Korku ve ümit dengesi (havf ve recâ)

topraktoprak

Well-known member
Allah’tan korkmaya herkes layık değildir!

R992801.jpg
Mevlana mesnevide derki: “Rahmet ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi dalgalanmaya başlar. Gönül darlığı mazlum âhından; ferahlık hizmetten doğar! “

İnsan bir yandan istek ve arzularına kavuşmayı ümit ederken, diğer yandan bu istek ve arzularına kavuşamamaktan dolayı korku duyar. Geleceği düşünmek ve geleceği ile ilgili kararlar almak, yalnızca insana özgü bir olgudur. Ama insan, geleceğine ilişkin bir karar alırken, kendini güven içinde hissetmek ister. Her iki durum da geleceğe yöneliktir ve insanın tutum ve davranışları üzerinde belirleyici bir rol oynar. Bu nedenle müminin temel duygularından birisi korku, diğeri de umuttur.

Âşık’ın maşuk karşısındaki ruhi durumunu belirleyen ve davranışlarını etkileyen bu iki duygu; sevgiliden korkmayı ve O’ndan ummayı öğretir. Umarken korkmak, korkarken ummak âşık için bir nehir olur. Akar sevgiliye giden engin denizlere doğru. Ama yolcuyu harekete geçirecek ve yolda ilerlemeyi sağlayacak bir şey olmalıdır. Bunun adı (haf) korkudur…

“Fareler aslandan korkmazlar, fakat kediden titrerler. Farelere hükmeden kedidir. O huyda olan insan şeklindeki mahlûklar da Allah’tan korkmazlar. Fakat yüksek mevkilerde bulunanlardan, zenginlerden, kuvvetli zalimden korkarlar. Allah’tan gayrisinden korkmak fare gibi olmaktır. Allah’tan korkmaya herkes layık değil. Misk saçan ceylanlar aslandan korkarlar. Fare de kim ki aslandan korksun; o ancak kediden korkar. Hak güneşinin korkusu onlara layık değil. Allah’tan korkmak büyük bir şereftir, büyük bir üstünlüktür. Ahmakların Rabbiyse kullardır. ‘En büyük falanca derler.’ Onun önünde eğilir, ona minnet ederler. Onlar bu temiz kapıya layık değillerdir.”(Mesneviyi şeriften)

Sevgiliyi üzmekten korkan âşk misali…

Kur’an’ın emrettiği korku insanı pasifliğe, durağanlığa yönlendirme amacı göstermez. Tam aksine, insanı Allah’a karşı sorumluluk sahibi yapar, sevdiğini üzmekten korkan aşığı düşünün. Seven sevdiğinden neden korkar? Terk edilmekten, sevdiğinin gönlünü kırmaktan korkar. O zaman korkunun nedenlerini ortadan kaldıracak tutum ve davranışlara yönelen kişinin, sevdiğine duyduğu korku nimet olur, umut olur.

Allah’ tan korkmak kulu; Allah’ın gazabına, cehennem azabına neden olacak davranış ve tutumlardan sakındırır, Allah’ın emirlerine uymaya yönlendirir. Bu yöneliş, kişiyi yalnızca korkuya neden olacak eylemlerden uzaklaştırmakla kalmaz, ona gerçek anlamda iyi ve olgun bir mümin olmanın yollarını açar.
R992802.jpg

Korku ile başlayan bu yöneliş, ittika (çekinme, sakınma) ile sürerek, takva ile sonuçlanacaktır. Takva ise müminin ulaşabileceği en yüksek dereceyi belirtir.

Unutmamak lazım, Allah’ın vaadi yalnızca korku değildir. O kullarına sadece korkmayı öğretmez. Eğer sadece korku öğrenilirse panik başlar. Korkunun aşırısı, insanda konuşma ve hareket etme cesaretini siler. Kişi üslendiği rolleri terk eder. Heybetli kudret (Celal) karşısında refleksler yok olur ve tüm bilinenleri unutur. Öyleyse insanı gayrete getirecek ve yolda ilerlemeyi sağlayacak bir şey daha olmalıdır. Bunun adı da ‘ümit’tir.

Ümit (recâ); elde edilmek istenilen şeye karşı kalbin ilgisidir. Hayal edilen güzelliklere kavuşma arzusu ve beklentisidir. İnsan sevgiliden bir şeyler ümit ettiğinde sevgiyi öğrenir, sevmeyi öğrenir. Sevgiliye duyulan sevgi, kâinatı sevmesine sebep olur. Sevgiliden gelen ümit haberleri, insana teselli kaynağı olur. Zorlukları aşmada gayret, ileri gitmede merdiven olur. Sevgilinin ümit sandalına binen seven, etrafını görmez, sadece ona yönelir, kalbini ruhunu sırrını verir ona.

Şeyh İbn el-Habib’i tasavvuf yoluna sokan salih kişi, Fez Tekkesi’nin sarp merdivenlerinden her adımını attığında, sürekli “Havf! Reca! Havf! Reca!” diyerek iner çıkarmış.

İbni Habib şu sırrı ondan öğrenmiş. Korku ve ümit bir çift ayakkabıdır. Onları ayaklarına takacaksın! Böylece hakikatin bilgisine mükemmel ve dengeli yaklaşacaksın! Sağ ayakla korku adımını, sol ayakla ümit adımını atacaksın. Yürüdüğün sürece!

Ümit, yolun başında; Ölümden sonra cennetin nimetleriyle gelecek iyiliğin özlenmesidir.

Ümit, yolun ortasında; Allah’ın kulundan razı olmasıdır.

Ümit, yolun sonunda; O Yüce Sultanı seyretmek ve sırlara erişmektir.

Ümit için müjdeler var…

Korku ve ümidi birlikte yaşama, tasavvuf yolunun kaçınılmaz bir gerçeğidir. O (celle celaluhu), bizi kahrından ve Celalinden muhafaza etmiş olabilir! Bize heybet ve kahrını göstermemesi, hep şefkatiyle tecelli etmesi kahrının olmadığını gösterir mi?

“Nasıl olsa emniyetteyim” diye şımarmamak gerekiyor. Bazen heybetinden bir satır gösterecek ki biz de şefkati tanıyacağız.

Çobanın elindeki değnek sürüyü dövmek için midir? Öyle olsaydı, hayvanlar ürker ve kaçıp giderlerdi. Değnek; hayvanları uçurumdan ve tehlikeli kayalıklardan çevirip yemyeşil otlaklara yönlendirmek içindir. Şefkat içindir. Bazı hayvanlar çobanın korkutmaktan maksadının ne olduğunu bilir ve hemen yönlerini düzeltirler. Çoban bu tip hayvanları çok sever.

Umutsuz olmayacağız. Çünkü umutsuzluk; insanı kendini düzeltme, arındırma çabalarından yoksun bırakır.

Unutmayalım, İblis “Battık ki battık! Allah beni affetmeyecek bari ben de hem azayım hem azdırayım, hem de tanrılık iddia edeyim” diye karar verdi.
Kur’an, müminin her durumda umut içinde olmasını gerektirecek müjdelerle doludur:

“Şüphesiz Rabbin onların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir.” (Ra’d, 6)
“Rabbiniz bol rahmet sahibidir.” (En’am, 147)
“Rahmetim her şeyi kaplamıştır.” (A’raf, 156)

Tasavvufta havf ve recâ
R992803.jpg

Korku ve ümit, birbirini bütünleyen ve kulları kemale erdiren iki niteliktir. Bu nedenle Kur’an müminleri tanımlarken, iki niteliği birlikte anar: “Vücutları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine dua ederler.” (Secde, 6)

Korku ve ümit, tasavvufta iki hal ve makamı belirtir. Sufinin nefsini arındırmasına (tezkiye) bağlı olarak, doğrudan Allah’ın bağışı sonucu gerçekleşen havf ve recâ, başlangıçta geçicidir. Bu aşamada ‘hal’ olarak anılırlar. Ancak sufi manevi yolculukta ilerledikçe, mertebesi yükseldikçe, havf ve recâ yerleşerek birer makam (daimi hal) durumuna gelir.

Havf ve recâ, ruhun sıkışması demek olan ‘kabz’ ile ve rahatlaması demek olan bast haliyle ilgilidir. Kabz halindeki sufi korku; bast durumunda da ümit duyguları içindedir. Yani sufinin içi daraldığında korku, içi genişlediğinde de ümit kendini gösterir.

Sufiler ümidin üç türünden söz ederler:

I- İnsanın güzel bir amel işleyerek bu amelin kabulünü Allah’tan ummasıdır.
II- İnsanın kötü bir iş yaptıktan sonra, tövbe ederek Allah’tan bağışlanmayı ümit etmesidir.
II- Boş bir kuruntudan başka bir şey değildir. İnsanın bir yandan günah işlemeyi sürdürürken, diğer yandan Allah’ın kendisini bağışlayacağını ummasıdır. Bu adam bir yalancıdır ve böyle bir ümit, insanı felakete sürükler.

Havf ve recâ; ilim, hal ve amelden oluşur. Recâ’da ilim, sufinin Allah’ın hoşnutluğuna, bağışlamasına neden olacak şeyleri bilmesidir. Bu bilgi de onu benliğini arındırmaya, hayırlı amellere sarılmaya götürecektir.

Cennete amellerle değil, Allah’ın şefkat ve merhametiyle girilecek. Sofi işi sıkı tutup gevşeklik göstermemeli ama ümitlenmek ve sevinmek istediğinde, sonsuzluk denizinin merhamet dalgalarına ve akıntılarına kendini koyuvermelidir.

Şakik-i Belhi Hazretleri buyuruyor ki: “Allahu Teâlâ’nın azabından korkmanın alameti, haramları terk etmektir. Allahu Teâlâ’nın rahmetinden ümitli olmanın alameti de çok ibadet etmektir.”

Mevlana ile başladık onun sözüyle bitirelim: “İhlâsa eren kurtulur. Hiçbir ekmek tekrar buğday olmaz, hiçbir ayna tekrar teneke olmaz. Öyleyse ihlâs makamına ermeye bakmalı. Erdin mi geri inmezsin korkma. Güzele eş olan kurtuldu. Kara odun ateşe eş oldu, aydınlık geldi. Ölmüş buğday (ekmek) cana eş oldu hayat geldi.”
Alıntı...
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Allah’tan korkmaya herkes layık değildir!
“Rahmet ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi dalgalanmaya başlar. Gönül darlığı mazlum âhından; ferahlık hizmetten doğar!


Allah razı olsun ...

Allahım bizlere layıkıyla zatından korkmayı ve ümitvar olamayı nasib eyle
amin...
 
Üst