Açıklamalı - 12. MEKTUB-1.Sual-Hz. Adem'in cennetten çıkarılması

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkibetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain,alê rasulüne salevât

12. MEKTUB

mektubat_51_2.gif
mektubat_51_1.gif

mektubat_51_3.gif

AZİZ kardeşlerim,
O gece benden sual ettiniz; ben cevabını vermedim.
Çünkü, mesâil-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.
Siz münakaşa suretinde bahsetmiştiniz.

Evet kardeşler
Bu çok önemli bir ikaz
İmani konular, iman edilmesi gereken konular
Allah’ın varlığı, birliği, ahiret, melaike,ve hakeza konular münakaşa edilerek konuşulmaz.
Çünkü münakaşa tarzında konuşulurken,
Ola ki birisi sizin fikrinize muhalif bir şey söyleyeceğim diye
hiddetinden yanlış şeyler söyler, veya duygusal bir tavra girer.
Duygusallığından dolayı size itiraz eder.
Ve iman gibi hassas bir konuda imana zarar gelebilir.
Onun için diyor ki Üstad siz bana soru sordunuz,
o tansiyonun yükseldiği saatlerde ben karışmak ve cevap vermek istemedim.
Çünkü siz o sırada münakaşa içerisindeydiniz.

Şimdilik, münakaşanızın esasi olan üç sualinize gayet muhtasar bir cevap yazıyorum.
Tafsilini, Eczacı Efendinin isimlerini yazmış olduğu Sözlerde bulursunuz.
Yalnız, kader ve cüz-ü ihtiyarîye ait Yirmi Altıncı Söz hatırıma gelmemişti,
size söylememiştim. Ona da bakınız; fakat gazete gibi okumayınız.

Evet buradaki ikinci ikaz nedir?
Oda risale-i nurların hızlı bir şekilde gazete gibi okunmaması gerektiği
Çünkü çok hassas,
Değerli imani meseleler
Dikkatle ve tekrar edilerek itinayla okunmalı...

Eczacı Efendinin o Sözleri mütalâa etmesini havale ettiğimin sırrı sudur ki:
O çeşit meselelerdeki şüpheler, erkân-i imaniyenin zaafından ileri geliyor.
O Sözler ise, erkân-i imaniyeyi tamamıyla ispat ederler.

Bazı lüzumsuz meselelerdeki sorular, şüpheler,
imanımızın zayıf olmasındandır.
Bir insanda iman zayıfsa bakarsınız lüzumsuz bir yerden soru sorar.
Sorun olmayan yerde sorun çıkartır,
o küçük problemlere cevap vermek yeterli değildir.
Konunun özüne inilmeli,
hedef kişinin imanını güçlendirmek olmalı.
Böyle yapıldığı takdirde isabetli cevap verilmiş olur.

Yani şöyle düşünün
Bir hasta küçük sandığı baş ağrısı için doktora gidiyor,
ama doktor bilir ki o baş ağrılarının sebebi büyük bir hastalıktır.
Onun baş ağrısına bir ağrı kesici istemesine karşılık doktor çok önemli tetkikler yapar.
Ve çok önemli ameliyatları önüne getirebilir.
İman konusunda da bir doktor gibi dikkatli olmalı
ve muhatabının esas problemini anlayıp tedavisini sunabilmeli.

BİRİNCİ SUALİNİZ:
Hazret-i Âdem’in (a.s.) Cennetten ihracı ve bir kısım
benî Âdem’in Cehenneme idhali=atılmasının ne hikmete mebnidir?

Elcevap: Hikmeti, tavziftir=bir görevlendirmedir.
biz dünyada görevliyiz. Nedir görevimiz?
Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki,
bütün terakkiyât-i mâneviye-i beseriyenin ve bütün istidâdât-i beseriyenin
inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün Esmâ-i İlâhiyeye
bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netâicindendir.

Balıklarınızı karşınıza alın.
Deyin ki ben mühendisim.
Bu hayvanlar sizin bu sözünüzden bir şey anlamaz.
Çünkü o ne mühendisliği bilir, nede bunu anlayacak bir kapasitesi vardır.
Ama insanda ilahi sıfatlara ayna olacak kadar
Onları cüzide olsa anlayacak kadar bir kabiliyet vermiş Rabbimiz.

Bizim istidadımız gelişmek biz bu tür cevapları daha önceleri çok duymadık.
Çünkü genellikle halk arasında taklidi seviyede…
İnsanlara biz niye dünyaya geldik diye sorsanız ne cevap verirler?
İmtihan için geldik diyenler çokluktadır değil mi?
Allah bizi imtihan ediyor derler.
Bunlar yanlış cevaplar değil
Ama imtihan bizim dünyaya geliş sebeplerimizin bir tanesidir.
Daha önemlileri vardır.

Mesela Cenab-ı Hakk’ın ilahi isimlerine yasayan bir varlık olarak
hayatımızla bir ayna olmamızdır.
Öyle bir kabiliyet vermiş ki Cenab-ı Hak pek çok ilahi isim bizde tecelli etmiş.

Mesela biz Allah’ın Hakim ismine karşılık akil sahibi olarak yaratılmışız.
Başka mahlûkta bu var mıdır?
Yine, bizlere Cenab-ı Hakk’ın isimlerini aks ettirme adına
Esma-i İlahiyenin bir tecellisi olarak Alim ismiyle ilim verilmiştir.
İlmin asli Cenab-ı Hakk’a aittir, bizde bir tecellisi vardır.
Yani aynadaki bir yansıma vardır.
Bu tecelliler sayesinde Rabbimizi tanıyoruz.
Dolayısıyla bizler birşeyler biliriz azıcık bilgimizle Alim olan Allah’ı anlamaya çalışırız.
Ama hiç birşey bilmeseydik Allah bize kendini anlattığı anda ne olacaktı?
Hiç birşey anlayamayacaktık, boş gözlerle bakacaktık.

Mesela evinizde beslediğiniz kedinizi düşünün.
Akvaryumdaki için dünya gibi bir yer ister.
Dünyada aklımızın bilgimizin gelişmesi için kocaman bir fizik ve kimya alanı var.
Öğrene öğrene bilgimizi genişletiyor teknolojik aletler ortaya koyuyoruz.
Sürekli istidadımızı kabiliyetimizi geliştiriyoruz.

Hakeza dünya sevilebilecek bir çok şeyle donatılmış.
Ve biz burada sevgimizi ve nefretimizi cehtli duygularımızı
geliştirebileceğimiz bir alan olarak bulduk dünyayı.
Mesela estetik…
Sanat bizim bir özelliğimizdir.
Her yaptığımız şeyde bir güzellik ararız
Giydiklerimizi yakıştırma gibi
Resim, müzik vs hep en güzelini ararız.

Dünya bizim bu kabiliyetimizi geliştirebileceğimiz renkler ve şekillerle donatılmıştır.
İstidadımızı geliştirebilmek ve icraa edebilmek için bizim böyle bir dünyaya ihtiyacımız var.
İstidatlarımız o kadar genişler ki, bizim marifet alanımıza o kadar şeyler girer ki;
Dünya bütün bilgileriyle bize dar gelir.

Bu aşamada insan ne yapar?
Manevi alemlere açılma isteği doğar içinde
Oranın bilgilerini talep eder artık…
Bu evreni yaratanın hakkında bu ilmin asıl sahibi hakkında
Allah hakkında bilgi sahibi olmak isteriz.
Her şey de belli seviyede bi musabetimiz vardır bunu geliştiririz.
Maddeyle münasebetlerimiz bizi tatmin etmez.
Alemlerin yaratıcısını tanımak isteriz
Yeri göğü yaratan zat ile temasa geçeriz
O’nunla konuşmak, derdimizi dökmek, dua etmek isteriz.
Dualarımız bizim O’nunla konuşmamızdır.

İşte böyle insanın kabiliyeti gelişip, yükselir.
Bizler bu dünyaya misafirliğe geldik 3-5 günlüğüne geldik deriz, doğrudur.
Ama bu hakikati yeterince ifade etmez.
Biz dünyaya bir okula gelir gibi geldik, ziyafet salonuna girer gibi girdik.
Sadece karnımızı doyurup maddi olarak istifade etmedik.
Nimetin ne olduğunu anladık.
Maddi nimetlerden geçip manevi nimetlere, ihsan ve ikrama ulaştık.
Ve teşekkür ne demektir şükür ve şükran duygusu ne demektir bunları anladık.
Ve bizi yaratan zata karsı bizde hem muhabbetimizi hem de şükrümüzü arz etmeyi öğrendik.
Yüce Rabbim kendi rızası doğrultusunda istidatlarımızın gelişmesine inayet eylesin , amin

Eğer Hazret-i Âdem Cennette kalsaydı, melek gibi makamı sabit kalırdı;
istidâdât-i beşeriye inkişaf etmezdi.

Dünya gibi bir mekanda kabiliyetini geliştirme imkanı olmazdı.
Makamı sabit kalırdı insanın.
Mesala askeri eğitim alsanız bir kısım kabiliyetlerinizin geliştiğini göreceksiniz.
Ticaret eğitimi alsanız üzerine, buda sizin başka kabiliyetlerini geliştirir.
Doktor olsanız başka kabiliyetleriniz olduğunu,
Ressamlık üzerine çalışsanız yine başka kabiliyetlerinizin olduğunun farkına varırsınız.

Eğer insan cennette kalsaydı, makamı sabit olurdu.
Ama dünyada insan ne yapıyor?
Makamını yükseltme imkânı buluyor
Madem böyle bir özellik var;
Kabiliyetlerimizi geliştirme hususunda çok iştiyaklı, istekli olmalıyız.
Bu istek ve bu sevgi de bize verilmiş.

Halbuki yeknesak makam sahibi olan melâikeler çoktur;
o tarz ubûdiyet için insana ihtiyaç yok.

Yani kardeşler, yükselebilme imkanı bulmuş insan,
derecesi sabit olan meleklerden daha yüksektirler.


Belki hikmet-i İlâhiye, nihayetsiz makamâti kat’ edecek olan
insanın istidadına muvafık=uygun bir dâr-ı teklifi=meydan iktiza ettiği için,
melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yi fıtratları olan malûm günahla Cennetten ihraç edildi.
.
Demek, Hazret-i Âdem’in Cennetten ihracı çıkarılması
ayn-i hikmet ve mahz-i rahmet olduğu gibi,
HİKMETİN VE RAHMETİN TA KENDİSİDİR
küffârın da Cehenneme idhalleri haktır ve adalettir.

Kendilerine verilen yüksek istidadı çürütmüş,
ömürlerini zayi edenlerin sonu cehennemdir buda Haktir ve Adalettir.

Onuncu Sözün Üçüncü İşaretinde denildiği gibi,
çendan=her ne kadar, kâfir az bir ömürde bir günah islemiş;
fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var.
Çünkü, küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir.

SADECE KENDİ İSTİDATLARINI ZAYİ ETMEKLE KALMIYOR
KAFİR VE KÜFÜRDE ISRAR EDEN ADAM
HAKİKATİ ÖĞRENDİĞİ HALDE
BU KAİNATTA BÜTÜN VAZİFELİ MAHLUKATIN VE ALLAH’IN VERDİĞİ NİMETLERİ YALANLIYOR.

Bediüzzaman Said Nursi yıldızlardan bahsettiği bir şiirinde derki :
Kör olası kafir gözü,
Görmez oldu yüzümüzü
Bunu der bütün mahlukat…

Yani kafir insan bir vazifeyle gönderilmiş olan
Bütün mahlukatı vazifesizlikle suçlar.
Böyle bir tezyif suçtur ve cezai gerektirir diyor.
Böyle bir rahmeti ilahiye kendisine peygamber gönderilmemiş,
hak ve hakikat bildirilmemiş insanları, ilgisizliklerinden dolayı affedebiliyor.

İlahi tehditlerin çoğu yol üzerine koyulmaz ikaz uyarılarıdır ki
İnsanı esasen cehennemde yakmak için değil
İnsanı cehennemden sakınması için uyarı ilanlarıdır.
Hani trafik işaretlerinde görürüz
İlerde yol bitiyor, bozuktur, ariza var, dikkat vs.. gibi
bir çok trafik işareti vardır.
Biz uyarırız aksi halde sorumlusu sizsiniz der.
İlahi tehditlerde aynen bu şekildedir, bir uyarıdır
Cehennemden sakınmak için uyarı…

Bütün masnuatın vahdâniyete sehadetlerini tekziptir
ve mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esmâ-i Ilâhiyeyi tezyiftir.
Onun için, mevcudatın hakkini kâfirden almak üzere
mevcudatın Sultani olan Kahhâr-i Zülcelâlin,
kâfirleri ebedî Cehenneme atması ayn-i hak ve adalettir.
Çünkü nihayetsiz cinayet nihayetsiz azâbı ister.

Subhâneke lâ ilmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin

21.30’da sohbet kanalında yapılan derstir.
Muhabbet-i Bakiye
 
Üst