Peygamberimizin Çocukluk Yılları

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ÇOCUKLUK DEVRESİ

kirmizi_gul.gif




Âlemin Fahri'nin Amcası Hz. Abbas anlatıyor:


"Ben Allah Resulünün doğduğu zamanı hatırlıyorum. Üç yaşındaydım. O'nu getirdiler. Yüzüne bakıp duruyordum. Kadınlar bana: Haydi kardeşini öp! dediler. Ben de ipekler içinde gülümseyen Nur çocuğu öptüm..."

Kainatın Efendisinin yine amcalarından ve mukaddes İslam'ın ileride en şedit ve en azılı düşmanlarından Ebu leheb; neseb yönünden Nur koluna bitişik olduğu halde ondan mahrum... Küfrün bu saldırgan devi, Allah Resulünün doğum müjdesini aile adına ilk alanlardan...

Varlığın tacı doğar doğmaz cariyesi, Ebu Leheb'e koşuyor ve en taşkın vecd içinde haykırıyor:

"Müjde ya Ebu Leheb! Kardeşin Abdullah'ın Amine' den bir erkek çocuğu dünyaya geldi. Bir yeğenin oldu!"

Sadece soy gayretinden ileri gelen bir gururla sevinen ve coşan Ebu Leheb, müjdeci cariyeyi hemen azat etti. Şimdi İlahi kadere bakınız ve ileride gelecek işleri görünüz:

Aradan yıllar ve aylar geçecek günler ve geceler birbiri ardınca akıp gidecek, Peygamber amcası Ebu Leheb, mukaddes yeğeninin dünyaya gelişinde gösterdiği sevince rağmen, O'nun davasına en büyük düşman kesilecek, küfründe o kadar büyük bir taşkınlık gösterecek ki, hakkında "Tebbet" suresi inecek, dipsiz küfür ummanı içinde ebediyen mahrum olarak kaynayıp gidecek ve ölümden sonra bir gün müminlerden birinin gözüne rüyada görünüp feryadı basacak:

Ah, Ah!.. Cehennemdeyim, Cehennemdeyim ve şiddetli azap içindeyim. Ancak pazartesi geceleri azabım hafifliyor. O zaman parmaklarımı emiyorum ve uçlarından çıkan suyu içiyorum. Zira Pazartesi günü, Allah Resulünün doğumunu bana müjdeleyen cariyeyi azat etmiştim. Bu hareketimin yüzü suyu hürmetine Pazartesileri hafifliyorum...
Allah'ın Sevgilisini ilk emzirenlerden birisi de, İşte Ebu Leheb'in azatlı cariyesi Süveybe... Süveybe, daha önce Hz.Hamza'yı da emzirmişti...

devam edecek..:037:
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
:037:SÜT ANNE:037:

9068gul.jpg


Âmine hatun varlık nurunu 3 gün emzirdikten sonra, Nur çocuk Süveybe hatuna verilmişti. Süveybe hatun İnsanlığın Efendisini emzirirken, Abdülmuttalib de Beni Saad kabilesinden Haris'in zevcesi Halime'yi buldu. Halime hatunun kucağında Abdullah isminde bir oğlu ile yanında Şeyma (Üneyse) adında Nur çocuğa bakabilecek yaşta bir kız vardı...


O devirde yeni doğan çocuklarını süt anneye vermek, Kureyş ulularının adetiydi... Badiye'de yaşayan kabilelerin yeni anne olmuş kadınları da, şehre inerler ve yüksek ailelerin çocuklarını alıp Badiye'ye götürürler, onlara sütninelik ederlerdi ve bakarlardı...

Nur-u cihana sütanne olmak şerefi Halime hatuna kaldı...

Halime hatun anlatıyor:

- Beni Saad kabilesinden birçok kadın, Mekke'ye geldik. Mekke büyüklerinin emzirilecek çocuklarını alıp yetiştirelim diye... Benimle gelen kadınların hepsine Allah'ın Resulünü sundular. Öksüzdür diye kimse kabul etmedi... Kadınlardan her biri kısmetini buldu gitti. Elleri boş, bir ben kaldım. İşte tam bu sırada Abdülmuttalib ile karşılaştım.

Bana sordu:

- A hatun sen nerelisin?

- Beni Saad kabilesindenim.

- Adın nedir?

- Halime!

- Ne güzel, ne güzel! Saad ve Hilm, iki haslettir ki dünyanın hayrı da, ahiretin izzet ve şerefi de bunlardadır! Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk var. Onu Beni Saad kadınlarına arz ettim. Kabul eden olmadı. Gel, sen o yavruya annelik et... Belki onun yüzünden mutluluğa erersin!..

- Bana biraz müsaade verir misin?

- Ne yapacaksın?

- Kocama danışacağım.

- Pekâla!..

Zevcime koşup dedim ki:

- Ellerim boş dönmek bana ağır geliyor. Bende o yetimi alsam ne dersin?

- Almanda bir beis yok. Belki de Allah bize onun yüzünden bereket ve hayır verir...

Bunun üzerine Abdülmuttalib'in yanına döndüm:

- Hani, çocuk nerede? Dedim. Abdülmuttalib'in yüzü parladı.
Çocuğu almaya gittim. Mübarek vücudunu bir yeşil ipeğe sarmışlar, üstüne de beyaz bir sof dolamışlar. Beyaz sof sütten ak ve misk kokulu... Allah'ın Sevgilisi arka üstü yatmış, mışıl mışıl uyuyor. O kadar güzel, o kadar can alıcı bir tatlılık vardı ki, yüzüne dalıp kaldım ve uyandırmaya kıyamadım. Ellerimi göğsünün üstüne koydum... Gözlerini açtı, yüzüme baktı ve gülümsedi... Sanki gözlerinden, gökleri tutan bir aydınlık fışkırdı. İki gözünün arasından öptüm. Sağ mememi verdim, aldı. Dilediği kadar süt emdi. Derken sol mememi verdim, almadı. Ondan sonra hiçbir defa sol mememden süt emmedi. Hep sağ, daima sağ memeyi emdi...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
DEVLET Kİ NE DEVLET

gul81.jpg


Halime hatun, varlığın nurunu alıp, Badiye'de Beni Saad kabilesinin çevresine götürdü. O, aralarına girer girmez sanki gök delindi. Ulvilik âlemlerinin kapıları açıldı... Gökten nimet yağmakta ve yerden feyz bitmekte...


Yol boyunca olanlar da ayrı bir âlem...

Halime, nur çocuğu kucağına alıp cansız merkebe bindi. Hayret ve dehşet... İşe yaramaz, kupkuru merkep birden yeni bir hayat kazanıyor... Öyle şevkle yürümeye koyuldu ki, kafiledeki merkeplerin hepsinin önüne geçti... Halime hatunun arkadaşları şaşkın ve hayrette:

- Ey Ebu Züeyb'in kızı, dediler; başına rahmet yağsın. Biraz dur, bizi bekle... Yoksa bu merkep, senin evinden üzerine binip yola çıktığın merkebin değil midir?

- Vallahi, bu işte o merkeptir!

- Andolsun ki onun, bugün şaşılacak bir hali var!

Halime der ki:

İşe yaramaz, cansız bir merkebimiz vardı. Sütsüz ve kavruk, birde dişi devemiz...

Nur çocuk aramıza girince devenin memeleri süt doldu. Sağa sağa bitiremez olduk. Kocam hayret ve dehşetler içinde:

- Halime, diyordu; getirdiğin yetim ne uğurluymuş. İçimize girer girmez bereket yağmaya başladı...

- Vallahi, ben de zaten böyle dilerdim!

Gerçekten olan oldu. Tez zamanda davarlarımız üredi, bolluk ve bereket bizi her yandan kuşattı...

Daha evvelce de belirttiğimiz gibi, Halime hatun, Varlık Nurunu önüne alıp cansız merkebe bindiği zaman o bitik hayvan bile hayata geliyor ve diğerleri ona ayak uyduramaz oluyor...

Bütün Beni Saad oymağı bu harika karşısında hayran... Bütün akıllar hayrette, bütün idrakler donuk... Kabile bir kıtlık denizinde çırpınırken Halime hatunun evi ve otlağı, tılsımlı bir ada... Bu ne büyük tecelli, bu ne akıl ermez iş?.. Etraftaki komşular, süt vermeyen koyunlarını Halime'nin otlağında otlatmaları için çobanlarına çıkışıyorlar:

- Yazıklar olsun size! Siz de bizim koyunlarımızı Ebu Züeyb'in kızının çobanı nerede otlatıyorsa, oralarda otlatsanıza!..

Fakat yinede hiçbir fayda elde edemiyorlar.


Beni Saad kabilesi hayran...

Nasıl hayran olmasınlar ki, Nur çocuğun ayağının bastığı yerden bereket fışkırıyor...

İki yıl geçince Nur çocuk memeden kesilmiş yürümekte... Memeden kesilişi de yine ayrı bir harika... Tekbir getiriyor ve Allah'a hamd ediyor...

Nur çocuğun çocukluğu da diğer çocuklara hiç benzemiyordu. Sekiz aylık iken konuşuyor ve konuşmaları dinliyordu. Dokuz aylık olunca, çok düzgün konuşmaya başlamıştı.

En küçük yaşta bile akıl almaz haller içinde... Esrarlı bir ciddiyet, ağır başlılık, durgunluk... Her yanından tüten mana insanı büyüleyici, bakışları insanı eritici...

Halime hatun der ki:

- Civarımızdaki oğlancıklar oyun oynarlar, fakat O, aralarına katılmazdı. Bir kenarda durur, onları gülümseyerek seyrederdi...

Varlık Nurunu alıp Mekke'ye Âmine hatuna götürdüler. Annelerin sultanı, insanlığın sultanını görünce sevincinden uçtu, O'nu bağrına basıp doya doya öptü...

Âmine hatuna rica ettiler:

- Oğulcuğumu büyüyünceye kadar yanımda bıraksan iyi olur. Çünkü O'nun Mekke vebasına tutulmasından korkarım!..

Hazret-i Âmine Biricik ciğerparesini yine Halime hatuna teslim edip Beni Saad kabilesine gönderdi...

İbn-i Abbas'dan:

Halime Hatun, Allah'ın Resulüne tutkundu. O'nu yanından hiç ayırmaz, O'nun uzaklara gitmesini istemezdi. Bir gün daldı, ilgilenmedi: Allah'ın Resulü de sütkardeşi Şeyma ile öğle sıcağında kırlara, kuzuların arasına gittiler. Halime hatun kendine gelince, Allah'ın Resulünün uzaklara gittiğini anladı... Hemen fırlayıp etrafı araştırmaya başladı ve onları kırlarda buldu. Kızına çıkıştı:

- A kızım! Niçin başınızı alıp uzaklaştınız, bu sıcakta kırlara çıktınız? Ya size güneş çarparsa?..

Şeyma:
- Anne, dedi; kardeşime güneş dokunmuyor. Nereye gitsek başımızın üstünde bir bulut; bizimle beraber geliyor. Durduğumuz yerde duruyor, yürüdüğümüz kadar yürüyor... Biz hep onun gölgesi altında dolaştık...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
YARILAN GÖĞÜS

01+G%C3%BCl.jpg


Hadis âlimlerinden Ebu Ya'la, Ebu Naim ve İbn-i Asakir, sahabe Şeddad bin Evs'den Nebiler Nebisinin bir hadisini naklederler:


- Küçücük bir çocuktum. Bir gün, akranım olan çocuklarla bir derenin içindeydik. Birden, derenin içinden üç adam çıkageldi. Ellerinde bir altın leğen vardı. İçi dopdolu kar... Ellerini uzattılar ve beni çocukların içinden çekip aldılar. Çocuklar korku ve dehşet içinde, oymak yerine doğru kaçıştılar... Adamlardan biri beni yanlama yere yatırdı ve karnımı yardı. Ben bakıp duruyordum ve acı diye bir şey duymuyordum. Adam, bağırsaklarımı çıkarıp leğendeki karın içinde sıkı sıkı yıkadı ve sonra yerine koydu. Biri de gelip göğsümü yardı, kalbimi çıkarıp eline aldı, kalbimin içinden bir kaç damla uyuşuk kan çıkarıp attı. Sonra eliyle sağ ve sol tarafımdan bir şey alır gibi yaptı.

Baktım; elinde nurdan bir mühür... Nazar edenin aklı gider. Onunla kalbimi mühürledi ve kalbim Nebilik hikmet ve nuruyla doldu. Yüreğimi yerine koydular. Uzun zaman o mührün soğukluğunu içimde duyar oldum. Daha sonra üçüncü bir adam gelip karnımın yarılan yerini eliyle sığadı ve Allah'ın izniyle yarası kapanıverdi. Elimden tutup beni saygı ve nezaketle ayağa kaldırdılar...

Resuller Serverinin sütannesi Halime hatun anlatır:

- Oğlum koşarak ve çığlık basarak geldi. Anne, dedi; tez yetişin bir adam geldi aramızdan Muhammed'i kaptı, alıp bir tepe üzerine çıkardı ve karnını yardı!..

Buraya bir nokta koyup şunu belirtelim ki: Peygamberler Peygamberinin, çocukluk yaşlarında, mübarek karınlarını yarıp içini tertemiz ve pak hale getirdikten sonra kalplerini Nebilik, nur ve hikmetiyle doldurmuşlardır... Yine mukaddes kalplerinin şakkolunması [ikiye ayrılması] da ayrıca Hirâ dağında ve Cebrail aleyhisselamın getirdiği ilk vahiy esnasında, ondan sonra da Miraç gecesinde tekrarlanmıştır...
Allah'ın Resulü bu ameliyattan sonra hiçbir acı eseri duymamışlardır...
 
Üst