Bediüzzaman'ın gayb konusundaki tespitlerine yapılan iddalar

memluk

Hatim Sorumlusu
İddia:
Nur Risaleleri’nden yaptığımız bu alıntılardan, evliyanın gaybı bildiği sonucu çıkmaktadır. Nitekim, bu kanaat Nur Risaleleri’nde açık olarak belirtilmiştir:

Madem Hz. Ali (R.A.) "ene medînetu’l-‘ilmi ve ‘aliyyun bâbuhâ" hadisine mazhardır. Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak harika kerametlerini göstermiştir. Hem ahir zamanda gelen hadiselere karşı Kur'an ve Al-i Beyt cihetinde herkesten ziyade alâkadardır. Hem madem esrarlı Kaside-i Ercüziyede ve meşhur Kaside-i Celcelûtiyesinde vâkıat-ı istikbaliyeden haber veriyor. Ve "esrar-ı gaybiyeyi benden sorunuz" diye iddia ederek kısmen davasını ihbarat-i sadıka-i gaybiye ile isbat etmiştir. (...)

(...) (Hz. Ali) diyor ki:

"evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur"

İmam-ı Ali’nin bir kısım sırları ve gaybî haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zamanda İmam-ı Ali’nin (R.A.) Âyet-ül-Kübrâ namını verdiği "Yedinci Şuâ"yı bitirdiğim aynı vakitte -îtikadımca bana acele bir mükâfat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelûtiyeyi okudum. Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali (R.A.), Risale-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verildiği gibi kıymetdâr risalelerine de işaret derecesinde remzedip îmâ ediyor. Eğer sarih bir surette gaybdan haber vermek (çok zararları bulunduğundan hikmete münafi olduğu cihetle) hikmet-i İlâhiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti.

"Ne isterseniz benden sorunuz, haber vereyim size. Sorun bana mazîden, halden ve istikbalden!" diye ashâb-ı izâm arasında, kendini âleme ilân eden ve her müşkülü izah ve beyan ve "ene medînetu’l-‘ilmi ve ‘aliyyun bâbuhâ" Hadîs-i Şerifini isbat ve ayan eden nâşir-i ilim ve vâkıf-ı esrar-ı Kur'ân Cenab-ı Hazret-i Haydar (...)

Sual: Gavs-ı A’zam gibi büyük veliler, bâzı evkatta, mâzi ve müstakbeli hazır gibi müşahede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat suretinde haber veriyorlar da, istikbalden hafî remizlerle, gizli işaretlerle bahsediyorlar?

Elcevap: "lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu" âyetiyle, "‘âlimu’l-gaybi felâ yuzhiru ‘alâ gaybihî ehaden illâ meni’rtezâ min rasûlin..." âyetini ifade ettikleri kudsî yasağa karşı ubudiyetkârane bir hüsn-ü edeb takınmak için, tasrihden işaret mesleğine girmişler. Tâ ki işaretler ile, remz ile anlaşılsın ki, ihtiyarsız niyetsiz bir surette talim-i İlâhî ile olmuştur. Çünkü istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediği gibi; niyet ile de müdahale etmek, o yasağa karşı adem-i itâati işmam ediyor.

Ehl-i Hak geçmişte olanı, gönüllerinde bir kitap gibi okurlar, hâl ve gelecek hepsi aynı şekilde, onların derûnundadır.

Gördüklerini ve söylediklerini (onlara) Allah öğretiyor, (onlar), Hakk’ın mükemmel ve ölçülü kudreti ve âletidirler. (...)

Bu sırrı, Ehl-i velâyetten her zaman görürsün, gelecekten ve hâlden haber vermişlerdir.

"lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu" düstüruna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-ı îmaniyeden başka olan umur-u gaybiyeden izn-i Rabbanî ile haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbar etmişler.

Gayb ile ilgili teknik açıklamalara girmeden, ayet-i kerimelerden bazılarının meallerini vermekle yetineceğiz:

GAYBI TÜMÜYLE BİLEN YALNIZ ALLAH’TIR

"Gaybın anahtarları onun yanındadır, onları ondan başkası bilmez. (...)"

"(...) De ki: 'Gayb yalnızca Allah’ındır (gaybı bilen odur).' (...)"

"Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. (...)"

"De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez. (...)"


 

memluk

Hatim Sorumlusu
İddia:
•GAYBI BİLDİĞİNİ İDDİA EDENLER

"Ayetlerimizi inkâr eden ve 'Bana mal da çocuk da verilecek' diyen kimseyi gördün mü? O, gayba mı muttali oldu, yoksa Rahman katından bir söz mü aldı? Hayır, asla! Söylediğini yazacak ve azabını artırdıkça artıracağız."

"Yoksa onların, göğe tırmanacak bir merdivenleri vardır da, göğün sırlarını oradan mı dinliyorlar? O hâlde dinleyicileri apaçık bir delil getirsin. (...) Yoksa gayb kendilerinin yanındadır da kendileri mi (oradan istediklerini) yazıyorlar?"

"Gaybın bilgisi kendi yanında da o mu (âlemin esrarını) görüyor?"

"Yoksa gayb, kendi yanlarında da onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?"

Said Nursî, Hz. Ali’nin şöyle dediğini iddia etmektedir: "evvel-i dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur" Yani: "Ben, dünyanın başlangıcından kıyamete kadarki mühim sırları biliyorum ve benim bu bilgim gözle görülemeyenin, duyularla idrak edilemeyenin, bilinemeyenin ve gizli olanın, yani size 'gayb' olanın aksine; gözle görülen, duyularla idrak edilen ve hâlihazırdaki 'şehadet' bilgisi derecesindedir. Şüphe eden varsa istediğini sorsun! O, zelil (hor, hakir; alçak, aşağılanan) olacaktır."

Hz. Peygamber ise, yukarıda da aktardığımız üzere, şöyle demekle emrolunmuştur:

"Ben gaybı bilmem. Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır elde ederdim ve bana hiç bir kötülük dokunmazdı."

Merhum Yazır, gaybı bilir olmayı rububiyetle irtibatlandırmıştır. O, A’râf suresinin 188. ayetinin tefsirinde şunları söyler:

(...) Eğer ben kendi kendime gaybı bilir olsa idim, daha çok hayır yapardım ve bana o su', o dokunabilen elem ü zarar dokunmazdı. Yani hâlim şimdiki gibi bir beşer, bir abid hâli olmazdı rabb olmam lâzım gelirdi. Bu ise muhâldir.

İlyas Çelebi ise, meseleyi ulûhiyetle ilgili görmüştür:

Kur'an; peygamberi sihirbazlarla ve kâhinlerle karıştıran, onun şahsiyetini ilâh, cin ve melek şeklinde düşünen, peygamberin sadakatini ancak gaybtan haber vererek ispat edebileceğine inanan Yahudilere, Hristiyanlara ve müşriklere karşı Resulü Ekrem’e, melek olduğunu söylemediğini, gaybı bildiğini iddia etmediğini ve Allah’ın hazinelerinin kendi yanında olduğunu ileri sürmediğini söylemesini emretmekte (En'âm, 6/50) ve gerçekçi bir akideyi dile getirmektedir. Bu ve benzeri ayetlerde gaybı bilmek ile ulûhiyet arasında ilgi kurulmuştur.

Said Nursî, yürüdüğü zeminin kayganlığına rağmen adımlarını ihtiyatsızca atmaktadır. Hz. Ali’ye aşırı muhabbet, nicelerinin ayağını kaydırmıştır. Nitekim, Şianın Galiye taifesinden Hz. Ali’nin ulûhiyetini iddia edenler olmuştur.

Peygamberlik makamının bile söyleyemediği bu sözleri Hz. Ali’ye nisbet etmek, açıkça ona iftira atmaktır.

Said Nursî’nin zikrettiği ayet ("lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu"), Neml suresinin 65. ayeti olsa gerektir. Aslında böyle bir ayet yoktur. İçinde bu kelimelerin geçtiği yerini belirttiğimiz ayet şöyledir: "Kul lâ ya’lemu men fi’s-Semâvâti ve’l-Arzi’l-gaybe illallâhu (...)" "De ki: 'Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilmez.' (...)"


İddiaya cevap: (“lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu" ifadesi, bu şekliyle bir ayet olmadığı doğrudur. Asıl ayetin metni “"Kul lâ ya’lemu men fi’s-Semâvâti ve’l-Arzi’l-gaybe illallâh”(Neml, 27/65) şeklindedir. Bu ayette vurgulanan husus “lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu" ifadesinde yer alan ve “Allah’tan başka kimse gaybı bilemez” mealine gelen ifadedir. Bu ifadenin hepsi ayette vardır. Yalnız, “göklerde ve yerde olanlar” mealindeki “men fi’s-Semâvâti ve’l-Arzi” ifadesi “lâ ya’lemu” ile “’l-gaybe illallâhu") arasında yer almıştır. Fakat alimler arasında eskiden beri, b u ayetten iktibas edilerek “lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu" düsturu yaygın bir kullanım alanına sahiptir.)
 

memluk

Hatim Sorumlusu
İddia:
Said Nursî’nin, "Allah’ın izniyle, bildirmesiyle" gibi getirdiği istisnalar, ayetlerin hükmünü değiştiremez. Şüphesiz ki, Allah Tealâ sadıktır ve Kitabında belirttiği üzere tasarruf eder. Kitabında "vermem, bildirmem..." demişse; bu, insanların hayatında da aynen tezahür edecektir. Yüce Rabbimiz Kitabında verdiği haber, vaat ve ahitlerini asla neshetmez.

"(...) Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?"

Nitekim, "Eğer Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, ihtilâf edip durmaktadırlar. Ancak Rabbinin merhamet ettikleri (bu ihtilâftan) istisna teşkil ederler. Zaten, Allah, insanları bunun için yaratmıştır. (...)" buyurulmuştur. Şüphesiz ki, Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz. Rabbimiz dileseydi insanları tek bir ümmet de yapardı, ama yapmamıştır. Diğer bir ayette "(...) Sizin her biriniz için bir şeriat ve bir yol vazettik. Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat, size verdiği şeylerde denemek için (böyle yapmadı). (...)" buyurulmuştur. Kur'an-ı Kerim’de böyle birçok ayet vardır:

"(...) Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı. (...)" Ama güçlük çıkarmayı dilememiş, bilâkis kolaylık göstermiştir. "(...) Size kolaylığı ister, güçlüğü istemez."

"(...) Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah, dilediğini yapar." Demek ki, birbirlerini öldürmüşlerdir.

"Eğer Allah dileseydi, onlar şirk koşmazlardı. Seni onlara bekçi kılmadık. Sen, onlara vekil de değilsin." Onlar şirk koşmuşlardır.

Eğer Allah dileseydi, peygamberlerden başkasına da gaybı bildirirdi. Ama o, dilediği peygamberden başkasına gaybını bildirmez.

Ve yine iddia ediliyor ki:

Allah’tan başkasının gaybı bilemeyeceği ve Allah’ın onu peygamberlerden başkasına bildirmeyeceği hükmü, Said Nursî tarafından bir "kudsî yasak" diye ifade edilmiştir. Sanki Allah Tealâ, "gaybı kimse bilemez" dememiş de "kimse, gelecekle ilgili açıklama yapmasın." diye bir yasak koymuştur. Bu, kişiyi büyük bir sorumluluk altına sokar.

(Bu iddia sahiplerinin “Elbette biz, sahabenin Hz. Peygamber’den duydukları gaybî haberler ve kalplerine doğan keşiflerle istikbalde olacak bazı hadiseleri bildiklerini teslim ve kabul ediyoruz. Buna sonraki Allah velisi kullar da dâhildir.”

Hz. Ali (r.a.)’ye ve Allah velisi diğer kullara isnat edilen, ayetlere muhalif olmasın diye çaktırmadan, sezdirmeden gaybtan haber verme iddiası da, alenen onlara atılmış bir iftiradır. "Ayetlerde 'gaybı yalnız Allah bilir; Allah peygamberlerinden başkasına gaybı açmaz' denmiştir, ama aslında gayb bize bildirilmiştir. Ayetlerin zahirine ters düşmemek için bunları sizlere remz, işaret, ima yolu ile bildiriyoruz." türünden sözler, Allah velisi kullardan sâdır olacak sözler değildir.

Said Nursî, kehanetle velâyeti de birbirine karıştırmıştır.


(Bu iddia sahibi, yaptığı iftirası için bari uygun bir kılıf uydursa! Bunu da beceremiyor!)


Said Nursî’nin "ilm-i kelâmın en büyük allâmesi" , "Ehl-i sünnetin ve ilm-i kelâmın azîm imamlarından meşhur" diye tavsif ettiği Taftazanî, Şerhu’l-Akaid’de kâhini şöyle tanımlamaktadır:

Kâhin, gelecek zamanda vuku bulacak hadiseleri haber veren, sırları bildiğini ve gayb âlemine ait bilgilere vâkıf olduğunu iddia eden kişidir.

İmam Nesefî de şöyle der:

Gaybtan verdiği haber konusunda kâhini tasdik etmek küfürdür.

Aliyyü’l-Karî ise Fıkh-ı Ekber Şerhi’nde demektedir ki:

İnanç hususlarından biri de, kâhinlerin gaybtan verdikleri haberlere inanmanın küfür olduğudur. (...) Kâhin gelecek zamanda olacak hadiselerden haber veren kişidir. Kâhin sırları bildiğini iddia eder. (...) Kendine ilham geldiği yolunda haber veren kişilerin ilhamlarına uymak da caiz değildir. Hece (ebced) harflerinden manalar çıkaracak bilgiye sahip olduğunu iddia eden kimsenin iddialarına da uyulamaz. Çünkü, bu da kâhinlik manası içine girmektedir.


İddiaya cevap: (Müslümanlar tarafından çok iyi bilinen kâhinleri, velilerle birlikte anmak, sanki kehaneti savunan varmış gibi bir imaj oluşturmaya çalışmak tam bir şarlatanlıktır. Ebced hesabı, Müfessirlerin imamı olarak şöhret bulmuş İbn Cerir Taberî’den beri tefsir kaynaklarında yer almış, böyle hesap sisteminin olmadığını kimse söylememiştir. Bu hesapla, 29 Surenin başında bulunan mukattaat harflerinin bazı tarihî vakalara işaret ettiğini kabul edenlerin yanında kabul etmeyenler de vardır. Fakat,-bu tarihî olaylarla ilgili çıkarsamaları kabul etsin etmesi- ebced hesabıyla ilgili hadis rivayetine itiraz eden tefsircilere hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.)


Ebced Hesabı nedir? Yapılması doğru mudur?

EBCED VE CİFİR adlı makaleye ulaşmak için tıklayınız

“Elbette biz, sahabenin Hz. Peygamber’den duydukları gaybî haberler ve kalplerine doğan keşiflerle istikbalde olacak bazı hadiseleri bildiklerini teslim ve kabul ediyoruz. Buna sonraki Allah velisi kullar da dâhildir.”


(Daha birkaç satır yukarıda, şu sözlere de yer verilmişti)
 
Üst