Kardeşlerimden ricâ ederim ki:

Huseyni

Müdavim
On Altıncı Nükte

Kardeşlerimden ricâ ederim ki:

Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.

Yirmi Sekizinci Lem'a
 

akna

Well-known member
“Bin haysiyetim olsa…”

İnsan, davasıyla anlamlıdır
Ortak amaç etrafında, ama farklı kulvarlarda hizmet eden/verenlerin ortak ilkeler etrafında bir araya gelmek zorunluluğu vardır. Bu, dava/hizmet/büyük amaçlı olmanın bir gereğidir. Yani davanın büyüklüğü bu tutumu gerektirir. Ya da davanı/hizmetini/yüksek amaçlarını; benliğine/nefsine feda etmemek böyle davranmayı zorunlu kılıyor.

Amaç büyüdükçe, küçük şeylere takılmalar azarlıyor. Amaç küçüldükçe, küçük şeyler yarınlara yürüyüşü engelliyor. Ve böylece, küçük uğruna nice büyükler, fani uğruna nice bakiler feda ediliyor.
Böyle tablolar karşısında gülen şeytan; hüzünlenen melekler oluyor.
Oysa, alkışlanacak davranış arayan melekler aramızda geziyor.
Her anın, her davranışın imtihanın ciddi bir soru ve cevabı olduğu göz ardı ediliyor.

İçimizde imana, Kur’an’a hizmet noktasında bir kıpırdanma oluverdiğinde, hemen karşımıza şeytanın çıkacağı, bindiğimiz himmetimizden bizi düşürtmek için, ümitsizlikle, tembellikle, temperverlikle, havalecilikle desiseler üreteceği unutuluveriyor.

Engelleri kaldırılmış bir hizmetin, getirisindeki katsayısı da düşürülmüştür. Onun için hizmet, aşılan önce içteki/nefisteki; sonra dıştaki engellerle doğrudan ilgilidir.

**
Himmeti millet olanlar, tek başına bir millet haline geliyor.
Himmeti davası olanlar, tek başına bir davanın kahramanı haline geliyor.
Nefsini, haysiyetini, onurunu, maddi ve manevi varlığını davasına feda edenler, dava adamı oluyorlar.

Vücudunu mucidine feda etmek gibi, varlığını davasına, meziyetlerini dava arkadaşlarına feda eden, insan suretinde melekler ortaya çıkıyor.
İşte o zaman fedakar, cefakar, aziz, kıymetli, değerli, kahraman, mücahit, sadakatli, metin, sarsılmaz, sıdık vb., insana sultanlık tacı gibi yakışan sıfatlar veriliyor.

Zübeyirler, Tahiriler.. böylece şerefli levhalardaki yerini alıyorlar.
Büyük davaların büyük dertlerini başta kabul etmek gerekiyor. Ona uygun enerji depolamak icap ediyor.

Gerektiğinde dünyadan, dünyalıklardan; hatta manevi ikramlardan, taltiflerden, övgülerden, küsmeklerden, haysiyet iddialarından, damarlardan sıyrılmak gerekiyor. Bu oranda insan büyüyor.
İnsanı iddiası değil, terk ettiği yanlış davranışları; kazandığı muhteşem hasletleri yüceltiyor. Yüce Makama ulaşan davranışlar, yüce davranışlar oluyor. İşte onları kim taşıyorsa, o zaten yükseliyor, yüceliyor. Oysa küçük davranışlar, insanı küçültüyor, boğuyor.

Nefsime yediremiyorum, damarıma, haysiyetime dokunuyor diyenler; aslında ne ile imtihan olduklarını ilan ediyorlar.
Böyle halet karşısında ne yapmak gerektiğini, neye sığınmak gerektiğini asrın manevi doktoru Bediüzzaman söylüyor.

“Kardeşlerimden rica ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınızı dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.”

Himmeti, bütün bir insanlık olan peygamber varisi, yüksek izzet ve haysiyet sahibi bir zat bu cümleleri söylüyorsa, nefsi, emmare basamağında bulunan bizlerin, bin haysiyeti de olsa, ne uğruna feda etmek gerektiği apaçık ortadadır.




Alıntı​
 

Huseyni

Müdavim
“Bin haysiyetim olsa…”

İnsan, davasıyla anlamlıdır
Ortak amaç etrafında, ama farklı kulvarlarda hizmet eden/verenlerin ortak ilkeler etrafında bir araya gelmek zorunluluğu vardır. Bu, dava/hizmet/büyük amaçlı olmanın bir gereğidir. Yani davanın büyüklüğü bu tutumu gerektirir. Ya da davanı/hizmetini/yüksek amaçlarını; benliğine/nefsine feda etmemek böyle davranmayı zorunlu kılıyor.

Amaç büyüdükçe, küçük şeylere takılmalar azarlıyor. Amaç küçüldükçe, küçük şeyler yarınlara yürüyüşü engelliyor. Ve böylece, küçük uğruna nice büyükler, fani uğruna nice bakiler feda ediliyor.
Böyle tablolar karşısında gülen şeytan; hüzünlenen melekler oluyor.
Oysa, alkışlanacak davranış arayan melekler aramızda geziyor.
Her anın, her davranışın imtihanın ciddi bir soru ve cevabı olduğu göz ardı ediliyor.

İçimizde imana, Kur’an’a hizmet noktasında bir kıpırdanma oluverdiğinde, hemen karşımıza şeytanın çıkacağı, bindiğimiz himmetimizden bizi düşürtmek için, ümitsizlikle, tembellikle, temperverlikle, havalecilikle desiseler üreteceği unutuluveriyor.

Engelleri kaldırılmış bir hizmetin, getirisindeki katsayısı da düşürülmüştür. Onun için hizmet, aşılan önce içteki/nefisteki; sonra dıştaki engellerle doğrudan ilgilidir.

**
Himmeti millet olanlar, tek başına bir millet haline geliyor.
Himmeti davası olanlar, tek başına bir davanın kahramanı haline geliyor.
Nefsini, haysiyetini, onurunu, maddi ve manevi varlığını davasına feda edenler, dava adamı oluyorlar.

Vücudunu mucidine feda etmek gibi, varlığını davasına, meziyetlerini dava arkadaşlarına feda eden, insan suretinde melekler ortaya çıkıyor.
İşte o zaman fedakar, cefakar, aziz, kıymetli, değerli, kahraman, mücahit, sadakatli, metin, sarsılmaz, sıdık vb., insana sultanlık tacı gibi yakışan sıfatlar veriliyor.

Zübeyirler, Tahiriler.. böylece şerefli levhalardaki yerini alıyorlar.
Büyük davaların büyük dertlerini başta kabul etmek gerekiyor. Ona uygun enerji depolamak icap ediyor.

Gerektiğinde dünyadan, dünyalıklardan; hatta manevi ikramlardan, taltiflerden, övgülerden, küsmeklerden, haysiyet iddialarından, damarlardan sıyrılmak gerekiyor. Bu oranda insan büyüyor.
İnsanı iddiası değil, terk ettiği yanlış davranışları; kazandığı muhteşem hasletleri yüceltiyor. Yüce Makama ulaşan davranışlar, yüce davranışlar oluyor. İşte onları kim taşıyorsa, o zaten yükseliyor, yüceliyor. Oysa küçük davranışlar, insanı küçültüyor, boğuyor.

Nefsime yediremiyorum, damarıma, haysiyetime dokunuyor diyenler; aslında ne ile imtihan olduklarını ilan ediyorlar.
Böyle halet karşısında ne yapmak gerektiğini, neye sığınmak gerektiğini asrın manevi doktoru Bediüzzaman söylüyor.

“Kardeşlerimden rica ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınızı dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.”

Himmeti, bütün bir insanlık olan peygamber varisi, yüksek izzet ve haysiyet sahibi bir zat bu cümleleri söylüyorsa, nefsi, emmare basamağında bulunan bizlerin, bin haysiyeti de olsa, ne uğruna feda etmek gerektiği apaçık ortadadır.




Alıntı​


Allah cc. ebeden razı olsun adni kardeş. Çok gerekli ve yerinde bi izah olmuş. İnşallah davasını nefsinden üstün tutanlardan oluruz. Amin. Nuruahsen ablam duanıza sonsuz aminler olsun.
 

Huseyni

Müdavim
Hem itiraf ediyorum ki,

samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız.
İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz,
beni de tam ihlâsa sokarsınız.


Bilirsiniz ki,

Hazret-i Ali (r.a.), o mu'cizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam(k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar.
Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar.
Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir.
Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz.
Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.

Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr,
başınızda üstad bulmak isterseniz,
b706.gif
sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız.
Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte,
makamda,
teveccühte,
hattâ menfaat-i maddiye gibi
nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
Hattâ,
en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki,
en mâsumâne,
zararsız bir menfaattir;
mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için,
istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin.
Eğer
"Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim"
arzunuz varsa,
çendan onda bir günah ve zarar yoktur;
fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.


Yirmi Birinci Lem'a
 

Huseyni

Müdavim
Ey kardeşlerim!

Kur'ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve
uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip Haşiye
onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan,
mâbeynimizde bu nevi hubb-u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir.
Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfidir.
Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir;
o büyük şeref-i mânevîyi şahsî,
hodfuruşâne,
rekabetkârâne,
cüz'î bir şerefe ve
şöhrete feda etmek,

Risale-i Nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.


Haşiye

Evet, bahtiyar odur ki,
kevser-i Kur'ânîden süzülen tatlı,
büyük bir havuzu kazanmak için,
bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enâniyetini
o havuz içine atıp eritendir.


Yirmi Birinci Lem'a
 

Huseyni

Müdavim
...Fakat buna dikkat ediniz ki;

canavar bir hayvana karşı kendini zaif göstermek,
onu hücuma teşcî ettiği gibi,
canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek,
onları tecâvüze sevk eder.
Öyle ise, dostlar müteyakkız davranmalı;
tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden,
zındıka taraftarları istifade etmesinler.

Yirmi Sekizinci Mektup
 

Huseyni

Müdavim
Ehl-i dalâletin tarafgirleri,

enâniyetten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar.
Hakikaten, insanda en tehlikeli damar enâniyettir.
Ve en zayıf damarı da odur.
Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler.


Ey kardeşlerim!

Dikkat ediniz,
sizi enâniyette vurmasınlar,
onunla sizi avlamasınlar.
Hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet ene'ye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor.
Ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir.
Enenin istimalinde haklı dahi olsa,
madem ki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler,
hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır.

Bununla beraber,
etrafına toplandığımız hizmet-i Kur'âniye,
ene'yi kabul etmiyor, nahnü istiyor.
"Ben demeyiniz, biz deyiniz" diyor.


Yirmi Dokuzuncu Mektup
 

Huseyni

Müdavim
Onlar, öyle desiselerle, onları hizmet-i Kur'âniyeden alıkoyuyorlar ki,


İşimize sekte ve hizmetimize fütur vermek için,
onların tembelliklerinden ve tenperverliklerinden
ve vazifedarlıklarından istifade ederler.

Onlar, öyle desiselerle, onları hizmet-i Kur'âniyeden alıkoyuyorlar ki,
haberleri olmadan bir kısmına fazla iş buluyorlar,
tâ ki hizmet-i Kur'âniyeye vakit bulmasın.

Bir kısmına da dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki,
hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin.
Ve hâkezâ, bu hücum yolları uzun çeker.
Bu uzunlukta kısa keserek dikkatli fehminize havale ederiz.

Ey kardeşlerim, dikkat ediniz.
Vazifeniz kudsiyedir,
hizmetiniz ulvîdir.
Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir.
Biliniz ki, elinizden kaçmasın.


b847.gif
"Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin." Bakara Sûresi: 2:41.


b848.gif
"Ey İmân edenler! Sabırlı olun, sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın, her an cihada hazırlıklı bulunun ve Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz." (Âl-i İmrân Sûresi: 3:200)


b849.gif
"İzzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Bütün peygamberlere selâm olsun. Hamd ise Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (Sâffât Sûresi: 37:180-182)


b457.gif
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan (Alîm-i Hakîmsin.)" (Bakara Sûresi: 2:32)


b851.gif

"Allahım! Kadri pek yüce ve makamı pek büyük olan Habibin, Ümmî Peygamber, Efendimiz Muhammed'e ve Âline ve ashabına salât ve selâm et. Âmin."


Yirmi Dokuzuncu Mektup
 

Huseyni

Müdavim
Dikkat ediniz, sizin nefs-i emmâreniz, kıyas-ı binnefs cihetinde, su-i zan noktasında sizleri aldatmasın...


Aziz, sıddık kardeşlerim,
Birbirinizi enaniyetle veya sadakatsizlikle ittiham etmemek için,
bir hakikati beyan etmek ihtar edildi.

Ben bir zaman enaniyetini bırakmış ve nefs-i emmâresi kalmamış büyük evliyadan
şiddetli bir surette nefs-i emmâreden şikâyet ettiğini gördüm, hayrette kaldım.

Sonra katî bildim ki, âhir ömre kadar
mücahede-i nefsiyenin sevabdar devamı için,
nefs-i emmârenin ölmesi üzerine onun cihazatı
damarlara ve hissiyata devredilir,
mücahede devam eder.

İşte o büyük evliyalar,
bu ikinci düşmandan ve nefsin vârisinden şikâyet ederler.

Hem mânevî kıymet ve makam ve meziyet,
bu dünyaya bakmıyor ki, kendini ihsas etsin.
Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bazı zatlara verilen
büyük bir ihsan-ı İlâhîyi hissetmediklerinden,
kendilerini herkesten ziyade biçare ve müflis telâkki etmeleri gösteriyor ki,
avâmın nazarında medar-ı kemâlât zannedilen keşif ve keramet ve ezvak ve envâr,
o mânevî kıymet ve makamlara medar ve mehenk olamaz.

Sahabelerin bir saati, başka velîlerin bir gün,
belki bir çilesi kadar kıymeti olduğu halde,
keşif ve mânevî hârikulâde hâlâta evliya gibi mazhariyetleri her
Sahabede olmaması, bu hakikati ispat ediyor.

İşte, kardeşlerim, dikkat ediniz,
sizin nefs-i emmâreniz,
kıyas-ı binnefs cihetinde,
su-i zan noktasında sizleri aldatmasın,
Risale-i Nur terbiye etmiyor diye şüphelendirmesin.

On Üçüncü Şua

 

Huseyni

Müdavim
Ey Mü'minler ! Ne Kadar Düşmanlarınız Var Bilir misiniz ?


Medar-i ibret bir hikâye:

Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış.
Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri hâlde,
Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit,
o iki düşman taife, eski adâveti unutup,
omuz omuza verip,
o haricî aşireti def edinceye kadar dahilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.

İşte, ey mü'minler!
Ehl-i İmân aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış
ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?
Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır.
Herbirisine karşı tesanüd ederek,
el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken,
onların hücumunu teshil etmek,
onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan
garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat,
hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?

O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut,
tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar,
birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan,
birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan,
belki yetmiş nevi düşmanlar var.

Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen,
uhuvvet-i İslâmiyedir.
Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak,
ne kadar hilâf-ı vicdan ve
ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.


Yirmi İkinci Mektup
 

Huseyni

Müdavim
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir.


Ehâdis-i şerifede gelmiş ki:
"Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi
nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları,
İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek,
az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve
koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."


Ey ehl-i iman!
Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız.
İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı
b1010.gif
"Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi: 49:10.)

kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz.
Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir.
Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa,
bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir;
birini yukarı, birini aşağı indirir.

İşte, ey ehl-i iman!
İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden,
kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.
Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,
b611.gif

"Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir."

Buharî, Salât: 88; Edeb: 36; Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Nesâî, Zekât: 67; Müsned, 4:405, 409.
düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız,
sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.


Yirmi İkinci Mektup
 

Huseyni

Müdavim
Herkes beni dinlesin...

Hem ihlâs ve hakperestlik ise,
Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır.
Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi,
nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan!
Bazı peygamberler gelmişler ki,
mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde,
yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar.
Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir.
Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır.
Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye,
vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun?

Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir.
Vazifeni yap,
Allah’ın vazifesine karışma.

Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar yalnız insanlar değildir.
Cenâb-ı Hakkın zîşuur mahlûkları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldurmuş,
her tarafı şenlendirmişler.
Madem çok sevap istersin; ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhîyi düşün.
Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları,
ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın,
canlansın,
hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın,
sana da sevap kazandırsın.

Çünkü, meselâ sen “Elhamdü lillâh” dedin.
Bu kelâm, milyonlarla büyük küçük Elhamdü lillâh kelimeleri,
havada izn-i İlâhî ile yazılır.
Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için,
o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halk etmiş.
Eğer ihlâs ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar,
lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer.
Eğer rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez.
Sevap da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır.
Seslerinin ziyade güzel olmadığından,
dinleyenlerin azlığından sıkılan hafızların kulakları çınlasın!


Yirminci Lem'a
 

Huseyni

Müdavim
Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz.
Sakın, sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz.
Mümkün olduğu kadar musalahakarane davranınız.
Enaniyetlerine dokunmayınız.
Bid at taraftarı da olsa ilişmeyiniz.
Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi lerle uğraşıp,
onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir.
Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz,
mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız.
İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur.

Emirdağ Lahikası s.116
 

akna

Well-known member
ŞAHSİ KUSURLARA BAKIP DAVA ARKADAŞINA KARŞI ALAKAYI KESMEK SADAKATE ZITTIR !!!


“Asıl hüner,kardeşini fena gördüğü vakit onu terketmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatın şe'nidir.Münafıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerin tesanüdünü ve birbirine karşı hüsn-ü zanlarını bozmak için derler: "İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zâtlar; âdi, âciz insanlardır." Her ne ise, musibette gerçi çok zararımız var, fakat umum alem-i İslam’ı alakadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasından pek çok ucuz olarak pek büyük kıymeti var. Buna benzer vukua gelen hadiseler, ya siyaset-i diniye veya başka sebepler ile umum alem-i İslam namına olamadılar” Şualar




Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihat bittiği vakit manevi hayat da gider. Tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd’ü adedi ile içtima etse, yüzonbir kıymetinde olduğu gibi.. Sizin gibi üç-dört hadim-i hak, ayrı ayrı ve taksim-ül a’mal olmamak cihetiyle hareket etse, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakiki bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir Tesanüd’le, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedir.” Barla Lahikası
 

vuslat_rida

New member
Kardeşlerimden ricâ ederim ki:

Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve “Haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.

burayı okudugumda cok etkılenmıstımm canım ustadım ne guzel demısss kardeslıgımız daım olur inşşş
 
Üst