23.Söz 4.Nokta...(Acizlik ve güçsüzlüğün hikmeti)

bardak

Well-known member
Ey Cebi Zengin,Yüreği Fakir olan İnsan...
Bilmezmisin ne kadar yasaklarla uğraşsanda,ne kadar ter döksende bu yolda...
Bir müslümanın döktüğü Ter kadar Hayırlı olamaz!!!

RESULULLAH (S.A.V)a türlü iskenceler edildi,Kabeye girişi engellendi...
ne oldu?
Davasından vazgeçtimi ki?
Şu yürekte ALLAH (C.C) ın emirlerini yerine getirmek azmi kaybolmadığı müddetce zafer gerçekte müslümanlarındır
ELHAMDÜLİLLAH...

RABBİM (C.C) hakkıyla kul olabilmeyi nasip etsin cümle dileyen kullarına....Amin...

ALLAH (C.C) razı olsun Can Ebrar Paylaşımın için...
 

ebrar172

Well-known member
*İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi(ASIL VAZİFESİ),
iman ve duadır.Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder."


Allah, insanı kulluk
ve ibadet etmek için dünyaya göndermiştir.
Bu yüzden insanın fıtrat ve mahiyetini de
ibadet ve kulluğa göre donatmıştır.
Yoksa hayvan gibi yutmak ve çabalamak için
insanı dünyaya göndermiş değildir.
İnsan iman ve ibadeti terk edip,
hayvan gibi, dünyanın adi ve süfli
zevk ve lezzetlerin peşine takılır ise;
mahlukatın en alçağı, en rezili olur.
Yok iman ve kulluğa riayet ederse,
o zaman mahlukatın en üstünü
ve en şereflisi konumuna çıkar.
Zira insanı, Allah
bu kıvamda yaratmıştır.


İnsanın önünde iki seçenek var,
ya kul olup kainata sultan olur
ya da iman ve ibadeti terk edip mahlukatın en aşağı
ve en rezili olur.
İnsanın bu dünyaya zevk ve lezzet peşinde koşmak için
gönderilmediğine en güzel şahit;
insan ile hayvan arasındaki farktır.
İnsanın donanımına ve mahiyetine bakıldığında,
dünyanın zevk ve lezzetlerine hapis olarak tasarlanmadığı anlaşılır.
Ama hayvanın tasarımı, sadece dünyaya bakıyor.
Hayvanda akıl olmadığı için,
geçmiş ve gelecek onun nazarında yoktur
ama; insanda akıl, hem geçmiş ile
hem de gelecek ile ilişkilidir.

Bu yüzden insan Allah’ı inkar edip,
tamamen zevk ve lezzete odaklansa,
ölüm ve zeval ona huzur vermez, onu taciz eder.
Ama hayvanda taciz edecek bir akıl olmadığı için tam lezzet alır.
İşte insanın hakiki lezzeti alıp,
hayvandan daha yüksek bir makama çıkması
ancak iman ve ibadet ile mümkündür.
O zaman ölüm ve zeval,
insana ızdırap veren bir hiçlik ve yokluk değil,
ebedi saadetin bir başlangıcı,
bir girizgahı hükmüne gelir.
Şu insan, iman sayesinde lezzetlerin
ve makamların en üstüne çıkar.
İman, insan üzerinde baskı kuran bütün hadisatın
tazyikatını kaldırır.
İman, her şeyin iç yüzünü ve hakikatini
izah ve beyan ettiği için,
insan karanlık ve sıkıntılardan da kurtulmuş olur.


Mahiyet istidat itibariyle her şey ilme bağlıdır."
İstidat ve mahiyet
Allah’ın insanların fıtratına koymuş olduğu;
gelişme, inkişaf, ve terakkilerin tohumları
ve çekirdekleridir.
Nasılki bir incir ağacının istidadında ve mahiyetinde
( yani tohumunda ve çekirdeğinde) bir incir ağacı,
hatta onun kıyamete kadar nesli var ve mevcuttur.
Bunun inkişafı ve gelişmesi;
havaya, suya, toprağa ve güneşe bakar.
Ancak bu külli unsurlarla o çekirdek ve tohumun içi açılır,
istidatı inkişaf eder ve gelişir.


Aynen öyle de, Allah (c.c.);
ilk insan Adem (a.s) ve sonra da
onun neslinden gelen insanların yapılarına ve fıtratlarına;
bu medeniyet çağında şahit olduğumuz
ve ileride daha nicelerini görebileceğimiz medeniyetin,
teknolojinin, fennin ve bütün maddi
ve manevi gelişmelerin tamamını,
tohum ve çekirdekler gibi açılmaya müsait,
yüzlerce mahiyetler ve istidatlar koymuştur.


İşte bu mahiyet ve istidatların gelişmesi,
büyümesi ve inkişaf etmesi sadece ve sadece ilme bağlıdır
ve ilimle olabilir.
Hayvanlarda ilim ve öğrenme olmadığından,
fıtratlarının icabından başka bir şey yapamadıkları gibi,
maddi ve manevi terakkileri de mümkün değildir.
Mesela; insanların fıtratlarına;
bugünkü bilgisayarlar, uzay gemileri,
lisanlar, medeniyetler, teknolojiler
ve en mükemmel din olarak İslamiyetin
tezahürü ve inkişafı,
Allah tarafından tohumlar olarak konulmuş
ve yerleştirilmiştir.

İşte bu tohumlar; şimdiye kadar açılmış,
ileride de açılacak ve gelişecek olan,
mezkur meselelerin mahiyetleri ve istidatlarıdır.
Cenab-ı Hak,
zamanın ve şartların ihtiyacına binaen;
insanlara öğrenme ve ilmi emredip,
onları asırlarca meşgul ettirerek,
bu tohumları açmış ve geliştirmiştir.

İstidat ve mahiyet diyebileceğimiz,
tohumun içindeki öz ve nüve olan bu özellikler;
ilim, bilgi ve taallümle bu gün fiile çıkmış
ve bütün insanlığın maddi ve manevi istifade edeceği şekilde
müessese ve kurumsal hale gelmiştir.
Mesela yirmi farklı yumurtada
yirmi adet farklı istidat ve mahiyetler vardır.
Bunlar bir muameleye tabi tutulmazsa,
birbirine benzeyen,
hatta birbirinden hemen hemen büyüklükten başka
hiçbir farkı olmayan yumurtalar olarak kalırlar.
Fakat kuluçkaya yatırılırsa
ve bir muameleden geçirilirse;
onlardan tavus kuşları, kartallar, bülbüller, timsahlar,
yılanlar ve kablumbağalar gibi birbirinden çok farklı
ve harika hayvanlar çıkar ve meydana gelir.
İşte ilim olmazsa,
bütün insanlar istidatlarını geliştiremezler
ve birbirlerine benzeyen yumurtalar gibi özellikler arz ederek,
kıyamete kadar bir çeşit sürü olarak yaşarlardı.


Fakat insanlar, asırlarca
ilimle ve bilimle meşgul oldukları için,
bu noktada hayvanlardan ayrılmıştır.
O insanlardan;
her sanatta, maddi ve manevi mesleklerde mükemmel fertler,
maharetler ve medeniyetler meydana gelmiştir.
Demek ki;
bütün mahiyetlerin ve istidatların gelişimi,
açılımı ve inkişafı ilme bağlıdır ve ilimle alakalıdır.
İlk insan ve ilk babamız olan Adem (a.s)’ın ilimle öne çıkarılması,
meleklere rüçhaniyetinin ilme dayanması
ve Cenab-ı Hakk'ın ona mucize olarak
eşyayla alakalı ilmi vermesi,
ayrıca Kur'an’ın ilk emrinin “oku” olması,
Cenab-ı Hakk'ın kitab-ı Akdeste bir çok yerlerde
aklı, tefekkürü, düşünmeyi ve muhakemeyi öne çıkarması da,
ilmin ehemmiyeti açısından önem arz etmektedir.

"Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz
ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ;
ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar
ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan,
vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır.
Dua ise, esas-ı ubûdiyettir."der bediüzzaman hazretleri

Fakr: Fakirlik;
insanın zerreden güneşe kadar
nihayetsiz ihtiyaçlara müptela
ve kainatta her şeye muhtaç olması demektir.
Yani insan fıtrat olarak kainatta her şeye
muhtaç olarak yaratılmıştır.


İnsan hayatının devamı
bütün kainat çarklarının işlemesine bakar;
böyle olunca insan kainattaki her şeye
muhtaç olarak yaratılmış olduğu sabit olur.
İşte insan bu sonsuz ihtiyacından dolayı fakirdir.
Allah bu fakirlik durumunu insana her ihtiyacında,
ihtiyacı olmayan Allah’ı bulması için vermiştir.

Yani nereye bakarsa,
hangi şeye ihtiyaç duyarsa,
orada fakirlik penceresi ile fakir olmayan Allah’ı bulabilir.
İşte insan fakirlik penceresinden
Allah’ı görüp bulamaz ise,
fakirlik insanın başına tam bir bela ve acı kaynağı olur.
İnsan her ihtiyacı için sebeplere dilencilik eder
ve onların merhametsiz yüzünde azap bulur.
Acaba güneş bugün doğacak mı dese yeridir,
zira tesadüf ve sebeplere tapan birisi için durum böyledir.

Acz: Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar zayıf
ve iktidardan yoksun anlamında kullanılmıştır.
Yani ihtiyaçları hem kainatı kuşatmış,
hem de ebede uzanmış olmasına rağmen
bunlardan en basitini dahi tedarik edemeyecek kadar acizdir insan.
Burada daha çok insanın iktidarsızlığına vurgu vardır.
Bu acizlik penceresi de,
aciz olmayan Allah’a açılıyor.
İnsan acizlik damarı ile aciz olmayan Allah’ı idrak ediyor.
İşte bu acizlik ve fakirlik damarı,
insan fıtratını ve mahiyetini kulluk yönünde işleten
ve sevk eden önemli iki kaynaktır.
Bu kaynak güzelce işletilip istihdam edilir ise,
insan kamil bir kul,
ahsen-i takvim bir halef-i zemin olur.
Özet olarak dua bir talepler listesi değil,
bir ibadettir.
İnsan dua sayesinde aczini ve fakrını hissedip,
aciz ve fakir olmayan Zata intikal eder;
duanın gerçek yüzü ve özü budur.
Talepler ve istekler duanın suret ve kalıplarıdır;
duanın esası ve özü
Allah’a acz ve fakr damarı ile iltica etmektir.

Nasıl bir çocuk,
eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için
ya ağlar, ya ister.
Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder,
maksuduna muvaffak olur.
Öyle de, insan,
bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin,
nazdar bir çocuk hükmündedir.
Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında,
ya zaaf ve acziyle ağlamak
veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir.
Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun
veya teshirin şükrünü eda etsin.
Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden
ahmak ve haylaz bir çocuk gibi,
“Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan
ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum
ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip
küfran-ı nimete sapmak,
insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi,
şiddetli bir azâba kendini müstehak eder.

Allah muhafaza eylesin

El Fatiha Meas Salavat

Amin....

 

evvab

Well-known member
Allah razı olsun ebrar172 abi..paylaşımınızda bereket olsun. Allah acizliğimizi ve fakirliğimizi bilip O' na layık kul olmayı cümlemize nasip etsin.
 
Üst