Bediüzzaman'a Göre Tevekkül

FaKiR

Meþveret Bþk.

54.jpg


Tevekkül, Tevhid Dîni olan İslâmiyet’in en çok önem verdiği ahlâkî değerlerden birisidir. Kur’ân “Allah’a tevekkül et; Vekîl olarak Allah yeter” buyurur.1

Allah’a îman eden, Allah’a teslim olur, boyun eğer, tevekkül eder, her işinde Allah’a güvenir, her sıkıntısında Allah’a ilticâ eder, her hâlinde Allah’a sığınır.

Üstad Bediüzzaman bunu, “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktizâ eder” cümlesiyle formüle etmiştir.2

Tevekkül, bir işte gerekli terbirleri aldıktan sonra, başarı için yapabileceğimizi yaptıktan sonra, gücümüzü aşan meselelerde Allah’a güvenmek demektir.

Gücümüz dahilinde olan şeyleri yapmamız, bizim için vazifedir ve bu tevekkülün gereğidir.

Nitekim Bedîüzzaman’ın dilinde, “Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir.” Yâni, sebepler Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin bir perdesi bilinecek ve sebeplere riâyet edilecektir.
Fakat bu riâyet bir nevî fiilî duâ olarak görülecek; sebeplerle gelen netîceler doğrudan Cenâb-ı Hak’tan bilinecek ve O’na minnettâr olunacaktır. Bir diğer ifâdeyle sebeplere müracaat olunacak, ancak sebeplere minnet edilmeyecektir.3

Bu yaklaşım Kur’ân’ın, “Öyleyse bir işi bitirince, diğerine giriş”4 âyeti ile “İnsan için ancak çalıştığı kadarı vardır”5 âyetinin de tefsîri mâhiyetindedir. Çünkü mü’minden mutlak tevekkül isteyen Kur’ân, mü’minin boş durmasını ve çalışmamasını da aslâ onaylamaz.

Yani Kur’ân nazarında mü’min hem çalışacak, bir işi bitirince hemen bir diğerine girişecek; hem de muhakkak Allah’a tevekkül edecek, Allah’ı kendisine Vekîl tayin edecek. Ve bu iki zıt gibi görünen mânâyı doğru ve düzgün bir çizgide birleştirecek.

Kur’ân’ın bu iki emrini Said Nursî Hazretleri, “Tertib-i mukaddemâtta tefvîz, tembelliktir. Terettüb-i netîcede tevekküldür. Semere-i sa’yine ve kısmetine rızâ kanaattir. Meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcûda iktifâ dûn-himmetliktir”6 sözüyle birleştirir.

Tefvîz sözlükte, işi birisine havâle etmek, birisine bırakmak demektir. Bir iş, plânlama ve icraat aşamasında havâleciliğe kurban edilmemelidir. Allah’a tevekkül edilmeli; ancak gücümüz dâhilinde olan işin bizzat yönetimi ve idaresi tarafımızdan yapılmalıdır.

Başlangıçtaki bu tefvîz, yani havâlecilik, Allah’a güvenme âdâbına da ters düşer ve tam bir tembellik olur. Tembellik eden, başarısızlık tokadı yer.

İslâm âleminin bu gün içinde bulunduğu bu sefâletin, bu geri kalmışlığın ve bu üçüncü dünyâ ülkesi görüntüsünün sebebi, farkında olunarak veya olunmayarak gönüllere çöreklenen bu tefvîzden, bu yanlış tevekkül anlayışından başka bir şey değildir. Müslümanların daha başlangıçta işi Allah’a bırakmaları ve kendileri ilerleme ve ileri devletleri geçme adına tek bir irâde bile göstermemeleri üzerine “medeniyette geri kalma” tokadı yemeyi hak ettikleri söylenemez mi? Müslüman olmayan muhtelif toplumlarınsa işi sağlam tutarak, işe gerekli önemi vermeleri ve büyük bir özveri ile işe sarılmaları, ilerleyişlerinin arka plânında yatan yaklaşım olarak teslim edilemez mi?

Çünkü Allah’ın açık beyânı ve taahhüdü vardır. Bu konuda kişinin veya toplumların Müslüman olması veya olmaması meseleyi değiştirmez; bu konuda herkesin çalışması önemlidir. Herkes çalıştığı kadar muvaffak olacaktır. Bu, dünya için de böyle, âhiret için de böyledir.

Plân ve icraatta elinden gelen özen ve özveri gösterildikten sonra, bu çalışma üzerine alınan neticeyi Allah’tan bilmek ve sonucu Allah’a bırakmak, çalışmasının sonucuna ve kısmetine razı olmak ise tevekkülün ve kanaatin ta kendisidir. Bu noktada tevekkül ve kanaat çalışma şevkini ve meylini artırır.

Çünkü verenin Allah olduğu, çalışması gerekenin de “biz” olduğumuz gerçeğini iyi kavrarsak, işi bir ibadet titizliği içinde yaparız. Ve Allah’ın izniyle başarılı oluruz. Çünkü böylece işe bir “salih amel” hüviyeti kazandırmış oluruz.

Cenâb-ı Hakk’ın salih amellerde en az “bire on” vaadi bulunduğunu unutmaz ve ibadetlerde olduğu gibi, iş hayatında da bunu arkamıza alabilirsek, Müslüman olarak yerküreden uzayın derinliklerine kadar büyük bir keşif, kerâmet ve ilerleme sahası önümüze açılmaz mı?

Böylece tevekkül ve kanaati doğru anlamanın ne denli büyük bir hazine olduğunu, bizzat görerek ve yaşayarak teslim etme imkânına da kavuşmuş oluruz.
Dipnotlar:
1- Ahzâb Sûresi, 33/3.
2- Sözler, S. 284.
3-a.g.e., s. 284.
4- İnşirâh Sûresi, 94/7.
5- Necm Sûresi, 53/39.
6- Mektûbât, S. 461.
Süleyman KÖSMENE​


yeniirmak_138_Kucuk.jpg
 

Sirac

Well-known member
Tevekkül demişken bu zamanda oldukça sirayet etmiş bir hastalık geldi aklıma. Bayanlarıın "ayaklarımız üstüne durmamız lazım. Dünyada başımıza ne geldiği belli olmuyor. Yarın evlenip boşanacak olursan başkasına muhtaç olma" gibi acaipten sözler dolaşıyor. Bunun Müslümanca tevekkülde yeri nedir?
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Tevekkül demişken bu zamanda oldukça sirayet etmiş bir hastalık geldi aklıma. Bayanlarıın "ayaklarımız üstüne durmamız lazım. Dünyada başımıza ne geldiği belli olmuyor. Yarın evlenip boşanacak olursan başkasına muhtaç olma" gibi acaipten sözler dolaşıyor. Bunun Müslümanca tevekkülde yeri nedir?

Tevekkül hiçbirşey yapmadan Allaha sığınma demek değildir . Tevekkül elinden geleni yapmak sonrasını Allaha bırakmakdır. Bazı bayan kardeşlerimiz o sözü gafilane sölemiş olabilir ama bu tevekkülden ziyade dünyaya bakıyor. Hakiki manada düşünülür ise sen rızkını kazanmak için çalısırsın ama rızkı Allahtan istersin..
 

Gül-i İkra

Well-known member
Tevekkül demişken bu zamanda oldukça sirayet etmiş bir hastalık geldi aklıma. Bayanlarıın "ayaklarımız üstüne durmamız lazım. Dünyada başımıza ne geldiği belli olmuyor. Yarın evlenip boşanacak olursan başkasına muhtaç olma" gibi acaipten sözler dolaşıyor. Bunun Müslümanca tevekkülde yeri nedir?
Tevekkül burada geçerli olmadığını düşünüyorum. Aslında acaip söz değil kardeşim. Gerçekler..
 

Sirac

Well-known member
Bunu demekteki maksadları şu "kadın her halû kârda çalışmalı! Kendi istediklerini alabilirsin o zaman."
Daha bugün bir kardeşim bunları dedi de afalladım yani.Zaten evli olan bir bayanın ihtiyaçlarını kocası karşılamak zorunda değil mi?
 

Sirac

Well-known member
Bunu diyen imam hatip mezunu ve Nur talebesi değil Abi. :) Yeni devrin müslüman feministiyle konuşuyorum sandıım bir ara. Sanki kılıç kalkan kuşanmış "hayat mücadeledir"e inanmış savaş meydanındaymış gibi bir hal hissettim onda. Allah'a gerçekten inanmış ve tevekkül etmiş biri rızkımıza vekil olduğunu da bilmesi lazım değil mi?
 

yunus44

Active member
Kızlarım, hemşirelerim,

Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye, yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o biçare zaifeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevi, muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer'an "küfüv" tâbir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer'iye nazara alınmadığından, hayatı daima azap içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbat olur.

İşte bu izdivaca sevk eden üç sebep var
.......

İkincisi: Fıtraten kadın, zaafı için maişet noktasında bir yardımcıya muhtaçtır. O ihtiyaç için şimdiki terbiye-i İslâmiyeden ders almayan, serseriliğe, tahakküme alışanlardan o küçük bir iaşesi hatırı için tahakkümler altına girip riyakârâne kocasının rızasını tahsil etmek yolunda hayat-ı dünyeviye ve uhreviyesinin medarı olan ubudiyetini ve ahlâkını bozmak bedeline, köy kadınları gibi kendi nafakasını kendi çalışmasıyla kazanmak, on defa daha kolaydır. Rezzak-ı Hakikî çocukların rızkını sütle verdiği gibi, onların da rızkını o Hâlık-ı Rahîm veriyor. O rızık hatırı için namazsız ve ahlâkını kaybetmiş bir zevci aramak, riyakârâne çalışıp tahakkümü altına girmek, elbette Nur talebesinin kârı değil.

Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 46
 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bihi Nesteinu


Mahiyet ve istidat itibarı ile herşey ilme bağlıdır..

Esbaba (mana-i harfi ile) Müracaat bir nev-i fiili duadır.

Mesleğimiz SAHABE ra hın mesleğidir veya cilvesidir..
Ashab r.a esbaba müracaat eder NETİCELERİ İSE SADECE VE SADECE ALLAHTAN BİLİRMİŞ..İşleridiği esbabdan bilmezmiş.

İman tevhidi : Allaha iman ettikten sonra her işin başı sonu içi dışı nesi varsa ne varsa hepsi Allahın tasarrufundadır.Allah ADETULLAHI GEREĞİ SÜNNETULLAHINA İTTİBA EDİLMESİNİ BİZLERDEN İSTEMİŞTİR.İşte bu tevhid ile..

Tevhid Teslimi : Yani Allaha İman ettik herşey onun tahtı tasarrufunda bildik o zaman onun KAİNATTA ,DÜNYADA İCRA ETTİĞİ ADETULLAHINA EN UYGUN YAŞAMIN ONUN KULLARINA SEÇTİĞİ DİN OLDUĞUNU BİİLİP DİNİN EMİRLERİNE TESLİM İLE İTAAT GEREKTİR..Teslim oldktan sonra..

Teslim Tevekkülü : yani her ne iş olursa sen Dininin ve ADETULLAHIN gereğini yerine getir her işin başında ve içinde işlerken ve sonunda daim Allaha tevekkül et, velev istediğin netice olmasada sen gine ona tevekkül et ve bilki Onun istediği hayatı yaşarken başına ne gelse tevekkül o işi sana kolay kıldığı gibi seni RAZI OLUNAN KULLAR ARASINA GÖTÜRÜR..Yani..

Tevekkül Saadeti dareyni İktiza eder: İşte bu hal üzre olan, Tariki hakta mücahade eden ve kendi vazifesini yapan kul olur ki özellikle 8 adet sözlerde anlatılan SAĞ YOLUN YOLCUSU OLUR VE Risale-i nurdan HAKİKAT MESLEĞİNİN İLMİ İLE AMİL OLUR..

Yalnız Dikkat etmek gerkirki: Risale-i Nur talebelerinin her işi nurlardan olsa gerek ve hayatının 1.dereceden işi Allah, ahiret, din olmalı ..
Dünya ve digerler,ide helal dairesinde onların hifası için 2.3. dereceden olmalıdır. yani Dünyalık iş ile ahiret işin çakıştımı, SEN DİNDEN OLANI AL, DÜNYALIK OLANI ''Hasbunalahi ve nimel vekil'' de sahibi hakikisine havale et.

Bir mes'ele daha var cidden ehemmiyetlidir:
Müslümanların hali hazırdaki halleri çalışmamaktan değildir ,dünya işlerini bilmediklerinde de değildir. Ahiret işlerini aksatmalarından dindeki lakaydlıklardandır diye Risale-i nurda anlatılır hatta osmanlının o harblerdeki hali dahi bunda misal olur.Hem ehli iman dünyada seyyielerinin cezasını görür, ehli küfür amellerinin mükafatını görür..

her kim her hangi işi yapmak ve başarmak isterse evvela onon İLMİNŞİ TAHSİL ETMELİDİR.. Sonra hırs göstermeden, tembellik etmeden sabır ile ANIN LAZIMINI YAPMALIDIR.. Bu ve emsali her dua bir mani olmassa makduldur ve neticelendirilir ginede ALLAH İSTEDİĞİNİ VERİR VE İNŞAA EDER..Her şeyin hayrlısını her daim istemek gerekki, her şeyin hayrlısı, dindedir a.s.m mın hayatına ittibadadır helal dairesindedir..

Hulasa : Biz ehli imandan yana, dine sarılıp, dini sıkı tutmak, dünyayıda din adına ve esma namına, Allah hesabına helal dairede kullanak olursa, İSLAMİYYETİN O MUAZZAM GÜNLERİ İÇİNDE,YAŞANTISI İÇİNDE KENDİMİZİ GÖRÜR VE BULURUZ iNŞAALLAH..

 

memluk

Hatim Sorumlusu
Tevekkül, sözlükte “birisini vekil edinmek, işini ona bırakmak,, işi başkasına ısmarlamak” gibi manalara gelir. Kavram olarak ise tevekkül,“Bir sonuca alaşmak için gerekli olan sebeplere teşebbüs ettikten sonra başarıyı Allah’dan beklemek, Onun takdirine razı olmak.” demektir.

Müslümanın tevekkül anlayışını en veciz biçimde ifade eden şu Hadis-i Şerifi beraber okuyalım: “Çalışmak âdetim, tevekkül hâlimdir.”

Ve Risale-i Nur’da geçen özlü bir tevekkül tarifi: “Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.” (Sözler)

Müslüman, dünya hayatını daha güzel imkanlarla ve daha rahat bir şekilde geçirmek için gerekli sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunu da çok iyi bilir ki, "Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır.” Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
 

bizar

Well-known member
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İmanınız varsa, Allah’a tevekkül ediniz!) [Maide 23]

(Tevekkül edene, Allah kâfidir) [Talak 3]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı) [Tirmizi]


Hz İbrahim’in, mancınıkla ateşe atılırken, Hasbiyallah ve ni’mel vekil dediği hadis-i şerifle bildirilmiştir [Bana Allah’ım yetişir, O ne iyi vekil, ne iyi yardımcı demektir] Ateşe düşerken Hz Cebrail gelip, “Bir dileğin var mı?” diye sorunca, “Var, fakat sana değil” diyerek sözünün eri olduğunu gösterdi Bunun için âyet-i kerimede, (Sözünün eri olan İbrahim) diye övüldü (Necm 37)


Tevekkül, kalb işidir, imandan meydana gelir Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman etmekle hasıl olur Bu hâl, kalbin vekile itimat etmesi, güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir Böyle bir insan dünya malına gönül bağlamaz Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez Rızkından endişe etmez Mesela, iftiraya uğrayan biri, mahkemeye düşünce kendine bir avukat tutar Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder 1- Avukatı, ona yaptıkları iftirayı iyi bilir 2- Avukatı doğruyu söylemekten korkmaz 3- Avukatın bunu canla başla savunacağına inanır Avukatına böyle inanır, güvenirse kendi ayrıca uğraşmaz (Allah bize yetişir O ne iyi vekildir) âyetini iyi anlayıp, “Rızık takdir edilmiş, vakti gelince bana yetişir” der Demek ki, çalışmadan tevekkül dinimizde yoktur


Tevekkül ve sebepler
M Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur Tesir etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allahü teâlâya asi olur Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti Meşveret de, sebebe yapışmaktır


Meşveretten sonra tevekkülü emretti Ahiret işlerinde tevekkül olamaz, çalışmak emrolundu Burada, azabından korkmak ve merhametinden ümitli olmak gerekir Allahü teâlânın keremine, ihsanına güvenmeli ve emrolunan ibadetleri yapmalı, yasak edilenlerden sakınmalıdır! Tevekkül budur ve kulluk böyle olur (1/182)
Bir âyet meali:
(Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez Size yardım etmezse, kimse yardım edemez O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler!) [Al-i İmran 159,160]


Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir Bundan başka egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir
Bu âyet, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor Demek ki her müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir Tevekkül bir zaaf değil, bir kuvvettir Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]


Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir Bir müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için münasip gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur Böyle yapmak büyük günahtır Bir âyet meali:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak [ihlas ile] yaptığı işler [ahirette] fayda verir) [Necm 39]


İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler İşte kısmet budur Kısmet aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır (Ben vazifemi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]

Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir
 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bihi Nesteinu

Bu konuya baktıkca ve yazılanları ve yazdıklarımızı okudukca daha net olarak görüyoruzki, bu konuda ve diger konularda bizler, Bize Göre, Bizim anladığımız kadarı ile,anladığımızı ifade ediyoruz, Bediüzzaman(r.a)hın tevekkülünü anlamak ve anlatabilmek..!!

Bediüzzaman (r.a) hın tevekkül mertebesininden anladıklarımızı anlatıp, biz bu kadarını anladık değip, hayran hayran okuyup, hayalen ve hissen Üstadı ve tevekkülünü anlamak için (r.a) ardın sıra gidelim nasib olduğu kadar ilerilere inşaallah..
 

elfaz

Well-known member
Teoriksel bir kaç cihet...

Allah'a güven ve itimat ile başlayıp, kalben beşerî güç ve kuvvetten teberri kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz'a havale edip vicdânen itimad-ı tâmmeye ulaşma ile sona eren âlem-i emre ait ahvâl veya rûhanî seyrin mebdeine "tevekkül", iki adım ötesine "teslim", bir tur ilerisine "tefviz" ve müntehâsına da "sika" denir.

Misal:

"Eğer Cenâb-ı Hakk'a lâyıkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizi, sabah yuvasından aç ayrılıp, akşam tok olarak dönen kuşların beslendiği gibi rızıklandırırdı."Bu peygamberâne sözden herkes seviyesine göre bir şeyler anlar:

1. Avam, bundan Hz. Mevlânâ'nın hadis iktibaslı:

"Evet, tevekkül her ne kadar rehber ise de, sebeplere riâyet de Peygamber sünnetidir. Hz. Peygamber (huzuruna girip de: 'Devemi bağlayayım mı, yoksa tevekkül mü edeyim?' diyen bedeviye) yüksek sesle, 'Devenin dizine ipini vur, öyle tevekkül eyle!' dedi" beyânı çizgisinde herkese açık Allah'a itimat mânâsına anlar ki: Tevekkül edecekler başkasına değil, sadece ve sadece Allah'a güvenip dayansınlar." âyeti buna işaret eder.

2. Hayatını kalb ve ruhun yamaçlarında sürdürenler ise bundan, kendi havl ve kuvvetlerinden teberri ile Allah'ın havl ve kuvvetine teslim olup, gassâlin elindeki meyyit hâline gelmeyi anlarlar ki:

"Gerçek mü'minler iseniz Allah'a itimad-ı tâmme içinde bulunun!" fermanı bunu ihtar eder.

3. Fenâfillâh ve bekâbillah zirvelerinde dolaşanlara gelince, bunlar Hz. İbrahim gibi ateşe atılırken bile deyip, "Cenâb-ı Hakk'ın benim hâlimi bilmesi, benim bir şey istememe ihtiyaç bırakmamıştır." tefvizi veya İnsanlığın İftihar Tablosu gibi, düşman gölgelerinin mağaranın içine düştüğü ve herkese ürperti veren tehditlerinin Sevr'in duvarlarına çarpıp yankılandığı esnada bile, fevkalâde bir güven ve emniyet içinde: "Tasalanma, Allah bizimle beraberdir!" sözleriyle ifade edilen sikayı anlarlar ki: "Kim Allah'a tefviz-i umûr ederse O, ona kâfidir. beyânı da bu gerçeği hatırlatır.

Tefviz en yüksek mertebe, sika en âlî makamdır. Bu mertebeyi tutan ve bu makamın hakkını veren, sadece aklıyla, mantığıyla, inançlarıyla değil, bütün zâhir ve bâtın duygularıyla Hakk'ın emir ve iş'ârlarında erir ve O'na bir mir'ât-ı mücellâ olur ki, mertebeler üstü bu mertebenin kendine göre bir kısım emâreleri de vardır:

1. Tedbiri takdir içinde görüp sükûnet bulmak,
2. İradesini gerçek iradenin gölgesi bilip asla yönelmek,
3. Kahrı, lütfu aynı görüp bütün benliğiyle kazaya rızâ göstermek..
bunlardan bazılarıdır.
 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bih Nesteinu

Risale-i nur mesleğinde anlatılan ve Risalet-i nur talebelerinin anlayıp anlatmak istediği ve yaşadığı,yaşaması gereken ve yaşamak istediği tevekkül :
17.söz farisi fıkralardan:
O çare ise cüz-i ihtiyariden vaz geçip hakikati tevekküle yapışmaktır.. yani: hangi iş olursa olsun, sen tercihini kullanma yani ihtiyarından secme hakkından vaz geçip o işte, Allah'ın, dinin, kur'anın, sünnetin, sana o mes'elde gösterdiğini, fiili dua şuuru ile, emre imtisal ederek, ifa etmeği, alır ve tatbik edersin.

Hem 26.söz olan Kader Risalesinde kulun mesuliyeti cüz-i ihtiyardan, iradedendir ri alır.. 1. sözde ki Bismillah sırrı ile beraber, bismillah ile hareket eden, askere kaydolan, asker gibi, vazife alır ve vazifeyi ifa eder, vazife ise şeriatı fıtriyeye ittiba, şeriatı ahmediyyeyi(s.a.v) ihya ve icra ile adetullahın gerekleri ile kulluğu ifa ederlerken, her bir esbabı, ilmin, esmanın, bir mertebede, bir perdesi bilir ve yine bilirki, mahiyet ve istidat itibarı ile ilme bağlıdır.

İlim ise malume tabidir. Buda demektirki hangi ilmin, hangi mertebesinde, iş görüyor isen, o anın ve ilmin lazımını yapmak, o ilmin ve işin (amelin) mesleki farzı veya vacibi veya sünnetidir..


Tevekkül fiili duanı,n kalbi ve kali duanın, içinde saklı olan, işi ifa ederken, başlarken, işlerken, her merhalesini, Allahın inşa ettiğinin şuurunda olarak, huzurda, kulluğun ifası, emre imtisalin ta kendisi olduğundandırki :iman tevhidi, tevhid teslimi,teslim tevekkülü.. diye sıralanırken teslimiyetten sonra tevekkül denmiş, teslim olanın tevekkülü emre itaatir, oda ihlasın daisidir denebilir..

Hacı Hulusi efendi(k.s) demiş : anlatmak ve söylemek (yazmak) kolaydır ,yaşamak zordur..
Allah bizlere Rahimiyyeti ile Risale-i nur ve Risalet-i Nur lara hakkı ile talebe olmup, o ilimleri tahsil etmeği ve gerekleri ile amel etmeği ve hakiki tevekkül ile ihlasınıda birlikte, ihsanı ile ikram ede amin amin amin..
 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bihi Nesteinu

Ya Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman (çare) aramak için cihat-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim..


..O çare ise şudur ki: O cüz'-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk'ın havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz'-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.

senin inayetin, acz u za'fıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr u ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.

Evet, herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz'-i ihtiyarına itimad etmez; rahmeti bırakıp ona müracaat etmez...
17.söz kalbe farisi tahattur eden fıkralardan)
 
Üst