Açıklamalı - Emirdağ lahikasında geçen bir mektup

Zuhr

Talebe
Bismillâhirrahmânirrahîm,


Kardeşler geçen hafta yarım kalan br mektubun kısaca tekrar devamını okuyalım inşallah

Emirdağ lahikasında geçen bir mektub

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Mevlid-i Şerifinizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz ve muvaffakıyetinizi ve Nurların fevkalâde tesirli intişarlarını sizlere müjde ediyoruz ve Nurcuları tebrik ediyoruz.

Sâniyen: Bu mübarek gecede pek şiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: İstanbul’daki Üniversiteciler Eski Said ile Yeni Said’in Tarihçe-i Hayatındaki hârikaları yazmaları, münasebetiyle iki fikir meydana gelmiş:
Birisi: Dostlarda benim haddimden pek ziyade, fevkalâde bir nevi velayet gibi bir hüsn-ü zan hasıl olmuş. Ve muarızlarda ve ehl-i felsefede de pek hârika bir deha zannı ve hattâ bazılarında da kuvvetli bir sihir tevehhümüyle haddimden bin derece ziyade bir tevehhüm hasıl olmuş.
Ve bu manaya dair çok yerlerde “Bunun hakikatı nedir?” diye maddî ve manevî izahı benden istenilmişti. Ben de bu geceki şiddetli ihtar için çok mukaddematlı bir hakikatı beyan etmeye mecbur oldum.
.
.
Evet tarihçeyi okuyan herkes, bu iki kanaatten biri hasıl olması muhtemel;
Ya mübarek bir islam kahramanı, veya dahiyane bir sihirbaz denecek
Risale-i Nur dairesi haricinde olan her mümin kardeş, üstada bir saygısı varve onu takdir eder, okumasa bile.
Muarızlarda ise, deha deniyor veya okuyor aklı bir çıkış bulamayınca sihir diyor çünkü onlarıda büyülüyor.
Kur’an’dan süzülen hakikatler olduğu için; Kur’an’a benziyor.
şimdi mukaddimeyi okuyalım;

Birinci Mukaddeme:
Nasılki bir çam ağacının buğday tanesi kadar bir çekirdeği, koca çam ağacına bir mebde’ oluyor. Kudret-i İlahî o acib ağacı o çekirdekten halkediyor. Milyondan ancak bir hisse o çekirdekte bulunurken, o çekirdek kader kalemiyle yazılan manevî bir fihriste olmuş. Yoksa bir köy kadar fabrikalar lâzımdır ki o acib ağaç, dal ve budaklarıyla teşkil edilsin.
İşte azamet ve kudret-i İlahînin bir delili de budur ki, bir zerreden dağ gibi şeyleri halkeder. İşte aynen bunun gibi, hiçbir mahviyet ve tevazu niyetiyle olmayarak, bütün kanaatimle ilân ediyorum ki:

Benim hizmetim ve sergüzeşte-i hayatım, bir nevi çekirdek hükmüne geçmiş. İnayet-i İlahiye ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde’ olmak için Kur’andan gelen ve meyvedar bir şecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiş. Ben bunu kasemle temin ediyorum ki, bütün hayatımda geçen o hârikalardan dolayı ben kendimde kat’iyyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevkalâdeliğe bir liyakat görmüyordum. Hayret hayret içinde kalıyordum. Değil fevkalâde bir deha veyahut fevkalâde bir velayet, belki kendi kendimi idare edecek ve hayat-ı içtimaiye ile münasebetdar olacak bir kabiliyet görmüyordum.

Gerçi zahiren hodfüruşluk gibi bazı hâlât hayatımda görünmüştü. O da ihtiyarım haricinde halkların hüsn-ü zannını tekzib etmemek için bir nevi hodfüruşluk gibi oluyordu. Fakat halkların hüsn-ü zannı gibi hakikatte olmadığını ve dünyaya yaramadığımı, böyle bin derece haddimden fazla bir teveccühe mazhar olduğumu bütün bütün hilaf-ı hakikat telakki ediyordum.

Fakat Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür olsun ki yetmiş-seksen senelik hayatımın sonlarında onun hikmetini ihsan-ı İlahiye ile bir derece bildik ve kısaca bir kısmına işaret edeceğim. Ve çok nümunelerinden bir kısım nümunelerini beyan ediyorum:
bir hakikat bu kadarmı güzel anlatılır..
bu kadarmı tevazu olur..
1. numuneyi okuyalım hemen

Birinci Nümune:
Medrese usûlünce hiç olmazsa onbeş sene tahsil-i ilim lâzım geliyor ki hakaik-i diniye ve ulûm-u İslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Said’de, değil hârika bir zekâ veya bir manevî kuvvet; belki bütün istidad ve kabiliyetinin haricinde bir acib tarz ile bir-iki sene Sarf ve Nahiv mebadisini gördükten sonra üç ayda acib bir tarzda kırk-elli kitabı güya okumuş ve icazet almış gibi bir halet göründü.

Bu hal altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi ki, o vaziyet ulûm-u imaniyeyi üç-dört ayda, kısa bir zamanda ellere verebilecek bir tefsir-i Kur’anî çıkacak ve o bîçare Said de onun hizmetinde bulunacak işaretiyle; hem bir zaman gelecek ki, değil onbeş sene belki bir sene de ulûm-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamana bir nevi işaret-i gaybiye gibi manalar hatıra geliyor.
Evet, burası çok güzel müjdeli haberler içeriyor
Eskiden 15 senelik eğitimi, 3 ayda alan üstadımız, sonrasında, 3 ayda 15 senelik eğitimi verecek eserleri neşredecek
şimdi kardeşim, mesela okuyorsun değil mi, üniversitedesin,
16 seneni vermişsin, biri dese sana gel sana bir ilaç vereceğiz, tüm bunları 3 ayda geçeceksin, diplomanı alacaksın
ne dersin
işte inan nefsine bir örnek, daha kolayını arıyor
ben hiç okula başlamam, ilk okulu okumak yerine, 3 ay o eğitimi alırım
üniversite mezunu gibi olurum.
Bir hatırayla devam edelim,
İlk sohbetlere gelen bi kardeşimiz vardı, okuyor bişey anlamıyordu
diğerlerine bakıyor harıl harıl okuyorlar,
içinden dediki, şuna bi sorayım bakalım anlayarakmı okuyor
anlıyorsa ne anlıyor
soruyor Allah Razı Olsun
oda takır takır cevap veriyor
adam hayretler içinde
soruyor birader hangi üniversite mezunusun?
ben ilk okul meunuyum abi diyor
adam ikinci şokta
bunun ilk okullusu böle ise
liselisini hayal edemiyorum diyor
ve şimdi oda bir talebe, hizmetlere koşuyor.
geçelim 2. numuneye

İkinci Nümune:

O eski zamanda, Said’in o çocukluk zamanında büyük âlimlerle münazarasını ve o âlimlerin suallerine cevab vermesini; hattâ kendisi hiç sual etmeden âlimlerin en müşkil suallerine doğru cevab vermesini, ben kat’iyyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki: O hal ne hârika zekâvetimden ve ne de acib istidadımdan neş’et etmiş değildir. Ben de bîçare, mübtedi, sersem, gürültücü bir çocuk iken; hiç böyle değil büyük âlimlere cevab vermek belki küçük hocalara, hattâ küçük talebelere de mağlub olur bir halde iken doğru cevab vermekliğim, kat’iyyen istidadımdan ve zekâvetimden gelmemiş olduğuna kanaat-ı kat’iyyem var. Yetmiş senedir de hayret ediyordum. Şimdi ihsan-ı İlahî ile bir hikmetini anladım ki: Çekirdek gibi medrese ilimlerine bir ağaç ihsan edilecek ve o ağacın hizmetinde bulunana karşı pek çok rakibleri ve muarızları bulunacak. İşte bu zamanda İslâmlar içinde muhtelif meşrebler ve meslekler sahibleri birbirisini tenkid etmek ve eserine mukabil eserler neşretmek; Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet gibi birbirini kırmak âdetiyle bu zamanda o Nur ağacının hizmetkârının başına vuracak ve rekabet veya meşreb muhalefetiyle en tesirlisi ve en müdhişi medrese hocaları olmak lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun ki eskiden beri devam etmekte olan o âdete muhalif olarak Risale-i Nur en ziyade ülemanın damarlarına dokundurduğu halde hocaların Nurlara karşı tenkidkârane eserler yazamadıklarının sebebi:

O zamanda o çocuk Said’in ülemanın suallerine karşı doğru cevab vermesi, ülemanın cesaretini kırmış ki, hiç bir yerde kıskanç hocalardan, hem meşrebçe Said’e çok muhalif oldukları halde Nur Risaleleri’ne karşı mukabil çıkmamaları; bu halin bir hikmeti olduğuna kanaatim gelmiş.

Yoksa böyle acib bir zamanda ehl-i medresenin itirazı başlasaydı, dinsizlik tarafdarları olan gizli düşmanlarımız hem Nurları, hem ülemayı çürütmek için ehemmiyetli bir vesile yapacaklardı. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrolsun ki, en ziyade Nurların dokunduğu resmî ülema, aleyhinde bulunamadılar.
Üstad 15 yaşlarında, bütün alimler 50 lik 60 lık vs
sorular soruyor ve hepsine doğru cevap veriyor
1.numunede anlatılya, 3 ayda 15 senelik eğitimi aldı diye
burdada bütün suallere cevap vermesine şaşıyor
sonra anlıyorki
kendi hayatı bir çekirdek gibi
r. nurun özünü oluşturuyor
bu gün o kadar düşman varken, muhalif varken, çekemeyen varken
hiç biri çıkıpta r.nuru veya üstadın hayatını tenkid edemiyor değil mi
siz duydunuz mu?
nedeni bu işte ..


3. numuneye geçelim

Üçüncü Nümune:

Eski Said’in çocukluk zamanından beri hem kendisi, hem babası fakir oldukları halde, başkalarının sadaka ve hediyelerini almadığının ve alamadığının ve şiddetli muhtaç olduğu halde hediyeleri mukabilsiz kabul etmediğinin ve Kürdistan âdeti talebelerin tayinatı ahalinin evlerinden verildiği ve zekatla masrafları yapıldığı halde, Said hiç bir vakit tayin almağa gitmediğinin ve zekatı dahi bilerek almadığının bir hikmeti, şimdi kat’î kanaatımla şudur ki:

Âhir ömrümde Risale-i Nur gibi sırf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menafi’-i şahsiyeye vesile yapmamak için o makbul âdete ve o zararsız seciyeye karşı bana bir nefret ve bir kaçınmak ve şiddet-i fakr u zarureti kabul edip , elini insanlara açmamak haleti verilmişti ki, Risale-i Nur’un hakikî bir kuvveti olan hakikî ihlas kırılmasın.

Ve bunda bir işaret-i manevî hissediyordum ki: Gelecek zamanda maişet derdiyle ehl-i ilmin mağlubiyeti, bu ihtiyaçtan gelecektir.
Üstad çocukken bile sadaka zekat kabul etmemiş,
talebeyken medreselerde
kimseden bişey almamış
sonra kendi talebeleri olmuş
onlarada aldırmamış
aslında bu çok normal bir adet
talebe geçim derdiyle dersinden geri kalmıyor
vatandaşta hayır yaparak ruhen rahatlkıyor
ama üstad kabul etmiyor
ilerleyen yıllarda karşılıksız bir hediyeyi ona gizlice yediriyor talebeleri
üstad hemen hastalanıyor
ve anlıyor durumu
bakın vucuduna dokunuyor

zamanla iman hizmeti başladığında
cumhuruyetle birlikte
değişimde başlıyor
mahkemelerde sürüklenen üstada bahane aranıyor
eğer hediye veya sadaka kabul etse idi
onlara malzeme olurdu dimi
şimdi bakıyoruz dersanelerimize, medreselerimize hariçten para alınmaz.
kendi yağıyla kavrulur, kimseye el açmayız
yasin suresinde ki bir ayette; “sizden bişeler istemeden size verenlere tabi olun” der.
düşünün dersaneye ilk gelen biri, maddi yardım yapar mı?
adam hakikatlere aç, sen onadan maddi beklenti içinde olursan; benim cebimdeki parayı almak istiyor der
cuma namazında hoca anlatırken, ben valla öle düşündüğüm çok olmuş ne zaman yardım konusuna gelecek diye
çünki giidişat öle
ne oldu
hakikatler kayboldu
Allah muhafaza
şükürler olsun ne güzel bir mesleğimiz var ..


4 numuneye geçelim;

Dördüncü Nümune:

Yeni Said ihtiyarlığında bütün bütün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeğe çalıştığı halde, ehl-i dünyanın bütün bütün kanuna ve insafa ve vicdana hattâ insanlığa muhalif bir tarzda eşedd-i zulüm ile yirmisekiz sene işkencelerle ezdiklerine ve bir sineğin ısırmasına tahammül etmeyen o bîçare Said’in baltalarla başına vurduklarına ve ihanetin en şeni’lerini yaptıklarına karşı, emsalsiz bir sabır ve tahammül ona ihsan olunması ve gayet asabî ve sinirli olduğu gibi, fıtraten korkak olmadığı halde “Ecel birdir, tegayyür etmez” hakikatına imanından gelen büyük bir cesaretle beraber en korkak, en miskin bir vaziyette sükût edip sabretmesi; hattâ bir mikdar sonra o işkenceler sonunda ruhuna bir ferah verilmesinin bir hikmeti, kanaat-ı kat’iyyemle budur ki:

Kur’an-ı Hakîm’in hakaik-i imaniyesini tefsir eden Risale-i Nur’u hiç bir şeye ve şahsî menfaatlerine ve manevî kemalâtlarına âlet yapmamak ve hakikî ihlası kırmamak için ehl-i siyaset Said hakkında “dini siyasete âlet yapmak” vehmini verip; tâ Said işkencelerle, hapislerle dini siyasete âlet etmesin diye ehl-i siyasetin zalimane hükümleri altında kader-i İlahî Nur’daki hakikî ihlası kırmamak için Said’e şefkatli tokatlar vurup “Sakın sakın, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risale-i Nur’u kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ manevî kemalâtlarına ve belalardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma.

Tâ ki Nur’un en büyük kuvveti olan ihlas-ı hakikî zedelenmesin!” diye kader-i İlahînin şefkatli tokatları olduğuna kat’î kanaat ediyorum. Hattâ her ne vakit sırf âhiretime şahsî ibadetle ziyade meşguliyetim sebebiyle Nur’un hizmetini bıraktığım aynı zamanda ehl-i dünya bana musallat olup bana azab verdiğine kat’î kanaat getirmişim.

Bu dördüncü nümunenin izahını en son yazılan mektublardan, ehl-i siyaset, Said’i dini siyasete âlet yapar diye hapislere atması ve sonra Said onun hikmetini yani kaderin şefkat tokatları olduğunu anlamasıyla onları helâl etmesi ve kendi tahammülünün hikmetini anlamasına dair olan o mektuba havale ediyoruz.
üstadın iki hayatı var
eski said, yeni said.
eski saide baktığımızda;
celalli biri, savaşlara katılmış, tek başına çolde eşkiyalara mavzerlerle karşılık vermiş
ağanın çadırına girmiş onu namaza davet ederken korkusuzca davranmış
zaten kendisi diyor
iki şeyi bilmem; 1 korku 2 unutmak
böyle bir zat
iman hakikatlerinden sonra tamamen değişiyor
fevzi çakmak galiba
diyorki ona fazla ilişmeyin istese 30 dakkada kürt devletini kurar
öle biri
onu idamla yargılayan hakimler bile
beraat vermeye mecbur kalırken
kendi vicdanalrı ona eziyet ettiğinin farkında
böyle biri nasıl oluyorda susuyor
bunu bekar birinin evlenmesine benzetiyoruz
bekarken pek düşünmez insan; nerde akşam orda sabah
evlenince helede çocuk olunca, bakıyorsun o eski kabadayıya
susmuş.
gelip biri çatsa, sensin baba diyor
neyi düşünüyor?
evde bekleyen çocuğu
eskiden neydi, ölümüne giderdi dimi,
üstad da böyle .. bizi düşünmüş .. bu hakikatlere muhtaç milyonları düşünmüş
yoksa 1 kez ölürüm der oda onlara mukabil hareket edebilirdi değil mi..
Allah Razı Olsun

düşündükçe çok derin manaları var bu kısmın ..
Beşinci Nümune:

Bu bîçare Said’in gayet muhtaç olduğu ve yetmiş seneden beri o san’atla meşgul olması ve bazı gün ikiyüz sahife kadar tashihe mecbur olmasıyla beraber on yaşındaki zeki bir çocuğun on günde muvaffak olduğu yazı kadar bir yazıya mâlik olamadığına hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidadsız değildir. Hem de nesebî kardeşlerinin hepsinin de güzel yazıları olduğu halde, bu kadar yazıya muhtaç iken böyle yarım ümmi vaziyetinin hikmeti, kanaat-ı kat’iyyemle şudur ki:

Bir zaman gelecek ki, cüz’î ve şahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehşetli ve manevî düşmanların hücumu zamanında güzel yazı sahiblerini ruh u canıyla aramak ve hizmetine şerik etmek ve o çekirdeğin etrafında su, hava, nur gibi o manevî ağaca hizmet etmek için o şahsî ve cüz’î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi bulmak hikmetiyle ve buz parçası gibi benliğini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî ihlası elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuş.
üstadın yazısını gördünüz mü?
eğri büğrü, 10 yaşında çocuk daha iyi yazar
oysa nesebi yanı kardeşleride güzel yazılı
hani soyunda da bişe yok
nedeni ise
tek başına olsa
kendi yazacak kendi neşredecekti
bu bir parça enaniyete neden olabilirdi
olmazdıda kendi öle diyor
oysa yazamadığı için
hizmetine ortaklar çıkıyor
talebeleri ona yardım ediyor
ve şiddetli hucumlar karşısında
çevresinde daire gini bir nur halkası oluşturuluyor
başka anlatamıyorum ..
ne kadar mucizane yahu
ne kadar hatasız
ne kadar güzel bir hizmet

hiç bir yerinde talebeleri olan bizleri bir mahcubiyet hali oluşturacak hareket yok
neresine baksak iftihar ediyoruz
kırk yamalı cubbesiyle bile
bir hattırasını anlatacağım
ve gideceğim

bir hikayeyle devam edeceğiz
kısa bir hikaye
üstadın şalvarı çok eskimiş
kırklarla yaması varmış
husrev abinin rikaktine dokunuyor
üstadıda biliyor hediye kabul etmez
ama karşılıkllı olunca kabul ediyor
ona bir mektupla bir şalvar gönderiyort
diyorki üstadım sendeki şalvarı bunla değiş et
o şalvarıda birine hediye et
benim bedelime diyor
üstad cevap yazar
baktım baktım
ama
bu şalvara layık biri olarak yine kendimi gördüm
senin gönderdiğini senin bedeline hediye ettim diyor
o kırk yamalıya yine kendini layık görüyor
kim kabul ederdiki o eski şeyi :)
şimdi olsa canımızı verirdik dimi
o zaman biraz vaktimizi vereceğiz
açıp okuyacağız
inşallah




سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

el Fatiha


 
Üst