Sohbet-i Canan Üzerine Mülahazalar

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan Üzerine Mülahazalar

Sohbet-i Canan Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin dilimize kazandırdığı bir terkiptir. Aşağıda ki yazılarda görüleceği üzere, içinde büyük anlamları ihtiva eden çekirdek bir kavram…

Sohbet-i Canan, üzerine bir fiili dua olan tefekkür suyu döktükçe, yüksek mana meyvelerine bizlere ikram eden harika bir terkip…

Aşağıda bu tefekkür duasının kabulü olan mülahazaları bulacaksınız.

Konunun girişinde Hocaefendinin bir-iki sohbet tarifini vermek istiyoruz.

Prizma' daki tarifine göre sohbet bir manada, “Duygu ve düşüncelerini karşılıklı müzâkere ederek bu duygu ve düşüncelerde derinleşmeyi hedef alan insanların kurdukları arkadaşlıktır.”

Kalbin Zümrüt Tepeleri 'nde sohbet, “Cenab-ı Hakk'a yönlendiren yararlı konuşmalarda bulunma, söz ve düşünce ile başkalarının ufkunu açma, bir insanın kendisine karşı duyulan hüsn-ü zannı, gönülleri sonsuza yönlendirmede bir kredi gibi kullanma ve hep hayırhahlık mülâhazasıyla oturup-kalkmadır.” şeklinde tanımlanmıştır.

Emin Erdogan
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Bütün mevcudat lisani haliyle “Sohbet-i Canan” yapar.

Kısaca Sohbet-i Canan’ın tanımını yapmak gerekirse, “Sevgili hakkında konuşmak” demektir.

Biraz daha açarsak, her sözü sevgiliye getirmektir. Mecnuna demişler ki; “Gel seninle sohbet edelim..” Başlamışlar söze; güllerden, çiçeklerden dem vurmuşlar; Mecnun hayret içinde kalmış, “Bunlara ne oluyor ki, Leyla varken başka şeyden bahsediyorlar.”

Aslında şu yaşadığımız dünyada insan hariç bütün mahlûkat Mecnun olmuş, Leylasından/Allah’tan bahsediyor.

Şu ayete kulak verelim.

(İSRÂ suresi 44. ayet) (Resmi:17/İniş:50/Alfabetik:46)
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tesbih ederler. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır İSRA 17/44. ”

Aslında bu ayet şu hadisi de anlamamızı kolaylaştırıyor.

'İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terâzîde çok ağır gelirler. Allahü teâlâ, bu iki kelimeyi çok sever. "Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil-azîm"


“Sübhânallahi ve bi-hamdihi” ifadesi “öygü ile tesbih” anlamına geliyor.

Böyle olunca bu sözü söyleyen bütün bir kainatın söylediği sözü söylüyor ve söylediği sözde kainat ağırlığınca terazide ağır basıyor.

Kısaca kainatın gündemi Sohbet-i Canan. Onların övgüyle tesbihi, onların dilinde sevgili üzerine konuşmaktır.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan Kainatın Gündemidir

Hani derler yani “gündemi takip ediyorum”. Aslında hiçbir gün, hiçbir an kâinattaki mevcudatın gündeminden düşmeyen bir şey var o da “Allah” yani Canan/Sevgili.

Sohbet-i Canan, sözü Allah’a getirip, kâinatın gündemini yani gerçek gündemi yakalamaktır.

Buradan baktığımızda, dünyamızda her gün değişen gündemler var, bir de hiç değişmeyen gündem var.

Sonuç olarak denebilir ki: Sohbet-i Canan Kuran eşliğinde kainat kitabının okunup, tefsir edildiği, Canan/Allah cc hakkında marifet ve muhabbetin ziyadeleştiği sohbetlerdir.

Sohbet-i Canan terkibindeki kelimelerin kök anlamları üzerine birkaç tahlil

Önce sohbet kelimesine bakalım. Sohbet Arapça S-H-B kökünden gelir. Birine yakınlık duyup, onunla beraber olmak, samimi olup arkadaşlık ve dostluk kurmak anlamına gelir.

Bu anlamı biraz açarsak şunları deriz.

Türkçemizde “kalemin sahibi benim, ben iki çocuk sahibiyim” derken aynı kökten türeyen kelimeleri kullanırız.

Allah Resulü Hz. Muhammed’i (sas) dünya gözüyle görenlere de yine bu kökten gelen Sahabe kelimesi (çoğulu Ashab) isim oluyor. Arkadaş anlamına gelir.

Bu bilgiden sonra “sohbet” kelimesi için genel bir değerlendirme yapabiliriz.

Sohbet: sonucu, arkadaşlık, dostluk, bağlılık ve sahiplenmeye vesile olan ilişkilerin bütünüdür.

Mesela üç çocuk sahibiyim dendiğinde, çocuklarıma bağlıyım. Bu evin sahibi benim dendiğinde ona sahip olmak için bedel ödedim. Bu işyerinin sahibiyim dendiğinde bu, burası için emek harcadım…

Bu anlamlardan yola çıkarsak, sohbet meclisleri insanların birbirlerin bağlanmasına vesile olan ortamlardır. Bu ortamlarda bağlandığımız kişilere arkadaş diyoruz.

Sahabe efendilerimiz, peygamber efendimizin (sas) sohbet arkadaşlarıydı ve bu sohbetler sonucu bağlılık o kadar kuvvetliydi ki, Ashab-ı Kiram “fedake ebi ve ümmi” (anam-babam sana feda olsun) diyecek kadar seviyorlardı.

Kısaca sohbet: insanlar arası tanışmaların olduğu, bu tanışmaların kaynaşmaya dönüştüğü bu kaynaşmalar sonucunda kuvvetli arkadaşlık bağlarının kurulmasıdır.

Sohbeti böyle tanımladıktan sonra “canan” kelimesine bakalım.

Bu kelimenin kökü Arapca “c-n-n” kökünden gelir. Varlığı bilinen ama gözle görülmeyen şeylere denir. Çok sık ağaçlardan dolayı yukarıdan bakıldığında zemini görünmeyen yere cennet, ana rahmindeki bebeğe cenin, gözle görülmeyen akıldan yoksun kişiye mecnun, görünmeyen manevi varlıklara da cin denmiş.

Can ve canan da bu kökten geliyorlar. Can malum içimizde ama görünmüyor.

Canan sevgili demek, sevgi görünmediği için, sevginin muhatabına canan denmiş.

Canan candan daha çok sevilir, canan için can feda edilir.

Halk arasında “önce can sonra canan” denmesi de cananın korunması için canın canlı kalması gerektiğinden.

Bu tespitlerden sonra canan; uğrunda can verilecek kadar sevilendir.

Bu genel değerlendirmelerden sonra Sohbet-i Canan için aşağıdaki tanımları yapabiliriz.

Sohbet-i Canan: Sevgili (canan) hakkında konuşma.
Sohbet-i Canan: Sevgiliye (canana) bağlılığın gereği olarak bir araya gelinen ortamlar.
Sohbet-i Canan: Bana hayatı, ömrü, vakti veren sevgili için en değerli zamanı ayırıp Onun hakkında konuşma ortamı.

Bu tanımlardan sonra diyebiliriz ki, Sohbet-i Canan Sevgili ile konuşmak, sevgili hakkında konuşmak için bir araya gelme anlarının genel adıdır.

Dua bu konuşmanın özel olanı, sohbet ise genel olanıdır.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan için bir araya gelmek insan olmanın gereğidir

Eğer bir insan Allah tarafından yaratıldığına, sahip olduğu şeyleri, Allah’ın kendine verdiği imkânlarla (akıl, ruh, nefes, kalp vs.) elde ettiğine inanıyorsa, bu insan için sohbet-i canan bir zarurettir. Akıl, mantık, kalp, vicdan, ahlak, insanlık bunu gerektirir.

Neden?

İnsanın sevdikleri, Allah’ın ona verdikleridir. Eğer bir insan, sağlığı, çocuğu, işi, okulu, eşi, evi kısaca hayatın geneli üzerine çeşitli vesilelerle konuşuyorsa, bunları konuşmak için sohbet vakitleri buluyorsa, bütün bu sevdiklerini kendine veren Sevgili/Canan (Allah) hakkında sohbet etmemesi düşünülebilir mi?

Verdikleri hakkında uzun uzun sohbet edeceksin, maç sohbeti olacak, geyik sohbeti olacak, çay sohbeti olacak iş sohbeti olacak, ama bütün bu sohbetlerin yapıldığı ev olan dünyayı yaratan Allah hakkında sohbet olmayacak!

Böyle bir şeyi hangi sevgili kabul eder.

Allah’ı çok sevdiğini söyleyeceksin, ondan daha az sevdiklerin hakkında sohbet etmeye vakit bulacaksın, ama Onu tanıma ve tanıtma sohbetlerine vakit bulamayacaksın.

Bu neye benzer biliyor musunuz?

Bir işçinize her ay tıkır tıkır maaş vereceksiniz, o işçiniz iş yerinde iş için konuşmaya zaman bulamayacak, onun dışında şeyler konuşacak…

Şöyle bir işçiye ne dersiniz? Hala maaşını vermeye devam eder misiniz?

Bir nefes kaç maaş eder?

Ya bir ayda alınan toplam 69120 adet nefes ne kadar maaş eder?

Şimdi 5000 lira maaş alan bir insanın işine vakit ayıracak, iş yerine gelen müşterilere vakit ayıracak, ama bu insan kendisine 500000 milyar maaş veren, üstelik peşin veren, üstelik verdiğinden daha çoğunu ebedi olarak vermeyi vaad eden Rabbine karşı vakit ayırmayacak?

Bu duruma kendini Müslüman olarak tanımlayan, hangi akıl, hangi vicdan, hangi izan izin verebilir?

Allah’ı her şeyden fazla sevdiğini söyleyenin, sevgilisinin tanıtıldığı, sevgiliye ait özelliklerden bahsedildiği bir sohbete gitmemesi nasıl izah edilir?

Elini vicdanına koyan, vahyin sesine kulak veren her Müslüman Ya Allah’ı (sevgiliyi/cananı) tanıtmak için sohbet organize eder, ya da tanımak için sohbete gider.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i canan elektirik üreten barajdır

Sohbet-i Canan; bir Müslüman’ın, Müslüman olmanın gereği olarak, çevresindeki hadiselere karşı, “ben ne yapabilirim” sorusuna bulduğu cevaptır.

Bu cevabı biraz açalım. Her insan, insan olmanın gereği olarak şu soruyu sormalı değil mi? “Ben insanlara nasıl faydalı olabilirim?”

Aslında bu cevap bütün kainatın fıtraten sorduğu ve cevabını uygulamalı olarak verdiği bir cevap…

Kainatı kitabını konuşturursak adeta; arı sormuş, ben insanlara nasıl faydalı olabilirim, cevabını da bal yaparak veriyor

Güneş, inek, ipek böceği, elma ağacı hep bu soruların cevabını veriyorlar.

Etrafımızdaki her şey fayda veriyor. Ve dikkat edin, hiç biri bencil değil, en faydalı şeyinden kendi faydalanmayı düşünmeden bizlere veriyor.

Bütün bu vermelerin merkezinde alıcı olan insana bu vermelerle verilen bir ders var: Ders şu “Ey insan bütün mevcudat sana hizmet ediyor, sende insanlığa hizmet et! Verdiğimiz her şeyi, iyiliğe dönüştürüp insanlığa veresin diye sana veriyoruz.”

Sohbet-i Canan meclisleri damlaların bir araya geldiği mini barajlardır.

Her fert bir yağmur damlası gibidir. Kâinat kitabı bütün heyetiyle insana ders verdiği gibi, yağmur damlaları da insana ders verir.

İsterseniz, cansızlar damlaları konuşturalım.

Bir damla, insanlığı fayda vermek istiyor. Elektrik olup insanlığı aydınlatmak istiyor. Ama tek başına bunu yapamıyor. Diğer damlalarla bir araya geliyor. Birikinti olup birikiyorlar, nehir denen taksiye binip, baraj denen yere (sohbete) gidiyorlar.

Orada kendileri gibi damlalarla bir araya gelip, tek başlarına yapamayacakları birçok işi yapıyorlar.

Evlere gidip aydınlatıyorlar. İnsanın en temel ihtiyacı olan suyu onun ayağına götürüyorlar, yine insanlığın temiz kalması sağlıyorlar. Toprağa hayat verip, toprağın insana hizmet sunmasında çok önemli bir rol oynuyorlar.

Böylece tek başına kalsa buhar olacak olan damla, diğer damlarla bir araya gelip organize olduğunda, intisap sırrıyla, tek başına yapamayacağı birçok şeyi yapar.

Böylece damla, insana ders veriyor. Kendini küçük görme, kendin gibi küçüklerle bir araya geldiğinde büyük işler yaparsın dersini veriyorlar.

Bu dersi alan insan, damlaların (fertlerin) bir araya geldiği sohbetlerin dünyayı aydınlatacak ışıklara kaynak olduğu görüyor.

Bu durumda sohbete katılmak, baraja katılmak, sohbet katılmamakta damla olup buharlaşmayı beklemek değil mi?
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan aktif iyilerin iyilik ürettikleri fabrikalardır…

Bir misal verelim. İçinde sizin ve en sevdiğimiz insanların olduğu evi yakan bir adam, yaktıktan sonra kaçıyor. Yakana aktif kötü diyoruz. Bir de yanan evi seyreden binlerce insan var. Yangın devam ederken, onlar kendi aralarında onlarca çözüm üretiyorlar. Fakat seyretmeye devam ediyorlar.

Bu arada yangın hala devam ediyor siz yanan evin içindesiniz, şimdi soralım: seyreden pasif iyiler mi daha kötü, yakıp kaçan aktif iyi mi daha kötü?

…?

Bu sorunun cevabını içeride yanmak üzere olan bir insandan aldığımızda, vereceği cevap pasif iyiler aktif kötüden daha kötüdür.

Kötü yapmak kadar, kötüye seyretmek de kötü değil midir? Kötüyü seyretmek, yeni yapılacak kötülüklere davetiye değil midir?

Sohbet taraf olmaktır. Sohbet karınca kadar sermayesi olsa da aktif iyilerin yanında taraf olmaktır.

Hani herkes bilir, Nemrut’un Hz. İbrahim’i ateşe atması karşısında, karınca en geniş kabı olan ağzına suyu almış ve ateşin üzerine gitmiş, demişler ki ateşi söndüremezsin, demiş ki, tarafım belli olsun.

Yani nasıl olsa söndüremem diyerek pasif iyi olmak yerine, ne yapabilirim der ve elinden gelenleri yaparak aktif iyi olur.

Etrafımıza bakalım bütün yeşil bitkiler aktif iyi, havadan karbondioksiti/zehirli gazı alıp, havaya oksijen veriyorlar. Bunu yaparken de, iyilere kötü havada kötülüğü kurutup iyiliği yayma dersi veriyorlar.

Kısaca Sohbet-i Canan aktif iyilerin iyilik üretmek için kurdukları fabrikadır. Oraya ham giren mamul çıkar, mamul giren kâmil çıkar.

Sohbet-i Canan ben merkezli değil, “BİZ” ve “O” merkezli yaşamayı tercih edenlerin meclisidir

Bütün çekirdekleri kendileri için yaşarken, en değerli şeylerini başkaları ile paylaşırlar.

Bencil insanlar vardır, ama bencil inek, bencil arı, bencil tavuk, bencil elma ağacı yoktur.

Bu ve benzeri vericilere/aktif iyilere baktığımızda, vermek için büyürler. Vermek için vardırlar. Büyük olma şartının en değerli şeylerini vermekten geçtiğini öğretirler.

Sütünü içen inek, balını yiyen arı, yumurtasını omlet yapan tavuk, elmasını yiyen ağaç yoktur…

Kainat kitabının harf, kelime ve cümleleri insana şu dersi verir.

“Büyümek istiyorsan, paylaşacaksın, büyümek istiyorsan kendin gibi olanlarla bir araya gelecek, en değerli şeylerini insanlığın hizmetine sunacaksın.”

Sohbet-i Canan meclisleri “biz” insanlık için nasıl bal üretiriz, nasıl süt veririz, nasıl meyve yetiştiririz” diyen insanların meclisidir.

Sohbet-i Canan Meclisi “Biz nasıl yapsak O’nu razı ederiz” sorusuna cevap aranan yerlerdir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan bir fiili duadır

Şu temennileri duyarız, “Yâ Müslümanlar bir araya gelse, Alem-i İslam’ın dertlerini konuşsalar, eksikleri varsa onlar üzerine kafa yorsalar, hatta ellerinden de bir şeyler geliyorsa onu yapsalar”

İşte Sohbet-i Canan bu temennilerin hayata geçtiği ortamların adıdır.

Ortamın ortak “hal dili” şudur, “Ya Rabbi başka değil senin rızan için biraya geldik. Sen bize canı veren canansın, ne olur seni tanımayı, seni tanıtmayı bizlere nasip eyle, huzuruna geldiğimizde, ne kadar eksiğimiz varsa, onları burada görmeyi, telafi etmeyi, huzuruna razı olacağın bir keyfiyette gelmeyi bizlere nasip eyle”

Bu fili dua etrafında bir araya gelen insanlar hem kendileri değerleniyor, hem de kendi değerleri ile insanlığı değerli hale getiriyorlar.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet ve Hizmet / Alma ve Verme / Dolma ve Boşalma

Hocaefendi Kalbin Zümrüt Tepelerinde tasavvuf ehlini konuşturduğu bir yerde şöyle diyor: “hakikate ulaştıran iki önemli yol vardır; bunlar­dan biri sohbet, diğeri de hizmettir.” Sohbet ve hizmet biri diğerinden ayrılmaz, biri olmadan diğeri olmaz bütüne ait iki parçadır.

Sohbet dolma, hizmet boşalmadır. Sohbet Alma, hizmet vermedir.

Kainat kitabına baktığımızda her şeyin bir şey (fayda) verdiğini görüyoruz.

Yine birçok şeye baktığımızda, fayda verecek şeylerin fayda vermeden önce, fayda verecek olgunluğa gelmeleri gerekiyor. Çekirdek elmayı toprağa düştüğü gün, inek sütü doğduğu gün vermiyor. Bir gelişme ve olgunlaşma sürecinden geçmesi gerekiyor.

Bir doktor da öyle, bir öğretmen de öyle, bunlar insanlara fayda vermeden önce, adeta sohbete gidercesine bu işin okuluna gidiyorlar.

Bu yönüyle baktığımızda sohbet-i canan meclisleri: insanlığa hizmet vermek isteyen insanların olması, pişmesi, ham yanların törpülenmesi, kendini geliştirmesi, alıcı olmanın yanında verici olabilecek hale geldiği yerler oluyor.

Sohbet Canan bilmenin hakkını veren insanların meclisidir

Bir şeyin getireceği faydayı ve zararı bilen bir insanın bilmeyenlerden bir farkı olmalı.

Bazen sohbet-i canan meclisine davet edilen insanlardan şu ifadeleri duyarız. “Ben oraya çok gittim, orada anlatılanları biliyorum vs.”

Bunu diyen insanlara sormak lazım, siz mutfağınızda yangın olduğunu bilseniz, bu bilgiye rağmen salonda hala çay içebilir misiniz?

Sevdiklerinizin başına gelecek zararları önceden bildiğiniz halde, onları uyarmadaki zahmetten dolayı bu uyarı işine boş ver diyebilir misiniz?

Akıl, izan ve vicdan sahibi hiçbir “bilen” insan bunlara karşı duyarsız kalamaz.

İmanda zayıflığın, ahlaksızlığın, toplumsal dejenerasyonun bir insana dünyada ve ahirette vereceği zararları bilen bir insanın bu duruma kayıtsız kalması düşünülemez.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan hakkında Kuran’da ayet var mı?

Sohbet-i Canana Sevgili hakkında sevgiyi, bağlılığı arttırmak, sevgiliyi tanımak ve tanıtmak için yapılan sohbetler anlamını verdiğimizde, Kuran ayetlerinin tamamı sevgili/canan hakkındadır.

Kuran baştan başa sohbet konusudur. Kuran bütün sohbetlerin müfredatıdır. Her sure birkaç sohbet konusu olacak kadar geniş manaları ihtiva eder.

Biraz daha dar daireden meseleye bakarsak, Kuranda içinde “Allah’ı zikredin” anlamında her ayeti, birer zikir (Allah’ı anma, esmasını anlama, hatırlama, hatırlatma) meclisi olan sohbetlere hamledebiliriz.

Konuyu kapalı bırakmamak için bir iki ayetin sohbet-i canana bakan boyutuna anlatmaya çalışalım.

Sohbette insibağ vardır. Öyleyse Allah’ın cc sevdiği renk hangisi?

(BAKARA suresi 138. ayet) (Resmi:2/İniş:92/Alfabetik:11)
صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ

“Allâh'ın boyası (ile boyan). Allâh'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.Bakara 2/138”

Aslında bu ayet Kuran’ın nüzulü esnasında ve geçmişte Hıristiyanlar arasında yaygın olan, bir çocuğun vaftiz edilmek üzere sarımtırak renkte bir suya batırılması, ardından “işte şimdi gerçek Hıristiyan oldu” denmesine de atıfta bulunuyor.

Adeta diyor ki, suni yapay, sentetik boyalarla verilen insan tercihli renklerin insana bir şey kazandırmaz, eğer insan Allah’ın razı olduğu renkle boyanırsa, gerçek rengini ancak o zaman alır.

Kuran’ın bu ayetini Üstad Bediüzzaman’ın yirmiyedinci sözde bahsettiği “Sohbette insibağ (boyanma) vardır” hakikatı ile birlikte ele alalım.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Her sohbet bir kalıptır

Aslında sadece sohbet bir kalıp değildir. Hayatın kendisi bir kalıptır. Üzerinde çevresinin etkisi olmayan insan yoktur.

Her kültür sıbga/boyadır. Her insan içinde doğduğu kültürün rengini alır.

Her üniversite öğrencisi okuduğu alanın rengini alır. Tıp okuyan tıbben rengini, fizik okuyan fiziğin rengini, resim okuyan resmin rengini alır.

Sohbette insibağ/boyanma var ifadesi bir yönüyle böyle anlaşılabilir.

Sohbeti bir kab, bir kalıp gibi düşündüğümüzde oraya gelen insan kabın/kalıbın şeklini alır.

Sohbete her önce gelen insan, sohbetin kendine verdiği rengi üzerinde taşır.

Güzel ahlak, onun yansıması olan aldatmama, yardımlaşma, menfaatsiz dostluk kurma vs. hep sohbetle gelen insibağın/boyanın değişik tonlarda yansımasıdır.

Halk arasında atasözleri vardır. “Üzüm üzüme baka baka kararır, körle yatan şaşı kalkar, insan arkadaşının dini üzerindir (hadis)” gibi sözler, insan davranışlarının hem menfi hem müspet yönde bulaşıcı olduğunu gösteriyor.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
İnsan sevdiğine benzemek ister

Sohbetin ortamı, havası sohbetin rengini belirler.
Sohbette sohbeti yapanın ve sohbetin müdavimlerinin dikkat edecekleri bazı hususlar var.

Sohbeti yapan kişi ve müdavimler, o sohbetin rengini almış insanlardır. Gelenleri nasıl görmek istiyorlarsa öyle görünürler, gelenler de neleri görmek istemiyorlarsa ondan da uzak dururlar.

Sohbeti yapan ve müdavimler o ortamın insana kazandıracağı güzelliği, kendi şahısları üzerinde başkalarını imrendirecek şekilde göstermeleri gerekir. İnsanda sevdiğine benzeme, sevdiği gibi olursa sevdiği tarafından sevileceğini bilme gibi meyiller var.

Bu nedenle sohbeti yapan ve müdavimlerin insanın gerçek rengi olan, fıtrat rengini/İslam’ı üzerlerinde bir elbise olarak göstermeleri gerekir.

İslam fıtratın rengidir

Fıtratın renginde teslimiyet vardır. Bu boya ile renklenmenin en büyük alameti, “istediğini değil isteneni yapan olmaktır. (Bu ifade aynı zamanda Müslüman kelimesinin de tanımı oluyor.) Bizi bu tespite götüren ayetin sonunda ki; “Biz sadece Ona kulluk ederiz” bölümüdür.
وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ
Ona kul olanlar her davranışlarında Allah’ın tercih ettiği davranış rengini, üzerinde en güzel şekilde gösteren Hz. Mu
hammed’in boyası ile boyanır. Bakanlara “en güzel kulu” hatırlatır.

Olduğundan farklı renkte görünme, Sentetik boya veya makyaja benzer.

Olduğundan farklı görünen kişilerin boyası ve foyası sonradan ortaya çıkar. Bunların rengi içten gelmediği için eğreti durur. En ufak bir sarsıntıda boyalar dökülebilir.

Bu insanlar bulundukları yerin şeklini alan bukalemunlar gibidir. Çantalarında her ortam için uygun makyaj malzemeleri vardır.

Bu yüzden bir türlü gerçek renklerini bulamazlar.

Peygamber Efendimizin (sas) sohbetlerindeki beş özellik üzerine

Önce o beş hususu sayalım: İnsibağ, in’ikas, incizap, nazar, himmet.

Burada ki, beş özellik Peygamber Efendimizin sünnetine yakınlığı nispetinde her sohbet yapanın sohbetinde hissedilir. Hatta hissedilmesi gerekir. Bir sohbette bu özellikler ne kadar eksikse, o sohbetin eksiği o kadar çok denebilir.

Güneşi peygamber Efendimize benzeteceğimiz bir misal üzerinden bu hakikati anlatmaya çalışalım.

1) İnsibağ: Güneşin ışığını boyaya benzettiğimizde, güneş onu görmekle onun sohbetine katılan bütün varlıklara kendi yedi rengini verir. Buna “sıbgatüşşems” denir. Bu misali sıbgatullah ve sıbgatürrasulullah terkiplerini anlamak için dürbün yapabiliriz.

Yönünü güneşe dönene, kıblesi güneş olana güneş kendi rengini verir.

2) İn’ikas: Güneş kendini gören her şeye akseder. Yani kendini göreni, kendine görüneni görür. Bu misali de “zikredeni zikredirim” “bana salavat getirene, mukabele ederim” hakikatlerini anlamaya dürbün yapabiliriz.

Güneşi görmede görenler eşittir. Ama güneşten istifade eşit değiller. İstifade işinde istidat, kabiliyet, kapasite gibi unsurlar istifadeyle doğrudan alakalıdır.

3) İncizap: İncizabın olduğu yerde cezbe vardır. Kalbin zümrüt tepelerinden öğreniyoruz ki, cezbe; çekme, incizap; çekene doğru gitme. Cezbe sevmedir, incizap seven sevgiliye doğru iradesiyle gitmedir.

Bütün gezegenler güneşin çekim sahasındadır. Güneş çekmiş/sevmiş, onlarda sevgilinin çekmesine incizap etmiş.

Sohbette hoca insanı cezbeder. Cemaat o cezbeye incizapla cevap verir.
Peki, hoca kimdir? O da Allah’ın cezbesine incizapla cevap vermiştir. Sevmeyen sevdiremez. Bu şu demek, cezbeye incizapla koşamayan, insanları cezbedemez, incizaba vesile olamaz. Öyleyse herkes sevdiği kadar sevdirir. Herkes bildiği kadar bildirir. Allah’a ne kadar yakınsan o kadar yaklaştırırsın.

4) Nazar: Efendimizin (sas) “nazarı” (bakışı) anlatılırken şöyle deniyor: “Allah’ın (cc) lütfu keremiyle kâfirin kalbine nazar edince güneşin buzu, kâr’ı erittiği gibi Efendimizin (sav) bakışları da yoğunlaşmış güneş ışınları gibi kâfirin kalbinde bulunan küfür buzlarını eritiyordu.”

Nazarın kelime anlamı bakıştır. Kavram olarak nazar, kainata manay-ı harfiyle bakmaktır. Böyle olunca, Nazar: var olan şeyin var edenle bağlantısını kurarak bakmak. Böyle bakan bir insan var olan her şey adedince, var olanla bağlantı kurar. Böyle bağlantısı kuvvetli olan bir insanla bağlantı kuranların da bağlantısı kuvvetli olur.

Peygamberler, Allah ile bağlantısı en kuvvetli olan insandır. İşte nazar bağlantısı en güçlü olanın, bağlanmak isteyenlere yaptığı etkidir. Efendimiz ve büyük zatların nazarı böyle de anlaşılabilir.

5) Himmet: Lügatte bir şeyi çok arzulamak ve istemek manasına gelir. Hocaefendi anlam sahası çok geniş olan bu kelimeyi şöyle tanımlar. “O’nun rızasına ulaşmanın bir basamağı kabul edilen hayırlı faaliyetlerin bütününe himmet denir.”

Hz. Muhammed sas sohbetine gelenlerin sevdiği Allah’ı sevmelerini himmet eden, yani çok arzulayan çok isteyendi. Öyle istiyordu ki, Kuran şöyle anlatıyor. “İnsanlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edecek kadar üzülüyordu.”

Bu şu demek; insanların iman etmesini o uğurda canını verecek kadar arzuluyordu. Şimdi bir şeyi canını verecek kadar isteyen insanın o uğurda veremeyeceği bir şey olabilir mi?

İşte sohbet eden kişi, sohbetine gelen insanların sohbetin amacı olan canana (Allah’a) bağlanmalarını böyle istemeli. Bunu ne kadar isterse, bu istek sohbete gelenler üzerinde etkisini gösterir.

Biz sohbetin konusu olan cananı ne kadar arzularsak, sohbete gelenlerde sohbeti o kadar arzularlar.

Bana “himmet et” demek, Senin kadar O’nu arzulamam ve istemem konusunda bana yardım et! Sen nasıl intisap ettiysen, bana da öyle intisap etmenin yollarını öğret demektir.

Tasavvufta “himmet verme, himmet alma”ya bir de böyle bakılabilir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbetlerde Sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf eder

Sözlükte “sırr-ı ehadiyet : Allah’ın her bir varlıkta birliğinin görülmesinin sırrı, nur-u tevhid de: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna ve Onun yaptığına inanmaktan doğan nur” olarak tanımlanır.

Bunun daha sade manası şudur. Birin (tevhid), her bir şeyde (ehad) kendini göstermesi.

Tevhid, vahdette görünen birliğin, edadiyet, kesrette görünen birliğin adıdır.

Bunun bir sohbete yansıması şöyle olur. Bu sırra eren kişi, bir kişidir, bin kişiye konuşur, her kişiye ben sana konuştum hissini verir.

Büyüklerin sohbetine gidildiğinde, genelde o sohbeti dinleyenlerde “bu sözler bana söylendi” hissi olur.

Biz buna “birin” (vahidin) her bir fertle (ehad) ilgilenmesi diyoruz.

İyi bir sohbette her bir dinleyici bu hoca bana konuştu diyebiliyorsa, o sohbette, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf etmiştir diyebiliriz.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sohbet-i Canan ve Evler

Sohbet-i Canan için sevgili hakkında konuşma demiştik. İslam, dini hayatın tamamını kuşatır.

Evler toplum hayatının kılcallardır. Dinin hayatın belli alanlarına sıkıştırılması, belli alanlarında, yaşanır ve konuşulur olması, insan vücudunda kanın belli alanda dolaşmasına benzer, nasıl ki kanın gitmediği yerlerde problemler olursa, aynen dinin yaşanmadığı alanlarda da manevi felçler, manaya karşı hissiz insanlar olabilir.

Arapça da hücre oda anlamına gelir. Oda evin en küçük parçasıdır.

Büyük vücudun sıhhati, küçük küçük hücrenin sıhhatine bağlı olduğu gibi, Toplumların da manevi sıhhati toplumun en küçük parçaları olan evlerin, evi oluşturan odaların sıhhatine bağlıdır.

Hayatın hücreden başlaması gibi, bütün dirilişlerde evlerden başlamıştır.

Evler ana rahmi gibi, Rahmanın sevgi pınarlarıdır. İnsan sevgiliyi sevmenin dersini oradan alır.

Rahme benzeyen o evdeki sohbetle alakalı her insan, insan olmaya koşan sperm gibidir.

Nasıl rahimle bağlantısı olmayan sperm atık su olursa, rahmandan bağlantısını koparan bir insanın gerçek anlamda insan olması zordur.

Hocaefendinin tespitlerine baktığımızda Peygamber Efendimiz sas, onun öncesinde Hz. Musa, onlardan sonra, onların izinden giden Ömer bin Abdulaziz, İmam Gazali, İmam Rabbani ve Bediüzzaman Said Nursiler işe hep evden başlamışlar.

Aslında bu başlangıç bütün zamanlara verilen bir mesaj:

Karanlığın en koyulaştığı zamanlarda sığınılan bu evlerde yakılan kandiller geleceği aydınlatmıştır.

Kuranda geçen “beyt” kelimesinin de “gece sığınılan yer” anlamına gelmesi de Kuran’a ait ayrı bir güzellik.

İlgili ayetler geldiğinde konu üzerinde durulacak.

Sohbet-i Canan meclisleri olan evlere Kuran’ın bakışı

Kuran’da içinde ev geçen ayetlere kısaca bakalım.

(YÛNUS suresi 87. ayet) (Resmi:10/İniş:51/Alfabetik:109)
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَن تَبَوَّءَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

“Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele! diye vahyettik. (Yunus 10/87)”

“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;

“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. (Nur 24/36, 37)”

Ayetleri toplu olarak değerlendirdiğimizde şunları görürüz.

Yunus suresi 87. ayet sanki Hz. Musa ve Kardeşinin içinden geçen şu soruya cevap veriyor: Ya Rabbi, zaman zor zaman, Firavun’un zülmü her yeri karartmış. Acaba bu işe nereden başlayalım diye sorduklarında Kuran cevap veriyor.

Evden başlayın. Yani ev açın!

Kuran işe evden başlayın, evlerinizi bir iman atölyesi yapın, her fert geleceğin inşasında bir tuğla olacak. Evler tuğlaları pişiren, hamlıktan olguluğa götüren fırınlar olacak.

Tuğlanın özelliği nedir, sağlam duruşu olan, üzerindeki işin sorumluluğunu taşıyandır.

Ayrıca yapacağı her işi cemaatle yapacağına inanan bir ferttir. Birlik olmadan dirlik olmayacağını bilen, birinin altında, birinin üstünde olmayı problem etmeyen, durduğu yerde sağlam durması gerektiğini bilen bir ferttir tuğla.

Tekrar hazırlanması istenen eve döndüğümüzde, evin en büyük özelliği, evde namazgah olması, namazların hakkını vererek kılınması…

Şimdi Hz. Musa’nın evinden çıkalım, Efendimiz’in çağında ve bütün zamanlara ışık tutan darul erkam evlerine gelelim.

İki evinde ortak bir özelliği var. İkisinde de namaz kılınıyor.

Nur suresinde bu evlerin açılma iznini Allah’tan aldığını, her hangi bir resmiyeti olmadığını öğreniyoruz.

O evlerdeki insanların en büyük özelliği şöyle anlatılıyor.

Ticaret ve alış veriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alı koyamaz. Onları korkutan bir tek şey vardır. Allah’ın huzuruna giderken, O’nun razı olmadığı şeyleri yapan bir insan olarak gitmektir.

Ticaret ve alış veriş kazanma aracıdır. Bu kişilerin en büyük özelliği, kazandığı hiçbir şey onları Allah’tan alıkoyamıyor.

Sohbet-i canan meclisleri, Sevgilinin anıldığı yerlerdir. Oraya gelen insanlar gelirken dünyada ki işlerinden ayrılıp gelirler.

Namaz kazanırken ayrılmaktır, zekatta kazandıktan sonra ayrılmaktır.

Aslında bütün bu ayrılmalar dünyaya bağlanmamak içindir.

Başta demiştik, Sohbet-i Canan sevgiliye bağlanmak sevgilinin sevdiği her şeyi sahiplenmek için bir araya gelmelerin adıdır.

Bu bir araya gelişin önünde en büyük engel nedir, Allah’ın verdiği dünyadır. Bu Sohbetlere gelemeyenlerin önüne geçen dünyadan bir meşguliyettir

İşte namaz bu meşguliyeti aradan çıkarma, zekatta, dünyada Allah ile aramıza girecek her şeye verilen bir göz dağıdır.

Zekat; Allah’ım verdiklerin arasında yolunda veremeyeceğim hiçbir şey yoktur anlamına gelir.

Bu ayetlerin ışığında Sohbet-i Canana baktığımızda, Sohbet-i Canan bir gün ebedi olarak kavuşacağımız sevgiliye, dünyada bizi kavuşturan meclislerdir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
İçinde Sohbet-i Canan yapılan evler

Evi sohbete açmak, sevgiliye kavuşturan sohbetlere vesile olmak, evdeki manevi değerlerin ayakta ve zinde kalmasına yardımcı olacaktır.

İçinde Sohbet-i Canan yapılan evler, bir nevi Allah’ın misafirini ağırlayan evler gibidir.

Zira oraya gelenler “canana” sevgiliye geliyorlar. Elbette Allah’ın sevdiklerini evinde misafir edenleri, onlara ikramda bulunanları, fani evden çıkıp baki eve yani ahirete geldiklerinde onları cennetin en güzel salonlarında karşılaması ümit edilir.

Sohbet yapılan ev, toplumunda dirilişinde ve hep diri kalmasında aktif rol oynayan ev olacaktır. Sohbetin yapıldığı evin sahipleri aktif iyi olmanın, toplum bütünlüğü içinde, bütünün bütünlüğü adına, görevini güzel yapan bir parça olmanın mutluluğun tadacaktır.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Din terzidir, parçaları diker

Elbette din terzi değil ama din terzinin yaptığı işi yapıyor. Bizi bu tespite götüren hadisin açılımını yapalım.

“Efendimiz (sas) Din nasihattır”, buyurdu. Biz de kendisine :

-Kimin için nasihattır? dedik. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’de:

-Allah için, kitabı için, Rasulü için, mü’minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar içindir, buyurdu.

(Müslim, İman 95)

Din kelimesi: borç demektir. Nasihat kelimesinin sözlüklerde iki anlamı var, biri samimiyet, diğeri de elbiseyi dikmek.

İki mana da hadisin açılımına yakışıyor. Biz ikisini birleştirerek hadise bir anlam verelim.

Araplar nasihat edene “nâsih” dedikleri gibi terziye de “nâsih” derler. Terzi elbisenin parçalarını dikendir.

Dine borç dediğimizde, Din borçluyla alacaklıyı bir birine diker.

Allah ile insanı dikerek birbirine bağlar. Aklın görünenle görünmeyen arasında bağlantı kuran bir yetenek olduğunu hatırladığımızda, Üstadımızın “iman bir intisaptır” yani bağlantıdır sözünü hatırladığımızda, Dinin insanı Allah’a dikerek bağladığını, insanı peygamberlere as bağladığını, insanı Kuran’a bağladığını, bütün bu dikişlerden sonra, dinin Müslümanları birbirine bağladığını çok rahat söyleyebiliriz.

Burada dinin samimiyet manası da devreye girer ve samimiyet olmadan sağlam bir bağlantı olamayacağını bize hatırlatır.

Ayrıca Kuran’da Tahrim suresi 8. ayetinde “Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin” diye buyurur.

Burada tevbenin adı Nasuh tevbesidir. Tövbe günahtan dönmektir. Günah bağlantının, yani insan ile din arasındaki dikişlerin ara sıra kopmasıdır. Tevbeyi Nasuh, günahla yırtılan yerlerin samimi bir şekilde dikilmesi manasına gelir.

Evet, toplarsak Din nasihattır. Kişiyi Allah yani sevgiliye canana bağlar.

Sohbet-i canan da bu bağlantının en yoğun yaşandığı yerdir.
 

teblið

Vefasýz
İçinde Sohbet-i Canan yapılan evler

Evi sohbete açmak, sevgiliye kavuşturan sohbetlere vesile olmak, evdeki manevi değerlerin ayakta ve zinde kalmasına yardımcı olacaktır.

İçinde Sohbet-i Canan yapılan evler, bir nevi Allah’ın misafirini ağırlayan evler gibidir.

Zira oraya gelenler “canana” sevgiliye geliyorlar. Elbette Allah’ın sevdiklerini evinde misafir edenleri, onlara ikramda bulunanları, fani evden çıkıp baki eve yani ahirete geldiklerinde onları cennetin en güzel salonlarında karşılaması ümit edilir.

Sohbet yapılan ev, toplumunda dirilişinde ve hep diri kalmasında aktif rol oynayan ev olacaktır. Sohbetin yapıldığı evin sahipleri aktif iyi olmanın, toplum bütünlüğü içinde, bütünün bütünlüğü adına, görevini güzel yapan bir parça olmanın mutluluğun tadacaktır.

Güzel bir tesbit ,güzel bir konu maş;sağol hocam..

Bu konuyu okurken hz Erkamın (ra) evi aklıma geldi;Efendimiz'in (sav) sayılı sahabelerle gizli gizli buluşup ders yaptığı o nazenin Erkamın evi;
Ve şu asırda bile sohbet evleri bir nevii Erkamın evinin bir şubesidir aslında;
 
Üst