osmanlıca ikinci lema

Garib

Well-known member
ايكنجى لمعه
بِسْمِ اﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
صبر قهرمانى حضرتِ أيوب عليه السلامڭ شو مناجاتى، هم مجرّب، هم تأثيرليدر. فقط آيتدن إقتباس صورتنده بزلر مناجاتمزده {رَبِّ اَِنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ} ديمه***لى***يز. حضرتِ أيوب عليه السلامڭ مشهور قصّه***سنڭ خلاصه***سى شودر كه:
پك چوق ياره، بره ايچنده أپى مدّت قالديغى حالده، او خسته***لغڭ عظيم مكافاتنى دوشونه***رك كمالِ صبر ايله تحمّل ايدوب قالمش. صوڭره ياره***لرندن تولّد ايدن قوردلر، قلبنه و ديلنه ايليشديگى زمان، ذكر و معرفتِ إلٰهيه***نڭ محللرى اولان قلب و لساننه ايليشدكلرى ايچون، او وظيفۀِ عبوديته خلل گلير دوشونجه***سيله كندى إستراحتى ايچون دگل، بلكه عبوديتِ إلٰهيه ايچون ديمش: ”يا ربّ! ضرر بڭا طوقوندى، لسانًا ذكريمه و قلبًا عبوديتمه خلل ويرييور.“ دييه مناجات ايدوب، جنابِ حق او خالص و صافى، غرضسز، ِﷲ ايچون او مناجاتى غايت خارقه بر صورتده قبول ايتمش. كمالِ عافيتنى إحسان ايدوب أنواعِ مرحمتنه مظهر أيله***مش. ايشته بو لمعه***ده ”بش نكته“ وار.

برنجى نكته: حضرتِ أيوب عليه السلامڭ ظاهرى ياره خسته***لقلرينڭ مقابلى، بزم باطنى و روحى و قلبى خسته***لقلريمز واردر. ايچ طيشه، طيش ايچه بر چوريلسه***ك، حضرتِ أيوبدن داها زياده ياره***لى و خسته***لقلى گورونه***جگز. چونكه ايشلديگمز هر بر گناه، قفامزه گيرن هر بر شبهه، قلب و روحمزه ياره***لر آچار. حضرتِ أيوب عليه السلامڭ ياره***لرى، قيصه***جق حياتِ دنيويه***سنى تهديد ايدييوردى. بزم معنوى ياره***لريمز، پك اوزون اولان حياتِ أبديه***مزى تهديد ايدييور. او مناجاتِ أيوبيه***يه، او حضرتدن بيڭ دفعه داها زياده محتاجز. باخصوص ناصلكه او حضرتڭ ياره***لرندن نشئت ايدن قوردلر، قلب و لساننه ايليشمشلر؛ اويله ده؛ بزلرى، گناهلردن گلن ياره***لر و ياره***لردن حاصل اولان وسوسه***لر، شبهه***لر (نَعُوذُ بِاﷲ) محلِّ ايمان اولان باطنِ قلبه ايليشوب ايمانى زده***لر و ايمانڭ ترجمانى اولان لسانڭ ذوقِ روحانيسنه ايليشوب ذكردن نفرتكارانه اوزاقلاشديره***رق صوصديرييورلر.
أوت گناه قلبه ايشله***يوب، سياهلانديره سياهلانديره تا نورِ ايمانى چيقارنجه***يه قدر قاتيلاشديرييور. هر بر گناه ايچنده كفره گيده***جك بر يول وار. او گناه إستغفار ايله چابوق إمحا ايديلمزسه، قورد دگل، بلكه كوچك بر معنوى ييلان اولارق قلبى ايصيرييور.
مثلا: اوتانديره***جق بر گناهى گيزلى ايشله***ين بر آدم، باشقه***سنڭ إطّلاعندن چوق حجاب ايتديگى زمان، ملائكه و روحانياتڭ وجودى اوڭا چوق آغير گلييور. كوچك بر أماره ايله اونلرى إنكار ايتمك آرزو ايدييور.
هم مثلا: جهنّم عذابنى إنتاج ايدن بيوك بر گناهى ايشله***ين بر آدم، جهنّمڭ تهديداتنى ايشيتدكجه إستغفار ايله اوڭا قارشى سپر آلمازسه، بتون روحيله جهنّمڭ عدمنى آرزو ايتديگندن، كوچك بر أماره و بر شبهه، جهنّمڭ إنكارينه جسارت ويرييور.

هم مثلا: فرض نمازينى قيلميان و وظيفۀِ عبوديتى يرينه گتيرمه***ين بر آدمڭ كوچك بر آمرندن كوچك بر وظيفه***سزلك يوزندن آلديغى تكديردن متأثّر اولان او آدم، سلطانِ أزل و أبدڭ مكرّر أمرلرينه قارشى فرضنده ياپديغى بر تنبللك، بيوك بر صيقنتى ويرييور و او صيقنتيدن آرزو ايدييور و معنًا دييور كه: ”كاشكه او وظيفۀِ عبوديتى بولونماسه ايدى.“ و بو آرزودن بر معنوى عداوتِ إلٰهيه***يى إشمام ايدن بر إنكار آرزوسى اويانير. بر شبهه، وجودِ إلٰهيه***يه دائر قلبه گلسه، قطعى بر دليل گبى اوڭا ياپيشمغه مَيل ايدر. بيوك بر هلاكت قپوسى اوڭا آچيلير. او بدبخت بيلمييور كه: إنكار واسطه***سيله، غايت جزئى بر صيقنتى وظيفۀِ عبوديتدن گلمگه مقابل، إنكارده ميليونلر ايله او صيقنتيدن داها مدهش معنوى صيقنتيلره كندينى هدف ايدر. سينگڭ ايصيرماسندن قاچوب، ييلانڭ ايصيرماسنى قبول ايدر. و هكذا.. بو اوچ مثاله قياس ايديلسين كه {بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ} سرّى آڭلاشيلسين.
ايكنجى نكته: يگرمى آلتنجى سوزده سرِّ قدره دائر بيان ايديلديگى گبى، مصيبت و خسته***لقلرده إنسانلرڭ شكوايه اوچ وجهله حقلرى يوقدر.
برنجى وجه: جنابِ حق، إنسانه گيديرديگى وجود لباسنى صنعتنه مظهر ايدييور. إنسانى بر موده***ل ياپمش، او وجود لباسنى او موده***ل اوستنده كسر، بيچر، تبديل ايدر، تغيير ايدر؛ مختلف أسماسنڭ جلوه***سنى گوسترر. شافى إسمى خسته***لغى ايستديگى گبى، رزّاق إسمى ده آجلغى إقتضا ايدييور. و هكذا... {مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاءُ}
...............................................................................
İkinci Lem’a
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
اِذْ نَادَى رَبَّهُ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Sabır kahramanı Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın şu münacatı, hem mücerreb, hem tesirlidir. Fakat âyetten iktibas suretinde bizler münacatımızda رَبِّ اَِنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ demeliyiz. Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:
Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfatını düşünerek kemal-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlahiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil, belki ubudiyet-i İlahiye için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor.” diye münacat edip, Cenab-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillah için o münacatı gayet hârika bir surette kabul etmiş. Kemal-i âfiyetini ihsan edip enva’-ı merhametine mazhar eylemiş. İşte bu Lem’ada “Beş Nükte” var.
BİRİNCİ NÜKTE: Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar.

Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman, melaike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor.
Hem meselâ: Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem’in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa, bütün ruhuyla Cehennem’in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şübhe, Cehennem’in inkârına cesaret veriyor.
Hem meselâ: Farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: “Keşki o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi.” Ve bu arzudan bir manevî adavet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş manevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hâkeza.. bu üç misale kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın.
İKİNCİ NÜKTE: Yirmialtıncı Söz’de sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda insanların şekvaya üç vecihle hakları yoktur.
Birinci Vecih: Cenab-ı Hak, insana giydirdiği vücud libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor. Ve hâkeza… مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاءُ
İkinci Vecih: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.

Üçüncü Vecih: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir; lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir; hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati, birgün ibadet hükmüne getirdiğinden şekva değil, şükretmek gerektir. Evet ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za’fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hâfız Ahmed isminde bir zâtın müdhiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası birgün ibadet hükmüne geçiyor.” Zâten o zât sabır içinde şükrediyordu.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bir-iki Söz’de beyan ettiğimiz gibi: Her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya “ah” veya “oh” gelir. Yani ya teessüf eder, ya “Elhamdülillah” der. Teessüfü dedirten, eski zamanın lezaizinin zeval ve firakından neş’et eden manevî elemlerdir. Çünki zeval-i lezzet elemdir. Bazan muvakkat bir lezzet, daimî elem verir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor. Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâmın zevalinden neş’et eden manevî ve daimî lezzet, “Elhamdülillah” dedirtir. Bu fıtrî haletle beraber, musibetlerin neticesi olan sevab ve mükâfat-ı uhreviye ve kısa ömrü, musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse sabırdan ziyade, şükreder. “Elhamdülillahi alâküllihal sive-l küfri ve-d dalal” demesi iktiza eder. Meşhur bir söz var ki: “Musibet zamanı uzundur.” Evet musibet zamanı uzundur. Fakat örf-ü nâsta zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, belki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiği için uzundur.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Yirmibirinci Söz’ün birinci makamında beyan edildiği gibi: Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Çünki geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilakis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes’ud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak, divaneliktir. Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatını selbediyor.
 
Üst