kader de nasip nasıldır

sevdenur

Member
arkadaşlar bu konuda gerçekte beni aydınlatacak bir arkadaş varsa çok sevinirim insanın nasibi nasıldır ben birtürlü çözemiyorum mesela insan karşısına çıkan bir kişiye evet dediği için mi o kişi inanın nasibi oluyor yoksa o kişi havada karada her halükarda onun nasibi olduğ u içinmi o kişiye evet diyoruz bunları bir türlü çözemiyorum ayrıca neden kimi insanın nasibi hemen ve çok iyi olurken diğerinin ki geç ve özelliksiz birisi olabiliyor hep bunları düşünüyorum.sebebi ise şu ararlar bir karar vermem gerekiyor ve kafam çok karışık ben bu insana nasibim o olduğu için mi evet demeliyim yoksa ben evet diyeceğim için mi nasibim o olacak bilemiyorum eğer bunların cevabını alır isem karar vermem daha da kolaylaşacak şimdeden vaktinizi adığım için özür dilerim ve teşekkür ederim rabbim razı olsun cümlenizden inşlh merakla cevap bekliyorum......:023:
 

Fecir

Member
havada,karada ve denizde nerede olursan ol,kaderin nasibindir,
istesende ekseninden çıkmaz ve başa gelecektir.
tevekkül penceresinden bakmak lazım ki rıza gösterilsin.
fakat iradeden yoksun ve şuursuz yaklaşımlarda bulunmayıda kadere mal etmemek lazım diye düşünürüm.
 

Abidin1

Well-known member
Selamın Aleyküm;

Kaderin elinde olmayan asla değiştiremeyeceğin şeylerdir. Örneğin Hangi anne babadan doğacağını seçemezsin. Hangi milletten yada ümmetten olacağını da. Ne zaman doğacağını da seçemezsin. Öleceğin vakti de seçemezsin. Onu seçme imkanı olsa kimse ölmek istemezdi. Senin hayatının ana direkleri olan, elinde olmayan değiştiremeyeceğin şeyler kaderindir.

Onlar dışındaki her şey özgür iradendir. Gideceğin Yolunu sen seçersin, Eşini sen seçersin, İşini de sen seçersin..Alacağın piyango biletini de.. Fakat bunların hiç biri Allah'ın takdiri dışında değildir. Çünkü Yüce Allah bütün olmuşları ve olacakları bilir. Sen tam olarak değiştiremeyeceğin kaderinle özgür iraden arasındasın...

Bu seçimleri yaparken İnancın pusula, Aklın dümen olmalı. Çünkü yönünü belirleyecek aklın yoksa senin için rehbere de gerek yoktur.. Tevekkül etmek ama Her şeyi de Tevekküle bağlamamak gerek..

İşte bu yüzden bir çocuk Hristiyan bir millette doğmuş olsa bile Aklıyla doğruyu araması gerek..Çünkü başka türlü nasıl sorumlu tutulabilir ?

saygılar..
 

Huseyni

Müdavim
arkadaşlar bu konuda gerçekte beni aydınlatacak bir arkadaş varsa çok sevinirim insanın nasibi nasıldır ben birtürlü çözemiyorum mesela insan karşısına çıkan bir kişiye evet dediği için mi o kişi inanın nasibi oluyor yoksa o kişi havada karada her halükarda onun nasibi olduğ u içinmi o kişiye evet diyoruz bunları bir türlü çözemiyorum ayrıca neden kimi insanın nasibi hemen ve çok iyi olurken diğerinin ki geç ve özelliksiz birisi olabiliyor hep bunları düşünüyorum.sebebi ise şu ararlar bir karar vermem gerekiyor ve kafam çok karışık ben bu insana nasibim o olduğu için mi evet demeliyim yoksa ben evet diyeceğim için mi nasibim o olacak bilemiyorum eğer bunların cevabını alır isem karar vermem daha da kolaylaşacak şimdeden vaktinizi adığım için özür dilerim ve teşekkür ederim rabbim razı olsun cümlenizden inşlh merakla cevap bekliyorum......:023:



Her halikarda onun nasibi olduğu için evet diyoruz şıkkı cüz-i iradeyi ortadan kaldırır. Yani biz zoraki onu tercih etmiş oluyoruz anlamına gelir. İlim maluma tabidir. Gaybı biz bilmediğimiz için, bu böyle olacaktı zaten ben ne yapabilirim diyemeyiz. Tercihlerimizden sorumluyuz. Sonra inşallah daha da açmaya çalışırız.
 

sevdenur

Member
evet arkadaşlar bende öyle düşünüyorum ama insanın karşısına herzaman birisi çıkmıyor çıktığı zamansa evet dese bi türü demese bi türlü evet bir izdivaç yapmak istiyorsun ama karşına çıkan insana evet dediğin zaman insanın aklına acaba hayır desem tam istediğim gibi biri karşıma çıkar mı diye geliyor mesela meslek konusun da da çalışıp çabalıyorsun sınava giriyorsun ama olmuyor bazen yeterli puanı alsanda olmayabiliyor bazen insan yönlendiremiyorsun kaderini bütün bunlar muallak oluyor bende mesela hiç izdivaç gerçeklştiremeyenler var bunlar neden kndilerindn mi kaynaklanıyor evet diyebilecek leri bir insan karşılarına çıkmıyor bekliyor ama nafile o insanı bulmak için yapılacak bişey yok bence insanın elinden gelmiyor bişe ama bazılarınınsa hemen karşısına kendiliğinden çıkıyor onlarda bişe yapmıor doğru insanı bulmak için yani kimisine hemen çıkarken kimisinin karşısına neden kmse çıkmıyor evet diyebileceği mesela bende hep bu sorular cevapsız kalıyor rabbim hayırlara ulaştırsın inşl herkesi
 

bizar

Well-known member
KADER, KAZA VE ATADAN İNCELİKLER

İslâmın açıklanmamış hiçbir meselesi yoktur. Her konusu gayet açık bir şekilde anlatılmıştır. Ancak halk arasında bazı İslâmî konular yanlış anlaşılabilmiştir. Bunların başında da “kader” konusu gelmektedir. Bu konu imanî bir mesele olduğu için, bazı îtikadî sapmalar içine girildiği de görülmüştür. Doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu öğrenmek ve yaşamak gerekmektedir. Doğru İslâmiyeti öğrenmek ve yaşamak için de doğru kaynaklara—Kur’ân, Sünnet ve özellikle Risâle-i Nur’lara—başvurmamız gerekir.

Kader meselesi Kur’ân-ı Kerim’de şu âyetlere dayanmaktadır:

“Göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan, evlât edinmemiş olan, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, her şeyi bir ölçüye göre yaratıp kaderini tayin eden...” (Furkan Sûresi: 2) “Ne yeryüzünde vaki olan, ne de sizin başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazmış olmayalım. Bu, Allah için pek kolaydır.” (Hadîd Sûresi: 22) “Allah dilemedikçe, siz hiçbir şey dileyemezsiniz!” (İnsân Sûresi: 30) “O’nun katında her şey bir takdir (kader) iledir.” (Ra’d Sûresi: 8) “De ki; Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize erişmez!” (Tevbe Sûresi: 51)

Kader, Cenab-ı Hakkın kâinatta olmuş ve olacak her şeyi bilip, Levh-i Mahfuz’unda (her şeyin yazılı, kayıtlı olduğu kader levhası) takdiri ve yazmasıdır. Takdir-i İlâhîdir.

Kadere iman, yani her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğuna inanma, imanın rükûnlarındandır. Bir mü’min, her şeyi, hatta fiilini, nefsini Allah’a vere vere sonunda teklif (imtihan) ve mesuliyetten kurtulmaması için karşısına cüz-i ihtiyar (seçme, dileme, irade) çıkmakta, ona ‘Mesul ve mükellefsin!’ demekte; yine yaptığı iyilikler ile gururlanmaması için de “kader” karşısına çıkıp ‘Haddini bil, yapan sen değilsin’ demektedir. (26. Söz)

Kader bir ilimdir. Her şeye manevî ve hususî kalıp hükmünde bir miktar tayin eder. Her şeyin bir haddi vardır. Kaderin çizdiği bu miktar ve sınır, o şeyin vücuduna bir plan, bir model hükmüne geçer. Bitkilerin çekirdeklerinde bulunan kuvveler (kuvvet, güç, kabiliyetler) kader kalemiyle yazılmıştır ve kuvveden fiile (harekete) geçmeleri o kader planına göre olmaktadır.

Kader ve kaza meselesi bütün İslâm âlimlerini ve de felsefecilerini meşgul etmiş bir meseledir. Kader ve kaza, Allah’ın irade ve kudret sıfatlarının zarurî bir gereğidir. Çünkü şu kâinatta cereyan eden hadiselerin tamamı bir ilme, bilgiye dayandığı gibi, meydana gelmeleri de bir kudretle gerçekleşmektedir. Onları bilen ve yaratmaya kudreti yeten Zat, onların yokluktan varlığa çıkmalarını irade etmiştir. Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi ve diğer sıfatlarıyla yarattığı bu kâinat ve şu hadiseler, elbette ki bir tayin ve takdire, bir plan ve esasa dayanmaktadır. İşte kader bu planın takdir edilmesi, kaza ise icra edilmesi, yani yerine getirilmesi demektir.

Kader, varlıkların ve hadiselerin bütün halleri ve vasıflarıyla, sebepleri ve şartlarıyla, hâiz olacakları kuvvet ve kabiliyetleriyle, varlık âlemine gelecekleri zaman ve mekânlarıyla Allah (cc) tarafından ezelde tayin buyurulması ve bir tertip ile kaydedilmesi demektir.

Kaza ise ezelde takdir olunan her şeyin Allah’ın halk ve icadıyla vücut sahasına çıkması demektir.

Bu izahlara göre, kader ilim sıfatına, kaza ise kudret sıfatına dayanmaktadır. Kader kazadan önce ve daha şümullüdür. Her kaza olunan şey kaderde vardır, fakat kaderde olan her şey kaza olmuş denilemez. Yaratılmayan şeyler kaderdedir, yani Allah’ın ilmindedir, onlar için ancak kaza edilmemiş diyebiliriz.

Kaderin kazadan daha geniş ve etraflı olmasını şöyle de açıklayabiliriz:

Bir kişi Allah’ın (cc) yasakladığı fiilleri işlerse isyankâr olmuş olur. Aynı insan, Allah’ın (cc) emirlerini yerine getirirse iyi bir insan ve makbul bir kul olur. İşte birbirine zıt olan bu iki netice de kaderdir. Allah, asi ve salih olmanın yollarını ezelde böylece tayin ve takdir buyurmuştur. İnsanlar bu iki yoldan hangisine giderse, onun neticesine varır. Burada kader zorlayıcı değildir. Seçen biziz ve sonucuna katlanmak da bize ait olmalı. Bizler ister, meyleder ve seçeriz, Allah da seçtiğimiz filleri kudreti ile yaratır. İşte bu neticenin yaratılması kazadır ve aynı zamanda İlâhî takdirin gereği olduğu için de kaderdir.

Ayrıca “Atâ, kaza ve kader” Allah’ın (cc) üç kanunudur. Bir şey hakkında verilen karar kader, o kararın infazı (yerine gelmesi) kaza, kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek atâ demektir. Atâ; bağışlama ve lütûftur. “Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar... Evet, yumuşak bir otun damarları, katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun katiyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek atânın kazaya nispeti, kazanın kadere nispeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümûlünden ihraçtır; kaza da kader kanununun külliyetinden ihracıdır.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 175)

Meselâ, bir musibetin ve belânın takdir edilip yazılması kader, belânın nüzûlü (inmeye başlaması)—infazı—kaza, sadakanın belâyı durdurması ise atâdır.

Tîn Sûresi’nde de atâ, kaza ve kadere örnek vardır.

“And olsun ki, Biz, insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik—ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” (Tîn Sûresi: 4-6) Bu âyette insanın en güzel sûrette yaratılması kader, sonra da onun kendi iradesi ile en aşağıya inmesi kaza ve iman edip güzel işler yapanların bundan müstesnâ kalması ise atâ kanununun şümulüne dahil olmalıdır.

Öyleyse şöyle diyebiliriz:

Atâ (Allah’ın şarta bağlı olarak, affı ile infazı kaldırması) kaza kanununu, kaza da kaderi değiştirebilir. “Bu hakikate vâkıf olan ârif, ‘Yâ İlâhî! Hasenâtım (iyiliklerim) Senin atândandır, seyyiâtım (günahlarım) da Senin kazandandır. Eğer atân olmasa idi, helâk olurdum’ der.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 175)

HER ŞEY KADERDE YAZILI İSE...

Cüz-i ihtiyarî veyahut irade-i cüz’iye, insana Allah’ın verdiği az bir arzu serbestliği, dilediği gibi hareket edebilme özelliğidir. Yani kulların hür ve serbest olarak hareket etme arzusudur. Kader ise; varlıkların ve hadiselerin bütün halleri ve vasıflarıyla, sebepleri ve şartlarıyla, hâiz oldukları kuvvet ve kabiliyetleriyle, varlık âlemine gelecekleri zaman ve mekânlarıyla Allah (c.c.) tarafından ezelde tâyin buyurulması ve bir tertip ile kaydedilmesi demektir.

Şimdi akla şöyle bir düşünce gelebilmektedir: “Madem her şey Allah tarafından ezelde tayin buyurulmuş ve kaydedilmiş, öyleyse bizim bir sorumluluğunuz olmaması gerekir.”

Acaba öyle mi? İnşallah bu çalışmamızla ‘kader, cüz-i ihtiyarî ve fiillerimizin yaratılması’ konularını, Risâle-i Nur’daki hakikatlerin ışığında açıklamaya çalışacağız. Gayret bizlerden, tevfik Allah’tan.

Kaidedendir ki, bir şey vücudu vacib (gerekli) olmadıkça vücuda gelmez. Cüz-i irade (kulların iradesi, dilemesi) ile küllî irade (Allah’ın iradesi, dilemesi) bir şeyde birleştikleri zaman, o şeyin vücudu vacib (gerekli) olur ve derhal vücuda gelir. Yani Allah’ın küllî iradesi kulun itibarî bir emir olan cüz-i iradesine tâbîdir.

Allah, cüz-i iradeyi küllî iradesinin taallukuna âdî bir şart kılmıştır. Yani cüz-i irade herhangi bir şeyi tercih ettiğinde, küllî irade taalluk eder ve o fiil derhal vücuda gelir. Demek ki biz irademizle isteriz, dileriz ve seçeriz; Allah da küllî iradesi ve kudretiyle bizim o fiillerimizi yaratır.

Meselâ; Allah (c.c.) mânen “Ey kulum, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mesuliyet sana aittir” demektedir. Bediüzzaman bunu şöyle örnekler: “Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp, ‘Nereyi istersen seni oraya götüreceğim’ desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette, ‘Sen istedin’ diyerek itâb edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü’l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdi yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder.” (26. Söz)

Aynen bu misâl gibi biz cüz-i irademizle hayır ve şer tercihini yaptıktan sonra Allah’ın küllî iradesi tecellî eder ve o fiil meydana gelir. Ancak biz şer ve günah olanı tercih edersek, mesul olur ve cezaya müstehak oluruz. Çünkü Allah bizi zorlamamıştır, daima hayrı tercih etmemizi istemiş, şerri seçmememizi emretmiştir. O zaman şerri isteyen bizim nefsimizdir ve sorumluluk da bize aittir. Allah bizim istediğimizi yaratmıştır. Çünkü bizler imtihan olmaktayız. ‘Hangimiz daha güzel işler yapacağız?’ diye yaratılmışız. O zaman şöyle diyebiliriz: Bir mü’min, her şeyi, hatta fiilini, nefsini Allah’a vere vere sonunda teklif (imtihan) ve mesuliyetten kurtulmaması için karşısına “cüz-i ihtiyar” (seçme, dileme, meyletme iradesi) çıkmakta, ona “Mesul ve mükellefsin” demekte; yine kendisinden çıkan iyilikler ile gururlanmaması için de “kader” karşısına çıkıp “Haddini bil, yapan sen değilsin” demektedir. (Sözler, s. 427)

Bu meseleyi bir örnekle biraz daha açabiliriz:

Bir asansöre binen kişi, beşinci katın düğmesine basmak yerine, zemin kat düğmesine basarsa elbette ki kimseye kızmaya ve ‘Kaderim böyleymiş!’ demeye hakkı yoktur. Çünkü zemin kata kendi seçimi ile gitmiştir. Onu oraya gitmeye kimse zorlamamıştır. Şuna da dikkat etmek gerek: Asansörün hazırlanmasında ve çalışmasında, o insanın hiçbir dahli yoktur.

Kader ilim nevinden olduğu için, Cenâb-ı Allah, ilm-i ezelîsiyle geçmiş, hâl ve gelecek zamanları bir bütün olarak kuşatmakta ve tüm zamanlar Onun ilminde hâl, yani yaşanan an hükmünde olmaktadır. İşte Cenâb-ı Hak, tüm zamanlardaki her şeyi birden gören nazarıyla mukadderatı takdir etmiştir. Bu sebeple ‘ihtiyarî kader’ dediğimiz kaderimizi, biz kendi irademizle yazdırmışızdır. Bizim tüm fiillerimizi ve seçimimizi, Allah ezelî ilmi ile bildiği için kadere yazmıştır. Fakat Allah’ın yazmış olması, bizim irademizi ortadan kaldırmaz. Bu hususu da şöyle anlayabiliriz: Malûmunuz, bilim adamları, Ay ve Güneş tutulmasını aylar ve yıllar öncesinden bilmekte, bunu bir yere kaydetmekte ve yazmaktadır. Şimdi can alıcı soru gelmektedir: “Acaba Ay ve Güneş, bilim adamları yazdığı için mi tutulmuştur? Yoksa Ay ve Güneşin tutulacağını, ilim ve hesaplarıyla önceden bilmişler de, öyle mi yazmışlardır?” Elbette ki bilim adamları yazdığı için tutulmamıştır. Onlar sadece cüz’î ilimleriyle ileride olacak tutulmaları bilmişler ve bir ilim olarak bir yere yazmışlardır.

Aynen öyle de Allah, ilm-i ezelîsiyle, bizim meyillerimizi ve yapacağımız tercihleri bildiği için kadere yazmıştır. “Kaderimizi biz yazdırıyoruz” cümlesinin izahı bu olmalıdır. Demek ki kader, ilim nevinden olduğu için zorlayıcı değildir. Seçen biziz, küllî ve sınırsız ilmiyle bunu bilen, yazan ve de yaratan Allah’tır.

‘Izdırârî kader’ ise tamamen Allah’ın iradesine bağlı olduğu için, bizler zaten orada mesul değiliz. Cinsiyetimiz, soyumuz, boyumuz, göz rengimiz… gibi bizim irademiz dışında kalan durumlar, ızdırârî kadere örnek verilebilir. Izdırârî kader, sorgulanmaz ve itiraz da edilmez. Allah, burada istediği gibi küllî iradesi ile tasarruf eder; çünkü mülk Onundur.

Cüz-i irademizle Allah’ın emirleri yerine getirmeyi ve nehiylerinden de sakınmayı tercih etmek için, duâ edelim inşallah.

BİZ İSTERİZ ALLAH YARATIR(İrade-i Cüz'iye)

Kul, kendi fiilinin yaratıcısı değildir. Kulun elinde ancak ve ancak emr-i itibarî dediğimiz kesb (kulun cüz-i iradesini, niyeti ve kasdı yönünde kullanması) vardır. Zira, Allah’tan başka hakikî tesir, icad sahibi yoktur. Kul bir fiili işlemek talebinde bulunur, Allah da kudretiyle o fiili yaratır. Allah hiçbir kulunu cebirle iş yaptırmaya zorlamaz. Kulunun eline yaratma ve icad kabiliyeti olmayan küçük bir ihtiyar vermiştir. Kul o ihtiyar ile ister, Allah’ın küllî iradesi de kudretiyle tecellî eder ve fiiller böylece yaratılır.

Bu noktada şöyle diyebiliriz. İnsanın elinde gayet zayıf, fakat seyyiât (kötülük) ve tahribatta gayet uzun; iyiliklerde kısa cüz’î iradesi vardır. İnsan, iradesinin bir elini duâya, diğer elini istiğfara (tövbeye) verip, günah ve kötülüklerden kendini çekerek ebedî saadeti kazanabilir. Bediüzzaman’a göre, duâ ve tevekkül (sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’a bırakma), hayra olan isteğe büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe de şerre olan meyilleri keser.

Ancak, insanın, yaptığı kemâlât ve iyilikleri sahiplenmeye hakkı yoktur, çünkü kendi mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın cesedi bile kendisinin değildir. Çünkü kendi san'at eseri değildir. O vücudu yolda bulmuş, yitik olarak mülk edinmiş de değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış, insan almış değildir. Ancak, o vücut, içine aldığı garip san'at, acayip nakışların şahitliğiyle, bir hikmet sahibi yaratıcının kudret elinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarruftan, ancak bir tane insana aittir. (Mesnevî-i Nuriye, s. 57)

“Ve kezâ esbab (sebepler) içerisinde en eşref (şerefli), en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye (ihtiyarî fiiller) namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin (fiillerin) ekl, şürb (yeme, içme) gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.

“Ve kezâ insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havassının (duygularının) en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal (dahil) edip, onlarla iftihar ediyorsun?

“Ve kezâ şuurî (şuurlu) olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni’-i Zîşuur’dur (şuur sahibi bir Yaratıcıdır). Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın (sebeplerin). Binaenaleyh malikiyet (sahip olma) dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin (iyilik, güzellik) ve kemâlâta (mükemmelliklere) masdar (kaynak) olduğunu zannetme. Ve kat’iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû’-i ihtiyarınla (kötü tercih ve seçmenle), sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun (bozuyorsun). Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin (güzelliklerin) hep mevhubedir (ihsan edilmiş / bağışlanmış); seyyiâtın (günahların) meksûbedir (kazanılmış).” (Mesnevî-i Nuriye, s. 58)

Öyle ise insanın iyiliklere sahiplenme hakkı yoktur. Kötülüklerden ise sorumludur. İyilikleri Allah’tan bilmek ve kötülükleri kendi nefsimizden bilmemiz gerekir. Cenâb-ı Allah iyilik ve kötülüğün neticelerini Kitap ve sünnetle bize bildirmiştir. Biz kötü tercihimizin mesuliyetini çekmekle tam bir adalete mazhar oluruz. Allah-u Teâlâ Nisa Sûresinde şöyle buyurmuştur: “Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki Allah’tandır; kötülükten de başına her ne gelirse bil ki bu da sendendir.” (Nisa, s. 79)

Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum şartlarına bakar. Hâlbuki o nimetin yokluğu, bir tek şartın yok olmasıyla oluyor. Meselâ; bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzlerce şartın vücuduna bağlı olmakla beraber, illet-i hakikî (hakiki tesir sahibi) olan kudret ve irade-i Rabbaniye (Allah’ın iradesi, dilemesi) ile vücuda gelir. (17. Lem’a)

Demek ki bir fiilin yaratılması için yüz şart gerekirse, bizim meylimiz ve istememiz sadece bir şarttır. Doksan dokuz şart yerine gelse, bir şart eksik olsa o fiilin yaratılması için şartlar tamamlanmamış olur, eksik kalır.

Ancak yüz şart yerine gelse bile, acaba o fiilin yaratılması için yeterli midir? Hayır değildir. Çünkü hakiki tesir sahibi olan Allah’ın iradesi ve kudreti tecellî etmeden o fiil yaratılmaz. Onun için sebeplerin hiçbir tesiri ve icat kabiliyeti yoktur. Bizim irade-i cüz’iyyemiz de sebeplerden sadece birisidir. Allah bizim cüz-i irademizi kendi küllî iradesi ve kudretine bir şart yapmıştır.

ALINTI
 

Huseyni

Müdavim
evet arkadaşlar bende öyle düşünüyorum ama insanın karşısına herzaman birisi çıkmıyor çıktığı zamansa evet dese bi türü demese bi türlü evet bir izdivaç yapmak istiyorsun ama karşına çıkan insana evet dediğin zaman insanın aklına acaba hayır desem tam istediğim gibi biri karşıma çıkar mı diye geliyor mesela meslek konusun da da çalışıp çabalıyorsun sınava giriyorsun ama olmuyor bazen yeterli puanı alsanda olmayabiliyor bazen insan yönlendiremiyorsun kaderini bütün bunlar muallak oluyor bende mesela hiç izdivaç gerçeklştiremeyenler var bunlar neden kndilerindn mi kaynaklanıyor evet diyebilecek leri bir insan karşılarına çıkmıyor bekliyor ama nafile o insanı bulmak için yapılacak bişey yok bence insanın elinden gelmiyor bişe ama bazılarınınsa hemen karşısına kendiliğinden çıkıyor onlarda bişe yapmıor doğru insanı bulmak için yani kimisine hemen çıkarken kimisinin karşısına neden kmse çıkmıyor evet diyebileceği mesela bende hep bu sorular cevapsız kalıyor rabbim hayırlara ulaştırsın inşl herkesi



Kul imtihan için gelmiştir dünyaya, kendine verilene rıza göstermek zorundadır. Kimi hemen bulur kimi de bulamaz, bu noktada insanın yapabileceği tek şey elinden geleni yapmaktır, tercihlerini istekleri doğrultusunda kullanmaktır, yani o şeyin olabilmesi için sebeplere sarılmaktır. Bu bir nevi lisanı hal ile yapılan fiili bir duadır. Dua nın neticesi ise istenilen şeyin bizzat aynının olması değildir. Yani siz dersiniz ki ben de onun gibi istiyorum, Allah duanıza cevap verir, hikmetine muvafık olursa kabul eder, belki istediğiniz şekilde, belki daha iyi bir surette istediğinizi verir. Ama vermezse diyemezsiniz duam kabul olmadı, başkalarının var benim neden yok. Çünkü size düşen sadece tercihlerinizi kullanmak, fiili ve kavli duanızı yerine getirmekti ve bunu yaptınız. Gerisi teslim ve tevekkül. Yani Rabbim buraya kadarı benim elimden geliyordu ama şu noktadan itibaren gücüm yok. Benim yapabileceklerim bu kadar. Burdan sonrasına da rıza göstereceğiz inşaallah.
 

Abidin1

Well-known member
selam;

Bir çok sitede gördüm (hatta facebook ta bile.) "özgür irade yok" gibi ilginç başlıklar.. Gerçekten kaderciliğin bu kadar koyusuna hayret ettim..Yani nefisinin istediği her şeyi yapılsa sonra suçu haşa Allah'ın üstüne mi atılacak..(tövbe) Kaderde böyleydi ondan oldu mu diyecek..Garibime gitti..

Fakat bu sayfada arkadaşlar değerli bilgiler yazmışlar..(teşekkürler) Kader konusu benimde araştırdığım, düşündüğüm ilgimi çeken bir konu olmuştur..

Sanırım "takdiri ilahi" cümlesi olay gerçekleştikten, irade-i cüzziye ile yaptığımız seçimin sonrası nı en iyi şekilde anlatıyor.. Eğer özgür irademizle yaptığımız seçim sonrası başımıza gelen Güzellikse Şükretmek gerekiyor.. Yanlışı seçtiysek ve başımıza dert, bela geldiyse de sabretmek.. Çünkü Allah bizler için keder dilemez. Bizim başımıza gelenler ancak kendi ellerimizin yaptıkları yüzünden olur.. Fakat işte yüce ALlah (c.c.) bizim ne yapacağımızı, her işin nasıl sonlanacağını bilir..O herşeyi bilendir..

Ama genede seçimi yaparken aklımızı kullanmamız gerekiyor.. Farklı eş tercihleri olsa biri dindar, biri zengin, biri güzel yada çok başka şekillerde tercihler olsa akıl süzgecinden geçirip doğru olanı yapmaya çalışmalıyız. Çünkü İslam güzelliktir.. Bizlerde sorunlar karşısında aklımızı çalıştırarak en güzel olan seçeneği bulmaya gayret etmeliyiz.. (Güzellikten sadece sima güzelliğini kastetmiyorum :) )

(Not: Bence Özgür iradenin de sınırları vardır. Örneğin İnsan yaratmaz. "Üretir" Yüce Allah aklı yaratmıştır. Bizde yüce Allahın yarattığı ve bize bahşettiği aklı kullanarak değer üretiriz.)

saygılar..
 

müdavim

Üye Sorumlusu

FURKAN SURESI - 74. AYET

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً

Arapca okunusu ; Rabbena heb lena min ezvâcina va zürriyyâtina kurrete a'yünin vec'alnâ lil müttekîyne imâmâ.



Anlami ;

"Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru (sevinci , nuru) olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere (takva sahiplerine ) önder eyle!". Amin
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İnsanın elinde gayet zayıf, fakat seyyiât (kötülük) ve tahribatta gayet uzun; iyiliklerde kısa cüz’î iradesi vardır. İnsan, iradesinin bir elini duâya, diğer elini istiğfara (tövbeye) verip, günah ve kötülüklerden kendini çekerek ebedî saadeti kazanabilir. Bediüzzaman’a göre, duâ ve tevekkül (sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’a bırakma), hayra olan isteğe büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe de şerre olan meyilleri keser.




Allah gönlüne göre versin inşallah
 

sevdenur

Member
şimdi evet cüzi irademizi kullanarak kötülklerden yani yasaklanmışlıkladan uzak durmak bütün bunları yaparsak ta evet kendimiz sorumluyuz tabiki bunların farkındayım ama şimdi kısaca birazcık kendi yaşamımdan kesitler sunarak kendi kaderimi ne yapmışımda böyle çizmişim bunu anlamıyorum şimdi meslekten başlarsak hep bir mimar olmak istemştim ama tam okulu bitireceğim sırada önüme meslek lisesi engeli çıkarıdilar bunun üzerine mimar olmam olanaksızlaştı özelde okuma imkanım hiç yoktu ve olmdı daha sonra bunun için gayret ettim olmadı ancak 2 yıllık devam ettim iş imkanı olmadı daha sonra dikey geçiş yaparım umuduyla rstorasyon okuyup mimarlığa geçecektim bu arada evlenmeyide düşündüm ama karşıma evet diyeceğim bir insan çıkmdı dgs ye tam olarak gece gündüz çalışsam da olmadı hala izdivacı düşünüyorum tabi ama ben standardı en azından normal olan bir insan olsun istedim ama oda daha karşıma çıkmadı kardeşim benim üzerime okudu işi başladı hayatını yoluna koydu ben hala muallaktayım bütün bunların böyle olması için ben ne yaptım yani kaderimi ne yaptımda böyle çizdim bir trlü aklm almıyor bunu çözemiyorum. rabbim herşeyin hayırlısını versin
 

bizar

Well-known member
Benim düşüncem kader meselesinde yani siz diyorsunuzki mimar olmak istedim mimar olmak için bütün şartları yerine getirdim ama hep karşıma engeller çıktı istediğim hedefe ulaşamadım .Demekki kaderinizde mimar olmak yok demek istediğim bütün sebepleri yerine getirdikten sonra tevekkül edip bu benim kaderim demek düşüyor insana ...bu konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm bir makale var inşallah fayydası olur ...

KADER İLE TEVEKKÜL NEDİR? ARALARINDAKİ MÜNASEBET NEDİR? Cuma, 08 Şubat 2008 Soru:
Kader ile tevekkül nedir? Arasındaki ilişki nedir? Her ikisinin gereğine göre yaşamak için ne yapılmalıdır ve nelere dikkat edilmelidir?

Cevap:
Kader İmanın şartı ve tevekkül imanın gereğidir. Bediüzzaman Said Nursi (ra) imanın nur ve kuvvet olduğunu izah ettiği yerde imanın insana “Tevekkül” ile kuvvet verdiğini anlatır. Kadere iman Allah’a güvenmeyi sağlar. Allah’a güvenmek ise ancak tevekkül ile olur. Tevekkül ile Kader arasında böyle sıkı bir bağ vardır. Çünkü “İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.”

Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okur. İmanın kuvvetine göre hadiselerin baskılarından ve sıkıntılarından kurtulur. “Tevekkeltü alallah” (Allah’a tevekkül ettim) der ve ağırlıklarını Kâdir-i Mutlak olan Allah’ın kudret eline emanet eder, dünyada rahatla yaşar. Demek ki “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dâreyni iktiza eder.” İmanın gereği tevhit inancıdır. Tevhit ise her şeyin bir olan Allah’ın ilim, irade ve kudretinin eseri olduğuna inanmaktır. Öyle ise şirk, tesadüf ve esbabın karışması söz konusu değildir. Esbab ve tesadüf karışmazsa her şey Allah’ın rahmetinin eseridir. Rahmet ise her şeyin bizim hayrımıza olması demektir. Çünkü şerre sebep olacak olan esbab ve tesadüf ve yoktur. Bu inanç insanı Allah’a teslim olmaya götürür. Bu teslimiyet nasıl olmalı? Tevekkül şeklinde, yani Allah’ın istediği ve Resulünün gösterdiği şekilde olmalıdır. Bunun sonucu ise hem dünyada hem ahirette saadet ve mutluluktur.

Tevekkül nasıl olmalıdır?
Tevekkül sebepleri reddetmek değil; bilakis sebepleri dest-i kudretin perdesi bilerek ona riayet etmektir. Çünkü Allah işlerini sebeplerle yapmakta, kudretini sebeplerle göstermektedir. Sebepler Allah’ın isimlerinin ayinesidir. Sebeplere sarılmak duay-ı fiilîdir. Sebeplerin sonuçları ise yalnız yüce Allah’tandır; Allah’ın iradesi kanun şeklinde tecelli eder, ilmi ve kudreti ile sonuçları yaratır. Çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Sonuçta ürün vasıtası ile rızık veren Allah’tır. Ders çalışmak öğrenmek için bir sebeptir ve sonuç öğrenmektir ve bu Allah’a aittir. Minnet ve şükür Allah’a olmalıdır.

Sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir. Peygamberlerin hayatı bunun en güzel delilidir. Sebeplere en güzel şekilde riayet ederek bize örnek olmuşlardır. Peygamberimiz (sav) Uhut savaşında iki kat zırh giymiştir. Dini yaymak için gece-gündüz uyumamış ve çalışmış, bütün zamanını, malını ve mülkünü bunun için harcamıştır.

Bediüzzaman sebep sonuç ilişkisini anlattığı bir yerde üzüm ve üzüm ağacı örneğini verir. Üzüm ağacının üzümü ben yaptım ve benim eserim diye sahiplenemeyeceğini söyler. Devek adı verilen üzüm ağacı üzümü yapmadığı gibi, insan da fiil ve gayretlerinin sonucunda bunu ben yaptım diye sahiplenemez. İnsanın akıl ve şuur sahibi olması bir şeyin icadına kadir olması anlamında değildir. Ağaç sebeplerini hazırlayamaz, sonucunu elbette yapamaz; insan ise aklı ile sadece sebeplerini bir araya getirir ve ama bu sebeplerden sonucu yine Allah icad eder. Fark buradadır. Bunun böyle olduğunu anlamak ve idrak etmek imanın tevekkül boyutudur. Gerçekte ise sonuçlar sebeplerden kaynaklanmaz. Sebepler olmasa da Allah sonucu yaratır. Ancak dünyada hikmet ve imtihan gereği yüce Allah sonucu sebebe bağlamıştır. Mucizelerde sebep sonuç ilişkisi aranmadığı gibi, ahirette de her şey Kudret-i ilahiye ile sebep sonuç ilişkisine gerek duymadan olacaktır.

Tevekkül eden ve etmeyenin durumunu ise Bediüzzaman gemiye binerek yükünü yere koyup üstüne oturan ile yükünü sırtında taşıyanı örnek vererek anlatır.

Kader ile Tevekkül arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bir padişahın sarayında veya bahçesinde çalışan bir görevli bütün o sarayda ve bahçede olan her şeyin padişahın kanunları ile cereyan ettiğine, rahat ve kolay bir şekilde işlediğine inanır. Zahmet ve külfeti padişahın kanununa bırakıp, çok rahat bir şekilde o cennet gibi bahçede bütün güzelliklerden istifade eder. Padişahın merhametine güvenir, her şeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte kadere iman eden Allah’a tevekkül eder; Allah’a tevekkül eden ise üzüntü ve sıkıntılardan kurtulur.

Mütevekkil nasıl hareket etmelidir?
Allah’a tevekkül eden bir mü’min:
1. Sebeplere Allah namına yapışır. Ancak sebeplere tesir vermez. Sebepleri kudretin perdesi bilir, arkasındaki esma ve sıfatı görür ve ondan Sani-i Zülcelale intikal eder. Esbabdan müsebbibu’l-esbaba, nimetten mün’im-i hakikiye, mahlûktan halika intikal eder. Esma ve sıfat namına sebeplere değer verir. Dünyayı da bu cihetle sever ve Allah’ın rızasının böyle kazanılacağını bilir.

2. Sebeplere sarılmanın bir fiilî dua olduğunu bilir. Sebeplere sarılarak fiilî dua ile Allah’tan ister. Bununla beraber kavli duayı da terk etmez. İstidat ve kabiliyetlerin de bir nevi dua olduğunu bilir ve hepsini bir araya getirerek sonucu Allah’tan ister. Ne var ki insan “tembellik kulağı ile şeytandan ders aldığı için” çalışmadan tembellikle sonucu Allah’tan ister. Hâşâ Allah’ı kendine yardıma mecbur tutar. Bu da Allah’ın hikmetine aykırı olduğu için sonuç alamaz. Üstelik günaha girer. İşin hep tembellik tarafına bakar. Peygamberimizin Uhut savaşında psikolojik, sosyolojik ve askeri tedbirleri, iki kat zırh giymesini ve savaş tekniklerini nazara almaz; “Cevşenu’l- Kebir” duasını okumasını esas alır. Bir şeyin varlığı bütün aza ve esasın varlığı ile olduğu halde o tutar meseleyi sadece kavli duaya bırakır. Böylece hata eder. Başarısızlığa mahkûm olur. Kadere de başarısızlık fetvasını verdirir. Kader burada gayret ve esbabın içtimaını nazara alır. Sadece duayı nazara almaz. Sebeplerden biri eksik ise kader o konuda olumsuz fetva verir.

3. Tevekkül başta değil, sondadır; sonuçtadır. İşin başında tevekkül ediyorum diye gevşek davranmak tembelliktir. Sonuçta işi Allah’a havale etmek tevekküldür. Mütevekkil işin sonucunu Allah’tan bekler, istediği sonucu elde edemezse yine de sonuca kanaat eder, gayretini eksik etmez ve bunda da bir hikmet vardır der. Şayet başında gayret ettiği halde sonuç elde edemediği zaman gevşer ve gayretinde eksilme olursa o gerçek anlamda tevekkül etmiyor demektir. Tevekkülü de tam olarak kavramamış demektir. Tevekkül her zaman Allah’a güvenerek ümitsizliğe kapılmadan çalışmak demektir. Hz. Ömer (ra) mescitte ibadet edip çalışmayanlara “Siz burada ne yapıyorsunuz, ekmeğinizi nasıl kazanıyorsunuz?" diye sorar. Onlar “biz tevekkül ehliyiz” derler. Hz. Ömer “Hayır, siz tevekkül ehli değil, teekkül ehlisiniz. Yani yiyicilersiniz” cevabını verir.

Sonuç: Mütevekkil Müslüman çalışkan ve üretken olmalıdır
 

OrhanCAN

Active member
Soru 3: İrade-i külliyenin yalnız ve yalnız Allah’a ait olduğu Kur’ân-ı Kerim’de beyan olunmuştur. Bunun yanı sıra, cüz’î bir iradenin insana verildiği de malumdur. Hâl böyle olunca, günah işleyen bir kişi kendi iradesine uyarak mı günah işler, yoksa Cenâb-ı Hakk’ın irade-i külliyesi mi günah işletir?

Cevap: Meselenin kısaca ifadesi şudur: İnsanın elinde irade vardır. Biz buna ister cüz’î irade, ister meşîet-i beşeriye, isterse insanın kesb (kazanma) gücü diyelim. Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasına da, küllî irade, halketme kuvveti veya kudret, irade ve tekvin diyelim. (Bunlar Allah’ın sıfatlarıdır.) Mesele, sadece Cenâb-ı Hakk’a ait yönü ile ele alındığında, âdeta, Cenâb-ı Hak zorluyor da, olacak şeyler öyle oluyor, şeklinde anlaşılır. Bu suretle de, işin içine cebr girer. Mesele yalnızca insana ait yönüyle ele alındığı zaman ise insan kendi işlerini kendi yapıyor, şeklinde anlaşılır. O zaman da işin içine “Herkes kendi fiilinin hâlıkı” düşüncesinden ibaret olan “Kaderîlik” fikri girer.

Kâinatta olup biten her şeyi Allah yaratır. Bu soruda “küllî irade” diye geçen şey de işte budur. Hatta وَاللهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَSizi de, işinizi de, Allah yarattı.”154 âyeti bunu ifade eder. Yani sizin de, sizden sâdır olan ef’âlin de hâlikı yalnız Allah’tır. Meselâ siz taksi yapsanız veya bir ev inşa etseniz, bu işleri yaratan Allah’tır. Siz ve ef’âliniz, Allah’a aitsiniz. Ama ortaya gelen bütün bu işlerde, size ait bir husus vardır ki, o da bir kesb ve bir beşerî mübaşerettir. Bu ise âdi bir şart ve temayül gibi bir şeydir. Tıpkı dünyaları aydınlatacak olan bir elektrik şebekesinin düğmesine dokunmak gibi…

Bu durumda “Sizin hiçbir şeyiniz, hiçbir müdahaleniz yok.” denemeyeceği gibi, işin tamamen size ait olduğu da söylenemez. İş tamamıyla Allah’a aittir. Fakat Allah size ait bu işleri yaratırken, sizin cüz’î müdahalenizi de âdi şart olarak kabul etmiş ve yapacağı her şeyi onun üzerine inşa buyurmuştur.

Meselâ şu caminin içindeki elektrik mekanizmasını, Allah kurmuş, işler ve çalışır hâle getirmiştir. Yeniden bunu tenvir etme işi, ameliyesi de Allah’a aittir. Elektron akımlarından bir ışık meydana getirme, camiyi tenvir etme birer fiildir. Bunlar da “Nuru’n-Nur, Münevviru’n-Nur, Musavviru’n-Nur” olan Hz. Allah’a (celle celâluhu) aittir. Ama bu caminin aydınlanması mevzuunda, sizin de bir mübaşeretiniz vardır; o da, Allah’ın kurduğu bu mekanizmada, Allah’ın ayarladığı düğmeye sadece dokunmanızdır. Kurulması, sizin irade ve takatinizin çok fevkinde olan o mekanizmanın, tenvir vazifesini yapması ise tamamen Allah’a aittir.

İsterseniz biraz daha açalım: Meselâ, hazırlanıp işler, çalışır, yürür hâle getirilmiş bir makine düşünelim ki; sadece çalıştırmak için onun düğmesine dokunma vazifesi, size verilmiş olsun. O makineyi harekete geçirme ise, onu kuran ve inşa eden zata mahsustur. İşte, beşere ait bu küçük mübaşerete biz, “kesb” veya “cüz’î irade” diyoruz. Allah’a ait olana ise “halk etme, yaratma” diyoruz. Böylece bir irade inkısamı karşımıza çıkıyor:

A. Küllî İrade
B. Cüz’î İrade.
İrade dediğimiz; murad etme, dileme demektir ki tamamen Allah’a aittir.


وَمَا تَشَاؤُونَ إِلاَّ أَنْ يَشَاءَ اللهُ

Allah’ın dilediğinden başkasını dileyemezsiniz…”155

Bu husus, yanlış anlaşılmasın. Biz böyle düşünürken, “Kulun da bir parmak dokundurma denecek kadar iradesi vardır.” diyerek, tamamen “cebrî determinizma” diyeceğimiz çarpıklıktan uzaklaşmış bulunuyoruz. “İşi meydana getiren Allah’tır.” derken de, Mutezile mezhebi ve rasyonalistler gibi düşünmediğimizi gösteriyoruz.

Bu suretle de ne Ulûhiyetinde, ne de Rubûbiyetinde Allah’a eş ve ortak koşmuş oluyoruz. Allah (celle celâluhu) nasıl ki, zâtında birdir; icraatında da birdir, işini başkasına yaptırtmaz. Allah (celle celâluhu) her şeyi kendisi yaratmıştır. Fakat teklif, imtihan gibi birtakım sırlar ve hikmetler için, beşerin mübaşeretini de şart-ı âdi olarak kabul buyurmuştur.

Meseleyi daha fazla tenvir için, burada bir büyük zatın bu mevzuda irad ettiği bir misali arz etmek istiyorum. Diyor ki: “Sen bir çocuğun isteğiyle, onu kucağına alsan; sonra sana dese ki, beni falan yere götür; sen de onu oraya götürsen; o da orada üşüyüp hastalansa; şimdi o çocuk sana: “Beni niye buraya getirdin?” diye itirazda bulunabilir mi? Bulunamaz, çünkü kendisi istedi. Üstelik ona: “Sen istedin!” diyerek iki de tokat vurursun.”156

Şimdi bu hususta çocuğun iradesi inkâr edilebilir mi? Edilemez; zira o talep etti ve istedi. Ama onu oraya getiren sensin... Hastalanma işini de, çocuk kendisi yapmadı. Belki ondan sadece bir talep sâdır oldu. Binaenaleyh, burada hastalığı verenle oraya götüren ve bu işi talep eden, birbirinden ayrılmış olur. Biz kadere ve insanın iradesine bu mânâ ve anlayışla bakarız.

İşin doğrusunu, her şeyi takdir eden Allah bilir.

kader...m.f.gülen...
 

Huseyni

Müdavim
şimdi evet cüzi irademizi kullanarak kötülklerden yani yasaklanmışlıkladan uzak durmak bütün bunları yaparsak ta evet kendimiz sorumluyuz tabiki bunların farkındayım ama şimdi kısaca birazcık kendi yaşamımdan kesitler sunarak kendi kaderimi ne yapmışımda böyle çizmişim bunu anlamıyorum şimdi meslekten başlarsak hep bir mimar olmak istemştim ama tam okulu bitireceğim sırada önüme meslek lisesi engeli çıkarıdilar bunun üzerine mimar olmam olanaksızlaştı özelde okuma imkanım hiç yoktu ve olmdı daha sonra bunun için gayret ettim olmadı ancak 2 yıllık devam ettim iş imkanı olmadı daha sonra dikey geçiş yaparım umuduyla rstorasyon okuyup mimarlığa geçecektim bu arada evlenmeyide düşündüm ama karşıma evet diyeceğim bir insan çıkmdı dgs ye tam olarak gece gündüz çalışsam da olmadı hala izdivacı düşünüyorum tabi ama ben standardı en azından normal olan bir insan olsun istedim ama oda daha karşıma çıkmadı kardeşim benim üzerime okudu işi başladı hayatını yoluna koydu ben hala muallaktayım bütün bunların böyle olması için ben ne yaptım yani kaderimi ne yaptımda böyle çizdim bir trlü aklm almıyor bunu çözemiyorum. rabbim herşeyin hayırlısını versin


Kardeş verilen cevaplar kafi aslında. Siz ben ne ettimde böyle oldu demek yerine, hikmet bunu gerektiriyormuş deyip tercihlerinizi ve fiillerinizi Onun rızası dairesinde gerçekleştirmekle mükellefsiniz. Sonuçları yaratacak olan Allah'tır. Sizin istediğiniz şekilde yaratmadığı için kaderim kötü denmez. Sonucun size göre kötü olması da kaderinizin kötü olduğu ve buna sizin sebep olduğunuz manasına gelmez. Çünkü yaptıklarınızda sizin payınız bir ise; külli irade sahibi olanın payı binlerdir. Dolayısıyla sizin istediğiniz gibi gitmemesi, sonuçların o yönde olmaması gayet muhtemeldir. Siz kendi cüz'i iradenizi kullanacaksınız, külli iradeye ise rıza göstereceksiniz. Bu noktada bazılarının sizden daha iyi imkanlara sahip olması veya sizden daha fazlasını elde etmesi ve sizin burda kendinizle kıyas yapmanız doğru olmasa gerek. Zira insan maddi eksiklikler noktasında kendinden aşağıda olanlara, fazilet noktasında ise daima yukarı da olanlara bakmalıdır. Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Kaderle ilgili menfi yorumlarımızda şu aşağıdaki söze dikkat etmek lazım. Selam ve dua ile.

"Âdetâ kaderi tenkit ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır." Yirmi İkinci Mektup
 

sevdenur

Member
işte tam da demek istediğim buydu yani insan cüzi iradesini kullanmakta tabiki ve yaptıklarından %100 sorumlu ancak bizim dediimiz b sorumluluktn dolayı allahü teala bizim her istediğimizi istediğimiz gibi yapmak zorunda değil tabiki bize göre ok çok iyi gözükebilir isteğimiz ancak belki de bizim bilemediğimiz bizim için çok şer olan bir şeyi istiyoruz ve sonsuz rahmet sahibi olan rabbim bize bizim için çok daha hayırlı olanı veriyorsur belki bunu bilemiyz değilmi biz onu istemesekte sonsuz rahmet sahibi olan rabbim her daim merhameti il muamele etsin herkes için ümmmeti muhammet için hayırlısını nasip etsin inşlh.. yanlışım varsa düzeltin kardeşler selam ve dua ile....
 

Abidin1

Well-known member
Selam;

Sevdenur kardeş bende senin gibi bu konuları merak eden araştıran biriyim. Küçükken de Astranot olmak isterdim.. Tabi o zamanlar böyle bir şeyin ülkemizde olamayacağına AKlım ermezdi..

Kader konusunda benim bağlı olduğum görüş (bende yalan riya olmaz Profilimde Hakkımda kısmına yazdım ben zeydiyim.) Allah Teala'nın ezeli ilmini ve ezeli iradesini dile getiren, kaza ve kadere iman eden, fakat bu noktada kişisel mükellefiyeti de ortadan kaldırmayan ikisinin ortası bir görüştür..Tam olarak Bu şekilde.

Benim bu konuda ilgimi çeken "Özgür irade Yoktur" gibisinden düşünceler.. Ben bunun yanlış olduğuna inanıyorum..

Tabi ki cüzzi irade ile Külli irade kıyas dahi edilemez... Bunu karşılaştırmayı düşünmek bile garip.. Fakat bu dünya da "cüzzi irade" vardır.. Hiç bir işinde zora koşulmuş, zorlanmış değilsin.. Hz. İmam Ali (k.v.) nin dediği gibi Kaza uygulamaya zorlayıcı, Kader de amele cebredici değil.. Eğer öyle olsaydı sevap ve azap, va'd ve vaid, emir ve nehiy anlamsız olurdu. Günah işleyene Allah'tan bir ayıplama, iyilik yapana da övgü gelmezdi. Böylece ne iyilik yapan methedilmeye kötülük İşleyenden daha layık ve ne de kötülük yapan kişi kınanmayı iyilik yapandan daha layık olurdu.

Bütün bu düşüncelere rağmen özgür irade yoktur.. (tövbe) Ben tv izlemiyorum Allah izliyor.. Ben hırsızlık yapmıyorum Allah alnıma yazmış gibisinden dersen yanlışa düşersin.. Hz. Ömer zamanından bir rivayet..

Hz. Ömer, işlediği suçtan dolayı kabahati Kadere yükleyenleri hesaba çekiyordu. Rivayet oluyor ki Ona hırsız getirildi ve hırsıza:

- Niçin hırsızlık yaptın? dediği, Hırsızın da:

- Allah benim alnıma bu şekilde yazdı, dediği rivayet olunur. Bunun üzerine Ömer ferman buyurarak hırsızın hem eli kesildi ve hem de değnek vuruldu. Bu konuda fikri sorulduğunda şöyle dedi: "El kesmek hırsızlığın karşılığı; değnek vurmak da Allah'a karşı yalan isnat etmesinin karşılığıdır."

Yani Sevdenur kardeş benim okuduklarımdan araştırdıklarımdan öğrendiklerim bunlar.. Sen hiç bir pozisyonda zora koşulmuş, cebredilmiş değilsin.. Tercih hakkın var.. Fakat senin yapacakların Yüce Allah'ın İlmi Ezelisinde (Sonsuz bilgisindedir..)

Saygılar..
 
Üst