Alem-i Kudret (Ahiret)

ebrar172

Well-known member
Ahiret:
“son, sonra olan”,
“dünyadan sonraki ebedî âlem”,
“dünyadan sonraki menzil” demektir.
Hayat yolculuğumuzda, baba sulbü, ana rahmi,
çocukluk menzillerinden geçerek bulûğa erdiğimizde,
önümüze iki ayrı yol açıldı;
inanmak veya inanmamak.
Bu akışın bir devamı olarak,
ölüm, kabir, mahşer ve mizan safhalarından sonra
kendimizi iki sonsuzun kavşağında bulacağız.
Ebedî cennet ve cehennem...


Zaman nehrinin sürükleyip götürdüğü bu âciz insan,
dünyadan sonra bir başka âleme gitmeyeceğini nasıl iddia edebilir!?
Âhirete inanmadıklarını söyleyenler,
öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremeyenlerdir.
Onların inanmadıkları aslında ba’s yâni diriliş hâdisesidir.
Yoksa, ahirete inanmamak zamanın akışına karşı durmak
yarına inanmamak gibi bir saçmalık olur.
Her insan, sekerat denilen can çekişme ameliyesi ile
dünyadan sıyrılır, elbisesini soyunur.
Öldüğü anda kendisini bir yeni âlemde bulur.


Mevt (ölüm), nevmin (uykunun) kardeşidir buyruluyor.
İsimleri de benziyor birbirine.
Her gece, ölümün küçük kardeşi olan uykuya dalan
ve her sabah yeniden dirilircesine dünyaya gözünü açan insan,
kıyametin ve haşrin alâmetlerini
her gün seyrediyor demektir.


“bu gecenin sabahı ve şu kışın baharı
ne kadar makûl ve lâzım ve kat’i ise
haşrin sabahı da , berzahın baharı da o kat’iyettedir” (Sözler )

O hayatın huzmeleri bize daima el ediyorlar.
Ama önemli olan, oraya varmadan orasını kabullenmek;
ilk ağartılarda güneşi seyredebilmek.
Güneş doğduktan sonra,
artık onu kabullenmenin bir değeri mi kalır?
O güneşin bir nuru da kendi ruh dünyamızda!..
Ebed arzusu.
Söz sultanı büyük üstad bu arzunun
âhiretin varlığına ayrı bir delil olduğunu
şu harika vecizeyle ifade buyurur:
“eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”


Evet, bizi yaratan Zât,
şu âlemi seyretmemizi istemeseydi,
ana rahminde bize göz takar mıydı?
Bu güzelim sesleri işittirmek dilemeseydi
bize kulak verir miydi?
İşte, âhiretin varlığına en büyük bir delil
insan ruhuna konulan bu “ebedî yaşama” arzusu.

Bazı insanlar:
“Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu gözet.
Dünyadan da nasibini unutma” (kasas sûresi,77)
Âyet-i kerimesindeki ilâhî emrin ilk şıkkını tamamen ihmal ederek
bütün enerjilerini dünya hayatı için harcarlar.
Dünya; “denî”, “aşağı” mânâsına geliyor.
Bütün ömrü boyunca aşağı olanı isteyen,
aşağılığa alışan, aşağı işler peşinde koşan insan,
artık âhiret yurdunu gözetemez olur.
Yüksek idealler, ulvî sıfatlar, güzel ahlâklar
ruhundan gitgide silinir.

Bir de bunun zıddı var.
İnsan imanda terakki ettikçe,
rabbine kavuşmağa daha fazla iştiyak gösterir.
Âhirete bol sermaye gönderdikçe,
oraya kavuşmayı daha çok istemeye başlar.
İstikbalini düşünen ve ileride kavuşacağı mevkileri dikkate alan
çalışkan bir öğrencinin artık okulun bahçesine,
sınıfına, kantinine, sırasına rağbet etmemesi gibi,
onun kalbinde de dünya sevgisi gitgide azalır.


Bozulmamış hiçbir akıl, hayatın bu dünyada başlayıp
yine bu dünyada biteceğine ihtimal veremez.
Bedenindeki milyarlarca hücrenin,
etrafındaki milyonlarca çeşit canlının
ve nihayet semayı şenlendiren o sonsuz yıldızların
sadece şu kısacık dünya hayatının başını beklediklerine
hiçbir akıl “evet” diyemez.


“onlar kendi kendilerine düşünmediler mi ki,
Allah gökleri ve yeri ve onların arasında bulunanları
ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattı.
İnsanların birçoğu rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr edicidirler” (rum, 8)


Mi’ractan sonra, şanlı peygamberimiz (a.s.m.),
âhiret âlemini ashabına şöyle anlatmıştı:
“ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş
ve ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiştir.”
Cennet bundan daha iyi anlatılamaz.
Çünkü bu tarif cenneti görenin tarifidir.

Üstad Bediüzzaman’ın:
“bize gösterdiğin numunelerin, gölgelerin
asıllarını, membalarını göster”
duasını şöyle anlayamaz mıyız?
Dünya ancak sûretler ve gölgeler âlemi.
İnsanın fotoğrafı kendisinden ne kadar geri ise,
cennetteki hâli de bu dünyadakinden o kadar ileri.
Ağacı söz dinleyen cennetin, insanı lâf anlamayan bu dünyadan
ne kadar ileri olduğu az çok hissediliyor.

Kaldı ki, akıl da “bunun böyle olması lâzım” diyor.
İnsan birkaç kilometre yürüdü mü
birkaç saat dinlenme ihtiyacı duyuyor
ve söyleniyor kendi kendine:
Nasip olur da cennete gidersem, bu ayaklarla gitmemeliyim.
Bana o sonsuz âlemde, yorulmayan ayak gerek.
Bir sohbet ne kadar tatlı olursa olsun,
birkaç saat sürdü mü zihin yorulmaya, dikkat dağılmaya başlıyor.
Demek ki, bu dimağla da cennete gidilmez.
Bize dinledikçe hazzı artan, yorulmak nedir bilmeyen,
usanmayı tanımayan bir dimağ lâzım...

Otobüs, taksi, uçak, bunlar bizi zamanla yarıştıran,
arzumuza tez elden kavuşmamıza yardım eden vasıtalar.
Bu dünya âhirete nispeten gölge makamında kalacağına göre,
oradaki sürat da bunların hiçbiriyle kıyaslanacak gibi olmasa gerek.
Orada madde zamanın üstüne çıkacak.
Gemi deryayı yutacak.
Uzak yakın farkı kalkacak ortadan.
İnsan, dilediği makamda ânında bulunacak.
Daha ilerisi, insan bir anda birçok yerlerde bulunabilecek.


Orası asıllar âlemi.
Bu dünyada gaybî olarak inandığımız iman hakikatlerini
orada müşahede edeceğiz.
Şu anda peygamberlerle (a.s.) görüşmemiz
ancak hayâlen olabiliyor;gölgeden ileri geçemiyor.
Orada bütün muazzez zevatla bizzat görüşeceğiz.
Mazhar olacağımız bu şerefler silsilesi,
“rü’yetullah” ile en ileri seviyesine ulaşacak...
Yürümenin ardında yorgunluğun saklandığı,
tebessümlerin riyaya büründüğü,
yemenin doyma ile sınırlandığı,
elemlerle sevinçlerin gece ile gündüz gibi
birbirini durmadan kovaladığı bu sûretler âlemine aldanmayanlar,
asıla kavuşacaklar.
Gerçek saadeti orada bulacaklar.

“Allah’a karşı hüsn-ü zan ibadettir” hadis-i şerifinden güç alarak,
rabbimizin lütfuna itimaden, hep cennetten söz ettik.
Cehennem de asıllar âleminden bir başka köşe.
Elemin, ıstırabın, pişmanlığın, hüznün,
ahın, eyvahın da aslı orada.


Buradakiler onlara göre gölge ve resim kabilinden.
Onlardan o kadar zayıf, o kadar geri...
Elbette böyle bir azaba ebediyen duçar olacak bir insan da
bu dünyadakinden farklı bir yaratılışa sahip olmalı.
Nitekim öyle de...
Cehennem ateşinde yanıp kavrulan bir âsinin bedeni,
ânında yeniden yerine gelecek
ve azap böylece aralıksız sürüp gidecek...

Âhiret için “kudret âlemi” tabiri kullanılıyor.
Orada her şey zamansız, ânında vücut bulacak.
Ama kudretin bu zamansız tasarrufu da yine hikmet üzere yürüyecek.
Cennet ve cehennem, mizandan sonra.
O halde, bu âlemlerdeki bütün icraatlar ölçülü ve mizanlı olacak.
Mizanda zerre mıskal hayır da şer de tartıldığı gibi,
cennetteki haz da cehennemdeki azap da
çok ince bir adaletle taksim edilecek.
Herkes sevabınca lezzet alacak
ve günahınca elem çekecek...

Yavaş yavaş olan hızla da olur.
Safha safha meydana gelen bir anda da vücut bulabilir.
Kanunu koyan kaldırabilir veya değiştirebilir.
Hayâlimiz dünyanın öte ucuna bir anda gidiyor,
ayaklarımız ise seyrini adım adım yürütüyor.
Âhirette ayaklarımıza hayal kanunu uygulansa
buna kim mâni olabilir?
Nitekim öyle de olacak.
Kaldı ki, yavaş gitmemiz de Allah’ın kudretiyle,
hızlı gitmemiz de...
Bizim işin içinde neyimiz var?


Allah sonumuzu hayır üzeine eylesin inşaAllah
Rızasını alabilenlerden olmayı nasip etsin

sohbetimizi selaten tuncina duası ile bitirelim
bu dua ki peygamber efendimizin;
kurtaran dua diye ifade buyurduğu duadır...



"Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin
ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî'il-ehvâli vel âfat.
Ve takdî lenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min-cemîi's-seyyiât
ve terfe'unâ bihâ ındeke a'lâ'd-deracât
ve tubelliğunâ bihâ aksâ'l-ğayât min cemiîl-hayrâti fî'l-hayâti ve ba'del-memât
birahmetike Yâ erhame'r-rahimîn.
Hasbunellahu ve ni'mel vekîl, ni'mel mevlâ ve ni'me'n-nasîr.
Ğufraneke rabbenâ ve ileyke'l-masîr."

"Allahım! Efendimiz Muhammed'e (sav)
ve onun ehli beytine salât olsun.
Bu salâvat o derece değerli olsun ki:
Onun hürmetine bizi bütün korku ve belalardan kurtarsın.
Bizim ihtiyaçlarımızı o salâvat hürmetine yerine getirsin,
bizi bütün günahlardan bu salâvat hürmetine temizlersin,
o salâvat hürmetine bizi derecelerin en üstüne yüceltirsin,
o salâvat hürmetine ;
hayatta ve öldükten sonra düşünülebilecek bütün hayırlar konusunda gayelerin en sonuna kadar ulaştırsın.
Ey merhametlilerin merhametlisi,
bize bunları merhametinle nasip et.
Allahutealâ bize kafidir ve ne iyi bir dost, ne iyi bir vekildir.
Ey Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüş yalnız sanadır."

Amin

El Fatiha Meas Salavat...









 
Üst