Muhakemat...(Kur'an-ın manevi ruhu ve fenni ilimler

ebrar172

Well-known member
İslam dininin özü ve esası hükmünde olan manayı,
lafza ve kalıba feda ettik.
Yani ilim diye ayet ve hadislerin
suret ve şekline odaklandık.
Ayet ve hadislerin hakiki ve derin manalarına değil,
lafız ve suret kalıplarına dikkat kesildik.
Bu sebeple ayet ve hadisler de bize küsüp
derinliğini ve inceliklerini gizlediler.



İslam’ın ilk üç asrı hariç,
diğer dönemler taklit ve suret dönemidir.
Yani bu dönemlerde ilim, Arapça gramer öğrenmek
ve kaynak ezberlemek şeklinde tezahür etti.
Ayet ve hadisler gramer olarak incelendi
ya da zahiri manasından ibaret zannedildi.
Mana ve incelikler göz ardı edildi.


Bir de işin içine hurafelerin kaynakları hükmünde olan
Yunan felsefesi ve İsrailiyat girince
ayet ve hadislerin aslı,
özü ve manası iyice gizlendi ve saklandı.
İslam alemi Kur’an ve hadisleri anlamak noktasında
verimsiz ve taklit sürecine girmiştir.
İlk üç asrın haricinde müçtehit çıkmaması
buna güzel bir işarettir.



Kur’an’ın asıl maksadı
tevhit, haşir, nübüvvet ve ibadet iken,
insanlar bu maksatlara değil,
Kur’an’ın kıssa ve hikaye yönüne baktılar.
Kur’an’ın ince ve derin gayelerini iyi okuyamadılar.


Mesela;
Osmanlı medreselerinde Kur’an talimi ve eğitimi
tamamen lafzi ve sathidir.
Bu yüzden Osmanlı dönemi
bir İmam Azam, bir İmam Şafi ayarında
alim yetiştirememiştir.
Bunun tek sebebi;
Kur’an ve İslam’ın özü ile değil,
kabuk ve kışırları hükmünde olan
lafız ve zahiri ile meşgul olunmasıdır.
Zahirperestlik geleneği
İslam düşünce ve tefekkür dünyasını donuklaştırıp
atıl bir vaziyete sokmuştur.

Bu geleneği delip,
yeniden asla dönmeyi deneyen alimler olmuştur;
ama tam bir başarı gösterememiştir.
Bu hususta Risale-i nur,
güzel bir asla dönüş numunesidir.
Yani Risale-i Nur'lar,
Kur’an’ın lafzi ve zahiri bir tefsiri değil,
hakiki ve nurani bir tefsiridir.


Bediüzzaman hazretleri muhakematta fen ve ilim için
yani lafız ve zahir için şöyle der..

“Köle efendisine ve hizmetkâr reisine
ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir.
Halbuki, İslâmiyet, fünunun seyyidi ve mürşidi
ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir.”




Din denilince iki ayrı mefhum hatıra gelir.
Biri “Hak din”, diğeri “bâtıl dinler”.
Bâtıl dinler, ya insanların kendi hayallerinden doğan,
yahut bir hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan
bir takım saçma inançlardır.


Hak din ise, bu kâinatı kudretiyle yaratıp,
hikmetiyle ve ilmiyle tanzim eden,
yeryüzünü insanlara beşik, Güneşi lâmba yapan,
zemini çiçeklerle, semayı yıldızlarla donatan Cenâb-ı Hakk’ın
bir emir ve yasaklar manzumesidir.

Hak kitap, Allah’ın fermanı
ve bu kâinat O’nun mülkü ve mahlûkudur.
Nitekim Nur Külliyatında bu âlem için,
“kitab-ı kâinat” denilmiştir.
Her bir fen bu kitaptan bir sahifenin,
bir cümlenin, yahut bir noktanın tefsiri,
açıklamasıdır.


O halde, âlemdeki hikmetleri tefsir eden
ve gizli güzellikleri ortaya çıkaran fenlerin
İlâhî fermana aykırı olması düşünülemez.
Kur’an-ı Kerim,
bu kâinat kitabını nasıl okuyacağımızı bize ders verir.
Özet olarak, Kur’an-ı Kerim,
bu kâinattan Allah namına söz eder.
Yani, bu alem O’nun eseridir,
Onu tesbih etmektedir,
Onun isimlerinin tecelligahıdır,
Onun mülküdür, Onun terbiyesinden geçmiştir,
ahiretin tarlasıdır, bir imtihan meydanıdır.


İnsan, bu kainatı
öncelikle bu gerçek yüzüyle görmeli,
onu öylece değerlendirmelidir.
Bu nokta bütün insanlığın ortak görevidir.
Daha sonra bu alemdeki
İlahi sanatların inceliklerini araştırmak
ve kainattan faydalanmaya çalışmak gelir.
İşte fennin sahası bu ikinci kısımdır
ve din ile çatışması düşünülemez.



Bazı çevreler, fennin her keşfini,
dine karşı kazanılmış bir zafer gibi ilân ediyorlar.
Bu, fenni inkâr eden bir bâtıl din için doğru olabilir.
Yahut Avrupayı asırlarca fenden uzak tutan
ve “Dünya dönüyor” dediği için
Galile’yi Engizisyon önüne çıkartan kiliseye karşı
aklın zaferi sayılabilir.
Ama, bir Müslüman bu tür gelişmeleri:
“Allah’ın kudret kitabı olan şu kâinattan
bir sırrın daha çözülmesi” şeklinde değerlendirir.
Ve yine bir Müslüman,
bütün medeniyet harikalarını
insan aklının birer meyvesi olarak görür
ve bunları, insana bağışlanan istidadın
ve ona tanınan fırsatın birer neticesi olarak bilir.
“Arıya bal yapmayı ilham eden,
koyunu süt fabrikası yapan Cenâb-ı Hak,
insan aklına da böyle harika meyveler verdiriyor.” diye düşünür.
Yeni keşifleri duydukça,
Allah’ın ilmine ve hikmetine karşı
hayranlığı ve hayreti daha da artar.


Kur’an-ı Kerîm’in nüzul sebebi
başlıca dört esasta toplanıyor.
Birincisi:
Allah’ın varlığını, birliğini kullara bildirme.
İkincisi:
Allah’ın razı olduğu insan tipini
Peygamberimizin şahsında insanlığa takdim.
Üçüncüsü:
Rablerine nasıl ibadet ve şükredeceklerini insanlara talim.
Dördüncüsü de,
bu fâni dünyadan sonra
gidilecek bâki âlemi beşere haber vermek...



Şimdi düşünelim;
Bu dört hususta Kur’an-ı Kerîm’in
beyan ve tebliğ ettiği hükümlerden hangisinde
fenne söz düşebilir?
Tâ ki, fennin beyanıyla
İlâhî ferman arasında zıddiyet olabilsin.

Meselâ,
Kur’an-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ı bizlere,
bütün sıfatları, fiilleri,
isimleriyle tanıtmıştır.
Bu sahada fennin konuşacak bir tek kelimesi yoktur.
Yine Kur’an-ı Kerîm,
örnek insanlar olarak beşere,
“Peygamberleri, Sıddıkları,
Şüheda ve Salihleri” takdim etmiş
ve Allah’ı sevmenin yolunu
“Habibullah’a ittiba” olarak tayin etmiştir.


İnsanlık âlemine, bu vadide
bir başka insan modeli sunmak da
fennin sahası değildir.
Yine, Kur’an-ı Kerîm,
Hâlıkımızın emir ve yasaklarını
bizlere beyan buyurmuştur.
Bu konu da fennin sahasına girmez.
Yâni fen, kalkıp da
“Cenâb-ı Hak insanlardan şunları, bunları istiyor”
diyecek halde değildir.
Yine, İlâhî ferman
kabirden, haşirden, âhiret ülkesinden bahsetmiştir;
fennin sahası ise bu dünyadır.


Allah ilmiyle kemale erenlerden eylesin inşaAllah

El Fatiha..

Amin
 

zerrat

Well-known member
Çok çok çok ehemmiyetli bir ders ! ALLAH(C.C.) Razı Olsun Ebrar Kardeşim daimen ve ebeden inşaALLAH.Her bir MÜSLÜMAN bunun ayrımını iyi yapabilmeli şüphesiz ! Hakikatleri haykırmaya devam Değerli Kardeşlerimiz,çok güzel bunları konuşabilmek ancak çevreye daha çok kişilere bunları duyurmalıyız;bu forumun dışına çıkmalı bu sesler !!! Abilere daha büyük görevler düşüyor bu konuda,dışardaki hizmete daha çok çabalayalım inşaALLAH.Her gün daha çok kişilere ulaşarak,onları derslere çekmeye çalışarak hizmetin bu yönüne ağırlık verilmeli her yerde şüphesiz.Pratik hayatımızda hizmette bu anlamda ses getirmeliyiz hep beraber inşaALLAH ! Bu hakikatleri tam yaşayabilseydik bugün Müslümanlar böyle mi olurdu ? Bunu RABB'İMİZ(C.C.) bilir şüphesiz.Ama şu bir gerçek ki bunları layıkıyla yaşayamıyoruz ve bu noktada çok eksiğimiz ve hatalarımız var.Oysa ki yaratılış gayemiz,görevlerimiz bu güzel hakikatlerde gizli ve onları hayatımızda uygulayamadıktan sonra güzel sonuçlarını göremiyoruz malesef =(( işte bunun için daha güçlü olmalıyız bu da ancak hep birlikle,gerçek uhuvvet ve kardeşlik içerisinde çalışmakla olur.Bunun için Değerli Ağabeylerimiz dışarda daha çok hizmete ağırlık verelim inşaALLAH.Bu sistemli bir şekilde yürümeli kesinlikle ! Pratik hayatta daha çok kişilere ulaşmak için yarışta olmalıyız HEP BERABER İNŞAALLAH.
 
Üst