Açıklamalı - 20. Mektubun Mukaddemesi Tevhid Mertebeleri

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

Allah a iman ve tevhid mertebeleri hakkında müjdeli ve şifalı tesellilerin beyanı ile
"Allah tan başka ilah yoktur" hükmünü isbat eden bir bölümden bir parça okuyalım inşallah


YİRMİNCİ MEKTUBUN MUKADDEMESİ


Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.

Üstad israf-ı kelam etmez.
Amma risalelerde yakın anlamlı kelimeleri çok görürüz
Bunun bir çok hikmetinden birisi
kelimelerin anlamlarındaki nüanslara dikkat çekip konuyu daha zengin ifade etmek…

Burada da görüyoruz ki fıtrat ve hilkat kavramları var.
Bu ikisi de yaratılış olarak günümüz diline çevrilir.
Ama ikisinin ihtiva ettiği anlamlar farklıdır.
Risalelerin günümüz diline çevrilememesi, "sadeleştirme" denilen şeyi yapmanın
Risaleleri nasıl katlettiğini de buradan anlayabiliyoruz aslında.

Evet her ikisi de yaratılış
Ama fıtrat yaratılış ile verilen özellikleri, kabiliyetleri ifade ederken
Hilkat yaratılan "şey"in var edilmesini anlatır.
Bunu bir misalle görmek istersek
Ayaklarımız halk edilir, şekli şemali ile var edilir.
Bu hilkatidir.
Ve ayakların özelliğine baktığımızda, yapısını incelediğimizde
üzerinde durulup yürümek özelliğinin verildiğini görürüz.
Bu da onun fıtratıdır.

Cümleyi bu şekilde yeniden okursak
Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.
Yaratılmış olmamızın, var olmamızın en yüksek gayesi, amacı
ve fıtratın en yüce neticesi, verilen istidatların, özelliklerin kullanım ve gelişimi ile çıkabileceği en üst nokta, varacağı en büyük netice
İman-ı billâh, yani Allah’a imandır.

Her mahluk bir gaye üzere var edilmiş, bir işe memur edilmiş.
Gayesi amacı doğrultusunda da içine özellikler derc edilmiş.
Bu kabiliyetlerin varacağı son nokta ve varması gereken son nokta
Allah’a iman…

Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı,
iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.

Burada da iki kavram var. İnsaniyet ve beşeriyet
İkisini de insanlık olarak çeviriyoruz.
Ama hem cümledeki anlamdan hem de içerdikleri gerçek anlamlarından
"insanlık" ile ne ifade edilmek istenmiş görebiliyoruz.

İnsaniyetin en âli mertebesi insanın, vicdanı ile, kalbi ile, ruhu ile, manevi boyutu ile
insanın ve insanların en yüksek mertebesi
Ve beşeriyetin, yani toplum içinde kişilik olarak, ilim olarak en yüksek makamı
Allah’a iman içindeki iman ile gelen Marifetullah yani Allah’ı tanıma, bilmedir.


Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti,
o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.

Burada da "cin" ve "ins" taifelerine hitab edilmiş.
Biliriz ki bunlar birbirinden farklıdır.
Ama aslında bir ortak noktaları var.
"Cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım" buyrulur.
Diğer mahlukatta olmayan özellikleri, kulluk mesleğinde meslekdaş olmaları
ve bu vazife ile görevlendirmiş bu iki taife için,
çevrelerini görüp anlayıp değerlendirme yapabilen
Seçimler yapabilen terakki edebilen bu iki taife için,
en parlak saadet, en tatlı nimet
yani onlara ihsan edilen en büyük güzellik, rahatlık, huzur
Allah’ı tanıma ile gelen, Allah’ı sevme….

Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç,
o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Ve yine bir mahluk olan ruhumuz ve kalbimiz için
en saf en temiz sevinç, en temiz mutluluk
Allah’ın sevgisi ile gelen ruhen alınan sevinçtir.

Şimdi topu topu dört cümle olan bu paragraf
Bize ne kapılar açıyor, ne büyük dertlerimize derman oluyor…
Hedefimizi amacımızı ne kadar güzel anlatıyor…

Ruhumuz bütün vücudumuza nüfuz etmiş, ve idare ediyor.
Ve alaka dairesi, ilgi dairesi, en geniş olan parçamız.
Berzah aleminden ahirete kadar; dünya hayatından, alem-i misalden alem-i şehadete…
her şeyle ilgili, her şeye merakı var ve her yerde dolaşıyor.

Hayal ile her yere gidebiliyoruz değil mi?
Semalarda dolaşıyoruz ahirete gidiyoruz.
Bu kocaman ilgi sahasında ruhu en çok sevindiren, en çok huzur veren
kendisini ve herşeyi yaratan, idare eden o muazzam kudret sahibini tanımak
ve tanıma ile gelen sevinç…

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur
ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır.
Onlar, onsuz olamaz.

Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara,
ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.

Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara
ya bilkuvve-potansiyel olarak
veya bilfiil - fiilen, uygulamaya konmuş olarak mazhar olur.
Ben Allah’ı tanıdım da huzur duymadım diyen kimse göremezsiniz
Ben Allah’ı sevdim de beni bıraktı yada bu sevgi bana elem verdi diyen yoktur.

Burada tanıyan ve seven diyor, itaat eden ibadet eden demiyor.
İnce bi nokta var.
Allah'ın rahmetinin ne kadar büyük olduğunu görüyoruz.
Bana bir adım gelen kuluma ben bir arşın yaklaşırım diyor.
Kayıtsız şartsız anlaşmasız fiilsiz…

Sadece bir yönelme ile insan zaten muazzam bir huzura kavuşturuluyor.
Sonrasında bu huzura mutluluğa teşekkür edebilmek için bir şeyler yapmak istiyor.
Bize birisi bir iyilik yapmak istese karşılığını vermek istemez miyiz teşekkür etmez miyiz?
Allah ki bize o kadar nimet vermiş.
Bunu Allah’ı tanıyarak fark eden insan marifetullah ile gelen muhabbetullah ile
teşekkürünü sunmak istiyor.

Efendimiz a.s.v miraçtan gelirken bizlere namazı getirmiş.
Sahabeler bayram etmişler.
Artık şükretmeye bir yolumuz var,
teşekkürümüzü sunmak için bir yol var diye…
Şimdilerde namaza oflaya puflaya giden nefislerimizin kulakları çınlasın...

Bizden istenen, yap diye emredilen şeyler yine bizim huzurumuz için.
Bu hissiyatı kazanmak öğreniyoruz ki marifetullah ile oluyormuş.
İmanı billah ile oluyormuş.

Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete,
âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.

İnsan olarak yaratıldık ve bir sürü özelliğimiz var.
Bunların ulaşabilecekleri en yüksek makamlar en güzel neticeler
İmanı billah ile oluyor.
Marifetullah ile huzura kavuşabiliyor.
Bu olmaz ise hakiki tanıma olmazsa, hakiki sevgi olmazsa
Nihayetsiz şikayetler, elemler peşisıra geliyor.

Kendime bakıyorum şikayet ettiğim ne varsa şikayet ettiğim olay, durum ne ise
O alanda imanım eksikmiş.
Orada yansıyan isimleri hakkıyla tanıyamamışım, sevememişim…
Bana haksızlık edildi diye şekva ediyorsam
Demek Adl isminin anlamını bilmiyorum.

Rab isminin tecellisi hayatımızın her alanında var
Rab yani mahlukatı bir gaye üzere yaratan ve
O gayeye ulaşması için ne gerekiyorsa veren ve onu terbiye eden
Öğreten idare eden Allah bize gelen iyi kötü ne varsa
Onlarda bu ismin tecellisini görmek lazım ki öğrenip kemale yol bulalım inşallah.

Peki iyilikler güzellikler Rabb'imizden kötülükler fenalıklar bizden.
Bu cümleyi nasıl anlamalıyız?

Üstadın verdiği örnek üzerinden gidelim diyor ki;
Bir bahçe olsun, bu bahçede çalışan 100 kişi var.
Biri tohum getiriyor biri toprağı kazıyor, biri dikiyor, biri otları temizliyor vs.
Birisi de bahçeyi sulamak için musluğu açmakla görevli
Musluğu açıyor, bahçe sulanıyor ve ekin bitiyor, mahsulat toplanıyor.

Burada bu güzelliğe, olumlu sonuca suyu açan insanın katkısı ne kadar
Sadece katılan insanlar için düşünsek onun hissesi %1, %1 pay alabilir.
Çünkü o mahsulatın bitmesinde onun etkisi o kadardır.
Ama o kişi görevini yapmasa musluğu açmasa
Bütün tarla susuz kalacak ve ekinler yetişmeyecek.
Şimdi oluşan bu kötü durumda sorumluluğun ne kadarı o kişide?
%100 ü ondadır.
Kendisi görevini yapmayarak ademiyete sebebiyet verdi, yok etti.
Ve kötülükte etkisi %100 onda oldu.

Bunu günlük yaşantımıza uyarlarsak
Bir güzelliğin vücut bulmasında etkimiz ne kadar?

Burada ders yapıyoruz değil mi?
Ben diyebilir miyim ki bu dersin bu güzelliğin hepsi sadece benim sayemde oldu.
Bu ders için Risale-i Nur olmalı,
Onu anlayacak okuyacak akıl olmalı,
Göz olmalı,
Sonra burada yazacak eller olmalı,

Sizin ekranlarınıza bu harflerin gelmesi için
Bilgisayar olmalı,
İnternet olmalı,
Sizin okumanız için
Göz olmalı,
Olmalı olmalı olmalı
Çooook şeye ihtiyaç var…

Şimdi kimse kalkıp bunları ben yaptım diyemez.
Ancak bu nimetleri bize veren bizi bu güzelliğe vesile eden
Cenab-ı Hakk’a hamd etmek teşekkür etmek düşer hepimize
Çünkü bu güzelliğin vücut bulması ondandır.

Ama ben gelmeseydim, yazmasaydım, siz okumasaydınız
Yani amel etmeyerek yokluğa sebep olsaydık
O zaman bütün kabahat bizde olurdu.
Bu hikmete binaen güzellikler Allah’tan kötülükler nefsimizdendir.

Başımıza gelen musibetler için de biz eğer üzerimize düşeni yaptıktan sonra
yine sonuç verilmediyse, sonuç yaratılmadıysa
O zaman Allah’ım senin ilmin hikmetin merhametin sonsuzdur
dua edeni cevapsız bırakmazsın.
Şimdi cevab vermiyorsan da aslında bu cevabsız kaldığından değil
daha güzel bir şekilde karşılığını vereceğindendir deyip, sabredeceğiz.
Zaten bu inanç olunca sabır da kolay geliyor insana Elhamdulillah…

Allah istifademizi daim kılsın

Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha


21.30’da sohbet kanalında işlenen derstir.


 

zerrat

Well-known member
ALLAH(C.C.) Razı Olsun,dersleri yapan tüm Kardeşlerimizden ve buraya aktarmada emeği geçen Kardeşlerimizden inşaALLAH.Çok lezzetli bir dersti yine,ilmimize kuvvet,bereket versin Yüce RABB'İMİZ(C.C.) inşaALLAH.

(Amin)
 
Üst