Lemaat Tahlilleri

Merih

Well-known member
Lemaat tahlilleri

lemaatTahlil.jpg



Hakkında “İnşâallah bu eser, bir zaman Risâle-i Nur Şakirdlerine bir nevi mesnevî olacak” denilmekle ilerde mesnevî-hânların, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini okudukları gibi belirli tarzlar ile ve muayyen vakitlerde ve bir mevlid ziyafeti nevinden halklara okunacağına sanki işaret edilmektedir.


Lemaat Hakkında

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bu risâleyi İstanbul’da Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye azâsı iken yazmıştır. Eserin telifi hakkında Ed-Daî’nin haşiyesinde verdiği 1337 tarihi muhtemelen Rumî takvime göredir. Milâdî karşılığı 1921 eder ki Yeni Said devresinin başlangıç senelerine rastlamaktadır. Risâlelerdeki beyanatından hususen Sikke-i Tasdik-i Gaybî’deki ifadelerden 1920 veya 1921 gibi Eski Said’in Yeni Said’e inkılab ettiği anlaşılıyor. Bu itibarla, Mesnevî’deki Arabî risâleler gibi Lemaat’ın da Yeni Said’in ilk eserlerinden olduğu düşünülebilir.


Eserin başında da zikredildiği gibi bu risâle, Hakîkat Çekirdekleri’ndeki kısacık vecizeleri bir derece izah ettiği için “Çekirdekler Çiçekleri” nâmını vermiştir. Yani Hakîkat Çekirdekleri Lemaatle çiçek açmıştır. Yine kendi ifadelerine göre, sahabelerin gazalarına dair bir destanın Kürtçe nazmını ihtiyar ederek nazma benzer bir nesir yazarak adeta nesir ve nazım karışımı bir eser ortaya çıkmıştır.


Eseri Ramazan’da telif etmesine binaen “Ramazan’da kalb ile beraber nefsi dahi hakîkatlerle meşgul etmek için böyle çocukça bir üslub ihtiyar edildi.” demekle üslubundaki farklılığa dikkatlerimizi çekmekte, fakat aynı zamanda “Sakın sen hata etme! Yırtık üsluba bakıp o âlî hakîkatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme” ikazını da yapmaktadır. Hakkında “İnşâallah bu eser, bir zaman Risâle-i Nur Şakirdlerine bir nevi mesnevî olacak” denilmekle ilerde mesnevî-hânların, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini okudukları gibi belirli tarzlar ile ve muayyen vakitlerde ve bir mevlid ziyafeti nevinden halklara okunacağına sanki işaret edilmektedir.


NASIL MÜTALAA EDİLMELİ?


Yukarıda da geçtiği gibi, gerek nazma benzer bir nesir olması, gerek önceki bir manzum eserin üslubunu ihtiyar etmesi ve gerekse nefsi de hakîkatlerle meşgul edecek hususî bir üslub tercih edilmesi sebebiyle Lemaatin iyi anlaşılabilmesi onun bu farklı üslubuna âşina olmakla doğrudan bağlantılı bir hal almıştır. Anlaşılmasına katkı sağlayabilecek hususlardan bazıları şunlardır:


1- Pek çok cümleler devrik cümle yapısındadır. “Ağlar fezâda muntazam meczubları” gibi.

2- Alışılmışın dışında ifade tarzları bulunmaktadır. Mesela: “Kâinatta serbeser sırr-ı tesanüd müstetir, hem münteşir.” gibi.

3- Bazı cümlelerde ve bilhassa sonlarında bir kısım ekler kullanılmamıştır. Mesela: “istibdad-ı şeytani(ye) hürriyet nam(ı) verilmiş.” gibi.


4-Cümle aralarında bazen de sonlarında yazılmadığı halde mânâsı kast olunan mukadder kelimeler vardır. Mesela: “Zîhayat (dır) her harfi, herbir cümleye müteveccih birer yüzü (vardır), hem de nâzır birer gözü (vardır) (onlarla)baktırır.” gibi.


4- Bazen mısra sonları kafiyeye uygun şekilde bitirilmek için alışılmışın dışında eklerle veya ekleri düşerek bitmektedir. Mesela: “Ba asam alama – hüsran-ı islama” gibi.

Şimdi, Lemaatın başındaki “Ed-daî” isimli şiirinin tahlili ile işe başlıyoruz. Ve minallahi-t Tevfik.

EDDÂÎ = DAVETÇİ*


1- Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde Said’den yetmiş dokuz emvat bâ-âsam âlâma.

1- Yıkılmış bir mezarım ki, içinde Said’den yetmiş dokuz cesed, günahlarıyla ve elemleriyle yığılmıştır.

2- Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş. Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm’a.

2- Ayaktaki cesedim, sekseninci cesedim olmuştur. Ve o mezara sanki bir mezar taşı hükmündedir. Bütün o bedenlerim, yani bütün hayatım, âlem-i islamın düştüğü bu acı hâle ağlıyor.

3- Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla Revanım saha-i ukba-yı ferdâma.

3- Mezar taşı hükmündeki ayakta olan bedenim ve kabre girmiş hükmünde olan önceki 79 bedenim ile birlikte bu hâlin üzüntüsüyle inleyerek ahiret yurduma doğru gidiyorum.
4- Yakînim var ki: İstikbâl semâvâtı, zemin-i Asya Bâhem olur teslim, yed-i Beyzâ-yı İslâm’a.

4- (Bu hüsrandan kaynaklanan hüzünlerime rağmen) Katiyen inanıyorum ki; yer ve gök yani: İstikbaldeki zaman ve Asya kıtası (yâni İslâm dünyası) İslâm’ın yed-i Beyzâsına (yani mûcizekâr eline) teslim olacaktır.


5- Zira yemin yümn-i imandır. Verir emn eman ile enama...

5- Çünkü İslâm’ın yemini, yani imandan gelen bereket ve uğur onun mûcizekâr sağ elidir. O uğurlu iman eli, eman vererek, yani barışı temin ederek âleme emniyet verir.

İZAHLAR:


*Kamusta Ed-daî: Bir şeye davet eden mânâsı verilmiş. Dua eden mânâsı verilmemiş. Bkz. Cild 3. Sayfa 808. Hazret-i Üstad (rh) bu şiiriyle insanları islamın barış ve emniyetine davet ettiği için kendisini “davetçi” olarak isimlendirmektedir.


1- Bu mısra için “bu kıta onun imzasıdır” demiş. Çünkü vefatından kırk sene evvel 1921 yılında yazdığı bu şiiriyle ileride mezarının yıkılacağına, hatta bunun 1379 hicri yılında olacağına işaret etmektedir. Hakîkaten 23 Mart 1960 ta yani 25 Ramazan 1379 da ahrete göç etmiştir. Elbette bu harika kerâmet, o mübarek şahsiyete yakışır mükemmel bir imzadır.

2-Yaklaşık kırk yaşlarında bu şiiri yazdığına binaen ve her senede insan iki cesed değiştirmesi cihetiyle toplam 80 cesed etmektedir. 40.yılının ikinci yarısında olması hasebiyle seksenincisi henüz ayaktadır ve o mecâzî mezarın bir mezar taşı gibidir. 26. Lem’a’da aynı mânâyı şöyle ifade eder. Ellibeş yaşıma kadar, ellibeş ölmüş ve hayat-ı ömrümde defnedilmiş Saidlerin kabri üstünde, bir mezar taşı olarak kendimi gördüm.” (12. Recâ)

4-5-Musa (as)’ın Firavun’a gösterdiği bir mûcizesi de yed-i Beyzâ mûcizesi idi. Elini göğsüne sokup çıkardığında lamba gibi ışık veriyordu. O, bu mûcizesiyle Firavun’a galib geldiği gibi; İslâmiyet de imanın bereketiyle sağladığı emniyet ve asayiş cihetiyle küfre galib gelecektir.




Cemaleddin Şener

İrfanmektebi dergisinden


  1. Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş. Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm’a. [Ayaktaki cesedim, sekseninci cesedim olmuştur. Ve o mezara sanki bir mezar taşı hükmündedir. Bütün o bedenlerim, yani bütün hayatım, âlem-i islamın düştüğü bu acı hâle ağlıyor.]
  2. Mezar taşımla pür-emvat enindar o mezarımla Revanım saha-i ukba-yı ferdâma. [Mezar taşı hükmündeki ayakta olan bedenim ve kabre girmiş hükmünde olan önceki 79 bedenim ile birlikte bu hâlin üzüntüsüyle inleyerek ahiret yurduma doğru gidiyorum]
! هذا جيّدة من كذا و كذا

kudretinAyineleri.jpg

Kudretin âyineleri çoktur
(Lemaat tahlilleri-2)



Dinlemek ya da Mp3 olarak indirmek için TIKLAYIN




LEMAAT TAHLİLLERİ

Kudretin âyineleri çoktur


Her bir hava zerresi “ışıma” denilen bir yolla güneş ışınlarını aks ettirdiği için daha güneş doğmadan ışıkları hava zerrelerinde aks ederek sabahın aydınlığını temin eder. Aynı sebepten, hava tabakası olmayan Ay yüzeyinde, gündüz vakti loş ve sönük bir aydınlık olur.

Kudret-i Zülcelal’in pekçoktur mir’atleri. Herbiri ötekinden daha eşeff ve eltaf pencereler açıyor bir âlem-i misale.
Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misale, misalden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
Hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder şuunat-ı seyyale. Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimât!
Acib istinsah eder o kudretin kâlemi.. şu sırr-ı tenasülât...

1- Kudret-i Zülcelal’in pekçoktur mir’atleri (aynaları).
Herbiri ötekinden daha eşeff (daha şeffaf) ve eltaf (daha latif, ince) pencereler açıyor bir âlem-i misale (görüntüler âlemine).

Allah’ın kudretinin, varlıkları çoğaltmaya yarayan çok çeşitli aynaları vardır. O aynalar vasıtasıyla bir mahluktan çok mahluklar yaratır. Çünkü aynanın özelliği karşısına gelen nesnenin görüntüsünü çoğaltmaktır. Bu, çeşit çeşit aynaların hepsi, farklı derecelerde de olsa, şeffaf ve lâtif bir yapıdadır. Zaten varlıkları çoğaltmalarını sağlayan sır, onlardaki bu şeffaflıktır. Şeffaf şeylerin diğer bir özelliği, Âlem-i Misal denilen, her şeyin görüntülerinin kaydedildiği bir âleme, pencereler açmasıdır. Ve bizler açılan o şeffaf pencerelerden Âlem-i Misal’i ve ondaki görüntüleri seyretmiş oluruz. Üstad Bediüzzaman (ra), bu meseleyi Barla Lâhikasında şöyle anlatır:
“Bence âlem-i misalin vücudu meşhuddur (varlığı görünmektedir). Âlem-i şehâdet gibi tahakkuku bedihîdir. (Şu görünen âlem gibi gerçekliği açıktır) Hattâ rü’ya-yı sadıka (doğru rüyalar) ve keşf-i sadık (evliyanın kalp gözüyle bazı gizlilikleri görmeleri) ve şeffaf şeylerdeki temessülât (görüntüler), bu âlemden o âleme karşı açılan üç penceredir. Avama ve herkese o âlemin bazı köşelerini gösterir.” (Barla, 346)

2-Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre,
esîrden tâ misale (Âlem-i Misal’e), misalden tâ ervaha (Âlem-i Ervah’a), ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale, hayalden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder (misalini, yani görüntüsünü çoğaltır) şuunat-ı seyyale (oluşur). (Akıp değişip duran işler ve görüntüler oluşur).
Su, malum şeffaftır. Ayna gibi da varlıkların görüntülerini aksettirir. Hava ondan daha şeffaftır. Her bir hava zerresi “ışıma” denilen bir yolla güneş ışınlarını aks ettirdiği için daha güneş doğmadan ışıkları hava zerrelerinde aks ederek sabahın aydınlığını temin eder. Aynı sebepten, hava tabakası olmayan Ay yüzeyinde, gündüz vakti loş ve sönük bir aydınlık olur.
Bütün varlıkların hatta atomların da temel yapı taşları olan esir zerreleri, daha şeffaf ve daha ince (latif) bir yapıdadır. Şeffafiyeti sebebiyle, yaradılışları nurdan olan meleklerin ve bazı ruhânîlerin, esir aynalarında aksederek çoğalmalarına ve hızlı seyahatlerine vasıta olur. Aynı şey hava zerreleri için de geçerlidir. Hz. Üstad, bunu Tılsımlar, 16. Söz’de şöyle anlatır:
“Evet nasıl cismaniyata (maddî varlıklara) cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata (ruhânî varlıklara) dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler” (Tılsımlar, 25)
Aynı şekilde misal âlemi de bütün varlıkların ve bütün olayların görüntülerini çoğaltan büyük şeffaf bir ayna hükmündedir. Bu konuda Üstad şunları söyler: “Gördüm ki; âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisat-ı dünyeviyeyi (dünya olaylarını) aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor.” (Emirdağ Lâhikası, 262)

“Cennet’in merkez-i kübrası (asıl en büyük merkezi) uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi…” (Lem’alar, 323)

Üstad Hz. Âlem-i Misal ile Âlem-i Ervah’ın aynı yapıda olduklarını meâlen şöyle ifade eder: “Âlem-i misalin görüntüleri şekilleri bu âleme benzerken maddî yapısı Âlem-i Ervah gibi latif ve ince bir yaradılıştadır.” (Bkz. Barla Lâhikası, 345) Demek ki o da Âlem-i Misal gibi şeffaftır ve görüntülerin aks edip çoğaldığı bir aynadır.
Zamanın da içinde mevcudatı çoğaltan şeffaf bir ayna olduğuna işaret eden Risale-i Nur’dan iki cümle: “Seyyal zamanın hakikatı ve sahife-i misaliyesi olan “Levh-i Mahv-İsbat”ta kelimat-ı kudreti yazmak…” (Sözler, 30.Söz, 227)

“Asırlar ve seneler, belki günler adedince muntazam âlemleri zaman ipine asan ve onunla azamet-i kudretini gösteren…(Sözler, 29.Söz, 202)

İnasanın fikir ve hayali de şeffaf birer ayna hükmündedir. Gayet latif varlıklar olan düşünceler fikir aynasında, hayal edilen görüntüler de hayal aynasında akseder durur. Bu konuda şunu söyler: “Hayal veya fikir âyinesinde küfriyatın ve şirkin akisleri ve dalaletin gölgeleri ve şetimli çirkin sözlerin hayalleri, itikadı bozmaz, imanı tağyir etmez, hürmetli edebi kırmaz.”(Lemalar, 13.Lema, 76)

3-Kulağınla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide (bir tek kelime), olur milyon kelimat (kelimeler)!
Havanın, nasıl varlıkları aksettiren ve çoğaltan şeffaf bir ayna olduğunu görmek istersen, o aynaya kulağınla bak, yani dinle. Bir insanın ağzından çıkan tek bir kelime, hava aynasında adeta bir ışıma yaparak çoğalır ve milyonlarca kelimeye ulaşır. Orada bir milyon kulak olsa hepsi, o bir milyon kelimeden kendine gelen tek kelimeyi duyar.
4-Acib istinsah eder (çoğaltır) o kudretin kalemi, şu sırr-ı tenasülât (çoğalma sırrı)...
Kudret-i İlâhiye, şeffaf şeylere verdiği bu çoğaltma özelliği ile bir tek şeyden pek çok nüshalar çoğaltarak yaratır. Bir şeyden çok şeyleri yatamanın Allah’ın hikmetinin ve kudretinin bir gereği olduğunu Üstad şöyle anlatır. “Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi...” (Lem’alar, 178)


Temessülün Aksâmı Muhtelifedir


temess%C3%BCl%C3%BCnAksam%C4%B1_2.jpg










Lemaat Tahlilleri (3)
Eğer güneş canlı olsaydı ve harareti onun hayatı ve ışığı onun şuuru olsaydı aynadaki aksi de canlı ve şuurlu olurdu ve bu haliyle onun akisleri,
meleklerin âlem-i misalin aynalarında aksetmesine benzerdi.
1- Ayinede temessül, münkasım (dır) dört sûrete:
1-Ya yalnız hüviyet (
yani sûret);
2-ya (
hüviyetle) beraber hâsiyet (yani özellikler);
3-ya hüviyet hem şû’le-i mahiyet (
yani aslının bir parıltısı);
4-ya mahiyet, (
ve) hüviyet.
1- Aynada akseden görüntüler dört kısma ayrılır.
1- Bazı şeylerin yalnızca hüviyeti, yani sûreti, yani görüntüsü akseder. (Haşiye: 1) Bunun misali insan gibi maddî varlıklardır. Maddî varlıkların aynada sadece görüntüleri akseder.
2- Görüntü artı, bazı sıfatları akseder. Bunun misali güneş gibi yarı maddî yarı nurani özellikte olan varlıklardır. Güneşin görüntüsü ile beraber hararet, ısı ve renk gibi en temel özellikleri de akseder. Sadece maddî vücudu aksetmez.

3-Görüntü artı, o şeyin aslının bir parıltısı akseder. Yani sadece bazı sıfatları değil belki aslının küçük bir nümûnesi olacak derecede bütün sıfatları akseder. Bunun misali melek gibi tam nurânî olan, maddî olmayan varlıklardır. Meselâ Cebrâil (as)’ın asıl azametli mahiyeti, yedinci kat sema tabakasının sonundaki Sidre-i Müntehâ’da altı yüz kanadıyla beraber secde ederken; aslının küçük bir nümûnesi alem-i misalin aynalarında aksederek huzur-u Nebevî’de Dıhye (ra) adlı sahâbenin görüntüsüne girerek bulunurdu. Çünkü o sahabe simaca son derece güzel idi. Meleklerin bir yerde temessül ederken mahiyetlerinde meydana gelen farklılaşmanın sebebinin aynaların kabiliyeti olduğu 16. Söz’de bildirilmektedir. (Haşiye 2)

4- Mahiyetinin tamamı ile görüntüsü beraber akseder. Yani aslının tıpkısı olarak akseder. Bunun misali ağızdan çıkan kelimelerdir. Asıl kelime bir tane iken hava aynasında aksederek milyonları bulur. Bunların tamamı asıl kelimenin tıpkısıdır. Yani görüntüsü de bütün sıfatları da aynıdır. (
Biz göremesek de kelimelerin de kendine ait görüntüleri vardır. Melekler görür.)

Bu dört çeşit aksi şöyle sıralayabiliriz:
1- Yalnız görüntü.
2- Görüntü artı bazı sıfatlar.
3- (
Aynanın kabiliyeti miktarınca) Görüntü artı bütün sıfatlar.
4- Tıpkı görüntü artı bütün sıfatlar.

2- Eğer misal istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
2- Misalleri yukarıda ilgili yerlerinde gösterdik. Kesif yani maddî varlıkların aynadaki görüntüleri hareketli olsa da aslı gibi canlı değildir, ölüdür.
3- Bir rûh-u nuranînin, kendi mir’atlarında (aynalarında) timsalleri (görüntüleri) oluyor birer hayy-ı murtabıt (irtibatlı birer canlı); aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp birer nur-u münbasit (dir) (yayılmış bir nurdur).
3- Melek gibi, kâmil insanlar gibi nuranî ruhların (
âlem-i misalin bazı mevcudatı gibi) kendilerine özgü aynalardaki görüntüleri ölü değil aksine aslıyla irtibatı olan birer canlıdır. Cebrail (as)’ın Dıhye (ra) sûretindeki temessülü, asıl azametli şahsiyetinin tamamen aynısı değilse de, aslıyla irtibatı, tamamen hayattar ve şuurlu olması ve bütün sıfatlarını küçük mikyaslarda taşıması münasebetiyle onun mahiyetinin yani aslının bir numunesini taşır. Bu yönden aslı olmasa da gayrı da değildir. O nurani varlık, aynalar vasıtasıyla inbisat etmiş yayılmıştır. Hâlbuki insanın görüntüsü insanın gayrısıdır. Ne şuuru vardır, ne de hayatı.
4- Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru.. şu havassa mâliktir (özelliklere sahiptir) âyinede (ki) timsali. İşte budur şu esrarın miftahı (sırların anahtarı)
4- Eğer güneş canlı olsaydı ve harareti onun hayatı ve ışığı onun şuuru olsaydı aynadaki aksi de canlı ve şuurlu olurdu ve bu haliyle onun akisleri, meleklerin âlem-i misalin aynalarında aksetmesine benzerdi. Yukarıda saydığımız hakîkatler aşağıda saydığımız sırları açacak anahtarlardır. Yukarıdaki hakikatler anlaşılırsa aşağıda sayılan hâdiselerin mahiyeti anlaşılmış olur.

1- Cebrail hem Sidre’de, hem sûret-i Dıhye’de meclis-i Nebevî’de, hem kim bilir kaç yerde!..
2- Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor.
3- Peygamber’in bir anda, hem keşf-i evliyada, hem sadık rü’yalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
4- Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür. (Haşiye 3)

Haşiye 1: Hüviyet kimlik mânâsına gelir. Bir şeyin sûreti onun en belirgin kimliği olduğu için buradaki hüviyet, sûret manasında kullanılmıştır. Mektûbât’ın fihristinde 24. Mektubun fihristindeki şu cümlede hüviyet, sûret manasında kullanılmıştır. “Herbir mevcud, vücuddan gittikten sonra, ifade ettiği manalar ve arkasında bâki kalan hüviyet-i misaliyesi, âlem-i misalde mahfuz kalır.”

Haşiye 2: Bu meselenin tafsilatlı izahı 16. Sözdedir. Bkz. Osmanlıca Tılsımlar, sh: 23

Haşiye 3: Bu dört aded misalin hepsi de yukarıda anlatılan nuraniyet sırrı ile vukua gelen hâdiselerdir. Hususen ilk paragrafta sıralanan “hüviyet hem şûle-i mahiyet” maddesinin numuneleridir. Yani o nurânî zatların asıl mahiyetleri bir yerde olmakla beraber, canlı ve şuurlu küçük numuneleri manevî aynalarda akseder. Böylelikle adeta birer küçük kopyalarıyla çok yerlerde bulunabilirler.
 
Üst