nedir bu gurur ve nedir bu gaflet?

bizar

Well-known member
nedir bu gurur ve nedir bu gaflet? nedir bu haşmet, nedir bu istiğna, nedir bu azamet? elindeki ihtiyar bir kıl kadardır ve iktidarın bir zerre kadardır. ve hayatın söndü, ancak bir şule kaldı. ömrün geçti, şuurun söndü, bir lem'a kaldı. şöhretin gitti, ancak bir an kaldı. zamanın geçti; kabirden başka mekanın var mı? biçare! aczine ve fakrına bir had var mı? emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. evet, böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hali bir insanın ne olacak hali? hazain-i rahmet sahibi halık-ı rahmanü'r-rahime, böyle bir aczle itimad etmek lazımdır. odur herkese nokta-i istinad. odur her zaife cihet-i istimdat.
 

TAARUF0663

New member
بِسْـــــــــــــــــــــ ـمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.Kötü bir sözün misali, gövdesi yerden ...koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.[İbrahim Suresi-24-27]



'Nasıl İstersen Öyle Yaşa, Fakat bil ki., Bir Gün Mutlaka Öleceksin.. Kimi Seversen Sev ama Unutma ki., Bir Gün Ondan Ayrılacaksın.. Dilediğin Gibi Davran.,. Lâkin Şu da her Zaman Hatırında Olsun ki., Her Yaptığının Karşılığını Mutlaka Göreceksin.." Hz.Muhammed(s.a.v)...


Ey nurların nuru olan Allah’ım. Ey bu yerlerin Hâkimi. Senin bahtına düştüm, Sana dehalet ediyorum, Senin rızanı istiyorum. Sahteliklerin, aldanışların kapılarına uğratma yolumu. Aldatanların izinden yürütme ayağımı, tozlatma yüreğimi. Bu yol tehlikeli, bu yolun çıkışı yok. Adınla, isminle yolunda yürüt. Ömrümü bu yol...da büyüt, bu yolda çürüt.

Allah’ım, kalbim işte o zaman rahatlıyor, bu duayı ettiğimde içim huzur buluyor. Sana gerçekten kul olduğum an, içim içime sığmıyor. Yunus’un dediği gibi:
“Al gider benden benliği Doldur içime Senliği”

O zaman işte Senin mülkün olan dünya benim mülküm gibi oluyor Allah’ım. O zaman işte gamım, kederim kalmıyor. Bütün dünya benim olsa bile gam ve keder vermiyor. Mülkü Senin bilmek, sahibine teslim etmek, haddimi bilmek yakışıyor bana, yakışıyor nefsime. Mülk Senindir Allah’ım. Hüküm Senindir, ferman Senindir. Benim bu dünyadan istifadem Senin lûtfettiğin, ikram ettiğin kadardır. Aldığım nefes belli, midemdeki yer belli. Ne yiyebilir, ne alabilirim ki oraya? Sonsuz nimetlerinden ne kadarını koyabilirim ki içime?

“Ya Rab! Şu Resul-i Ekrem aleyhisselatü vesselamın bereketi hürmetine bizlere ihsan etmiş olduğun maddi ve manevi rızkımıza bereket ihsan eyle.”
 

TAARUF0663

New member
Aşağıdaki yazıyı mutlaka okumalısınız...

Hazret-i Mevlana'nın Enfes Değerlendirmesi

Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça düşündürücü mânâlar kazandırır. Namaza tekbirle girmek, “İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir. (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, te...kbirle namaza başlamak da ‘Allah’ım, canımız sana feda olsun’ anlamındadır. Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır, Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükû’a eğilir. Başı rükû’da iken “Hakk’ın suallerine cevap ver!” diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır. Tekrar ona “Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver!” diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüz üstüne kapanır.
Ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker. Sağa verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder. Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti…
Sola verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da bir fayda göremez…
Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır. “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur.
 

TAARUF0663

New member
> Hz. Peygamberin bir günü nasıl geçerdi? Bizim bir günümüz o yüce rehberin bir gününün neresinde?
> Peygamberin Bir Günü"nde de kabiliyetim nisbetince ifade etmeye çalıştım; onun bir günü, her halinde ve her ânında âlemlerin Rabbinin tefekkür ve tezekkürü ile geçerdi. Bugün bize dayatılmaya çalışılan veya bizim zaten gönüllü olarak kabullendiğimiz "ibadet zamanı-ticaret zamanı" türünden bir ayrım yoktu onun hayatının hiçbir gününde. İbadeti zaten Allah için olduğu gibi; ticaretinde de, yemesinde içmesinde de, oturmasında ve yürümesinde de hep O vardı. Kısacası, onun fikri de, zikri de, fiili de hep O"nun içindi; ve O, her halinde hep O"nunla beraberdi. Sanırım, l-i İmran sûresindeki, onun geceleri gökyüzünü seyredip tefekkür ederken tilavet buyurmayı çok sevdiği âyetlerin sadece bir cümlesini hatırlamanın tam zamanı: "Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzere uzanırlarken Allah"ı zikrederler." Modern zamanlarda, Kartezyen mantığın ve seküler aklın sevkiyle herşeyi keskin hatlarla ve kesin sınırlarla birbirinden ayırma gibi bir alışkanlık sözkonusu. Bu, bir günün tarifine de yansıyor. Zuhurata tâbi olmaktan uzak; şu gün şu saatte kalkarım, şu saatte şunu yaparım, şu vakitte çalışır, şu vakitte dinlenirim gibi keskin bir gün tarifiyle karşılaşıyoruz. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın bir gününde ise, böylesi keskin tariflere rastlamak mümkün değil. Onun her günün olmazsa olmazı sabiteler elbette var; beş vakit namaz bunun en büyük örneği. Ama hâşâ, Peygamber aleyhissalâtu vesselam bir gününü bugün ya yaşadığımız yahut yaşandığını gözlemlediğimiz duygusuz, katı ve keskin bir ayrıma tutarak, bir tür "askerî disiplin" içerisinde de yaşamamıştır. Beş vakit namaz başta olmak üzere vazgeçilmezleri asla terketmemiş; ama âlemlerin Rabbinin gün içinde karşımıza çıkarması muhtemel zuhurata da açık yaşamıştır.
> Peygamber Efendimizin hayatını nasıl anlamalıyız?
> Belki, onun hayatını anlamak için, bizim kendi iç dünyamızda nasıl bir donanım ve niyet üzere olmamız gerektiği üzerinde durmak gerek. Kendi namıma, en başta açık yüreklilik gerekir diye düşünüyorum Peygamber aleyhissalâtu vesselamın hayatını anlamak için. Kendimizi merkeze alıp, kendi hayatımızı "bu şartlarda en iyisi" diye sunmak üzere onun hayatından malzeme ve mazeret arama gibi maalesef zamane insanlarında görebildiğimiz bir halden bilhassa uzak durup, onun hayatını merkeze alarak kendi hayatımızı gözden geçirmek. İlkinin hem sofistike, hem avamî örneklerine çokça rastlıyoruz şu zamanda. "Kur"ân"ın ve sünnetin tarihselliği"ne dair iddialar ilkine, "Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy" gibi uydurma sözleri hâşâ Peygamber aleyhisselama atıfla dillendiren yaklaşımlar ise ikincisine örnek.
> Bugün Batılı zihniyetin esas sıkıntısının ateizmden değil, teizmden; yani, peygambersiz bir Allâh anlayışından kaynaklandığı söyleniyor. Burada Müslüman"a düşen vazife nedir? İnsanlık "en güzel örnek"ten habersiz yaşıyor&
> Bu noktayı çok önemsiyorum. Modernitenin "postmodern" bir sürece doğru evrildiğinin işaretlerini gördüğümüz şu zamanda Mü"minler için asıl tehdit ateizmden gelmiyor; çünkü en son 1968"de çıktığı zirveden sonra ateizmin yıldan yıla güç kaybettiğini araştırmalar da gösteriyor. Ama bu, ateizmin yerini dinin ve vahyin aldığı anlamına gelmiyor. Semavî bir dine tâbi olmama, vahye tâbi olmama, bir peygambere tâbi olmama yönündeki modern inat olduğu gibi duruyor. "Dinsiz olmuyor; ama bari vahiysiz ve peygambersiz bir din olsun" şeklinde bir arayıştan söz etmek mümkün. İnternete girin; hepsi "insan yapımı" onlarca "New Age" din bulursunuz. Bu süreçte, mistisizmin kendisini maneviyatın ve dinin yerine ikame edilmek isteniyor oluşunu hak dinin önündeki en büyük tehlikelerden biri olarak görüyorum.
Oysa unutmamak gerek. Bugün biz "lâ ilâhe illallah" diyebiliyorsak, "muhammedun resûlullah" hakikatine binaen söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla, bize düşen, elbette en başta uyanık olmak, bu tehlikenin farkında olmak; peygambersiz bir din, vahiysiz bir maneviyat pazarlamaya kalkışanların ipliğini pazara çıkarmak. Ve en önemlisi, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın ahlâkıyla ve haliyle hemhal olup İslâm"ın güzelliğini üzerimizde yansıtmaya çalışmak.
Kalpler uyanmasın diye parazit yayın yapıyorlar
> Efendimiz s.a.v. Kur"ân"ı nefsine hâkim kılmıştı. Verdiği hükümde durur, ona koşup boyun eğerdi. Peki, biz mesajı niçin alamıyoruz?
> Âyetleri hatırlayalım. Müşrikler, Mescid-i Haram"da Peygamber aleyhissalâtu vesselam Kur"ân okurken, âyetlerin sadâsını kulaklar duymasın, kalbler uyanmasın diye gürültü yapıyorlar, şamata yapıyorlar. Bugünün müşrikleri de aynı şekilde şamata yapıyor, parazit yayın yapıyor, Kur"ân"ın duru mesajının ve Efendimizin aydınlık hayatının akılları ve gönülleri fethetmesinin önüne geçmek için bu kudsî sesi boğmaya, duyurmamaya çalışıyorlar. En başta bu parazit yayınlara karşı uyanık olup, akıl ve kalb vericilerimizi doğru açıya yerleştirmek gerekiyor ki, Kur"ân"ın mesajını lâyıkınca alabilelim.
> Peygamber Efendimizin hayatından sizi en çok etkileyen tablo nedir?

> Fikrinden ve zikrinden Allah"ın hiç yitip gitmemiş olması. Hicret esnasında mağaradaki o en umutsuz ânda dahi yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir"e "Hüzünlenme! Allah bizimledir" diyebilmesi; fetih için Mekke"ye girmek üzere iken ise "Allah vaadinde durdu, kuluna yardım etti; birleşmiş hizipleri tek başına yenilgiye uğrattı" diyerek, bu en büyük zaferi nefsine en küçük bir pay çıkarmadan O"na hamd ve şükretmesi... Ve bir de, onüç yıl Mekke"de kendilerine yaşatılanlara karşılık, "Bugün hepiniz serbestsiniz" diyerek destansı bir affedicilik sergilemesi
 

TAARUF0663

New member
TESETTÜRE DAİR MERAK EDİLENLER ve CEVAPLARI..
Paylaş
23 Mart 2010 Salı, 02:02


☞ Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Yüz ve el gibi görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. ★ Nur Sûresi 31. Âyet ★

Kur'an-ı Kerimde genelde ayrıntıya girilmez. İlmihallerden öğrendiğimiz bilgiler ise büyük çoğunlukla Peygamber Efendimizin (sav) tarifi ile hadislerde geçer. Kur'anı Kerim 6666 âyettir ve Cenab-ı Hakkın en mühim bulduğu meseleler zikredilir. Tesettür meselesi Kur'an'ın doğrudan 4 dolaylı pekçok âyetinde geçtiği gibi hadislerde de çokça yeri olan İslamın apaçık bir sembolüdür.

Allahu Teâlâ tesettür ile ilgili âyetlerde şöyle bir seyir takip etmiş ve arka arkaya açıklamalar getirmiştir;


Kur'an-ı Kerimin örtünmeye dair en kapsamlı âyetinin hemen öncesindeki âyette Allah (cc) erkekleri namahreme bakmamaları konusunda uyarmış, iffetlerine sahip olmalarını emretmiştir. Mü'min erkeklerin ancak gözlerini haramdan sakınıp, gayr-i meşru ilişkilerden uzak durdukları taktirde ruhen temiz kalabileceklerini bildirmiştir. (bkz Nur Sûresi 30. âyet)

Kadınların da gözlerini haramdan (bakılması namahrem yerlerden) sakınmalarını, iffetlerini korumalarını emretmiş, hemen bunun arkasından da zarûrî olarak açıkta kalanlar yerler (eller, ayaklar ve yüz) müstesnâ ifadesini kullanmıştır.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) zaruri açıkta kalan yerleri bir hadisi şerifte şöyle belirtmiştir: "Bir kadın adet görmeye başlayınca (ergen olunca) el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir." (Ebu Davut, Libas 33)

Başörtüsü dahil örtünerek zînetlerini (güzelliklerini) nâmahremlerin kötü nazarlarından korumalarını emretmiştir.

Zinetin kelime anlamı "süs" olsada buradaki anlamı fıtrattan gelen güzelliklerdir. Saçta kadında bir zinettir. Şayet cazibedarlık cihetinden bayanların çekiciliğini artırmıyor olsaydı şampuan reklamlarında kullanılan yegane şablon "karşı cinsi etki altına almak" olmazdı. Yada bayanlar saatlerce ayna karşısında saçıyla uğraşmazdı.

Ayrıca insanı Yaratan, elbette ki onu en iyi bilendir. Kötü nazarlardan korunup ruhen ve kalben temiz kalmanın şifrelerini Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerimde vermiş. Tabiki bunu örtünme ile sınırlandıramayız, tesettür o şifrelerden sadece bir tanesidir. Fakat şu da bir gerçektir ki; Kur’an-ı Kerimde "kadınların örtünmesi" konusunda İlahî emir ile müdahale edilip başörtüsünden söz edilmiş olması ve ardındanda açıklama getirilmesi, bu konunun basit bir mevzu olmadığını gösterir.

"Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler" ile kastedilen başörtüsünü boyun ve göğüs üstünü örtecek şekilde bağlanmasıdır.

"Cahiliye devrinde başörtüsü vardı. Ancak enselerine bağlar ve arkaya bırakırlardı. Yakaları önden açılır, gerdanları ve boyunları görünürdü. İşte bu durumu düzeltmek için ayeti kerime “Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler.” buyurmuştur. Bu örtünün şekli ve biçimi ise önce açık yer kalmayacak şekilde başı, boyun ve gerdanlığı örtmektir. Sonra da ince ve çekici olmayan bir örtüyü kullanmaktır. Mutlaka şu ölçüde ve şöyle olmalıdır demek doğru değildir." (Hamdi YAZIR Hak Dini, Nur Suresi 31. Ayetin Tefsiri)

Kur’an-ı Kerimi ilk Türkçeleştiren Elmalı Hamdi Yazır’ın bahsettiği ve bazı hadislerden anlaşıldığı gibi cahiliye kadınları da hiç başörtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat örtünmüş olmalarına rağmen terbiyeden yoksun oldukları bizzat Allah tarafından bildiriliyor.

Demek ki Tesettür ile edeb birbirini tamamlamalıdır. Sadece ahlakı olan fakat zinetlerini Cenab-ı Hakkın "sakının" dediği yabancılardan korumayan bir mü'min eksik kalacağı gibi, kapalı olduğu halde ahlakı zayıf bir müslümanda derecesine göre günahkar olur. Tabi insanın aklına gelmiyor değil. Hem edebden hemde tesettürden yoksun müslümanların durumu ne olacak diye.. Yazının tamamı (atlanmadan) okunduğu taktirde herkesin kafasında bir fikir oluşacaktır.

"Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar!" Sondaki ünlem işareti Allah'ın lafzı'nın Türkçe Kur'an mealine yansımasıdır. ☆bu bölüm çok önemli ☆

Şöyle ki;

Bizim dinimizde "ameller niyetlere göredir" (bkz Müslim, İmare:155) Bir insan hakkında değerlendirme yaparken ifade ve hareketlerine bakarız. Sadece dışa akseden davranışları ile hüküm verebiliriz, ötesine geçemeyiz. Cenab-ı Hak ise, kullarının amellerini ve davranışlarını değerlendirirken kalpte taşınan niyete ve yapılan işin maksadına bakar. Ve ona göre hüküm verip muamele eder. Peygamber Efendimiz (sav) "Allah ancak amellerinize ve kalblerinize bakar" (Müslim, Birr:34) buyururken yapılan işin, içte taşınan niyet ve amaca göre değerlendirileceğini bildirmektedir.

Örtünmede de niyet çok önemlidir. Tesettür “setr” kökünden geldiği için muhafaza olmak, korunmak anlamı taşır. Bu bakımdan kapalı hanımların giydiklerinin sadece vücudu örtmesi tesettürün tamamlanması için yetmiyor.

Örtünmenin anlamını özümseyemeyen tesettürlüler İlahî emrin yalnızca görünen özelliğini taşıdığı için şeytanında desiseleriyle, ister istemez kapanmanın gerektirdiği ahlaktanda derecesine göre noksan oluyor.

Tesettürün gerektirdiği özelliklerden yoksun kapalılarda “setr” ben korunuyorum diyorken elbisesi diyor ki, "burdayım, bana bak!" Bu tarz giyinenlerle ekser insan gözü alaka kuruyor. Kadınlar elbisenin anormalliğini yada aşırılığını incelerken, günahkar erkeğin gözü vücut hatlarına kayıyor... Dolayısıyla hem “setr” hemde Allah'ın istediği ile çeliştiği gibi birçok kişiyede günah kazandırıyor.

Âyetin "Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar!" kısmındaki vurgusu edep/adap ve davranışlarında en az görüntü kadar önemini gösteriyor. Demek ki gerçekten Allah rızası için kapanmakla, sadece görülsün, bilinsin diye kapanmak arasında fark vardır.

Çünkü Allah rızası için kapanan tesettürü “bütün özellikleriyle” üzerinde taşır. Sadece kapanmış olmak için kapanan ise, tesettürün tek bir parçasını (oda Allah’ın isediği gibi değil!) yarım yamalak yapar, yaptığını sanır.

Bir kadının iffetli sayılabilmesi için, örtünmesi yeterli değildir. Bunun yanında ahlakı tamamlayıcı rol oynar. Kadının bakışları, konuşması, yürüyüşü, hareketleri, vs tesettürü oluşturan bütünün parçalarıdır.

31. âyetin sonunda "Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz!" buyurulmuş.

Bu ifade müslümanlıktan uzaklaşmakta olan toplumlar için önemli bir uyarı olmakla beraber Kur'an-ı Kerimdeki "başörtüsü"nün geçtiği âyetin sonuna gelmiş olması gayet manidardır. Şüphe yok ki; kurtuluş ancak ve ancak Cenab-ı Hakka tevbe istiğfar edip buyurduklarına riayet etmekle elde edilebilir.

Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Yüz ve el gibi görünen kısımlar müstesna, zînet yerlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

Nur Sûresi 31. âyet nâzil olunca Müslüman kadınlar, bulundukları yerden ayrılmadan, elbiselerinin uygun yerlerini yırtarak başörtülerini bununla bağlamışlar ve bundan sonra hiç aksatmadan bu emri yerine getirmişlerdir. (bkz Trimizi) Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v)in bu âyetin Allahu Teala’nın istediği gibi tatbik edilmesi için bütün müminleri titizlikle uyardığı da hadislerden çıkmaktadır.

(Elmalılı Hamdi Yazır Nur Sûresi Tefsirinden Bir Bölüm)
"Demek ki bozuk bir toplulukta kurtuluş ümidi olunmaz, toplumun bozukluğu da kadınlardan önce erkeklerin kusur ve hatalarındandır. Bundan dolayı başta erkekler olmak üzere erkek kadın bütün müminler imana yaramayan ve cahiliyyet izleri olan kusur ve hatalarından tevbe ile Allah'a dönüp Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermelidirler ki, topluca kurtuluşa erebilsinler. O halde herkesin kurtuluşu bakımından iş sahipleri ve ilgili şahıslar bu emirlere de özen göstermelidir."


CENAB-I HAKKIN ÖRTÜNME EMRİNİ YERİNE GETİMEYENLER MESUL OLURLAR MI ?



Birden çok âyette üstelik ayrıntı verilerek geçiyor olması kadının başını örtmesinin apaçık Allah'ın bir emri olduğunu gösteriyor. Bazı ayetlerde “şöyle yapılsa sizin için daha uygundur” gibi tabirler kullanılır.

Fakat örtünmeyi farz kılan ayetlerin hepsinde emir kipi kullanılmış. Dolayısıyla, başını açan bir kadın farzı terk etmekle mesul olmaktadır.

Diyelim ki emir kipi kullanılmadı, “bu şekilde yapsanız sizin için daha uygundur” ifadesi kullanıldı.

Allah aşkına;

Gerçekten Allah’ı sevip itaat noktasında samimi olan mü’min Rabbinden geldiğini bildiği bir isteği O’nun hatırı adına, hem vaad ettiği cenneti adına, hem o ebedi cennete layık olmak adına,

herşeyden de önemlisi O’nun rızasını kazanmak adına yapmaz mı............


MÜ'MİN BAYANLARIN GİYİNME ŞEKLİ NASIL OLMALIDIR ?



Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. ★ Ahzâb Sûresi 59 ★

İslam dini, kapanmayı farz kılmış, ama belli bir örtü şekli bildirmemiştir. Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürün sağlamasıdır. Âyette geçen el ayak ve yüz gibi "görünmesi zaruri yerler müstesna" vücudunun örtülü olmasıdır.

Peygamberimizin tarifine göre renk ve kumaş gibi ayrıntıların önemi yoktur. Fakat Efendimiz (sav) vücuda yapışacak kadar dar giyilmemesi gerektiğini özellikle belirtmiş, bedene yapışan ve vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinenlerin Allah katında hiç giyinmemiş gibi sayıldıklarını söylemiştir.

Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için;

Altını göstermeyecek şekilde KALIN

Namahrem yerlerini örtecek kadar UZUN

Vücut hatlarını belli etmeyecek derecede BOL olmalıdır.

Bunlar sağlandığı taktirde örtünme gerçekleşmiş olur. Bunun yanında;

İçini gösterecek şekilde İNCE ve ŞEFFAF

namahremini örtmeyecek derecede KISA

ve vücuda yapışacak kadar DAR olmamalıdır.

Bu türde bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.

Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şerifin meali şöyledir:

Hz. Âişe'nin rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma bir gün Peygamberimizin huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Resulullah (a.s.m.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu: "Ya Esma, bir kadın buluğ çağına erince—yüzünü ve ellerini göstererek—bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih olmaz." (Ebû Dâvud, Libas hadis no:31)


TÜRBAN MI ALLAH’IN EMRİ YOKSA BAŞÖRTÜSÜ MÜ ?



Aslında cevap çok basit. Peygamber Efendimiz kumaşın cinsinin, tarzının önemli olmadığını söylüyor. Yani yukarıda bahsettiğimiz ölçülere uyulduğu taktirde tesettür zaten tamamlanıyor. Türban yada başörtüsü Allah’ın emrine muhalif olmadığı taktirde fark etmiyor.

Aslında cevabı herkes bilsede bu konu hep tartışılagelmiştir. Dikkat edin bu konuyu tartışmaya açanlar büyük çoğunlukla ülkemizde örtülü bayanların olmasından rahatsız olan bir takım çevreler.

Neden ? diyeceksiniz...

Allah’ın emrine durduk yerde kim “siyasi simge” diyebilir ki?

Elbette kimse diyemez, e bu böyleyken insanları Kur’an’ın hükmünden nasıl uzaklaştıracaklar?

Tabiki bir kılıf uydurarak... bu İranlıların geleneği, bizim annelerimiz şu şekilde baş bağlardı diyerek...

Çünkü çok iyi biliyorlar ki yeni nesil, köylerdeki bacılarımız gibi başını bağlayıp şehirde gezemez. Dolayısıyla sözde “çağdaşlık” adına mü’min kızlarımızı Kur’an ahlakından yoksun bırakıp "modernlik" kisvesi altında kendi istedikleri gibi yapacaklar.

Peygamberimiz Efendimizden bu yana tam 14 asır geçti. Bu yüzyıllarda müslüman kadınlar çeşitli şekillerde başlarını örtüp Allah’ın emrine riayet ettiler. Çeşitli gelenekler vasıtasıyla her coğrafyanın kendine özgü kıyafetleri şekillendi. Kimileri vücudu örten normal kıyafetle yetinirken kimileride çarşafı tercih etti. Fakat hepsi kaynağını Allah’ın indirdiğinden almıştır.Mü’min bayan nasıl giyinmelidir bölümündeki ölçülere uyulduğu taktirde olay bitmiştir. Örtünmenin ne tür olacağına Allah herhangi bir hüküm vermiyor ki, kimse karışıp sınırlar çizsin. "Başörtüsü şöyle bağlanmaz" ? desin

Tesettürlü bayanlar başörtülerine TÜRBAN denmesinden hoşlanmazlar. Başörtüsüne türban diyen genelde örtünmeye kökten “muhalefet” olanlardır. Sözde hürriyet adına milleti Allah’ın âyetlerinden uzak tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bir bakın kendi çocukları magazin haberlerini takip ettikleri vaktin onda birini ibadetlerine yada Kur'an-ı Kerimi anlamaya harcıyor mu? Tesettürün Kur'anın hangi âyetlerinde geçtiğini biliyor mu? Yada Kur'anda olduğunu biliyor mu?

Bugün sinemalarda, televizyonlarda, dizilerde işlenen konulara bir bakın Kur’anla ne kadar uyuşuyor. Toplum ahlâkını nasıl zedeliyor, insanları neye teşfik ediyor, ne günahlar işletiyor.

Öyle bir asırda yaşıyoruz ki, üniversitede arkadaşlarının meyhane/bar davetini (ben içmiyorum deyip) reddeden bir gence;

Nasıl yani hiç mi ağzına sürmedin? diye şaşkınlıkla sorabiliyorlar.

Burası Hıristiyan yada Budist bir ülke değil %98i müslüman olan Türkiye. Ümmet-i Muhammed’in haline bir bakın hangi durumda.

Alkole bağımlı, şehvete müptela bir tanesini bar çıkışında yakalasan, sorsan: Yarın mahşer meydanına çıkacağız, bütün amellerimizden hesaba çekilip ebedi bir âleme göçeceğiz... hazır mısın ? desen, acaba nasıl bakar suratına..

Elhamdülillah müslümanlar, İslama bir müdehale oldum mu kılları kıpırdamaz fakat rakıyı çocuk parkında içemeyecek olsalar kıyameti koparırlar.

Birde utanmadan kendilerine çağdaşız, aydınlık geleceğiz diyorlar.

Hangi "çağ"da yaşayanlar Allah’ına kavuşmadı ki ??

Yada hangi "çağdaşlık" Kur'an Hükümlerine set çekebilir ??

☼ Asıl aydınlık gelecek, Cennettedir. Oradaki ebedi gençliğin saadetine ve muhafazasına çalışmak ile elde edilebilir. ☼


KALBİ TEMİZ OLMAK, ALLAH'IN ÖRTÜNME FARZINI TERKETMEK İÇİN GEÇERLİ BİR SEBEP MİDİR ?



İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir. (Buhârî, Îmân, 39)

Hadisinden yola çıkarak kalp ve vicdanın İslamiyette büyük önem arz ettiğini biliyoruz.

Eğer kalbimizin temiz olduğunu düşünüyorsak bazı soruları mertçe kendimize soralım ki vicdan da rahat etsin;

Gözümüzü haramdan hangi ölçüde sakınıyoruz ?

Bir günde kaç sefer yalan söylüyoruz ?

Acaba kaç kişiyi kandırıyoruz yada aldatıyoruz ?

İbadetimizi samimiyetle yapabiliyor muyuz ?

Bir mp3ü kaybettiğimizdeki hüznümüz mü daha fazla yoksa, bizi huzuruna davet eden Allah’ın davetine icabet edemediğimizdeki olan mı ?

Peygamber Efendimizin sünnetine ne kadar ittiba ediyoruz ?

Kur'an-ı anlamak için ne kadar vakit harcıyoruz ?

Acaba haftada ne kadar okuyoruz ?

Bayan - erkek günahlardan ne kadar kaçınıyoruz ?


Bir bayan yabancı erkeklerin bulunduğu bir ortama girdiği anda dolayısıyla evinden dışarı adımını atar atmaz sayaç işlemeye başlıyor.

Günaha vesile olan daha büyük günah alacağıdan, açık bir bayan, nefsine yenik düşerek kendisine bakan adamdan daha büyük günah alıyor.

Her bakıştan günah almakta mesele değil. Şayet karşı cinsin bakışında şehvet varsa kazanılan günah dehşetli bir biçimde tavan yapıyor. Ebedi menzilleri harap ediyor.

Yaşamını âyetlerden uzak yürüten bayanlar kendisine çevrilen gözlerin günahını alıyor. Açık saçıklık ileri düzeydeyse, karşı cinsi şehvete yahut harama teşfik ediyorsa zaten artan günahlar katlanarak büyüyor. Biriken günahlar mahşerde boynuna yükletilmek üzere dağ gibi oluyor. Bir ömür tesettürsüzlüğün, Cenab-ı Hakkın emrinden yüz çevirmenin âhiret alemindeki yansıması yapılan çokça sevapları ve güzel amelleri götürebiliyor.

Örtünmek ise bayanların hem dünyasını hemde cennetini muhafaza ediyor. Çünkü içinde fesatlık olan, karşı cinsin açık zinetlerine bakmakta sakınca görmeyen erkekler dahi, kapalı hanımlara yada vücudunu sergilemek amaçlı giyinmediği anlaşılan kadınlara bakmaktan çekinirler.

Bakacak adam günaha yatkınlık noktasında kendi gibi olanlara bakar. Müslüman bir erkek günah işleyecek dahi olsa bu günahına Kur'an ahlakıyla yaşamaya gayret eden birisini dahil etmek istemez. Çünkü o bayanlar emr-i Îlahiyi kaale almış, Allah'ın hatırını nefsi arzularına değişmemişlerdir.

Zira, Hakkı tanıyan, Hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir.

Bazen sevmediğimiz insanların dahi dediğini yapmak zorunda kalırız, küçük menfaatler uğruna nerdeyse kapılarında yatarız. Peki ya tesettür meselesinde bizimle muhatap olup emrime uyun diyen kim ?

Hiç kuşku yok ki, Âlemlerin Rabbi Allah'tır. Onun hak dini ve emridir. Nice hoşlanmadığımız insanların bir dediğini iki etmeyip, Allah’ın dediğini yapmamak hangi mantık ile açıklanabilir? Vereceği ebedi Cennet menfaati değersiz midir ki O'nun hatırını üç kuruşluk dünyanın geçici menfaatine değişiyoruz.

Bir adam gelse dese, üç gün kadar yanımda çalış, sana arsamı, yatımı katımı vereyim. Herkes koşar fütursuz itimad eder. Üstelik o adam sözünden dahi dönebilir.

Acaba sözünden dönme ihtimali olmayan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve ebedi saadet gibi bir hediyeyi bize vaad etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede bizi istihdam etse;

Biz O’na hizmet etmesek veya isteksiz, suhre gibi yada usançla, yarım yamalak hizmetimizle O'nun vaadini fâni dünyanın günahlı zevkine değişsek ne derece ahmaklık olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı...

Hem dünyada, hapsin korkusundan, bütün benliğimizi feda edip, Cehennem gibi bir ebedi hapisten hiç korkmazcasına Allah'ın buyurduklarından uzaklaşmak hangi müslümanın harcıdır.

Kur'an-ı Kerim uyarıyor;

Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allahın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın (Fatır Sûresi 5)

"Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük sıkıntılardan daha büyüktür; ondan feryad et." (Hastalar Risalesi, 8. devânın başı)

Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, manevi bir yılan gibi kalbi ısırıyor.

"Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye's-i mutlak (ümitsizlik) ve gaflet-i mutlaktan (hevesatına tabi olup Allah’ın emirlerini unutma) kurtarmak için, havf ve recâ (korku ve ümit) ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. (Hastalar Risalesi, 13. devâdan)

İnsanın aklına gelmiyor değil: Madem ölüm ölmüyor ve ecel her vakit gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir...


AÇIK BİR BAYAN TEVBE EDEMEDEN ÖLÜRSE AKİBETİ NE OLUR ?



Durumu tamamen Allah'a kalmıştır. Varsa güzel amelleri, cezasını çektikten sonra cennete girebilir.

Ahzâb sûresinin 59. Âyetinin sonunda tıpkı Nur sûresinin 31. âyetinin sonu gibi Allah'ın çok merhametli çok bağışlayıcı olduğu ile bitmiştir. Allahu Teala af kapısını hiçbir zaman kapatmayarak her seferinde kullarını tevbe etmeye, helal dairesine girmeye çağırıyor.

Defalarca görüyor ve şahit oluyoruz ki, insanoğlu ertelediği çoğu şeyi çeşitli engeller dolayısıyla yapamıyor. Ya hiç yapamıyor yada bir şekilde eksik bırakıyor.

Ebedi hayatı ilgilendiren uhrevi işler ise hiçbir şekilde ertelemeye gelmez. İnsanın kendine verebileceği en büyük zarar, fâni gençliğe aldanıp bâki gençliğindeki açtığı yaralardır.

Cenab-ı Hakkın affı, merhameti sonsuz olmasaydı, günahkar insanların yaşama tutunmaları için hiçbir sebep kalmazdı. Bunun içindir ki İslamiyet tevbe-istiğfar üzerinde çokça durmuş. Birçok âyet ve hadisin sonunda Allah’ın sonsuz merhametinden ve bağışlayıcılığından söz edilmiştir.

Tevbede saf ve temiz olmalı. Herşeyden önce kalpten gelmedlir.. Hz Mevlana'nı tevbenin samimiyetine dair çok güzel bir sözü var;

“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle, nemli gözlerle tevbe et! Zîrâ çiçekler güneşli ve ıslak yerlerde açar…”


AÇIK VEYA KAPALI OLMAKLA ALLAH'IN RIZASI ARASINDA BİR İLİŞKİ VAR MIDIR?



Allah’ın rızasının kimde olduğu açıklıkla kapalılıkla belli olmaz. Dolayısıyla açık fakat ahlak noktasında Allah'ın rızasını kazanmış birisi, sadece görsellikte kapalı bir bayandan daha muhafazakar olabilir. Kur'andaki âyetlerden çıkan tesettür ve örtünme sadece baş kapama değildir. Kadının bütün davranış ve hareketleri ahlakı teşkil ettiğinden rızayı Îlâhi dahi bunlara tabidir.

Kimse diyemez ben falancadan daha dindarım. Cenâb-ı Hakkın rızasının kimde olduğu şekilden belli olmaz.

Bazı dindar bilinen insanlarda enaniyet damarı yüksek olur, kendini başkalarından üstün görür. Evet belki sokaktaki sıradan bir insan, onun kadar ibadet edemiyordur. Onun kadar dini bilgiye sahip değildir. Fakat bu Allah'ın rızasının kendisinde daha çok olduğu anlamına gelmez.

O sokaktaki insanın içinden gelerek kılacağı ihlaslı bir namaz yahut içinde gerçekten Allah rızası olan bir amel, kendini dindar gören adamın yaptıklarından Cenab-ı Hakkın katında daha yüksek olabilir.


MAHALLELE BASKISI DİYE BİRŞEY VAR MIDIR? VARSA İNSANLARI NASIL ETKİLER ?



Bazıları Mahalle baskısından söz eder. Evet mahalle baskısı yok değildir, yok diyen yalan söylemiş olur. Cehalet aşılmadığı sürece mahalle baskısı olabilir. Kimsenin başkasına düşüncesini kabul ettirme gibi bir hakkı yoktur. Bizim dinimizde zorlama da yoktur.

Akılı başında mü'min üsluba çok dikkat ederek, rencide etmeyecek şekilde uyarır. Peygamber Efendimizin (sav) tarifini açıklamakla yetinir. Bir kişiye efendimizin tebliği ulaştıktan sonra gerisi Allah ile onun arasındadır.

Çocukluktan eğitim alan birey belirli bir yaşa geldiğinde kendi tercihleriyle yaşamak ister. Bu açıdan aile baskısıyla örtünme fevkalade yanlış birşeydir. Zaten bunu yapan anne-baba da cehaletten başka birşey yapmış olmaz. Zorla yapılan birşeyden sevapta kazanılmaz!

Belirli bir yerde özgür bırakılmalıdır. Aslında bir insanın gerçek yüzü tamda bu noktada belli olur...

Yani kendi haline bırakıldığında.....

Çok günahlı bir ortamda imkan ve iktidarıda varken, îmanını muhafaza adına - asıl kusursuz, elemsiz lezzerlerini Cennete saklayan Rabbinin rızası için yaşayanlar olabileceği gibi,

bozulmamış bir çevreden çıkıpta bütün varlığını nefsinin esiri olarak harcayanlar - dünyevi hevesatlarına kullandıkları vaktin çok daha azını ibadetine sarfetmeyenlerde olabilir...

Yalnız mahalle baskısı konusunda çok ince biryer daha var, birçok kişinin düşünmediği yahut düşünmek istemediği bir nokta;

Bangır bangır bağırırlarya "baskı var, müdahale var, dilediğimiz gibi yaşayamıyoruz!" Evet haklı olabilirler. Rahatsızlıklarının sebebi kendini akıllı sanan cahil insanlardır, yukarda bahsedildi. FAKAT öyle bir nokta var ki gözlerden kaçıyor:

Her seferinde dillendirilen, üzerinde tartışmalar yapılan klasik mahalle baskısını tersten düşünün.

Yani dinini yaşamak isteyenlerin maruz kaldığı şeyleride düşünün. Günümüzde Kur'an'ın şiddetle lanetlediği bütün günahlar o kadar rahatça ve yaygın yapılıyor ki.. İster istemez dindar insanlarda bundan olumsuz olarak etkileniyor.

Örtü düşmanı, kimlikte müslüman, mahalle baskısı var diye yırtınan bir zâtı muhterem hiç düşünmüyor mu!? Onun dinimizin emrini hiçe sayan bir hareketi, bir fiili diğer müslümanlarında nefislerini okşayarak cehenneme sürüklüyor.

Kur'anda erkek ve bayan kelimeleri 23er defa geçer. Allah (cc) erkekleride gerek âyetlerle gerek hadislerle uyarmıştır. Efendimiz (sav) bazı hadis-i Şeriflerde erkeklere;

Siz ne kadar namuslu olursanız hanımlarınızda o kadar iffetli olur. (Münavî, Feyzu'l- Kadir, 4/318)

Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki, sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar. (Münziri, age. 3/317, 492. Hakim, Müstedrek, 4/154)

İffetli olunuz, yani fahiş fiillerden kendinizi çekiniz ki, sizin kadınlarınız da o kötü fiillerden kendilerini tutsunlar. (Hadimi, Berika, 5/42)

buyurulmuştur. Bunun yanında; "Kadına, şehvetle bakanın, gözlerine erimiş kurşun dökülüp, Cehenneme atılır." [M. Enhür] hadisinide unutmamak gerek.

Düşünün, nefsine aldanıp bakan erkeğin günahı bu derecedeyken açıp gösteren bayanın günahı ne derece artıyor.. Sormak lazım: Cahil dindarın mahalle baskısı bir insana verse dahi ne kadar zarar verebilir? (yanlış birşey olduğunu defalarca vurguladım) Zaten karşı tarafın düşüncesizliği bilindiğinden rencide etse bile kısa zamanda unutulup gidecektir.

PEKİ YA TERSİ BASKI ¿

Hani muhafazakârların maruz kaldığı.. Hani şu dâimi hayatı etkileyecek olan.. düşünmek lazım onun tahribatının boyutu az birşey midir ki kimse bahsetmiyor, göz ardı ediliyor?!

“Her bir günah içinde küfre (inkâra) gidecek bir yol vardır” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Bir mü'min herhangi bir farzı terk etmek suretiyle günahı işlemeye devam ederse şüphe yok ki o günaha alışacaktır, zamanla yaptığı şeyin günah olduğunu dahi aklına getirmemeye başlayacak dolayısıyla terk etmeside zorlaşacaktır...

Günahlar siyah noktalar gibidir. İnsanın temiz kalbini zamanla simsiyah yapar. Allah korusun hiçte farkında olamazsınız.
 

TAARUF0663

New member
Bediüzzaman'ın güzel bir sözü var:
http://www.facebook.com/photo.php?p...1&auser=0&oid=108344902517113&id=367850693403


Günahkâr insanların her türlü hareketi, fiili, daveti dindar olanlarıda tahrik ederek ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için verilen ömür sermayesini zehirli bir kene gibi emiyor, eritiyor...
http://www.facebook.com/photo.php?p...1&auser=0&oid=108344902517113&id=367850693403

NEDEN BAZI İNSANLAR BAŞÖRTÜLÜLERE ZULÜM YAPIYOR ?



Bir takım sapkın görüşe sahip insanların, her seferinde başörtüsüne ve başörtüllülere saldırmalarının sebebi kendi günahlarını meşrulaştırmak, vicdan azabından kurtulmak istemeleridir.

Dikkat edin, kendi hayatlarından en ufak bir şey kısıtlanacak olsa, herhangi bir günahı göstere göstere yapamayacak olsalar kıyameti koparırlar. Ama iş

ALLAH'IN EMRİNİ YAPANLARIN OKUMA HAKKINA GELİNCE OLMAZ!

Onlar DEVLET DAİRELERİNE giremezler!

Hayır OLMAZ!

ALLAH'IN KANUNU BURADA GEÇMEZ!?

ALLAH'IN DİNİ EVDE YAŞANIR!?
O yüzden zaten âyette "Evlerinden dışarı çıktıklarında mesul olurlar" diye geçiyor ¿


O'NUN DİNİ BİZİM DEVLET DAİREMİZE KARIŞAMAZ!?

DEVLET BABANIN DEVLETİ YA!? BABANDA ALLAHSIZ YA!

EY EHL-İ DALALET! NEDİR BU ZULÜM!?

SİZ ALLAH'IN HAK DİNİNDEN MUAF MISINIZ ¿

SİZ HİÇ ÖLMEYECEK MİSİNİZ ? ¿

NERDEN GELİYOR YARATANA SAVAŞ AÇARCASINA BU CESARET ? ¿ ?

NEDEN ?

SANAT İÇİN SOYUNANA ALKIŞ TUTANLAR ALLAH İÇİN GİYİNENE ZULÜM YAPIYOR.

Ebedi hayattan bir beklentileri olmadığı için bütün kuvvetleriyle dünyaya yönelmişler. Ne yaşarlarsa burda yaşıyacaklar, ne yapsalar kârdır. Nefse hoş gelen, haram kılınan ne kadar şey varsa sonuna kadar giderler...

İnkâr edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay etmektedirler. Bakara Sûresi 212

İslamiyet; Kur'anın ve hadislerin bütün hükümleridir. En küçük birşey için dahi "bu dinimizde yoktur" demek inkâra girer. Hiçbir şekilde düşünülemez! Allah korusun din de gider îman da.

Pazardan elma almıyorsunuz ki, istediğiniz şeyi alıp istediğinizi almayın...

Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'an'ın bazı hükümlerinden) seni saptırmalarına izin verme! İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. Mâide Sûresi 49. âyet

Bir kişi İslamı yaşamıyorsa günahkardır. Yaşayış olarak kafirlerle aynı olsada imanı olduğu taktirde, müslümandır. Çünkü kişi Allah'a ortak koşmadıkça dinden çıkmaz. Yaşayanı küçük görüyorsa büyük günahtır. Yaşayana müdehale ediyorsa yani bilerek ve isteyerek Allahın emir ve yasaklarına hassasiyet gösterenleri kısıtlıyorsa kafirden dahi beterdir. Münafıktır. Onlar için hiçbir kurtuluş yok, cehennem ebediyet kesb ediyor.

Milyonlarca insan içinden az bir kısmı dinini Cenab-ı Hakkın istediği ölçüde yaşıyor.

İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.
Mâide 49

Sen onlardan olma!


YAŞADIĞI ÇEVREDE TESETTÜRLÜ BULUNMAMASI BİR BAYAN İÇİN TESELLİ SEBEBİ OLABİLİR Mİ ?



Örtünmeyen her bayan Kur'andaki bir farzı terk etmenin günahını alır. Fakat her kulda olduğu gibi, Allah o kulun kalbini ve amelini beğeniyorsa günahını hafifletebilir.

Ancak şöylede birşey var ki, böyle bir çevrede, Allah'ın rızasını, ahiretini, akibetini düşünüp örtünen bir bayan, muhafazakar ailelerin kızlarından daha yüksek bir mertebede olacaktır.


BAŞI AÇIK GEZEMEK İBADETE MANİ OLUR MU ?



Namaz kılarken Allah'ın emrettiği şekilde örtünen, fakat sokağa çıkarken başını açan bir kadının namazının kabul olmaması diye bir durum bahis mevzuu değildir.

"Şüphesiz, iyilikler kötülükleri siler" mealindeki âyetin işaretiyle de namaz ve benzeri diğer ibadet ve iyilikler insanın işlemiş olduğu günahların hafiflemesine ve bazen de affına vesile olmaktadır. Ayrıca namazın insanı kötülüklerden alıkoyması bir âyet-i kerimede şöyle beyan buyurulur: "Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki, namaz, insanı fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyar." (Ankebut Sûresi, 45)

Evet namazın kılmak günahlara karşı büyük bir kalkandır. Allah’ın davetine düzenli olarak icabet eden bir kimse günahlara ekser insanlar kadar rahat giremez. Hem hadis-i şerifte var;

Her kim haramdan gözünü sakınırsa Allah onu ibadetin tadıyla doyurur.

Cenâb-ı Hak namazı terkedenler hakkında da şöyle buyuruyor;

Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden gafil kalırsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz; o şeytan ondan hiç ayrılmaz. Bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar, ONLAR İSE KENDİLERİNİN DOĞRU YOLDA OLDUKLARINI SANIRLAR. (Zuhruf Sûresi/36-37)

Bakara sûresinin 21-24. âyetlerinde: "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız. Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kafirler için hazırlanmıştır." yazar...

İbadetle Allah'a karşı gelmek arasındaki ilişki hemen göze çarpıyor... Yani ibadetini terkeden birisi Allah'tan yalnızca sözde korkar. İbadetin kalbi temizlediğini, günahlardan muhafaza ettiğini vurgulayan onlarca hadisi, âyeti görmezden gelerek doğru yolda olduğunu sandırır insana...

Hem Hadis-i Şeriflerde var;

Dinde namazın yeri, vücutta başın yeri gibidir. [Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 1/61]

Namaz; insan ile küfür, iman ile şirk arasında bir perdedir. Namazı terk eden bu perdeyi yırtmış olur. [Müslim, İman, H. 134, 82]
 

TAARUF0663

New member
http://www.facebook.com/photo.php?p...1&auser=0&oid=108344902517113&id=367850693403


Evet, ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gaflette olsa pek çabuk gidiyor. Nefis, kendini hür ve serbest telâkki ettiğinden hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, insan kendini bütün bütün sarhoşluğa ve eğlenceye vuruyor.

O lezzet dahi bir defa güldürse, neticede tükenip ahireti katledeceğinden vicdan vasıtasıyla on defa ağlattırıyor.

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı İmân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.

"Dikkat edin ! Kalbler ancak Allah'ın zikri ile tatmin bulur..."

(R'ad Sûresi - 28)
Allah'ı çokca zikreden erkekler ve Allah'ı çokca zikreden kadınlar;
Allah bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır.


(Ahzab Sûresi - 35)

Bütün büyük âlimler ibadetin önemini anlatabilmek için sayfalar dolusu eser kaleme almışlar.

Hz Mevlanâ soruyor:

Çocukluğunda oyun, Gençliğinde sarhoşluk, İhtiyarlığında tembellik, Ne zaman ? ALLAH'a kulluk edeceksin !

Bediüzzaman Hazretleri nefsine sesleniyor;

"Ey nefis! bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Laakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır, hem fâidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.

Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder!

Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni alemin kapısıdır. eğer namaz kılmazsan, senin o günkü alemin zulümatlı ve perişan bir halde gider.Senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder.

Şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.

Elbette insana en lazım iş, en mühim vazife, o bâkiye karşı alaka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünkü bâki yoluna sarf olunan herşey bir nevi bekâya mazhar olur.

Ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!

Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme..

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı îmân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.

Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir -tâ ki istiğfar (tevbe) ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.

Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme. Çünkü, kalbin kasâvetinden bir zerre, senin şahsî âleminin bütün yıldızlarını küsufa tutturur.

Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.

Zira herkesin, her günde, şu alemden, bir mahsus alemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tabidir."

İşte o ameldir dâimi hayatı doğrudan ilgilendiren. Üç günlük dünya hayatıdır ebedi âlemdeki akibetimizin/ahiretimizin menbağı. Herşey buradaki amele ve kalbdeki samimiyete göre hazırlanıyor.

"Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin..."


Sonuç olarak diyebiliriz ki eksikleri olan mü'min ibadeti ile Allah'ın huzuruna çıkmıyorsa, Kur'an ile yeterince muhatap olup düşünmüyor ve okumuyorsa işte burda ciddi bir problem vardır....

Nasıl istersen öyle yaşa, fakat bil ki, bir gün mutlaka öleceksin. Kimi seversen sev ama unutma ki, bir gün ondan ayrılacaksın. Dilediğin gibi davran, lâkin şu da her zaman hatırında olsun ki, her yaptığının karşılığını mutlaka göreceksin. /// Hz Muhammed ///

Hâkim, Müstedrek, 4/360

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Kur'an-ı Kerim'in üzerinde ciddiyetle durduğu tesettür meselesini her müslümanın kesinlikle vicdanıyla beraber düşünmesi gerekir. Her insan Kâinat Sahibinin Fermanı Kur'an-ı Azimüşşan ile hayatının belirli dönemlerinde muhakkak muhatap olur. Her bireyin kendince eksikleri olduğundan, hatasız kul olmadığından Rabbinin bir âyetiyle karşılaştığında vicdanı sızlar, kendi kusurlarını görerek gerçek mal sahibi olan Allah'a ilticâ eder - tevbe eder - af diler.. Kur'andaki tabir ile "seçkin kulları arasına girmek" için gayret eder...

Bu yazıyı bir araştırma sonrasında düşüncelerimle yoğurarak yazdım. Fakat neticede bir kulun yazısıdır, eksik elbette olabilir. Varsa hata, noksan, yahut yanlış anlaşılması muhtemel bir yer, yorum kattığım yerlerde olmuştur. Yoksa yazımda geçen âyet ve hadislerin hepsinde kaynakları özenle gösterdim. Yazı biraz da içinde bulunduğumuz ahlâki çöküntünün üzerimde bıraktığı rahatsızlığı dile getiriyor. Her birey kendine düşen görevi yaptığı taktirde inşaAllah toplum olarak bozulan ahlâkı onarıp Cenab-ı Hakkın rızasını kazanacağız... Selam ve dua ile...



 

TAARUF0663

New member
M.NECAT:037::037::037:
Ellerimizi Sana açtık. Biliriz ki ancak Sen bizi duyar ve ancak Sen bize merhamet edersin.. Ancak Sana kulluk eder,sana güvenir ve ancak senden yardım dileriz. Sen bize yardım etmezsen kim bize yardım eder?

Elhamdulillahi Rabbil alemin, esselatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve eshabihi ecmain...
Ya Rabbi!
Ellerimizi Sana açtık. Biliriz ki ancak Sen bizi duyar ve ancak Sen bize merhamet edersin.. Ancak Sana güvenir ve ancak senden yardım dileriz. Sen bize yardım etmezsen kim bize yardım eder? Bizlere yardım et, günahlarımızı bağışla. Bizleri mahcup etme. Kâfirlere karşı bizi zillete düşürme. Biz sana iman ettik ve indirdiklerine teslim olduk. Senin dinin için sözümüz hak, gözümüz pektir. Senin dinin için her şeyimiz, ama her şeyimiz fedadır.
Ey göklerin ve yerin Rabbi!
Bizleri İslam ile şereflendirdin, bizleri Müslümanlardan eyledin, İslam üzere yaşamayı, İslam yolunda ölmeyi nasip eyle...
Ey rahman ve rahim Allah'ım!
Bizleri sana kul, Resülüne ümmet İslam'a da davetçi olmayı nasip eyle..
Ey şan şeref ve izzet sahibi Allah'ım!
Bizlere Kur'an ve Sünneti anlamayı, anladığı ile amel etmeyi ve amel ettiğini insanlara ulaştırmayı nasip eyle...
Hay ve Kayyum Allah'ım!
Hakkı hak bilip ona tabi olmayı, batılı batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip eyle...
Rabbimiz!
Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
Rabbimiz!
Şüphesiz ki sen çok şefkatli çok merhametlisin!
Ya Rabbel Alemin!
Ne olur bize yine yardım et. Zalimin zulmünden koru. Hak davada ayaklarımızı sabitleştir. Sahabeler gibi bizleri de Sana itaatkâr ve hakkı ile teslim olanlardan eyle. Tıpkı onlar gibi zalime karşı çıkıp korkusuz bir şekilde hakkı bildirenlerden eyle. Sümeyyeler, Bilaller, Ömerler gibi olmayı nasip eyle. Onları İslam devletine kavuşturduğun gibi bizleri de Hilafet Devletimize kavuştur. Bizleri Senin rızan doğrultusunda tüm samimiyetimizle Hilafet devletini kurmak için çalışanlardan ve kurulacak olan şanlı devletimizi görenlerden eyle.
Ey Mülkün sahibi!
Ey nuru yerleri ve gökleri kuşatan Allah'ım!
Müslümanların bugünkü durumu şüphesiz Senin malumun. Dünyanın dört bir yanında Müslümanlara zulmediliyor, erkekleri kadınları yaşlıları çocukları katlediliyor, Kitabımıza, Resülümüze, dinimize ve tüm değerlerimize saldırılıyor, kadınlarına, kızlarına tecavüz ediliyor, gençleri, alimleri tutuklanıyor, evleri başlarına yıkılıyor, yerlerinden sürgün ediliyorlar, Senin dinini yaşamaları engelleniyor...
Allah'ım!
Onların tümü senin farkında, Onlar Senin arzın da fesadı yayıyorlar, Ve onlar Senin kullarını öldürdü ve onlar Senin Dinini aşağıladılar, Allah'ım sen her şeyden haberdarsın, Ve hepsinden güçlüsün, onları ve başımızdaki hain yöneticileri ıslah eyle, ıslah olmazlarsa onları Kahhar isminle kahreyle..
Allah'ım!
Onlara gücünle karşılık ver. Onlara Ad kavmine gönderdiğin fırtınayı gönder ve onlara Semud'un çığlığını, Nuh kavminin tufanını gönder. Gökyüzünü onların başlarına geçir, yeryüzünden dağıt, onların devletlerini parçala, onların ülkelerini böl ve şiddetle parçala.
Ey Azametiyle zalimleri kahreden, rahmetiyle mazlumları koruyan Rabbim!
İslam Ümmetini düştüğü bu aşağılık durumdan kurtar. Yeryüzünün en şerefli mahlûkatı olan Müslümanları gerçek izzet ve şereflerine kavuştur. Onları katından bir rahmet ve nusretle destekle...
Ey Rabbimiz!
Müslümanlara isabet eden bu zulmün, izzetsizliğin ve aşağılanmanın temelinde şüphesiz Müslümanların dinlerine karşı vefasızlığı, ondan uzaklaşmaları, izzeti ve şerefi küfrün kucağında aramaları yatmaktadır. Bizlere işlediğimiz bu cürümden bir an önce dönmeyi nasip et!
Biz şunu anladık ki; gerçek izzet ve şeref Seninle, Resulünle, Dininle ve mü'minlerle...
Rabbimiz!
Sen bizim bu haykırışımızın şiddetini arttır. Haykırışımızı, zalimlerin ve kafirlerin kalbine bir korku, mü'minlerin yüreklerine serpilmiş bir serinlik olarak ulaştır.
Ey Rabbimiz!
İzzetimizi bize iade et. Bizleri Senin düşmanlarına bizlerin de düşmanları olanlara karşı muzaffer kıl, yolunda savaşan mücahitlere yardım et. O mücahitleri kendi elinle düşmanlardan koru. Mücahitlere direnişli kılmayı bahşet esir kardeşlerimize esaretten kurtulmayı nasip et. Onları güçlü kıl, onların imanlarını muhafaza et, onlara işkenceden kurtuluş yolu yarat, ayaklarını sabit kıl..
Ey Rabbimiz!
Biz bugün şunu daha da iyi idrak ettik ki; Müslümanların hayatlarına İslam'ın hakim olmasının, onların eskiden olduğu gibi yeniden ümmet olmalarının yolu Senin Şeriatınla yönetilen bir devletlerinin olmasından geçmektedir. Yeryüzündeki zulmü ve fesadı tamamen ortadan kaldıracak olan Raşidi Hilafet'ten geçmektedir.
Ya Rabbi! Ya Rabbel Alemin!
Senin Şeriatınla yönetilmeye hasret kaldık. Ne olur Ya Rabb! Bu hasrete bir son ver. Bizleri artık şanlı devletimize kavuştur. Kavuştur ki; artık son bulsun, zalimlerin zulmü sona ersin, kâfirlerin hain, hileli oyunları suya düşsün artık... Gelsin Tekbir sesleriyle o şanlı devletimiz. Gelsin artık o güzel adı Hilafet olan sevgili. Sen işitensin, Sen görensin ve Sen bilensin Ya Rabbi.
Ya Rabbi!
Bir Hilafet devletimize hasret kaldık bir de Firdevste Rasulullahla, sahabelerle ve muttakilerle beraber olmaya. Bizleri bağışla, bizlerden razı ol ve bizleri Cennetine layık gör. Bir an önce sana şehid olarak kavuşmayı nasip eyle..
Allah'ım!
Müslümanların amellerini ve kalplerini birleştirecek, onlara izzeti ve şerefi iade edecek devletimizi bize nasip et! Artık ümmetin dayanacak gücü kalmadı.
Ya Rabbi!
Rasulullah'a göndermiş olduğun ensarı bize de gönder, Rasulullah'a göndermiş olduğun nusretini artık bize de gönder. Rasulullah'a bahşetmiş olduğun Devleti bize de bahşet.
Ya Rabbi!
Bu Ramazanın Müslümanların Hilafetsiz, Halifesiz, fetihsiz, zafersiz, kuvvetsiz ve itibarsız olarak geçirdikleri son Ramazan olmasını nasip et. Bir dahaki Ramazan ayını Hilafet Devletinin gölgesinde, ihlaslı bir halifenin kalkanının altında karşılamayı bizlere nasip et
Sonsuz hamd ancak Sanadır. Sonsuz salât ve selam Peygamber Efendimize, ashabına, ehline, şehidler ve Senin Dininin hâkimiyeti için çalışanlara olsun.
Ey Rabbimiz! Ey her şeye Kadir olan Rabbimiz!
Ne olur, ne olur bu dualarımızı kabul buyur.
Vellezine davahüm anil hamdi lillahi rabbil alemin
Velhamdulillahi Rabbil Alemin, vel akibetilil muttakin, Lillahitaelel Fatiha:037::037::037:
 
Üst