Mevlânâ ocağından Bediüzzaman uçsuz bucaklığına

İlim-irfan

Well-known member
Hz. Mevlânâ bir aralık bırakıp gitti. Sonsuzluğun kapısını araladı sürekli. Ve o kapıyı açık tuttu, hep.
Aralık en güzel zaman dilimlerinin kapısı gibidir. Yılların dün'ü biter, bugün'ü başlar, oradan. Yeni bir yıl, yeni bir günler kervanı koyulur, yollara.
Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.
der, Hünkâr, Hz. Mevlânâ.
Bir yılın bembeyaz kefenlere sarılıp asırların sır sandığına döndürüldüğü aralık hep açıktır, hiç kapanmaz. Zira her dem ölmekte ve her dem yeniden dirilmektedir âlem.
Aralığın hemen ardında bir ocak vardır. Mevlânâ mektebinde ocak çok önemlidir. Matbah'ın kalbidir, ocak. Orada yanar, orada pişer, orada kemale erersiniz. Hamdım, yandım, piştim dersiniz. Dünya matbahının ocağı da ilk ve orta yaz sofralarının yemeklerini pişirir; sonbahar harmanlarının taamlarını hazırlar. Anadolu'da düğünler son baharlarda yapılır genellikle.
Ocak, düğün kazanlarının kaynadığı, ruhların düğünlere hazırlandığı yerdir.
Mevlânâ çok zengin, bembeyaz bir aralıktan sizi (nâr-ı beyzada, o bembeyaz ateşte, aşk ateşinde pişmeğe) ocağa çağırır, bekler. Gel, der. Ne olursan ol, gel, der.
Bir düğüne, çağırır herkesi. Vuslata çağırır, kavuşmaya koşun, der. Birlik olun, birliğin zevkine erin, der. Hünkârın çağrısına uyar da besmele ipine yapışırsanız, başınız ferşten arşa ulaşır. İnsandan dünyaya, dünyadan kâinata açılan bir dairelenme içinde genişler, büyürsünüz. Mülkten, melekûta erer, melekûttan ceberut soluklarını duyarsınız.
“Bu adın tadını alanın himmetine karşı, arşın ta yücesinden ferşin ta altına dek ne varsa, bir sinek kanadı değerinde bile değildir. Bu ad, güzelliğiyle kimi avlamışsa, hiçbir güzellik, hiçbir şöhret, hiçbir renk ve koku artık onu avlayamaz.” (Mecâlis-i Seb'a, Birinci Meclis) diyen Hünkârın baktığı yerin, hiç de Bediüzzaman'ın baktığı yerden farklı olmadığını görürsünüz. (Bu güzeller hep ne güzel, ne hoş bakışırlar!
nokta.gif
)

Bu zamanın güzeli ne diyor bakın:
"Bismillahirrahmanirrahîm"in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmasında, arz sîmasında ve insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.
Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki, "Bismillah" ona bakıyor.
İkincisi: Küre-i arz sîmasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden Sikke-i Kübra-i Rahmaniyettir ki, "Bismillahirrahman" ona bakıyor.
Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re'fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i rahîmiyettir ki, "Bismillahirrahmanirrahîm"deki "Er-Rahîm" ona bakıyor.
Demek "Bismillahirrahmanirrahîm" sahife-i âlemde bir satır-ı nuranî teşkil eden üç sikke-i ehadiyetin kudsî ünvanıdır. Ve kuvvetli bir haytıdır ve parlak bir hattıdır. Yani "Bismillahirrahmanirrahîm" yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur.
“Evet, Şems ve Kamer'i, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı; bir nakş-ı a'zamın atkı ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî olan umum vâlidelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye müsahhar eden ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı a'zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış.
Ey insan, eğer insan isen "Bismillahi-rrahmanirrahîm" de. O şefaatçiyi bul!” “Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var. O mi'rac "Bismillahirrahmanirrahîm"dir. Ve bu mi'rac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın yüzondört surelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitabların ibtidalarına ve umum mübarek işlerin mebde'lerine bak. Ve Besmele'nin azamet-i kadrine en kat'î bir hüccet şudur ki: İmam-ı Şafiî (R.A.) gibi çok büyük müçtehidler demişler: "Besmele tek bir âyet olduğu halde, Kur'anda yüzondört defa nâzil olmuştur." (Sözler - Birinci Söz) Aralıktan çıkanları ocak karşılar. Ocakta pişenleri nisan ve mayısın salâvatı güller selamlar. Sene, bir semavi sicim gibi gül kokularıyla sarar insanı ve Sevgiliye bağlar.


Mehmet Doğan - YeniŞafak
10/01/2010

Mevlânâ ocağından Bediüzzaman uçsuz bucaklığına - Mehmet Doğan - 10.01.2010 - Yazarlar - Yeni Şafak
 
Üst