İnsanlar İmanî Konularda Nasıl Aldanır...?

ebrar172

Well-known member
İlk insan Adem (as) dan beri insanlık,
birbirine zıt iki yolda yürüye gelmiştir.
Bu, kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Bu yollardan biri, iman ve hidayet yolu;
diğeri de küfür ve dalalet yoludur.


İnsaf ve vicdan ışığında bakıldığında,
bütün güzelliklerin, hayır ve kemalatın,
huzur ve saadetin iman yolunda;
çirkinlik, şer, tahrip ve hakka tecavüzlerin de
küfür yolunda olduğu açık bir şekilde görülecektir.

Dış dünyadaki bu kutuplaşma ve zıtlaşma,
insanın iç dünyasında da cereyan etmekte,
duygular ve hisler arasında çatışma şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Kalp, akıl, vicdan insanı iman yoluna sevk ederken,
nefis, his, heva ve vehim de inkar yoluna iterler.

İnsanın iç dünyası bu zıtların çarpışmalarına her zaman sahne olur.
Bunlardan hangisi ağırlık kazanırsa,
insan o cephede yerini alır, o yolda yürümeye başlar.
Bu alanda, insanı küfre sevk eden,
fikri sapıklığa düşüren sebeplerin mühimleri üzerinde duracağız.

Birincisi Cehalet;

Geçmişte ve günümüzde
insanların küfre girmesine sebep olan saiklerin başında Cehil gelir.
Feza araştırmaları yapan insan da eğer Allah'a inanmıyorsa,
inanmamasındaki birinci sebep Cehalettir.
Burada kastedilen cehalet,
eşyanın var oluşundaki niçin ve neden'i muhakeme eksikliği,
yani basit ve sathi düşünmedir...
Cehaletin bir sebebi de, taassup ve taklittir.
Geçmiş Peygamberler, kavimlerini imana ve tevhide davet ederken,
karşılarına çıkan en büyük engel, bu olmuştur.
Onlar, kavimlerinin taassubu
ve atalarının sapık inançlarına körü körüne bağlılıkları ile
ciddi mücadele vermişlerdir.
Kuran'da da bu husus üzerinde önemle durulur
ve yanlışlığı vurgulanır.


Amr Bin As'a, bir gün:
"Sen akıllı bir adamsın,
İslamiyet’i kabulde gecikmene ne sebep oldu?" diye sorulmuştu.
Amr Bin As'ın cevabı düşündürücü
ve konumuza ışık tutucudur:

"Biz, bizden önceki kuşaktan yaşlı-tecrübeli,
bize hakim bir toplulukla bir arada bulunuyorduk.
Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir dağ yolunu tutup gittiler.
Biz de oraya çıkıncaya kadar onlara uyduk.
Onlar Peygamberi (asm) inkar ettiler.
Onlarla birlikte biz de inkar ettik.
O zaman yaptığımız iş üzerinde hiç düşünmedik.
Sadece onları taklit ettik.
Onlar ölüp gidince, işler bize kaldı.
Kendimiz düşünüp karar vermek zorunda kaldık.
Peygamberin (asm) işine bizzat bakıp doğruluğunu anlayınca,
İslamiyet sevgisi kalbimize düştü..."

Günümüzde de durum değişmiş değildir.
Çağdaş inkarcılar da, kendilerine büyük tanıdıkları,
üstat kabul ettikleri şahısların ilkelerine,
doktrinlerine, ideolojik fikirlerine, taassupla bağlı,
körü körüne sadıktırlar...


İkinci muhim mesele Kibir ve Gurur;

İnsanların iman yoluna girmelerine mani olan
ikinci husus, kibir'dir.
Şeytanın Hak'tan sapmasına ve rahmetten kovulmasına,
bu duygu sebep olmuştur.

Kibir, büyüklenme ve kendini yüksek görme hissidir.
Kibir duygusunun asıl yeri,
Allah hesabına, bütün kafir ve inkarcılara karşı üstün olmak,
imanın izzetini korumak uğrunda hiç kimseye baş eğmemektir.
Fakat düşüncesizlik ve gaflet yüzünden
bu duygu insanı yoldan çıkarır,
Allah'a ve Resulüne isyan bayrağını açtırır.
Nitekim Nemrut’un ve Firavun'un kibri,
onları, Allah'a karşı üstünlük taslamaya sevk ederken;
Ebu Cehil'in kibri de kendisini
Hz. Peygamber'e karşı üstün görmeye sevk etmiştir.



üçüncüsü Duygu yanılmaları ve yanlış değerlendirmeler (İnhiraf)

İnsanı küfre atan mühim bir sebep de,
inhiraf denen duyguların yanılmasıdır.
Tıpkı suyun içindeki bir cismi kırılmış gibi yanlış görme,
hükmü ona göre verme
ve o hüküm üzerinde fikir yürütmedir.
Kişiyi inkarcılığa sürükleyen inhirafın
pek çok sebepleri vardır.
Mühimlerinden bazılarını sıralayalım inşallah


-Maddi meselelerle devamlı meşguliyet,
insanı maneviyattan uzaklaştırır.
İman hakikatlerine karşı insanı anlayışsız hale getirir.

-Allah Teala'yı yarattığı varlıklara
mahlukata kıyas etmek de,
mühim bir yanılma ve inkar sebebidir.
Allah kainatın yaratıcısıdır.
Her şey O'nun mahlukudur.
Usta, eserine benzemeyeceği gibi
Kainatın yaratıcısı da kainata benzemeyecektir.

-İmani meselelerin yüceliği sebebiyle,
aklın onların mahiyetini tamamen kavrayamayacağını düşünmemek...
Bir şeyin varlığını bilmek başka,
mahiyetini bilmek başkadır.
Kainatta varlığını bildiğimiz halde,
mahiyetlerini bilemediğimiz o kadar çok şey var ki...
Mahiyetini kavrayamayışımız,
o şeylerin varlığını inkar etmeyi nasıl gerektirmiyorsa
Allah Teala'nın, meleklerin,
Cennet ve Cehennem'in mahiyetlerini bilmememiz de
onları inkar etmeyi gerektirmez.

-Kafirlerin sayıca çokluğu,
onların bazı imani meselelerin inkarında birleşmeleri de
insanı dalalete atan sebeplerden biridir.
Halbuki, kıymet ve ehemmiyet, sayı çokluğunda değildir.
Nitekim, hayvanlar, sayıca büyük bir çoğunluğa sahipken,
insan bütün hayvan türleri üstünde hakim olmuştur.

-Maneviyatta ihtisas sahibi kimselere müracaat etmemek...
Bir ilmin münakaşa konusu olmuş bir meselesinde,
o ilmi bilmeyen kimselerin,
başka bir ilimde ne kadar büyük ve kudretli de olsalar,
sözleri geçerli değildir.
Mesela, büyük bir mühendisin, bir hastalığın teşhis ve tedavisinde
bir Tıp öğrencisi kadar sözü geçmez.
Aynı şey manevi meselelerde de geçerlidir.
Madde ile çok meşgul olduğundan
maneviyattan uzaklaşmış, aklı gözüne inmiş,
manevi meseleleri idraki daralmış kimselerin
manevi meselelerdeki inkarları geçerli olamaz.
Başta Peygamberimiz olarak umum 124 bin Peygamber
ve asırlarca yetişmiş büyük alimler
imani meselelerde ihtisas sahibidirler.
O meselelerde onların sözleri dinlenir.

Dördüncü sebeb Günahlara müptela olmak;

İşlenen her bir günah,
insanın kalp ve ruhunda yaralar açar,
iman nurunu karartmaya başlar,
insan günahta ısrar ettikçe kalbi, siyahlaşıp katılaşarak
iman nurunu bütünüyle kaybedecek dereceye gelir.
Bu bakımdan her günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.
işlenen günahların lekeleri tövbe ile hemen silinmezse,
kalbi tamamen kaplayıp insanı küfre kadar götürebilir.

işte hem nefsimizle mücadele ederken
hem başka insanlara birşeyleri anlatmaya çalışırken
bu saydığımız sebebleri hiçbir zaman unutmamalı,
Allah muhafaza delalete düşenlerden olmamalıyız...
Rabbim bizi bir lahza bile kendimizle başbaşa bırakmasın inşaAllah...


Ey Rabbimiz!
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.
Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.
Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.

Bize magfiret eyle günahlarımızı bağışla
muhakk ki senin rahmetin sonsuzdur...

Ey Rabbimiz!
Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek,
bizi onunla hesaba çekme.

Ey Rabbimiz!
Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme.
Yüce katından bize bir rahmet bağışla.
Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.

İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına,
ihvânına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun.

Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen;
nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle,
insanlık âleminin evliyalarıyla,
beşerin kâhinleriyle müjdelenen;
bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e,
ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun.
Davetine ağaçların koşup geldiği,
duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği,
sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı,
bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu,
parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı,
onun hürmetine Allah’ın,
kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü,
zehirli keçinin kolunu,
deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu,
Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda
ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e,
Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan
herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin
hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan
bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince,
milyonlar salât ve selâm olsun.
Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla,
Ey İlâhımız, bize merhamet et.

Âmin, Ey Erhamürrâhimîn.

El Fatiha Meas Salavat...








 
Üst