Gercekten said nursi,seyh said kiyamina destek vermedimi?

~NUR~

Member
Bu yaziyi baska bir siteden aldim,sizlerle paylasmak istedim.Bilgisi olan isin aslisini anlatabilirmi lütfen!

Bugün kendilerini nurcu olarak adlandıran bazı çevreler Bediuzzamanın Şeyh Said’in kıyamına katılmadığını ve hatta bu kıyamı boykot edip reddettiğini söylemektedirler. Ve yine Şeyh Said’e yazdığı bir mektupta şunları söylediğini iddia ederler. "Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti tarhi boyunca İslam’a hizmet etmiş ve yüz binlerce şehid vermiş ve milyonlarca veli yetiştirmiştir. Bundan dolayı kahraman ve fedakar İslam savunucularının torunlarına kılıç çekilmez ve ben de çekmem.”

Yıllardır üstadın Şeyh Said kıyamı hakkındaki kanaati bu şekilde algılanmıştır. Ancak gördüğümüz üzere bu sözlerde buram buram ırkçılık ve asabiyet kokmaktadır. Bazı nurcuların iddia ettiği gibi bu sözler Said Nursi’nin sözleri ise o zaman ister istemez akla ilk anda şu soru gelmektedir: Acaba Said Nursi devletçi midir? ALLAH ’ın indirdiği ile hükmetmeyen tağutları mı destekliyordu?

Cevap olarak derim ki: Aslında durum bunların iddia ettiği gibi kesinlikle değildir. Zira Üstad’ın bu sözleri Şeyh Said’in savaştığı T.C’nin askerleri ile lgili olmayıp, Osmanlı ordusu ile alakalıdır. Bu sözlerle Şeyh Said’in kıyamıyla hiçbir alakası yoktur. Çünkü Üstad Said Nursi bir başka yerde şöyle demektedir:

“Eski harbi umumiden biraz evvel ben vanda iken bazı dindar ve muttaki zatlar yanıma geldiler ve bana “bazı kumandanların dinsizlik yaptıklarını, kendilerine iştirak etmem gerektiğini” söylediler. Ben de onlara “o kumandanların yaptıkları dinsizliklerin kendilerini bağlayacağını, Osmanlı Ordusu’nun bunlarla mes’ul tutulamayacağını, Osmanlı ordusunun içinde yüz binlerce evliya olduğunu, bu orduya karşı kılıç çekmeyeceğimi ve onlara iştirak etmeyeceğimi” söyledim. O zatlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler, ayaklandılar ve neticesiz Bitlis kıyamı vukuu buldu. Daha sonra harbi umumi patladı. O ordu din namına harbe iştirak etti, cihada girdi. O ordudan yüz binlerce şehidler evliya mertebesine çıkarak beni o davamda tasdik edip kanlarıyla velayet fermanlarını imzaladılar.”
Dikkat edilirse Said Nursi burada Bitlis hadisesinden ve harbi umumiden söz etmektedir. İşin aslı doğrusu da budur. Zira Bitlis ayaklanması 1913 yılında olmuştur. Acaba bu sözlerin Şeyh Said’in kıyamı ile ne ilgisi vardır.

Bununla beraber Üstad’ın, Şeyh Said’in kıyamını desteklediğine dair açık şahitlerde vardır. Bunlardan birisi olan Şeyh Said’in torunu olam Melik Fırat İsparta’da gözetim altında bulunan Said Nursi’yi ziyaret ettiğinde Said Nursi, Şeyh’in torununa şöyle der:
“Ben biraderi azamım Şeyh Said efendinin hayfını aldım.”Bütün bunlardan öte iki Said arasındaki ilişkiyi Şeyh Said’in bir başka torunu olan Abdulillah Fırat şöyle anlatmaktadır:
“Said Nursi Ankara’ya geldiğinde, Şeyh Said’in oğullarından Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin ile görüşmek ister. Bu istek kendisine haber verilince, Said Nursi’nin kaldığı Beyrut otelinde görüşürler.”Bu ziyarette bulunan Abdulillah Fırat Said Nursi’nin Şeyh Said kıyamına bakışını gösteren şu sözlerini nakletmektedir:

“Biraderi azamım Şehy Said Efendi büyük bir şeref ve derece ile vazifesini tamamladı. Takdirin bu şekilde olduğuna vakıfız. Ben de bu hadise de onunla beraber cihada ve Diyarbakır’da şehid edilmeyi arzuluyordum. Fakat ben buna nail olamadım ve bundan dolayı da hayli üzülmekteyim.”
Bu sözlerden sonra Said Nursi, Şeyh Said’in kendisine mektup gönderdiğini ve görüşmek istediğini bu talep üzerine Erzurum’da 15 Mayıs’ta Gülabizadelerin köşkünde buluştuklarını ve görüştüklerini ifade ederek şöyle devam eder:

“Bu benim Şeyh Said Efendi ile ilk görüşmemdi. İlk gözüme çarpan yönü çok ferasetli bir kafaya ve çok fasih bir hitabete sahip oluşuydu. Şer’iilimlerde büyük bir vukufiyeti vardır. Özellikle konuşmasında Hanefilerden İbn-i Abidin’in metinlerini zikrediyordu. Beraber üç gün gece gündüz bir arada kaldık. Cihadı ekberin yapılması gerektiğini ve bunu Müslümanlar deruhte etmedği takdirde hepimizin mes’ul olacağını bana delillerle izah etti. Devamlı surette benim bu konu hakkındaki kanaatimi açığa vurmamı istiyordu. Bende ona dedim ki: “Siz bundan şüphe mi ediyorsunuz? Ben de aynı kanaatteyim. Onun için şuan buradayım. Sonra dedi ki: Siz ne şekilde yardım edebilirsiniz? Ben de cevaben dedim ki: “Beraber istişare ederek yardımlaşma esaslarımızı tespit edebiliriz. Küfrü mutlağa karşı bütün mevcudiyetimizle cihad edeceğimizi ve yapılan küfri icraatların ve inkîlapların karşısında bir sed olacağımızı o bölgenin şeyhlerine anlatırım. Ve bu davanın tahakkukunu bütün gönlümle istediğimi onlara anlatırım”

Bu kararı aldıktan sonra Karaköse üzerinden Van’a, oradan da Bitlis’e gelmeyi planlamıştım. Bir sene sonra Diyarbakır’ın Lice ya da Piran mıntıkasında görüşmek şartıyla birbirimizden ayrıldık. Şeyh Efendi ise Hınıs’a geçti.
Ben Karaköse üzerinden Van’a gittim. Oradan ise Bitlis’e geçtim. Aldığımız kararları oranın şeyhlerine anlattım. Sonra ise Diyarbakır’a gittim. Fakat Şeyh efendiyle görüşemedim. Ondan sonra da bir daha görüşmek nasip olmadı.

Tabi kıyam başlar başlamaz devlet beni hemen derdest etti. Hapishane ve sürgünler benim elimi kolumu bağladı. Ben bu duruma gerçekten çok üzüldüm. “Ya Rabbi! Ben buna layık değil miyim? Benim şimdi kıyam için cihada olmam lazımken hapishanede derdest edilmişim. Hiçbir şey yapmıyorum. Ben hapishane ve srgünlerde siyasi mahkum olarak tutulmaya layık mıyım?” diyerek ağlıyordum. Bir gün beni seven bir gardiyan bana bir gazete getirdi. Şeyh Said Efendi’nin Diyarbakır’da istiklal mahkemeleri tarafından yargılandığını okudum. Birkaç gün sonra ise bir gazete daha getirdi ki, orada da Şeyh Efendi’nin şehid olduğunu okudum. Bunun sonunda bende büyük bir teessüf hasıl oldu. Geceli gündüzlü ağladım. “Ben niçin Diyarbakır’da şehid edilen 48 kişinin içinde değilim” diyerek kederlerle ve gamlarla teessürümden ağladım. Onlar her ne kadar biraderi azamımı şehid ettilerse, bende onlardan bir milyon insanı Şeyh Said’in yoluna getirdim. Bu da benim için kafi bir hizmettir ALLAH ’ın izniyle.”

Dikkat edilirse bu ifadelerden açıkca anlaşılmaktadır ki, Said Nursi, Şeyh Said’in hareketini İslami bir kıyam olarak görmektedir. Zaten kıyamdan bir ay evvel 15 Mayıs’ta Şeyh Said ile buluşup, yapılacak kıyamın İslamî olduğuna ve destekleyeceğine dair söz vermiştir. Nitekim Said Nursi’nin risaleleri üzerine söz söylemeye yetkili bazı kimseler, üstadın şualarında aslı 10 maddelik olan bahsin 9. ve 10. maddelerinde bazı mülahazaların eksiltmeye gidildiğini belirtmektedirler. Oysa ki, asıl el yazması nüshada 10. madde de Bediuzzaman şöyle demektedir: “Şeyh Said ve arkadaşları hakiki şehittirler Aslında yukarıda yazdıklarımızdan anlaşılmaktadır ki, tarih tekerrürden değil tamamen tahriften ibarettir. Bugün alaturka nurculuğu savunan bazı çevreler, sevdikleri ve kolladıkları Laik demokrat gayri İslami devletlerini topluma şirin göstermek, İslam’ın amansız düşmanı olan ordusunu Mehmetçik ve Peygamber ocağı göstermek için dine karşı bir din metodu kullanmaktadırlar. Zira bugün nurcu geçinenler, bu sözleri kendileri sarfetselerdi kimse onları dinlemeyecekti. Onlarda vatancılıklarını ve devletçiliklerini Said Nursi’ye söyleterek daha etkili olacaklarını düşündüler ve öyle de yaptılar.


İlk başta da söylediğimiz gibi Üstad Said Nursi onların bu sözlerinden beridir. Üstad düzenci ve devletci değil aksine tağuti düzenlerin amansız düşmanıdır. Bu kin ve nefreti üstadın hayatında yazdığı eserlerde görmek mümkündür. Örnek olarak “İşaratu-l İcaz” isimli eserinde şapka giyenleri bile tekfir etmektedir.
Durum bu iken nasıl olur da Üstad birden devletçi kesilir ve “fedakar İslam savunucularının torunlarına yani Türk milletine ben kılıç çekmem” diyerek buram buram ırkçılık kokan sözler sarfedebilir? Acaba İsrailoğulları Peygamberlerin torunları değil midir? Fakat biz buna rağmen onları tekfir ediyoruz. Yine aynı şekilde Mekkeli müşrikler Hz. İbrahim’in torunları değimliydi ki, Resulullah (sallALLAH u aleyhi ve sellem) onlara karşı kılıç çekti, baba oğlu ile, kardeş kardeşle savaştı? Bakınız bu konuda ALLAH u Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“ALLAH 'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa ALLAH 'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki ALLAH kalblerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. ALLAH onlardan Razı olmuş, onlar da O'ndan Razı olmuşlardır. İşte onlar ALLAH 'ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, ALLAH 'ın hizbidir.” (58, Mücadele/22)
Bu ayetten açıkca anlaşılacağa üzere, kim küfür ehlini severek kollarsa iman ettiğini iddia etse bile bu iddiası boş bir iddiadır. İmanla bir ilgisi yoktur.


Şu bir gerçektir ki, küfür şahıslara göre kesinlikle değişmez. Dolayısıyla Kur’an ve sünnette sabit olan bir küfür ameline bütün şeyhler ve hocalar küfür değil deseler bile yine de bu o fiilin küfür olduğuna zerre kadar şüphe getirmez. Zira imanda bağlayıcı olan Kur’an ve Sünnettir.
 
Üst