Simlâ!

ebrar172

Well-known member
Secon_eymir.jpg


Hayatın dilime verdiği buruk
pas tadını
çocuksu bir akide şekeri sevincine çevirecek olanı arıyordum..
bulduğumda iki adım sonra kaybedecek olsam da,
adını hiç unutamayacaktım!

..
Hayatın, şu olan biten deryasında, bu bilinmez yolculukta,
çıplak göz marifetiyle hiç göremeyeceğimiz,
mahiyetini hiç idrak edemeyeceğimiz,
nice sessiz ve derinden akan büyük ve güçlü nehirleri vardı..
güçlü akıntılarına kaptırdığında kendini,
bildiğini sandığın, bütün selamete ulaşma yollarının bir tekinin olsun,
kıyılarının uzağından bile geçmediğini gördüğünde
kopacaktı kıyametin..işte!.
gördün ve koptu!.



Tek mümkünü vardı kurtulabilmenin;
yola çıkarken, donandığını sandığın o tekmil silahlarını
iki yanına usulca bırakıp, hiç direnmesiz,
kendini kabulleniş sularına salıvermek..
işte, ö
ylece teslim olup, kabullenip gittiğinde bitiyordu çok şey..


b
ana “hayâlle yaşıyorsun sen!” diyorlar, simlâ!.
ne çare ki gerçekçi olmak, sonuçta tavizsizlikten başka bir pencere bırakmıyorsa,
üstelik bugün “gerçek” diye bize sunulan nice şey tekmil sahteliklerden ibaretse
ve onlar kendine her zaman rahatça yer ve hayat buluyorsa
hayatla aramda, yapılabilecek en iyi şeydi hayâl kurmak!.
öyle ki, onu hayatına demirbaş kılacak kadar..



Eğer sahtelik varsa “aldatmak ve aldanmak” da olmalıydı.
Aldanmak varsa “yükleyeceği bir kahır”,
kahır varsa “tahammül”, tahammül varsa “sabır” gerekti,
kendince yaşayıp gidebilmek için..
bu yüzden ölmekten zor olandı yaşamak
ve ancak hayata katlanmakla mümkündü..



simlâ.
“aldanmak” dediğimde ben, peşinen;
gözlerimi hayatla vuruşmalara kapamayı,
uyumadan, gözü açık rüyâlar görmeyi,
içime yığınladığım, kullanılmamış nicesinin üstüne;
hayâl üstüne hayâl kurmayı, geceden sabaha kan revan çıkıp,
akşamı miskinliğin o olağanüstü hazzıyla etmeyi
kabullenmeyi de demiş oluyordum, doğru!.


O yüzden, hayatın bilmeden açıldığım derin sularında
pusulamı şaşırınca teğet geçtiğim ilk nokta olmuştu gerçekliğin kıyıları..
o yüzden ben hep aynı pencereden bakmalıydım dünyaya..
öyle bakınca da, kabullenişin o zahmetsizliği ve sancısızlığına
kendiliğinden teslim oluyordu onca acı..
nice yara, daha kabuk bağlamadan, böyle iyileşip kapanıveriyordu;
dışından bakıldığında hiçbir iz bırakmamacasına..
oysa “geçmiş” dediğine derin bir iz bırakmayan bir şeye de
“yara” dendiği hiç görülmüş bir şey miydi?!



simlâ!.
içimde kopan o kızılca kıyamet,
büyük ve sarsıcı savaşlardan, kanlı vuruşmalardan,
kopan velvelelerden bir işaret adına,
dışarı tek bir sır vermeyerek yaşayıp gitmek muradım!.
ta ki /son/umu vuracağı /ân/a kadar, saatimin!.


simlâ!.
sonuma yolculuğumda, kaderimle aramdaki şu mukaveleye
sonsuz bir noktayla ortak imza koymadıkça,
acıdan ve aşktan yana hiçbir şey değişmeyecek..!



"Siyahbuz"

 
Üst