dördüncü lema dördüncü nükte

bizar

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,



DÖRDÜNCÜ NÜKTE



Üçüncü Nükte münasebetiyle, Şîalarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medar-ı nizâı, hattâ akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede büyütülmüş bir meseleye kısaca bir işaret edeceğiz. Mesele şudur:



Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (r.a.) Hulefâ-i Erbaanın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (r.a.) daha efdaldir ve hilâfete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti." Şîalar derler ki: "Hak Hazret-i Ali'nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir (r.a.)."



Dâvâlarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında vârid ehâdis-i Nebeviye ve Hazret-i Ali'nin (r.a.) "Şah-ı Velâyet" ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki, en efdal odur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi.



Elcevap: Hazret-i Ali (r.a.) mükerreren, kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefâ-i selâseye ittibâ ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu dâvâlarını cerh ediyor. Hem hulefâ-i selâsenin zaman-ı hilâfetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a'dâ hadiseleri ve Hazret-i Ali'nin (r.a.) zamanındaki vakıalar, yine hilâfet-i İslâmiye noktasında Şîaların dâvâlarını cerh ediyor. Demek Ehl-i Sünnet ve Cemaatin dâvâsı haktır.



Bu cevabın daha net anlaşılması için,4 halifenin hilafet zamanlarındaki icraatlarının bilinmesi lazımdır. Detayını sizlerin taharrrisine havale ediyoruz ama kısaca özetlersek, Hz. Ebubekr ra. ve Hz. Ömer ra. doğrudan duşmanla savaşmışlarlar doğrudan tebliği yer yuzune neşr etmişler, Hz Osman ra. zamanında ise hem düşmanla mücadele hem iç karışıklıkların beraber olduğunu göruyoruz. Hz. Ali ra. zamanında ise neredeyse tamamen iç karışıklıklar mücadele kendini gösteriyor. Hem Hz Ali ra. efendimiz, hilafet davası etmemiştir, 3 halifenin şeyhul islamlığını yaparak, onlara tam destek vermiş, onlarla islama hizmet etmiştir.



Zerre kadar haksızlığa tahammul edemeyen sahabeler ve hususun en ilerilerinden ve en cesurlarından olan Hz. Ali efendimizin, haksızlık karşısında susması, ona korkaklık izafe etmektir ki, bu hakarettir. Yada iki yüzlülük isnad etmektir ki, bu tarz tevillerden Allah'a sığınırız.



İmam ı Ali ra. efendimize izafe edilen bu tarz ifadeler Peygamber Efendimizi de rencide etmektedir. Sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir hangisini takib etseniz doğruyu bulursunuz (yakın mana) hadisine muhalefet etmiş olursunuz. Zira hiçbir sahabe, iki yüzlü olamaz, haksızlığa karşı susamaz, hakkı gizleyemez, haksızlara ve zalimlere riyakarane dost görünemez.



Eğer 3 halife İmam ı Ali ra. hakkını gasb etti iseler, o zaman onlar hakkı bilmez, hakikati bilmez bilsede kabul etmez, istekleri uğruna her zulmu kabul edenlerden olurlar ki, haşa, Kur'an-ı Kerim'in ve sair semavi kitabların medh u sena ettiği sahabelere bu namazla bakmakdan Allah'a sığınırız.



Eğer denilse: Şîa ikidir. Biri Şîa-i Velâyettir, diğeri Şîa-i Hilâfettir. Haydi, bu ikinci kısım, garaz ve siyaset karıştırmasıyla haksız olsun. Fakat birinci kısımda garaz ve siyaset yok. Halbuki Şîa-i Velâyet, Şîa-i Hilâfete iltihak etmiş. Yani, ehl-i turuktaki evliyanın bir kısmı Hazret-i Ali'yi (r.a.) efdal görüyorlar, siyaset cihetinde olan Şîa-i Hilâfetin dâvâlarını tasdik ediyorlar.



Elcevap: Hazret-i Ali'ye (r.a.) iki cihetle bakılmak gerektir.



Bu izah çok önemlidir. Tarih boyunca bu konuyu araştıranların bakamadıkları bir noktadır.



Hazret-i Ali'ye (r.a.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti şahsî kemâlât ve mertebesi noktasından, ikinci cihet Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor. İşte, birinci nokta itibarıyla, Hazret-i Ali (r.a.) başta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'i (r.a.) takdim ediyorlar. Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i İlâhiyede makamlarını daha yüksek görmüşler.



Evet, sıddıkıyet makamı peygamberlik makamına en yakın makamdır ve sıddık ı ekber Hz. Ebubekr ra.dır.



İkinci nokta cihetinde, Hazret-i Ali (r.a.) şahs-ı mânevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt bir hakikat-i Muhammediyeyi (a.s.m.) temsil ettiği cihetle, muvazeneye gelmez. İşte, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında fevkalâde senâkârâne ehâdis-i Nebeviye bu ikinci noktaya bakıyorlar.



İşte tam burada şia ların davalarına getirdikleri delilleri hatırlayınız. O getirdikleri deliller doğrudur ama o deliller hilafetteki efdaliyeti için değildir. Hz ali efendimizin soyundan gelen nurani silsiler asırlarca şeriat ı muhammediyenin hamelesi olacaklar bu radaki en azim hissede İmam Ali ra. dır. O iltifatlar bu sebebledir, yoksa efdaliyet itibariyle İmam Ali ra.ın itiraz etmemesi, onlara şeyhul islamlık yapması, hilafetin kararlarının İmam ı Ali'ye onaylatılması, yeri geldiğinde İmam ı Ali'nin hilafet kararlarına mudahale etmesi gösteriyor ki; hilafet tertibinde haksızlık yoktur.



Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Her nebînin nesli kendindendir. Benim neslim Ali'nin (r.a.) neslidir."

Taberânî, el-Mecmeu'l-Kebîr, no: 2630; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 10:333; el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, s. 223, no: 1717.



Hazret-i Ali'nin (r.a.) şahsı hakkında sair hulefâdan ziyade senâkârâne ehâdisin kesretle intişarının sırrı şudur ki:



Emevîler ve Haricîler ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivâyâtı çok neşrettiler. Sair Hulefâ-i Râşidîn ise öyle tenkit ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehâdisin intişarına ihtiyaç görülmedi. Hem istikbalde Hazret-i Ali (r.a.) elîm hâdisâta ve dahilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali'yi (r.a.) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için "Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir."

Tirmizî, Menâkıb: 19; İbni Mâce gibi mühim hadislerle Ali'yi (r.a.) teselli ve ümmetini irşad etmiştir.



Hazret-i Ali'ye (r.a.) karşı Şîa-i Velâyetin ifratkârâne muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şîa-i Hilâfet derecesinde mes'ul etmez. Çünkü, ehl-i velâyet, meslek itibarıyla, muhabbetle mürşidlerine bakarlar Muhabbetin şe'ni ifrattır Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor. Ve öyle de görüyor. Muhabbetin taşkınlıklarında ehl-i hal mâzur olabilirler. Fakat onların muhabbetten gelen tafdili, Hulefâ-i Râşidînin zemmine ve adâvetine gitmemek şartıyla ve usul-ü İslâmiyenin haricine çıkmamak kaydıyla mâzur olabilirler.



Fakat malesef şia lar kendi aralarında çok dağınıklar, 24 ayrı anlayışa sahib grub halindeler bir kısmı Hz Ali ra. peygamber derken, bir kısmı Allah'ın sulueti diyor. Bir kısmı Hz. Ebubekr ve Hz. Ömer e hakaretler ederler, ehl i sunnet tektir aralarında tefrika yoktur. İtikadları birdir. Şia lar ise daha kendi aralarında bile dağınıklar bir değiller, hangi şia bizim karşımıza çıkacak diye baksak, her kafadan bir ses çıkar.



Şîa-i Hilâfet ise, ağrâz-ı siyaset, içine girdiği için, garazdan, tecavüzden kurtulamıyorlar, itizar hakkını kaybediyorlar Hattâ la lihubbi aliyyi belbuğzı ömer 2 Maksat Hz. Ali'ye duyulan sevgi değil; Hz. Ömer'e duyulan kindir. cümlesine mâsadak olarak, Hazret-i Ömer'in (r.a.) eliyle İran milliyeti ceriha aldığı için, intikamlarını hubb-u Ali suretinde gösterdikleri gibi, Amr ibnü'l-Âs'ın Hazret-i Ali'ye (r.a.) karşı hurucu ve Ömer ibni Sa'd'ın Hazret-i Hüseyin'e (r.a.) karşı feci muharebesi, Ömer ismine karşı şiddetli bir gayz ve adâveti Şîalara vermiş.



Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha
 
Üst