Sonsuz nuru selamliyoruz

heysem

Well-known member
:037:Cismaniyatın zindanından çıkıp ruhun ve kalbin sonsuza müteveccih derece-i hayatına çıkabilmek adına Peygamber’den (sas) yardım dilemenin adıdır salavat.

Salat ü selam’ın tekrarı ile Şefat-i Kübra’ya yönelmek, rahmet kapısından ayrılmamak ve gafil olmamaktır. Mükafatı da o kapının ardına kadar açılması, şefaat dairesinin genişlemesi ve insanın ebediyen mutlu, emin, mutmain olacağı sonsuzluk ülkesine davet edilmesidir.
Ubey b. Ka’b radıyallahu anh der ki:

“Ey Allah’ın Resülü dedim, ben sana çok salât oku(mak isti)yorum. (Duamda) ne miktarını sana salât ü selama ayırayım?”
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Dilediğin kadar!” buyurdular.
“Dörtte bir (yeter mi)?” dedim.
“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!”
“Yarı(ya ne dersiniz)?” dedim.
“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!”
“Üçte iki(ye ne dersiniz?)” dedim.
“Dilediğin kadar!” buyurdular, “Eğer artırırsan, bu senin için daha hayırlı!”
“(Kendim için dua ettiğim vaktin) tamamını size salât ü selam okumaya ayırayım mı?” dedim.
“Bu takdirde, (dünyevî ve uhrevî) dileğin kabul edilir, günahın affedilir!” buyurdular.”
Demek ki ne kadar çok olursa o kadar hayırlıdır, deniyor. Bediüzzaman Hazretleri’nin de namaz tesbihatında “Elfü elfi salatin ve elfü elfi selamin aleyke ya Resûlallah!” söylerken gizli sırların açıldığını ve “Zat-ı Ahmediyeye (aleyhi salâtü vesselam) gelen rahmet, umum ümmetin ebedi zamandaki ihtiyaçlarına baktığı için sonsuz salât yerindedir.” diyor. Hakk’ın özel davetlisi ve Sidretü’l - Müntehâ’nın misafiri, getirdiği nur ve hediyesine şükürle mukabele etmek nev’inden “Binler salavat sana insin. Yani senin bu iyiliğine karşı biz mukabele edemiyoruz. Belki Hâlik’ımızın hazine-i rahmetinden gelen ve semavat ehlinin adedince rahmetler sana gelmesini niyaz ile şükranımızı açığa çıkarıyoruz.” diyerek salavatın yerini doldurabilecek herhangi bir şey olmadığını “Sonsuz Nur’u Selamlamanın” sonsuz olduğunu söyler.
Her zaman gözlerimize görünmesen de gönül tepelerimizde nazlı nazlı oturan sensin.
On dört asırdır/ Senin gölgen yeryüzüne düştüğü andan itibaren (sallallahu aleyhi ve sellem) ismin âlemin her bucağında dalgalanmakta, sevgin gönüllerde her geçen gün büyümekte ve dünyanın hal-i hazır vaziyeti, Senin cihan tarafından İnsanlığın İftihar Tablosu olarak selamlanacağını müjdelemektedir. Rabbimiz (cc) O’nun için; “Ey Resûlüm! Biz seni bütün âlemlere bir rahmet vesilesi olarak gönderdik.” buyuruyor. Rahmet müjdesi olan salavatımız, bize O’na yakınlaştırsın...
* “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin. (Ahzab Sûresi, 56)
 

akna

Well-known member
Allah razı olsun Heysem kardeş yazıyı okuyunca benimde aklıma Efendimiz sav in dualarına kainatın nasıl iştirak ettiği ve amin dediği ile ilgili Haşir Bahsinde geçen bir bölüm geldi aklıma paylaşmak istedim.
.........
Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadaş! Hikâye-i temsiliyede demiştik: “Bir adada bir içtima var. Bir yâver-i ekrem bir nutuk okuyor.” Onun işaret ettiği hakikat şöyledir ki:
Gel, bu zamandan tecerrüt edip, fikren Asr-ı Saadete ve hayalen Ceziretü’l-Araba gidiyoruz. Ta ki, Resul-i Ekremi (aleyhissalâtü vesselâm) vazife başında ve ubûdiyet içinde görüp ziyaret ederiz.
Bak: O zât nasıl ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Onun gibi, ubûdiyetiyle ve duasıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesile-i icadıdır.
İşte, bak: O zât öyle bir salât-ı kübrâda, bir ibadet-i ulyâda saadet-i ebediye için dua ediyor ki; güya bu cezire, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü, ubûdiyeti ise, ona ittiba eden ümmetin ubûdiyetini tazammun ettiği gibi, muvafakat sırrıyla bütün enbiyanın sırr-ı ubûdiyetini tazammun eder. Hem o salât-ı kübrâyı öyle bir cemaat-i uzmâda kılar, niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin Hazret-i Âdemden asrımıza, belki kıyamete kadar bütün nuranî ve kâmil insanlar ona tebaiyetle iktida edip duasına âmin derler.
Bak: Hem öyle bekà gibi bir hacet-i amme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat niyazına iştirak edip lisan-ı hâl ile “Oh, evet, yâ Rabbenâ! Ver, duasını kabul et, biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakane, öyle tazarrukârâne saadet-i bakiye istiyor ki,
blank.gif
bütün kâinatı ağlattırıp duasına iştirak ettiriyor.

Bak: Hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insanı ve bütün mahlûkatı esfel-i sâfilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten, âlâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekàya, ulvî vazifeye, mektubât-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.
Bak: Hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semâvâta, Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor....



Onuncu Söz - Beşinci Hakikat​
 
Üst