Üstad Müçtehit midir?

mihrimah

Well-known member
Müçtehit, Kur’an ve sünnet içinde avam insanların göremediği işari ve hafi hükümleri çıkarıp izhar edebilecek kuvvetteki alimlere denir. İlmin zirvesi, müçtehitlik makamıdır. Müçtehitlik makamına ulaşmak için bir çok ilimde derinleşmek ve vakıf olmak gerekir.

Bu ilimlerden bazılarını örnek olarak başlıklar halinde verelim.

Fıtri Müsaitlik: İçtihat gibi bir makama ulaşmak için, insanın hafıza ve zeka durumunun çok üstün ve mükemmel olması gerekir. Hafıza ve zekası normal ve normalin altında olması, içtihat için yeterli değildir. Bu da Allah’ın bir inayet ve ikramı nevinden bazı insanlara hususi bir tecellisidir. Üstad'ın hafıza ve zeka durumunun içtihat seviyesinde olduğunu dost ve düşman herkes kabul etmiştir.

Arabiyat: Arapçanın bütün aksamına vakıf olmak. Zira Kur'an ve Sünnetin orijinal dili Arapçadır. İmam Azam sırf Arapça’da derinleşebilmek için iki yıl Arapça’yı fasih konuşan bedeviler içinde kalmıştır. Üstad'ın Arapça’ya ne denli vakıf ve hakim olduğunu İşaratü'l-İ'caz adlı eserinden okumak mümkündür.

Esbab-ı Nüzul: Ayetlerin iniş sebebini inceleyen ilim dalıdır. Bir ayetin sağlam ve sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi, ancak o ayetin hangi sebep ve olay üzerine indiğinin bilinmesi ile mümkündür. Bu yüzden içtihat şartlarından bir tanesi de bu ilim dalıdır.

Amm-Hass İlmi: Ayet ve hadislerin, genel mi özel mi olduğunu inceleyen bir ilim dalıdır. Bu ilmi bilmeyen birisi, hususi hüküm ifade eden bir ayeti genelleştirerek, insanları zora sokabilir. Ya da umumiyet gerektiren bir ayeti daraltarak, Allah’ın emrini tahrif edebilir. Üstat Risale-i Nur'un çok yerlerinde bu hususiyete işaret eder.

Hadis İlmi: Kur'an-ı Kerim'in birinci tefsiri Peygamberimiz (asv)'in hadisleridir. Hiç kimse hadisleri atlayarak Kur'an’ı yorumlayamaz; yorumlaması da imkansızdır. Zira Kur'an’ın öyle ayetleri vardır ki, insan aklının o ayetleri çözümlemesi imkansızdır. Hiyerarşi; Kur'an, sünnet, icma ve müçtehit şeklinde gider. Bu zincirin bir halkasını atlamak batıldır. İşte bu yüzden içtihat edebilmek için, Peygamberimizin (sas) bütün hadislerini nazardan geçirmek iktiza eder. Üstad'ın hadislere olan vukufiyeti Mucizat-ı Ahmediyede tam tezahür ediyor. Kitapsız ve kaynaksız, toplam on iki saat içinde, üç yüz mucizeyi ravileri ile beraber söylemek ancak hadislere vakıf olmak ile mümkündür. Üstelik Risale-i Nur'un bir çok yerinde hadis usulüne ait kaidelerinin mükemmelen verilmesi vukufiyete işaret eder.

Tefsir İlmi: Kur'an-ı Kerim'in kelime ve cümlelerinde açık ve saklı olan manaları inceleyen bir ilim dalıdır. Bunun genel ve özel bir çok kaideleri ve usulleri vardır. Üstat bunların bir çoğuna Muhakemat adlı eserinde işaret ediyor. Üstat zaten bir tefsir müçtehididir.

Siyak Sibak: Kur'an-ı Kerim'in bir ayetini yorumlarken, konu ve kitap bütünlüğüne dikkat etmek ilmidir. Yani bir ayetin öncesi ve sonrasını göz önünde tutarak anlamaya çalışmak. Yoksa o ayeti kapsamlı ve sağlıklı anlamak imkansızdır. Risale-i Nur bu hususta çok örnekler ile dolu bir tefsirdir. Bir meselenin tarif ve izahı başka bir risalede yapılması dolayısı ile o başka risaleyi de bilmek lazımdır; yoksa o paragraf anlaşılmaz. Üstad'ın Kur'an ve sünneti bir bütün olarak inceleyecek kadar vukufiyetli bir müçtehit olduğu eserlerinden anlaşılıyor.

Buna benzer bir çok ilme derinlemesine vakıf olmayan içtihat yapamaz. Bu ilim dalları içtihadın ortak alanıdır. Yani hangi ilim dalında olursa olsun, bir kişi bu ilimlere vakıf olmadıkça içtihat makamına ulaşamaz.

Kur'an ve sünnet bütün dini ilimleri içinde barındıran ana kaynaklar olmasından, her bir ilim sahibi müçtehit, kendi alanı ile ilgili hükümleri o kaynaktan alıp avam insanlara izhar ediyorlar. Dolayısı ile bir müçtehidin her ilim dalında müçtehit olması gerekmez. Bir nevi branşlaşma vardır. Her ilim dalının Üstat ve müçtehitleri farklıdır. Bir alanda müçtehit olan birisi, diğer ilim dallarında müçtehit olamayabilir. Bütün ilim dallarında içtihat makamına ulaşmak, tarihte çok az kişilere nasip olmuştur. Buna en güzel örnek İmam Azam'dır.

Ahir zamanda gelecek olan Mehdi’ninde bu nadir şahıslardan olacağını alimler bildirmişlerdir. Üstat bununla ilgili şunları ifade ediyor:

"Cenâb-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş."

"Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne's-semâ ve'l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdî ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır."
(1)

Üstat, belki diğer alanlarda da müçtehit makamında idi, ama ihtiyaç olmadığı için o alanlarda yeni içtihat yoluna gitmemiştir. Bütün mesaisini insanlığın imanına sarf etmiştir. Zira ebedi saadetin vesikası sağlam bir imandır. Bu imanda bir şek, bir şüphe olsa, Allah korusun, sonucu ebedi bir hüsrandır.

İşte maddeci ve inkarcı bir dönemde yaşayan Üstat fıkıh alanında yeni içtihatlar ile değil insanlığın ebedi saadeti için imani sahada hareket edip enerjisini bu alana sarf etmiştir. Yoksa ihtiyaç olsa Üstat diğer alanlarda da içtihat etme gücüne sahipti. Bu ihtiyaçtan dolayı içtihat yapmaması müçtehit olmadığı anlamına gelmez.

İmam Gazali de mutlak anlamda müçtehit idi, ama yeni içtihatlar ile mezhep kurmamıştır. İstese ve ihtiyaç olsa o da yeni bir mezhep kurabilirdi. Zaten fıkıh alanında dört hak mezhebin içtihatlarının kıyamete kadar yeterli olduğunu bütün alimler söylemişlerdir.

Üstat, kelam ve tefsir sahasında tecdit hareketini başlatıp yeni bir tarz ve yeni bir usul tesis etmiştir. Zira bu zamanda tecdit bu sahalarda gerekiyordu. Diğer ilim dalları ise bu temeller üzerinde yükselebilir. İman olmadan, fıkıh sahasında yeni içtihatlar yapmak abesle iştigal etmek nevindendir. Bu yüzden Üstat, içtihat gücünü iman ve tefsir yolunda sarf etmeyi seçmiştir. Bu tercihi de hali alemin gereklerine mutabık bir tercihtir.

(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Yedinci Kısım.

Kaynak: sorularla risale
 
Üst