Akıl,Hikmet...

bizar

Well-known member

İnsanı insan yapan en önemli latifelerinden olan aklı, kâinat içinde yürürken ve muhatap olduğu âlemin mütenevvi hasiyetleri içinde fikren süzülürken bir soru ve cevap ilişiğinde işleyen bir anahtar mahiyetindedir…
Yaratılışın kendine ait sorgulama mekanizması bütün hasselerin yine kendine özel nitelikli alış verişi olmakla birlikte bu akıl denilen süzgeç, sair letaife erzak taşıyan bir vazife görmektedir.
Ve aklın itminanı yani tatminini sağlayan gerçekçi mevzi ise daire-i hikmettir..Yani yaratılışın ve yaratılmışların ana gayeleri ne için var oldukları ve ne amaca hizmet ettikleri ve akıbetleri hali hazır da faydaları ve maslahatları nedir? Gibi.. bir neden haritasının tanımlanma krokisi denilebilir.
Bu hakiki maksatlar ve hedefler o kadar ciddi ve yerli yerinde ve mutlak bir hâkimiyetle hem hak ve adalet içinde uygulanır ki, akıl bunun karşısında hayretler içerisinde kalır.
Her şeyin her şeyle bağlandığı ve o bağlılığın hayattarlığı ve bir birinin olmazsa olmaz kimliği ile tesis edilmesi.. her gayenin bir diğerine mütemmim.. her pencerenin bir diğerine tamamlayıcılığı ..kainatın azim bir dengeyle vazifesini yapmasını, tekvini kanunlar.. Yani, evrenin faaliyet yasasının tanzimi şekliyle karşımızda görüyoruz…
O nevamis içerisinde olduğumuzdan, hem müşahit hem tâbi bir fıtratla bu kavanin içinde dâhil ve müdahil olarak bulunuyoruz.
Ziya, hava, su ve toprak gibi maddi unsurları, teşekkül-ü âlemde kudret vücuda getirerek icada muvazzaf etmişse, teklif ile memur olanların ve sair nurani âlemler sakinlerinin istidatlarının ruhu hükmündeki gayeler boyutlarında da; Hikmet, adalet, inayet ve merhamet gibi ihatalı hakikatleri manevi unsurlar olarak terkip edip münasip mevkilerinde en hikmetli şekilde Hakîmane tevzi etmiş.
Hem iman ve hidayet gibi, yaratılış âlemin mutlak hikmeti ve en esaslı sebebi olan şeyleri, idrakin karşısına en makul bir şekilde çıkartarak, aklın fıtratında olan temayülü en doğru yöne çekerek, nurlandırmak, nimetlendirmek, maksadı hakikisi ile bu imtihan miftahının sonsuz marifete ulaşacak hikmet ayaklarını kazanmasını, onun programı içine derc etmiş.
Hayat kendi mahiyeti mahsusasında her şeyi ile bir ölçü ve hikmet içindedir…Bediüzzamanın Üstadımızın ifadesiyle..”

Zira şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin.”

Evet;Burada fikrimizde bir ders ile bir münasebet kuruldu..bu efkar-ı atfın konuyla irtibatlı itmamına inşallah muvaffak oluruz.
 

bizar

Well-known member
İşarat’ül İ’cazdan bir bölümde denilmiş;


Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

Kur’an da ki unsurların esası ve Kur’anın takip ettiği maksatlar,tevhid,yani her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme..Hatta o dersi Kur’ani ile görme,müşahade etme,şahit olma her şeyin onun tasarrufunda olduğunu yakinen tasdik etme gibi..

Ve nübüvvet,yani..elçilik peygamberlik müessesesinin tevhide olan hizmeti,ve onun hesabına çalışması,Ve Allah’ın emirlerini hakka tebliğde daimi saadetin yüksek saraylarının yollarının gösterilmesi,Rububiyetin marziyatı nedir?gibi, Evamir-i İlahiyeyi uygulamalı.. yani, hali ve kali olarak talim eden bu dairenin vazife-i kudsiyesini..hak ve hakikat namına bu mühim ebedi bir hayatı alakadar eden içeriği ile niçinlerinin beyan-ı hakikisi..

Ve haşir..yani;İnsanların öldükten sonra muhasebe için ve saadet-i sermediye ve ya şekaveti ebediyeyi tazammun eden mahkeme-i kübranın mesaili..
hem kurumuş çürümüş kemiklerin başlangıçta bir parça adi basit sudan halkedilmişliğinin, kudretli Hâlıkının, ikinci ve birinciden daha kolay bir inşayı suhuletle meydana getirmesinin “Kün’e” yani ol emri ile evvel olmuşların bu diğer olmak için tanışmış bir araya gelmiş zerratın, tekrar beka için teşekkül emri ile bir araya gelip, o emri Rabbaniyeye itaatlerin mahşergahı olan alemin vucuda gelmesi..
ve bütün alemin en esaslı meselesi..hayatın Sahib’ül hayattan en istediği..ve Bütün mutluluğu mutluluk edecek.. bütün adaleti en adaletli gösterecek bu acip hadisenin meydanını bütün gerekçeleriyle gösterilmesi..(Risale-i Nur Külliyatı/Sözler Onuncu söz..Üstadımzın iki kere iki dört eder şekliyle ifade ettiği vech ile bu rüknü imaniyi görür gibi isbat eder)..

Ve adalet..bütün cihetleriyle..yani hikmetli halk edişin var ettiklerinin ihkak-ı hakkını ..yani hayatlarına en lazım en kullanışlı cihazları vermesi..
hem onların mahiyeti maddiye ve maneviyelerine en uygun elbiseyi ..cismi ve hissi vermesi..
Hem haddi aştırtmaması..hem her şeyin hududunu hikmetle çizmesi ve en kullanışlı en maslahatlı bir şekilde meydana getirmesi…
Ve diğer manası ile ..Yine bir manada dünyaya münasip oluşan hakların adilane tanzimine bu alemin münasipliği ile burada hakkaniyeti yerine getirmesi..Bir nevi eden bulur gibi cevapların verilmesi..
Hem yine fiilerin cinsinden karşılıkların mukabele edilmesi gibi..
ve bu dünyaya sığmayan.. yani, zalim izzetinde mazlum zilletinde bu dünyadan çıkıp gidiyorlar diye ifade edildiği gibi ,der demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor diye söylendiği vech ile..Kirpikleri göz kapağına böyle hikmetle ve adaletle dizen bir kudret ..hem bütün gözlere aynı mizan ile yerleştiren bir Hâkimiyet.. elbette bu hadiseleri başı boş bırakmaz..Çünkü bütün kalplerin atışları ve bütün nefeslerin sayıları elinde bulunan bir Allah, bütün asarının şehadetiyle Adildir ve adaletle hükmeder ve adilane hükmedecektir gibi…

Ve bir sual sorulmuş;
 

bizar

Well-known member
Sual: Kur’ân’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

İnsanlık,büyük bir kervan ve çok büyük bir kafile gibi,geçmiş zamanın derelerinden gelip,varlık ve hayat çölünde misafir olup,Geleceğin yüksek dağlarına ve süslü bağlarına yönelmiş kafile kafile zincirleme olarak peş peşe yürümekte iken…..

İnsan vücuda gelmeden evvel bulunduğu zamansızlık aleminden vücuda geldiğinde insan için o bulunduğu alem geçmiş hükmüne gelir..Çünkü zamanla kayıtlanan vücud alemine gelmiş ve geleceğe doğru zaman içinde yolculuğu başlamıştır..ve burada da uğradı her menzil onun için bir evvelki menzili maziye çevirir.Bir nevi hür olan ruhun vücuda gelmesi en normal manasıyla bir cismani kafes içerisinde gibidir..ve bir vücud sahrasına emri ilahi ile girer..ve hayat geldiği aleme göre bir çöldür denilebilir...(Kalp ve Ruhun derece-i hayatının yüksekliği lemalar notalarında ifade edilmiş)hem bir manada mezra olması ve insanın onun üzerindeki say’i ile istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına mahsulat gönderen yetiştiren bir tarla hükmüde düşünülebilir bir beyderdir…
Ve İnsanlık bu menzilede kafileler şeklinde yürüyüşüne devam ederken..Kainatın nazar-ı dikkatini celbetti diyor…
Çünkü bu kainatta var edilmiş her şey bir vazife ile muvazzaf ve o emir üzerine çalışmaktalar.
Hariçten biz hakikati düşünürken ve neler oluyor diye tefekkür ederken nazarımızı nasıl kainata üzerine salıyoruz..Bu acip işler nedir işleyen kimdir diye bir sual tevdi ettiğimizde..kâinat nasıl lisana gelip bulutları, ağaçları, yıldızları, denizleri ,nehirleri intak ettirip baharları konuşturup(bu kainattan Hâlıkını soran seyyahın müşehedatına keşif oluyorlar-Yedinci Şua Ayet-ül Kübra Risalesi bu meseleyi muazzam anlatır)bizim suallerimize cevap verir bir hal dili olur…
Nizam ve intizam sanat sıbgat terennümleriyle Malik-i Hakikileri namına dile gelir…
Öyle de bu kainat üzerinde,Hilkat-i fıtratlarıyla meleklerin dikkatini çeken ve onları suale celb eden.. bu bütün mevcudatın alakadar olduğu kafile elbette, bütün özelliğiyle,mahiyetine musahhar edilmiş ve neticesiyle onun teklifi için var kabil-i sükna bir vaziyet verilmiş..ve bu alemin kendi lisan-ı mahsusasıyla,bir talim, bir kasd, bir teşbihli mananın tuluû ,bir silsile-i fikrin müteselsil tedaisi gibi bir suali olacaktır…
Her varlığın zişuur varlıklardan alacağı bir hak vardır..Vazifesini yapan her mevcut vazifesini yapmayan ve onları vazifesizlikle itham eden her şuur sahibi görünenden alacağı olduğu gibi…Ve Kainat, “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?”diye hallerini anlamak için,Yaratış hükümeti yani hayatın mahiyetinin idare edildiği emirin dairesi,yani hilkatin esasının zaviyesi Fenni hikmeti..yani; varlıkların hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine,konumlarına göre açıklayan ilmi,İnsanlık kafilesinin karşısına çıkardı;
 

bizar

Well-known member
Hikmet sordu;

Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?”

Evet, bunca varlık âleminin ve bunca nedenlerin ve bu azim âlemlerin bütün kâinatın kalbi hükmünde olan bu dünya ve üzerindeki İnsan denilen bu acip mahlûkatın ahvaliyle alakadar olacaktır ve bu soruları soracaktır. Çünkü bu sorular Bu kâinata Hikmeten de sorulacaktır…
Ve bu muhavereyle ne nereden nereye ve ne için gelmiş ve ne için gidiyor suallerinin hakiki cevapları tahakkuk etsin.müzlim ve abes bir nokta kalmasın hakikat dersi Kur’ani bir hikmetin talimiyle hüşyar kalpler ,müteyakkız akıllar zihinler üzerinde dersini verip tesirini halk etsin.

Ve sormuş…

Bu suale, benî Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

Evet bu soruya karşı İnsanlık namına, kendisi gibi olan büyüyük peygamberler gibi ,Efendimiz Muhammed-i Arabî Aleyhissalâlatü Vesselâm,insan nevine vekâleten Hikmetin karşısına çıkarak şöyle cevap verdi diyor:

“Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku!”

Ey Hikmet..ey her şeyin hakikatini arayan ve aradığı hakikat içinde var edilmiş olanların hakikatlerinden hakikati soran ilim..Bu gördüğün insanlar..Ezel Sultanının kudretiyle,yokluk karanlıklarından,ışıklı varlık âlemine çıkarılan mahluklardır.
Sultan-ı ezeli,bütün varlıklar içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı yani,en büyük emaneti yani,halifelik; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî yükümlülük, kulluk vazifesi,muhatabiyet gibi..Ve biz öldükten sonra dirilmek yoluyla ebedi saadete yönlenmiş bir şekilde hareket etmekteyiz…
Bu dünyada işimiz de;o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle,sermayemiz olan yeteneklerimizi geliştirmek kazancını kârını arttırmaktır.
Bu çok büyük insanlık kervanına Sultan-ı Ezeliden Risalet,elçilik peygamberlik vazifesiyle gelip önderlik eden benim.Ve O Sultan-ı Ezelinin Peygamberlik Beratı,belgesi olarak bana verdiği Kur’an-ı Azîmüşşan elimdedir.Şüphen varsa al,oku..Buyurmuş..Tüm Ehli hikmeti bu ders-i Furkaniyeye davet etmiş……

Evet,İnsan nedir mahiyeti nedir..hayat nedir mahiyeti nedir..İmtihan nedir..nedendir..Dünya nedir..Ahirete nispeten bütün şaşasıyla bir zindan olan bu fani menzil de insanın vazifesi nedir..Gibi, insanında kendi kabiliyetiyle, kendi hakikatiyle, hilkatiyle kendi hikmetinin hakikatini üzerinde tesbit edip ,sermayesi olan yeteneklerini geliştirerek maksadına doğru yürümesi ne kadar ciddi bir hadisedir.

Evet,yaratılış ve hayat..ve hayatın içindeki kanunlar..Ve programlar..Olaylar etkiler tepkiler her ne varsa bir düzen ve hikmet içinde işlemektedir..Her şeyin kendine özgü bir yapısı olduğu gibi bulunduğu alan itibariyle durum ve işleyişi itibariyle de ifade ettiği bir gerçek vardır…
Ve her şeyin her şeyle olan münasebeti konu başında da ifade edildiği gibi, her şeyi her şeye karşı sorumlu kılar..ve bu sorumluluk içinde kendine bir vazife alan veya verilen insan o şuurla hareket etmekle yükümlüdür.
Ve İnsan,Sebepleri, asıl nedenleri anlatan birer etiket gibi görüp..Hilkatin ana maksadındaki manaya ulaşmak için basamaklar gibi idrak ederek, onlara karşı olan görevini ihmal etmemeli.
Ve İnsanın, varlık âleminin düzeneğinin çalıştı şekil ne ise ona muvafık uygulamalarda bulunması kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Dikkat ve tedrici deneyimle elde edilen bilgiyle ve dayanışmayla, varlığını bütün bu sistem içinde katılımcı olarak sürdürmeli ve ahenkle netice vermek neşesine ulaşmalıdır…
Yoksa Allah’ın CC. gezegenleri çevirdiği kudretine duyduğu hayretle o kuvveti bu daire-i hikmette kendine vazifesini yapmayarak muin düşünse, bu tekvini lisanların itabıyla karşılaşması ve o atıl emniyeti tekzip göreceği kuvvetle muhtemeldir…

Hem aynı eserde ibadet bahsini ders verirken demiş;

İnsan, santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevâmis-i İlâhiyenin şualarına bir merkezdir. (Allah’ın kanunlarının ışıklarına bir merkez)Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi (bağlanması ve ilişki kurması)ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki,(o yasaların emirlerin eteklerine tutunup) umumî cereyanı temin etsin.(genel gidiş akımına dahil olarak ) Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. (bu kanunlara karşı yükümlülüğünü yerine getirmemekle muhalefet edeceğinden bu umumi sevkin işleyişi altında ezilir)Bu da, ancak o emir ve nevâhîden (yasaklardan)ibaret olan ibadetle olur.

Evet,Maddi ve manevi alemlerin bir biriyle olan bağları ve o irtibatların kendilerine münasip emir ve yasakları ve kanunları ve itaat ve isyan ile mükafat ve mücazatları..muvaffakiyet ve muvaffakiyetleri herkesçe malumdur.

Evet, yine nurların başka bir yerinde de bir cümle alalım:

Tevfik isterseniz, (başarı muvaffakiyet)kavânin-i âdetullaha (kâinatta işleyen İlâhî kanunlar, yaratılış kanunlarına) tevfik-i hareket ediniz.(Uygun hareket ediniz) Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.(Başarısızlıkla red cevabı alacaksınız)…

Yine eserlerim muhtelif yerlerinde geçen ifadelerden hatırlıyoruz ki;

Alem insanın heva ve hevesi için yaratılmamış..hem hilkat insanın zevkini alemin icadına mühendis yapmamış..Hem hukuk dairesin şümülü hiç bir şeyi başı boş bırakmamış..hem mevcudat bir manaya hizmetkar olarak vücuda getirilmiş..Yani her şeyin bir var edilmişliği ve o var edilmişliğin bir hikmeti var..O hikmet ise onun mahiyetinin cephesinde yazılıdır…
Hayatta ve hayatla başımıza açılmış bu imtihanda emir ve yasakların kanun ve yasaların lüzumu ne ise ,ona muvafık hareket edersek..hatları karıştırmaz, münasebetimiz olan şeylere karşı vazifemizi onun ruhunun vaziyetine uygun yaparsak iki dünyamızda da üzülmeyiz..Hem de o maddi ve manevi emirlere itaatin tek anlamı olan İhlasla muvaffakiyete Tevfik-i ilahi ile mazhar oluruz İnşallah…


Ve minallahi’t-tevfik.


m_safiturk
 
Üst