Günümüzde Kur'an'ın şiddetle lanetlediği bütün günahlar o kadar rahatça ve yaygın yapılıyor ki.. İster istemez dindar insanlarda bundan olumsuz olarak etkileniyor.
Örtü düşmanı, kimlikte müslüman, mahalle baskısı var diye yırtınan bir zâtı muhterem hiç düşünmüyor mu!? Onun dinimizin emrini hiçe sayan bir hareketi, bir fiili diğer müslümanlarında nefislerini okşayarak cehenneme sürüklüyor.
Kur'anda erkek ve bayan kelimeleri 23er defa geçer. Allah (cc) erkekleride gerek âyetlerle gerek hadislerle uyarmıştır. Efendimiz (sav) bazı hadis-i Şeriflerde erkeklere;
Siz ne kadar namuslu olursanız hanımlarınızda o kadar iffetli olur. (Münavî, Feyzu'l- Kadir, 4/318)
Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki, sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar. (Münziri, age. 3/317, 492. Hakim, Müstedrek, 4/154)
İffetli olunuz, yani fahiş fiillerden kendinizi çekiniz ki, sizin kadınlarınız da o kötü fiillerden kendilerini tutsunlar. (Hadimi, Berika, 5/42)
buyurulmuştur. Bunun yanında; "Kadına, şehvetle bakanın, gözlerine erimiş kurşun dökülüp, Cehenneme atılır." [M. Enhür] hadisinide unutmamak gerek.
Düşünün, nefsine aldanıp bakan erkeğin günahı bu derecedeyken açıp gösteren bayanın günahı ne derece artıyor.. Sormak lazım: Cahil dindarın mahalle baskısı bir insana verse dahi ne kadar zarar verebilir? (yanlış birşey olduğunu defalarca vurguladım) Zaten karşı tarafın düşüncesizliği bilindiğinden rencide etse bile kısa zamanda unutulup gidecektir.
PEKİ YA TERSİ BASKI ¿
Hani muhafazakârların maruz kaldığı.. Hani şu dâimi hayatı etkileyecek olan.. düşünmek lazım onun tahribatının boyutu az birşey midir ki kimse bahsetmiyor, göz ardı ediliyor?!
“Her bir günah içinde küfre (inkâra) gidecek bir yol vardır” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Bir mü'min herhangi bir farzı terk etmek suretiyle günahı işlemeye devam ederse şüphe yok ki o günaha alışacaktır, zamanla yaptığı şeyin günah olduğunu dahi aklına getirmemeye başlayacak dolayısıyla terk etmeside zorlaşacaktır...
Günahlar siyah noktalar gibidir. İnsanın temiz kalbini zamanla simsiyah yapar. Allah korusun hiçte farkında olamazsınız.