Dört Lastik

ARİF

Well-known member
DÖRT LASTİK


Kendi halinde yaşayıp giden yaşlı bir adamcağız... Bir karısı, bir de külüstür kamyoneti var. Şehir içinde yük taşıyor, kazandığı üç-beş kuruşla geçinmeye çalışıyorlar. Kamyonetini yenilemek bir yana, doğru dürüst bakımını bile yaptıramıyor. "Bari lastikleri yenileyebilseydik" dediği bir zamanda, kadına bir miktar miras kalıyor.
Yanlış olmasın, 30 milyon civarında; hani o geçenlerde bahsettiğim paranın para olduğu zamanda. Rakamda yanılıyor olabilirim, belki de 30 bin lira. O parayla dört lastiği de yenilemek mümkün. Kadın, parayı eşine veriyor lastik alması için.
Adam yolda giderken, genç yaşta dul kalmış olan, önceden tanıdığı bir kadına rastlıyor. Hal hatır sorduktan sonra, iki çocuğuyla perişan bir durumda olduğunu anlatan o genç kadına elindeki bütün parayı veriyor adam. "Al kızım" diyor, "senin ihtiyacın benden daha fazla."
Çaresiz kadıncağızın nasıl sevindiğini tahmin edersiniz. Bin türlü dua ediyor şoför amcaya.
Şoför amca, akşama eve dönünce eşi soruyor:
Aldın mı lastikleri?
Adam ne desin...
Almadım.
Neden?
Lastik yokmuş.
Baştan söylemeyi unuttum, bu tontoncuklar, Anadolu'nun ufak bir şehrinde yaşıyorlar. Yani lastiğin bulunmaması normal sayılabilir.
İyi madem... Parayı ne yaptın? Kaybetmedin ya!..
Yok canım... Para şeyde, lastikçide. Gelince verecek.
Ondan sonra, kadın her akşam aynı soruyu soruyor, adam aynı cevabı veriyor:
Gelmiş mi lastikler?
Gelmemiş.
Gelmiş mi?
Gelmemiş.
Derken, o meşhur "Körfez Krizi" patlak veriyor. Adam artık her akşam aynı yalanı söylemekten usanmış, eve gittiğinde diyor ki:
Hanım, bizim lastikler yurt dışından gelecekti. İste şimdi gelmesi imkansız.
Neden?
Malum işte, Körfez Krizi çıktı ya...
Kadıncağız günlerce, aylarca dua ediyor, "Şu Körfez savaşı bir an önce bitsin de bizim adam, arabanın tekerlerini yenilesin" diye.
Şoför amca kabak lastiklerle yoluna devam ediyor. Günün birinde savaşın bittiği ilan ediliyor. Artık adam da söylediği yalanın ağırlığı altında iyice ezildiğini farkederek, "Bu akşam eve gidince doğrusunu açıklayacağım" diye geçiriyor içinden, "ne olursa olsun, kıyamet mi kopar?" O kararlılıkla eve gittiğinde, "Hanım, hani şu bizim lastik meselesi vardı ya..." diye söze başlamak üzereyken, eşi "Hah tamam" diyor, "Biliyorum."
Neyi biliyorsun?
Gelmiş, gelmiş.
Ne gelmiş?
Lastikler.
Ne lastiği yahu?
Arabanın...
Nerden biliyorsun?
Canım, senin lastikçi geldi.
Benim lastikçi mi?
Evet, işte şu kartı bıraktı bugün. Muhakkak yarın gelsin alsın lastikleri dedi.
Allah Allah!..
Adam şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor. Yemeğini yiyor, namazını kılıyor, yatıyor ama uyku ne mümkün? Sabahı zor ediyor. Erkenden kalkıp elinde kart, lastikçinin kapısına dikiliyor.
Lastikçi, "Nerdesiniz beyim?" diye söze başlıyor, "Allah aşkına gelin alın şu lastiklerinizi!"
Şoför amcamız "Bu neyin nesi?" diye ısrarla sorunca, lastikçi meselenin aslını anlatıyor.
Geçenlerde rüyamda Efendimiz'i gördüm. "Filanca adama git, ona dört lastik ver." buyurdu. Ben de hayırdır inşallah dedim ama, sonra rüyadır bu deyip pek önemsemedim. Ne ettiğimi farkedemedim... Cahillik işte, bağışlayın. Hayatım altüst oldu. Evvelki gece tekrar gördüm. Beni bir azarladı ki sormayın. Bana şöyle söylendi: "Senin kurtuluşun o adama vereceğin dört lastikte..." Ne olur, şu lastikleri alın da kurtarın beni.
 

ARİF

Well-known member
ALLAH YOLUNDA SAMİMİ OLMANIN MÜKAFATI


Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, İmam Ebulleys Semerkand anlatır:
Bir defasında, Bağdat’ın hali vakti yerinde olan müslümanları hacca gitmeğe karar vermişlerdi. Onların hacca hazırlandıklarını gören fakir fakat salih bir dokumacı da kendi kendine şöyle dedi:
Varayım, şunlarla birilikte ben de gideyim.Onların malı-mülkü var, parası var.Vakıa benim bir şeyim yok.Fakat niyetim halisdir.Allah elbette sebepler yaratır. Benim de Kabe’ye yüz sürmeme muvaffakkiyet verir. Zira benim Rabbıma olan tevekkül ve inancım tamdır...
Böylece, o da yapabildiği kadar hazırlığını yaptı. Sonra da, hac kafilesi Bağdattan ayrılırken onların peşinden yola çıktı. Şehrin ileri gelenleri Haç yolcularını uğurladılar. Bu arada, fakir dokumacının uzakdan kendilerini takip ettiğini gören ve komşulardan olan bir hoca, binmekte olduğu hayvanı tepti ve ona yetişerek sordu: Hayrola komşu? Sende mi hacca gidiyorsun?
Dokumacı, büyük bir saflıkla cevap verdi: Evet. Ben de varayım, Kabe’yi ziyaret edeyim, Rabbimin beytine yüz süreyim dedim. Tabii Allah nasib ederse...
Ancak, hoca onunla alay etti
Fakat senin bineğin yok.Azığın yok. Bari birkaç bin akçacığın olsun var mı?
Dokumacı, hiç düşünmeden hemen cevap verdi: Rabbım beni besler.Allah, bütün canlıların rızkını verendir. Esasen herbirimiz onun rızık hazinesinden beslenmiyor muyuz?
Hoca onun bu sözlerine iyice bir güldü. Bu arada da birbirlerinden ayrıldılar. Dokumacı da bir daha bu hoca komşusuna görünmedi. Nihayet Mekke-i Mükerremeye vardılar. Kabe-i Muazzamayı tavaf ettiler. Arafatta vakfeye durdular. Daha sonra döndüler. Veda tavafını da yapdıktan sonra ülkelerine avdet etmek üzere Mekke'den çıktılar. Tam bu sırada hoca baktı, gördü ki fakir komşusu dokumacı da hac farizasını ifa etmiş, kendileriyle beraber geri dönüyor. Kendisine yaklaştı ve sordu: Komşu, vardın Beytullahı tavaf ettin mi?
Dokumacı dedi: Allah'a hamd ve şükürler olsun ki benim yüzümün karasına. bakmadı. Bana o şerefli hac farizasını ifa etmeyi nasib eyledi. Geldim. Sağlıkla tavafımı yaptım. Şimdi de memleketime dönüyorum...
Hoca onunla alay etmek istedi: Komşu sana da huccet verdiler mi? Beratını aldın mı? Dokumacı dedi: Nasıl huccet verirler?
Hoca dedi: Beytullah’a varana, cehennemden azad olduğuna dair huccet verirler. İşte bizim huccetimiz var...
Biçare dokumacı, hocanın bu sözlerine inandı. Hemen geri döndü, Mekkeye gitmek üzere hızla uzaklaştı. Sonra, hoca, dokumacı ile arasında geçenleri diğer yol arkadaşlarına anlattı. Hepsi de dokumacının haline gülüştüler ve yollarına devam ettiler...
Fakir dokumacı da yola düştüğü o hızla Harem-i Şerife girdi. Beytullahın kapısına başını koydu. Yüzünü yerlere sürerek ağlamağa başladı ve şöyle niyazda bulundu:
Ey alemlerin Rabbi olan Allah'ım! Ey ezeli ve ebedi olan Allah'ım! Sen kadirsin. ganisin. rahmetin ve ihsanın bütün kullarına şamildir. O kullarına, yarın cehennemden azad olunduklarına dair berat vermişsin. Ben fakir kuluna ise huccet verilmedi. Yoksa ben Azad olunmadım mı?...
Dokumacı bir taraftan bu şekilde yalvarıyor, diğer taraftan da gözlerinden adeta sel gibi yaşlar akıtıyordu.Nihayet öyle bir an geldi ki, yorgun ve bitab düşerek kendinden geçti. Bu halet içinde iken bir ara bir şahıs geldi ve şöyle dedi:
Kaldır başını ey miskini Al su huccetini de var yolculuk arkadaşlarına yetiş...
Böyle bir durumla karşılaşan dokumacı dehşet içinde kaldı. Sonra gördü ki gerçekten elinde bir kağıt parçası var. Fakat bu öyle bir kağıt parçası ki bu dünyada imal edilen kağıtlara benzemiyor. Kağıdın etrafa saçtığı kokudan canı mest oldu. Beratı öptü. Başına koydu. Yüzüne ve gözlerine sürdü.Sonra büyük bir itina ile koynuna yerleştirerek tekrar yola koyuldu. Bir müddet sonra da yol arkadaşlarına yetişti. Fakat onlar hala işin alayında idiler. Hatta, zavallı dokumacıyı aldattıkları için gülüşüp duruyorlardı. Dokumacı kendilerine yetişip yanlarına yaklaşınca sordular:
Ne oldu, hüccetini aldın mı?
Dokumacı dedi: Evet aldım...
Onun bu sözü üzerine, komşusu hoca hemen kendisine yaklaşarak: Görelim bakalım şu huccetini dedi. Dokumacı da daha önce koynuna yerleştirmiş olduğu hucceti kemali hürmetle hemen koynundan çıkardı, Hocaya uzattı ve ilave etti: Seninki ile bir arada dursun...
Hoca, fakir komşusu dokumacının uzattığı beratı aldı. Bu, yeşil bir kağıt idi. Üzerinde beyaz nurdan yazılar vardı. Etrafa saçtığı güzel kokular onu duyanı mest ediyordu. Bu manzara ile karşılaşan hoca bir feryat etti ve binmekte olduğu bineğinden kendisini aşağı attı. Bu sırada aklı başından gitmişti. Bir müddet sonra kendisine gelerek dokumacının beratını yüzüne gözüne sürdü. Bu arada şunları söyledi:
Yazık benim geçen ömrüme. O güzelim ömrümü yok yere harcamışım!.. Keşke ben de şu dokumacı komşum kadar olabilseydim de beni de Tanrı ile aldatsaydılar. Ah, ne olurdu, onun eriştiği bu saadete ben de erişmiş olsaydım...
Fakir dokumacı sırf iyi niyetliliği ve ihlası sebebiyle bu mertebeye erişmişti. Onun fakir oluşu ile alay edenler ve hac yolculuğuna çıkarken istihza yollu:Bari bir kaç bin akçan olsaydı... diyenler, acaba bu yolda bütün servetlerini de harcamış olsalar böylesine muazzam bir saadete mazhar olabilirler miydi?... Her ne hal ise, hacılar Bağdata dönünce, dokumacı, hocaya şöyle dedi: Huccetim sende kalsın. Ben ölünce kefenimin arasına koyar ve beni öylece defnedersiniz!...
Hoca da bu vasiyyet gereğince hucceti sandığına koydu. Onu iyice kilitledi. Kendisi ticaretle meşgul oluyordu. Bu sebeple, bir ara başka bir şehre gitmişti. İşte onun Bağdatta bulunmadığı bu sırada fakir dokumacı da vefat etti. Cenazesi kaldırıldı. Mezarına defnedildi. Bir müddet sonra hoca da döndü. Fakat komşusu dokumacının ölmüş olduğunu duyunca feryad ve figana başladı: Eyvah!.. Komşumun bende emaneti vardı. Vasiyyetini yerine getiremedim. O, ahirete gitti. Hucceti ise bende kaldı...
Sonra, ağlayarak hemen geldi. Sandığı açtı. Bir de baktı ki huccetin yerinde yeller esiyor. Bu durumda ne yapacağını şasırdı. Bir müddet düşündükten sonra kendi kendine şöyle dedi:
Hemen gideyim. Komşumun mezarını açıp bakayım. Belki de birisi onu alıp kendisine vermiştir...
Böyle dedikten sonra doğruca dokumacının mezarına gitti. Onu açmağa teşebbüs etti. Fakat tarn bu sırada bir ses işitildi. Hafifden gelen bu ses şöyle diyordu:
Bırak. Kabri açma. Biz ona huccet verdik. Artık elbette yaban ellerde bırakacak değiliz. Aksi takdirde kendisine huccet vermiş olmamızın bir manası kalmaz. Mezara dokunma. Huccet yerini ve sahibini bulmuştur...
Bu nida üzerine hoca kendinden geçti ve olduğu yere yığılıp kaldı. Bu arada, dokumacının karşıdan geldiğini ve kendisine şöyle dediğini müşahede etti:
Hoca, Allah senden razı olsun. Sana selamet versin ki o huccet bana geldi. Sual meleklerine gösterdim. Bunun üzerine bana hiç bir şey söylemediler. Bu arada şunu belirtmeliyim ki ben, hucceti senin sayende aldım. Eğer sen bana: Git Huccetini al! demeseydin. Ben bu gün huccetsiz olacaktım...
Daha sonra hoca evine döndü. Dokumacı fakir komşusunun ruhu için Kur'anlar okuttu, yemekler yedirdi, fakir ve muhtaçlara sadakalar dağıttı, bir çok hayır ve hasenat yaptırdı... (Müzekkün Nufus, 62)
 
Üst