İhyau Ulumid-din -- GAZALİ--

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Yayıncıdan

Sadece müslüman olmayan ülkelerde değil, müslüman ülkelerde de fikri ve ahlâki bir düşüşün, hatta sükûtun yaşandığı, neredeyse bir kangren hâlini aldığı şu günümüzde, yeryüzü sâkinlerinin güzel bir ahlâkin mümessilleri ve tabii ki sağlıklı bir düşünce yapisinin sahipleri olabilmeleri için, rablerini hatırlamaya ve hesap günü'nün dehşetiyle uyarılmaya, dolayışıyla İslâm’ın irşadına olan ihtiyaçları ortadadır.

Allah’ı unutanları, Allah’ın unutacağı Kur'ani bir düstûrdur. Bu bakımdan unutanların unutulacağı bir dünyada, unutulanların irizâri/uyarılmaları vazifesi, pek tabiidir ki İslâm davasının rnümessillerince deruhte edilecektir. Nitekim güzel ahlâki tamamlamakla görevli bir peygamberin ümmeti içerisinde, bu vazifeyi deruhde etmiş, sadece Müslümanlara değil, gayri Müslimlere dahi güzel ahlâkin fikren ve amelen bir numûne-i imtisali olmuş nice İslâm âliminin yetiştiği ve bu âlimlerin gerek sözleriyle, gerekse eserleriyle insanlığı İslâm’ın pak ve temiz yoluna irşad ederek insanlığın vicdanında müstesna bir mevkii işgal ettikleri de tarihin sabit bir hakikattir.

Yunan felsefesinin tesiriyle yeni doktrinlerin gelişerek, zevk ve sefahata müheyya kitleler nezdinde itibar kazandıkları, ulema ve hukemadan kendilerine rehberler buldukları, yozlaşmış ve kuru bir fıkıh anlayışının mal-mülk edinme vasitasi haline getirilerek dinin istikâmetinin gereği olan ahiret bilincinin dumura uğradığı, batmilerin siyasi destek ve maksatlar yoluyla dehşet saçtıkları ve nihayet İslâmi ilimlerin kuru ezber ve tekrarlarla medrese temrinleri ötesinde bir mânâ ifade etmediği bir dönemde; evet İslâm’ın maksadını/maksatlarını yeni bir ruh ve ihlaslı bir solukla dile getirecek, günümüzdeki" batılılaşma/modernleşme sadmesine benzer Helenistik bir sadmeye göğüs gerecek ve âdeta ölmüş olan İslâmi ilimleri, yeniden ihya edecek bir mütefekkire, bir müceddidi İhtiyâc bulunduğu bir zamanda İslâm ümmeti içerisinden İmam Gazâli adında bir zat zuhûr etmişti ve fakir bir ailenin cocuğu olarak büyümüş ve kücük yaşta yetim olarak tahsilini sürdürmüş bu deha, İslâm âleminin vicdanına tercüman olarak ümmetin makus talihini -hic değilse bir süre- tersine çevirmişti.

İşte şu anda elinizde tuttuğunuz ihya-i Ulûm'id-Din (İslâmi İlimlerin Canlandırılması) adli kıymetli eserin müellifi olan bu mümtaz âlim -hayatinin, görüşlerinin ve eserlerinin anlatıldığı bölümde de görüleceği üzere- devasa bir külliyatın sahibidir ve İhya-i Ulûm'id'Din adli eserinin bu külliyât içerisinde müstesna bir mevkii ihraz ettiği de bir vakıadır.

Adeta tek başına tüm islâmi ilimlerin bir ansiklopedisi mahiyetindeki bu esere olan ihtiyacın öneminin idrakinde olan yayınevimiz, ceyrek yüzyılı aşkın bir süre önce bu eserin tercüme edilip, yayınlanmasına öncülük etmiş, 5 ve 10 ciltlik düzenlemelerle okuyucuya ulaşmasını sağlamıştı.

İhya'nın Zebidi tarafından yapılan ünlü İthaf us-Saade adli şerhinden istifadeyle gerçekleştirilen tercümenin dilinin günümüz Türkçesine nazaran eski kalması, Arapca metinlerin dizdirilmeyip hattata yazdırılmasından dolayı metnin tertip ve tanziminde ortaya çıkan mizanpaj güçlüklerinin yol açtığı sorunlar ve buna benzer bazi nedenlerden dolayı eserin redakte ve tashih edilip, daha anlaşılır, daha güzel ve daha titiz bir düzenlemeyle yeniden neşredilmesi bir ihtiyaç ve hatta bir zorunluluk halini almıştı.

Bu sebeplerden ötürü yayinevimiz okuyucularının teveccühüne lâyık olabilmek için eserin daha temiz ve anlaşılır bir Türkçeyle, daha güzel ve daha titiz bir düzenlemeyle yeniden basimini kararlaştirarak, Dücane Cündioğlu'nun editörlüğünde eserin redaksiyonu ve yeniden düzenlenmesi icin hummali bir çalışma başlatti ve modern basım teknikleriyle hi bir masraftan kacinilmadan yapilan ve uzun bir süre alan calışmalardan sonra elinizdeki eser yeni haliyle ortaya cıkmış oldu.

Eserin neşrinde gercekten büyük hizmetleri gecmiş olan sayin Dücane Cündioğlu'na, Ertuğrul ve Hakan Özalp'e, Arapca metinlerin dizgi ve tashihini yapan Ebû Hamza'ya, eserin dizgi ve mizanpajinda sabir ve tahammül göstererek büyük bir titizlikle calişan Bahar Dizgi mensuplarina bu vesileyle şükranlarimizi sunmayi bir borc telâkki eder ve son olarak, siz okuyucularimizin teveccühleri doğrultusunda calişmalarimizi şevkle ve sorum­luluğumuzun bilincinde olarak sürdüreceğimizi bildiririz. Gayret bizden, tevfik Allah'tandır!

*Eser bu bölümden devam edecektir.
Selam ve dua ile...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
25 Yil Sonra!


Yillar sonra İhyâ-i Ulûm'id-Din'in yeni neşrini siz kiymetli okuyuculara sunarken, önce Allah Teâlâ'ya hamd eder, Rasûlü'ne, onun mümtaz âline ve ashabina salât ve selâm ederim!

Aziz okuyucular! Elinizde tuttuğunuz bu eseri yaklaşik 30 sene önce tercüme etmiş ve o günün şartlari ve teknik imkânlarinin elverdiği ölcüde elimden geleni yaparak Allah'in izniyle neşretmiştim. O günleri müdrik olanlar gayet iyi bilirler ki o dönemde matbaalar hantal makinelerden ibaretti ve bir kitabi ancak uzun uğraşlardan sonra yayinlayabilmek mümkün olabiliyordu.

Öyle ki 10 ciltlik bir eserin dizilip-basilmasmm, ciltlenip piyasaya arzedilmesinin aylar değil, yillar aldiğini söyleyecek olursak hic de mübalağa etmiş olmayiz! Hele benim gibi eserin hem tercümesini ve tashihini yapip, hem cildiyle, hem de tab'iyla meşgul olan, üstelik satişiyla da uğraşmak durumunda kalan bir kimsenin ne denli müşkilatlara maruz kalacağini, ne türden meşakkatler cekeceğini takdir edersiniz.

O zamanlar -şimdi olduğu gibi- modern ve gelişmiş bir şekilde, eserlerde gecen ayet ve hadislerin asillarinin Arap harfleriyle dizdirilmek imkâni yoktu. Bu bakimdan biz de İhya da. gecen ayet ve hadislerin arapcalarmi bir hattat kardeşimize yazdirmiş, ancak cuvallarla taşinabilecek miktardaki klişeler yoluyla eseri tab'ederek ve herşeye rağmen pes etmeden bu kiymetli eseri sizlere ulaştirabilmiştik.

Bütün bunlarin benim güc ve kuvvetimle olmadiğinin idrakindeyim. Mevlâmm lütuf ve keremi olmasaydi, benim gibi maaşindan başka bir geliri olmayan, İstanbul gibi büyük bir metropolde oniki nüfusun maişetini deruhte eden aciz bir kul bu denli zorlu bir işte muvaffak olabilir miydi? Evet, gercekten de Allah Teâlâ'nm bir lütfü, bir fazli idi o hummali gayret, o zevkli uğraş!..

Bugün ise -Allah'a hamdolsun!- cocuklarim büyümüş ve işin başina gecmiş bulunuyorlar. Allah'in izni ve bereketiyle -en azindan yillar önce cektiğimiz teknik sikintilara maruz kalmaksizin- şimdi yayincilik faaliyetlerini onlar sürdürüyorlar. Müslüman olmanin gerektirdiği İslâmi şuur ve hassasiyeti müdrik olarak, yayinlanacak eserlerin gerek muhteviyati, gerekse basimi konusunda gerekli titizliği göstereceklerine ve İslâmi sahada yayincilik yapmanin ciddi bir iş olduğunun ehemmiyetini unutmadan kiymetli eserler neşredeceklerine inaniyor ve bu yoldaki cabalarinda yüce rabbimden kendilerini muvaffak kilmasini ve onlari sirat-i müstakimden ayirmamasini niyaz ediyorum!

Bir ekip calişmasiyla uzun cabalar sonucunda ve ellerinden geleni yaparak İhya'am bu yeni basimini gercekleştirdiler ve İhya'nm bugünkü mümtaz ve müstesna tertib, tanzim, cilt ve baskisiyla yepyeni, taptaze ve zevkle okunabilecek bir eser ortaya cikardilar. Allah hayirli kilsin ve devamini nasip etsin!

Bu yeni baskisinda eserin editörlüğünü ve redaksiyonunu deruhde eden Dücane Cündioğlu kardeşime ve ayrica Ertuğrul ve Hakan Özalp'e, Arapca metinlerin dizgi ve tashihini yapan Ebû Hamza kardeşime, eserin ortaya cikmasinda emeği gecen herkese teşekkür eder, kendilerini can u gönülden tebrik ederim! Allah hepsinden razi olsun, saadet-i dareyn'e nail olsunlar!

Ali Arslan 27/11/1992
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazâli Kimdir?

Subki Tabakalinda Gazâli'yi şöyle anlatir: Aslen Tüs şehrinden olan Gazâli'nin adi, Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, künyesi Ebû Hâmid el-Gazâli, lâkabi ise Hüccet'ül-İslâm dir.

O İslâm dininin, insanoğlunu D âr'üs-Selâma (Cennet'e) götü­ren bir delil ve bürhani idi. İlmin ceşitli dallarinda söz sahibi olan Gazâli, mantik ve mefhum ilminde cok geniş bir bilgiye sahipti.

Muasirlarindan yildizlara ulaşan hasimlarini, mücadele edilmesi gittikce gücleşen bid'atcilari; yerle yeksan edecek dereceye yükselen Gazâli, bidayet ve nihayet erbabinin hedefine eksiksiz bir şekilde varmiştir. O, huzurunda başka arslanlara yer bulunmayan bir arslan idi. O oiidördünde parlayan bir ay idi. Fakat ayin gündüz parlamadiğim herkes bilmektedir.
O da, herkes gibi bir beşer, fakat kocaman dağ gibi bir beşer... O, halktan bir parca, fakat dizilmiş inci taşlarinin parcasi.

Hicretin beşyüzüncü senelerinde, karanlik gecelerin yildizlara ihtiyacindan daha fazla ihtiyac duyulan bir insan olmuş ve felsefi sacmaliklara karşi durarak âdeta bütün müslümanlarin im­dadina yetişmiştir.

Hayati boyunca, İslâm dininin hakikatlerini bütün insanlara pervasizca bildirmiştir, islâm korusunu, mizrağinin ucunu dahi lekelemeden saldirganlarin saldirisindan muhafaza etmeye mu­vaffak olmuştur. Kalemi sayesinde, dinin hakiki hüviyetini ört­meye calişan şüphecilik bulutlari dağilmiş, hakikatler olduğu gibi herkese görünmeye başlamiştir. Bütün bu ilmi calişmalar yaninda, kalbi de takva ile dolu idi. Halvethanesinde tevhid deni­zine dalmiş ve ibadetten başka hicbir şeyi kendisine arkadaş edin-meiniştii Dünyaya metelik vermeydi, her bakimdan alişverişini Allah ile yapmişti.

İmam Münâvi de Gazâli hakkinda şöyle der: O bir denizdi. Öyle bir deniz ki, ondaki inciler hicbir denizde bulunmaz. Semalardan daha yüce bir allâme idi. Onun kalbindeki ilim yildizlarinin kiymeti nerede, gökteki yildizlarin kiymeti nerede?

O, dünyanin bütün bahcelerinden daha üstün bir ilim bahcesi­dir. Onun ortaya döktüğü değerli inciler sayesinde İslâm milleti­nin gerdanliği intizam bulmuştur. İlimlerin engin denizlerine dalip, bid'atcilari geri püskürtmek icin gereken calişmayi yapmak­tan bir an bile geri kalmamişti.

Ebû İbrahim Feth b. Ali el-Bağdâdi, Bağdadi Tarihinin zeylinde Gazâli icin şöyle demektedir: "O öyle bir kimse idi ki, gözler onun gibi konuşan, onun gibi zeki ve anlayişli kimseyi görmemişti'.

İbn Mukri Tuhfet 'ül-İrşâd ilâ Sebil'ir-Reşad adli eserinde Gazâli icin aynen şöyle der: 'Onun mübarek ismiyle göğüsler inşirah bulup kabarir, nefisler sevinir. Onu ağzina alan büyük âlimler övülür ve kitaplar şöhret bulur. Onun naminin yayildiği yerde sesler alcalir ve başlar eğilir'.

İbn Asâkir, Tarih1 inde Gazâli icin uzun malûmat vermekte ve medh ü senasini yapmaktadir. Hafiz b. Semani de ayni şeyi yapmiştir.
Hafiz Muhibbiddin b. Neccar el-Hanbeli, Bağdad Tarihine yazdiği zeylde şöyle demektedir>,Gazâli her sahada fakih ve imam­lara önderdir.

Bütün âlimlerin ittifaki ile ümmetin rabbânisidir. Zamaninin müctehidi, önderi ve müceddididir. Bütün bir memleket ondan bahsetmiş, fazileti halk arasinda hakli olarak jrayilmiştir. Her meslek ve meşreb erbabi tarafindan, ilim sahasindaki büyüklüğü itiraf ve otoritesi kabul edilmiştir.

Sapik bid'atcilar kendisinden korktuğu gibi, cedelciler de onun getirdiği deliller karşisinda sönüp perişan olmuştur. Dakik ve ince calişmalari sayesinde, bid?atcilarm ve ehl-i sünnete muhalif olan­larin maskeleri alaşaği edilmiş ve yirtilmiştir. Bütün hayatinda, sünnet-i seniye ve dine yardimdan başka bir hedefi olmayan Gazâli'nin kitaplari, güzellik ve mânevi cemâlde güneş işiğinin yeryüzüne yayilişi gibi yayilmiştir. Muvafik ve muhalif herkes kendisini otorite kabul etmiştir.

Doğumu ve Yetişmesi

Gazâli, Tüs şehrinde H. 450 senesinde doğmuştur. Babasi kendi dükkâninda yün eğirerek ve satarak gecinirdi. Ölüm döşeğinde iken oğullari Muhammed ile Ahmed'i arkadaşlarindan muta­savvif bir zata teslim ederek, kendisinden şöyle ricada bu­lunmuştur:

Hattatliğa (yazi yazmaya) cok merak, ettiğim halde maalesef bunu öğrenemedim. Fakat benim yapamadiğim bu işi şu iki yavruma yaptirmak azminde idim. Ne yazik ki Allah'in ezeli fermani gelip catmiş ve benim icin ona icabet etmekten başka cikar yol kalmamiştir. Artik Allah yolunda dostum ve bir kardeşim olarak yavrularimi sana emanet ediyorum.

Babalarinin ölümünden sonra vasileri onlari büyüttü, yazi öğretti ve ilim öğrenmelerine azami dikkati sarfetti. Babalarindan kalmiş olan pek az miktardaki mallari bitince, eğitim ve öğretimleri baba dostuna zor gelmeye başladi. Bunun üzerine baba dostu kendilerine şöyle dedi:

Sizin malinizin tamamini size sarfettim ve bitirdim. Ben ise dünyadan alâkasini kesmiş bir kimseyim; onun icin bir ser­vetim yoktur ki, sizin icin sarfedebileyim. Bu nedenle sizin icin en uygun şey, ilim talebesi olmaniz hasebiyle herşeyinizi karşilayacak bir medreseye yazilmanizdir. Böylece vaktinizi cok kiymetli birşeyle değerlendirmiş olur­sunuz.

Bu tavsiye üzerine, onlar da bir medreseye yazilarak tahsille­rine devam ettiler. İşte yükselmelerinin temeli burada atilmiştir?

Gazâli, zaman zaman bu duruma şöyle işaret ederdi: 'Biz ilmi Allah icin değil, başka şeyler icin okuduk. Fakat Allah sonradan kendine cevirdi'.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Varmiş Olduğu Derece


İmam-i Harameyn vefat ettikten sonra Gazâli, Nişabur'u ter­kedip âlimlerin ve ilim erbabinin toplanmiş olduğu vezir Nizamülmülk'ün Müasker'deki meclisine gitti. Oradaki âlimlerle ve imamlarla ilmi münazaralara girişti. Bu münazaralar sirasinda hasimlarini mağlup etti. Hepsi de onun ilmini ve fazlini kabul etmek zorunda kaldilar. Vezir Nizamülmülk, ona lâyik olduğu hürmeti gösterdi. Az bir zamanda ismi her tarafta du­yuldu; şöhreti memleketin her tarafina yayildi.

Nizamülmülk, kendi adina inşa ettirdiği Bağdad'daki Nizamiye medresesine Gazâli'yi başmüderris (rektör) tayin etti. H. 484 senesinde otuzdört yaşinda bulunan bu genc âlim, Bağdad'a büyük bir debdebe icinde girdi. Bağdadlilar onu bağirlarina bastilar. Vezirleri, melikleri ve emirleri gölgede birakacak bir şöhrete sahip olmuştu, bir dediği iki edilmiyordu.

Nizamiye medresesinde uzun bir süre ilim neşrine devam etmiş, fetva vermekle ve telif yapmakla uğraşmiş, fakat bir müddet sonra dünyâ rezaletlerinden, gecici zevk ve safalardan nefret edip, icinde yüzdüğü debdebeli hayati elinin tersiyle itmiş ve Allah'in yüce beytine gitmek .üzere yola koyulmuştu. Kardeşini yerine vekil tayin ederek H. 488'de ve Zilkâde ayinda yola cikti, bir sene sonra Şam'a ulaşti. Şam'da, birkac gün kaldiktan sonra Kudüs'e gitmek icin yola cikti. Orada da bir müddet kaldiktan sonra tekrar Şam'a döndü. Şam'da bulunan Emevi Camiinde itikâfa girdi.

Zehebi'nin naklettiğine göre, Gazâli zamaninin coğunu Şeyh Makdisi'nin Mescid-i Emevi'deki zaviyesinde geciriyordu. (O zâ­viye bugün Gazâli Zaviyesi olarak anilir).

İbn Asâkir'in rivayetine göre Gazâli, Şam'da on seneye yakin bir zaman kalmiştir.

Zehebi'nin anlattiğina göre, Gazâli Şam'daki Medreset'ul-Eminiyeyi ziyarete gittiği bir sirada, tesadüfen oranin müderris) 'Gazâli şöyle demiştir' diye söze başlar. İşte bu hâdise nedeniyle gurura kapilmaktan korkan Gazâli Şam'i terkeder. Şam'dan ayrildiktan sonra memleketi gezmeye başlar. Bu arada Misir'a, oradan da İskenderiye'ye gider. Bir süre de orada kaldiktan sonra, Mağrib sultam Yusuf b. Taşfin'in âdil bir padişah olduğunu işittiği icin onu ziyaret etmeyi tasarlar. Fakat, tam bu siralarda sultaninin ölüm haberi Misir'a kadar ulaşir.

Ülkeleri gezmeye devam ederek türbeleri, camileri ve yatirlari ziyaret eder. Ebrarm terbiyesiyle nefsini terbiye etmek icm zorlukÂlara katlanarak bazen cöllerde ve tenha yerlerde kalirdi. İbâdetlerin ağir yükünü taşimaya tahammül göstererek nefsinin terbiyesine calişirdi.

Varliklarin kutbu, her mevcuda rahmet olacak bir seviyeye ge­linceye kadar bu calişmalara devam etti. Rahmân'm riza yoluna ve imanin merkezine ulaştiracak bir rehber oldu. Hac farizasini edâ edip Bağdad'a döndüğü zaman va'z ve nasihata koyuldu. Ehl-i hakikatin diliyle konuşmalar yapmaya başladi. İşte tam bu siralarda İhyâ adli meşhur eserini te'lif etti.

Bazi eserler, Gazâli'nin seyahat ve zühdünün sebebini şu şekilde anlatir:
Bir gün halka va'z verirken, kardeşi Ahmed iceri girer ve şu şiiri okur:
Halki zayif görünce kendini kuvvetli saydin, kuvvetlenmeleri icin gayret sarfettin;

Onlar kuvvetlenip yol alinca yorgunluk Beni geride birakti. Hidâyet edici oldun, fakat kendin hidâyetten uzak kaldin.
Halka va'z ve nasihat ediyorsun; fakat neden kendin işitmez oldun? ,

Ey keskinletici taş! Ne zamana kadar demirleri kes-kinleştirip, kendin kör ve kesmez olarak kalacaksin?

İşte bu şiir Gazâli'nin dünya zevklerinden ilgisini kesmesine sebep oldu.
Nişabur'un hatibi Abdülgaffar b. İsmail el-Fârisi, Gazâli'nin üstün vasiflarim anlattiktan sonra sözlerine şöyle devam eder: 'Dünyanin gecici zevklerini terkedip zühd ve takvaya daldi. Hacca giderken Şam'a uğradi ve orada on seneye yakin bir zaman kaldi. Burada bulunduğu siralarda gezer ve ziyaretler yapardi'.

İhyâ-i Ulûm'id-Din gibi emsali görülmemiş bir eseri, el-Erbain gibi -cap bakimindan- kücük kitaplarini yazdi. Bu kitaplari tedkik edenlere Gazâli'nin ilmi kiymetinden bahsetmek mânâsiz bir iştir.

Nefsinin temizlenmesine, ahlâkinin gelişmesine, dünya ve ahiret saadeti icin bütün zamanini sarfetti. Halki hidâyete cağirdi; âhireti güzel, dünyaya tapmayi cirkin olarak göstermeye calişti. Âhiret yolculuğunun tedbirine, bu yolun rehberlerine hürmet et­meye cağirdi. Bu sahada tam olarak yetiştikten sonra memleketine döndü. Evine kapanarak düşünce deryasina daldi. Vakitlerini ibâ­detlerle değerlendirdi. Bu hâli bir süre devam etti. Bu esnada bir­cok kitap yazdi. Fakat hicbir yazar Gazâli'nin yolunu tenkid edemedi. Onun gidişatina dil uzatamadi.

Şehidler Gülü diye anilan Nizâmülmülk'ün oğlu Fahrülmülk vezir oluncaya kadar Gazâli uzlet köşesinden ayrilmadi. Bu büyük vezirin zamaninda

Horasan illeri dünyanin en ileri diyari hâline geldi. Fahrülmülk'e, Gazâli'nin fazileti, ilmi derecesi, sağlam aki­desi ve temiz yaşantisi anlatildi. Bunun üzerine vezir, Gazâli'nin huzuruna giderek;. va'z u nasihatini dinledikten sonra Gazâli'ye İlminden, faziletinden ve nasihatlerinden mutlaka istifade' edil­melidir. Herkesin istifade etmesi icin de halvetten cikip, herkese ders ve nasihat vermen gerekir' deyince, Gazâli müsbet cevap vererek derhal Nişabur'a gitti. Orada Mey mürtet'un-Nizamiy e adli medresede yeniden ders vermeye başladi.

Gazâli, devlet idarecilerinden yakasini kurtaramadiği icin ye­niden müderrisliğe başlamişti. Onun icin, okuttuğu derslerden öğrencilerin faydalanmalarini niyet ederek böylece calişmasini değerlendirdi. Eskiden yaşadiği debdebeli hayata dönmeyi hic ama hic aklindan gecirmiyordu. Rütbeden şiddetle kaciyordu. Aleyhinde nice ihbarlar yapildi, fakat bunlarin hicbirini kaale al-/inadi, ehemmiyet vermedi. Aleyhinde bulunanlara tenezzül edip, cevap dahi vermedi. Onu defalarca ziyaret ettiğim halde kendi­sinde eski haşinliğin ve kibrin zerresini dahi görmedim. Daha ön­celeri geniş ilmiyle, halk arasindaki itibariyla, ibâdeti ve derecesi ile o derece mağrur idi ki, lier gelene hakaret bakişlari yağdirirdi. Fakat şimdi tam tersi bir insana rastlamiştim....

O kibir ve gururun yerini yüce bir ahlâk ve tertemiz, berrak sifatlar doldurmuştu. Onun aldatici bir elbiseye büründüğünü zannederdim. Derin tedkik ve teftişten sonra, bunun bir gösterişten ibaret olmadiğina kesinlikle karar verdim. Anladim ki tam ma­nâsiyla uyanmiş, ilimlerde derinleştikten sonra Allah Teâlâ'nm kendisine ihsan ettiği istidâdiyle irfanlarin tahsiline koyulmuştu.

Muamele ilminin dişinda kalan garip ilimlerin tahsilini başariyla tamamladi. Sonunu düşünerek kendisini âhirette mes'ud edecek yollari aradi, Farmedi'nin sohbetine devani ederek önündeki yolun acilmasini istedi. Mürşidinin kendisine yapmasini tavsiye ettiği nafile namazlari, zikirleri ve evradi titizlikle yerine getirdi. Zikirlere ve tefekküre cok büyük önem verdi. Onun icin sâ-liklerin gecmeye mecbur olduğu bütün gecitleri hizla gecti.

Bundan sonra ilmin ceşitli dallarina daldi; ince mânâli ilim ki­taplari üzerinde cok derin tedkiklerde bulundu. Bu calişmasinin semeresi olarak kendisine o ilimlerin kapisi ardina kadar acildi. Bir müddet delillerin mukayesesini yaparak, meseleleri etraflica cözmeye uğraşti. Daha sonra kendisini herşeyden meneden ve Allah'tan başka herşeyden uzaklaştiran bir korku hâli kendisinde belirmeye başladi. Bundan dolayi inâsivadan elini eteğini cekmek onun icin cok kolay oldu.

Gazâli bu devrelerden gece gece nefis terbiyesinin bütün devre­lerini tamamladi. Hakikatler kendisine bütün acikliği ile görün­meye başladi. Artik bizim kanaatimize göre, o gelecek saadete bi­hakkin ulaşmişti.
Kendisinden vezir Fahrülmûlk'ün davetini kabul ederek Nişabur'a gelmeyi nasil kabul ettiğini sorduğumuz zaman bize şöyle cevap verdi: 'İslâm'a davetten geri kalmayi ve ilim talep edenlere faydali olmamayi dinen caiz görmediğim, hakki haykirmak vaktinin geldiğine inandiğim icin vezirin davetini ka­bul ettim. Onun icin bu davete uymakta mazurum.

Sonradan Nişabur Medresesinin müderrisliğini terkederek tekrar evine cekildi. Fakat bu seferki cekiliş öncekilere benzemedi. Tam evinin bitişiğinde talebelere bir medrese ve sûfilere de bir tekke yaptirdi. Vaktinin bir kismini Kur'-an i öğretmeye tahsis etti; bir kismini da ehl-i kalbin sohbetine ve diğer kismini da talebele­rin dersine hasretti. Ne kendisinin ve ne de yanmdakilerin bir dakikasi bile boşa gecmezdi. Onun meclisinde ilimden başka hicbir şey konuşulmazdi.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazâli Hakkinda Neler Söylendi?


İmam Subki ârif-i billâh Şeyh Ebul-Hasen eş-Şâzeli'den şöyle nakleder: "Gazâli zamaninin efendisi, dili ve bereketi idi. Ben rü­yamda Allah'in Râsûlü'nü gördüm, Hz. Musa ve Hz. İsa'ya soru­yordu: 'Sizin ümetinizde İmam Gazâli gibi biri var midir?' Onlar 'hayir' diye cevap verdiler"

Zamaninin efendisi Ebu'l-Abbas el-Mersi'den Gazâli hakkinda sorulduğu zaman şöyle cevap verdi: 'Ben Gazâli'nin siddiklara mahsus en yüksek makama ciktiğina şehâdet ederim'.
Kutublar üctür:


1. İlimlerin kutbu (Gazâli)
2. Hâllerin kutbu (Beyazid-i Bistâmi)
3. Makamlarin kutbu (Abdülkadir Geylâni)


Bu hüküm el-Kasd ve's-Sâdâd adli eserde yazilidir. Ayni eserde şu satirlar da yer almaktadir: 'Bu elbiseyi Gazâli ördü; Abdülkadir (veya Şârâni) giydi. Biz de ona gereken nakşi işledik; fakat giyecek insan nerede?'
Bu sözde, Gazâli'nin ve Şârâni'nin ledünni ilimlerde cok ile­ride olduklarina işaret vardir.

Abdüllâtif el-Mutri bir mektubunda İmam Subki'ye Gazâli'yi sorunca şu cevabi almiştir: 'Gazâli hakkinda insan ne söyleyebilir? Onun ismi ve fazileti bütün dünyayi kaplamiştir. Onun sohbetini dinleyen ve kitaplarini okuyan, hakiki değerinin, isminden cok daha üstün olduğunu görür'.

Gazâli'nin talebesi Muhammed b. Yahya en-Nişâburi şöyle der: 'Akli kemâl derecesinde olanlar ancak Gazâli'nin fazilet ve ilmini takdir edebilirler'.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Vefatı


sohbet ve bir kismini da derslerde gecirirdi. Gündüzleri oruca, ge­celeri ise teheccüd namazina devam ederdi. Kardeşi Ahmed'in ifadesine göre adi gecen ayin bir pazartesi gününde sabah namazi icin abdest aldi ve namazini kildiktan sonra kefenini istedi; kefen gelince öptü, başina ve gözünün üzerine koydu ve şunlari söyledi: 'Allahim! Emrin başim üzere...

Bunlari söyledikten sonra müba­rek yüzünü kibleye cevirerek ayaklarini uzatti ve sabahin alaca ka­ranliğinda Hakkin rahmetine kavuştu'.

Cemaziyülevvel ayinin ondördüncü günü (pazartesi) BL 505 se­nesinde Allah Teâlâ'nın 'Ey itminanin zirvesinde bulunan nefis! Rabbinin rahmetinden doya doya tatmak icin dön!' emrine icâbet etti. Âlem-i İslâm bu ölümle büyük bir müceddidini daha kaybetti.

Taberan kasabasinin bir kenarinda defnedildi. Kazlarina yete­cek kadar miras birakti. Erkek evlâdi yoktu. Taberan kasabasinda bulunan Gazâli'nin türbesi mütevazi bir mezardir. Vasiyetine uyularak üzerine hicbir şey yapilmamiştir.

Gazâli icin cok kimse tarafindan mersiyeler yazilmiştir. Nitekim Kadi Abdülmelik b. Ahmed b. Muhammed b. el-Muafi şöyle der:

Kalbi şaşkin ve hayran olan bir gözle, hak aşiklarin sevgilisi olan bir kimse icin ağladim.

Senelerden beri hapsettiğim ve başkasi icin asla dökÂmediğim göz yaşlarimi sel gibi akittim.

Kirpiklerimden Gazâli icin değil de, ya kim icin hayretten dona kalip gözyaşi akitacaktim?

Ebû Hâmid, ilimleri diriltmiş ve canli sözleriyle İslâm'a yeniden can vermiştir.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazâli'nin Bazı Mektupları


Musullu Ebû Hâmid Ahmed b. Selâme'ye yazmiş olduğu bir mektubunda şu ibareler yer almaktadir:

Va'z ve nasihat yapmak ise, ben böyle birşeye nefsimi lâyik görmüyorum. Çünkü vaizin zekât nisâbina mâlik olmasi icin verdiği va'z ve nasihati nefsinde tatbik etmesi şarttir. Nisaba sahip olmayan bir kimse nasil zekât verebilir? Ancak avret yerini örtecek kadar bir elbiseye sahip olan bir kimse, nasil olur da başkalarinin avret yerlerini kapatmaya kalkar? Eğri bir ağacin gölgesinin doğru olmasi mümkün müdür?

Allah Teâlâ Hz. İsa'ya şöyle vahyetmiştir: 'Evvelâ nefsine va'z et, eğer nefsin kabul eder de, islâh olursa ondan sonra başkalarina va'z et. Aksi halde benden utan!'

Ebû Nasr Fazl b. Hasan b. Ali el-Mukri der ki: Ebû Hâmid Muhammed Gazalinin huzuruna vedâ etmek icin vardim. Bana şöyle dedi: 'Bu mektubumu el-Beyhaki'ye götür. Mektupta Tüs şehrinin evkaf müdürü olan Azizden şikayet var.

Şikâyet edilen Aziz el-Muin'in yeğeni idi. Onun icin kendisine şunu söyledim: 'Muin bir zamanlar bu yeğenini vazifeden tard etmişti. Fakat Herat'ta Muin'in yaninda bulunduğum bir zaman zat-i âlinizin imzasini taşiyan bir medhiye ile el-Ummâni et-Tûsi, Aziz icin şefaata geldi. İmzali kâğitta sizin Aziz'i medh edişinizi okuyunca onu affetti'. Bu sözlerimden sonra Gazâli şöyle dedi: 'Mektubumu Muin'e verdikten sonra kendisine şu misralari oku:
Bizim başimiza gelen zulmün bir benzerini görmüş değiliz; Bize kötülük yapildiği halde şükretmeye zorlaniyoruz.


Gazâli'nin cağdaşlarina hitaben kaleme aldiği mektuplardan biri ise şudur:
Rahmân ve Rahim olan Allah'in adiyla başlarim.

Alemlerin rabbine hamdolsun. Takva ehline güzel sonuclar, zâlimlere ise, Allah'in düşmanliği olsun! Rasüllerin efendisi Muhammed Mustafa'ya, onun âline ve ashabina salât ve selâm ol­sun!

Büyük kadi Mervan vasitasi ile Emir'ud-Devle Mutemed'ul-Mülk ile aramda büyük bir dostluk oluşmuştur. Bu dostluk, yakinlik ve karabet yerine gecmiş ve yaklaşmamiza vesile olmuştur. O akrabama takdim edeceğim en büyük hediyem şübhesiz kendisini Allah'a yaklaştiran, cennet-i âlâya girmesine vesile olan bir nasihattir. Çünkü âlim kişilerin nasihattan başka verebilecek hicbir hediyesi olamaz.

Onun da buna karşilik olarak bana yapacaği en büyük hizmet, takdim edeceği en güzel hediye dünya zulmetlerinden uzak bir kalp ile o nasihatimi dinlemesidir. Kendisini ikaz ederim:

Yaninda kalp erbabindan olan insanlarin hürleri ayrildiği zaman, kerim ve akillilar zümresini tercih etsin. Onlardan olmaya gayret sarfetsin.
Allah Rasûlü'ne en şerefli insanin kim olduğu sorulduğu za­man 'En müttaki olan7; 'O halde en akillilari kimdir?' sualine de 'Ölümü en cok hatirlayan7 diye cevap vermiştir.

Başka bir hadiste de şöyle buyurulur: 'Akilli o kimseye denir ki, nefsini hesaba ceker ve ölümden sonraki âlem icin azik hazırlamaya bakar. Ahmak o kimsedir ki, nefsinin dizginini siğinmak, basiret gözünü acmali ve yarini icin ne hazirladiğina dikkat etmelidir.

O günde nefsine şefkat ve merhamet edecek O'ndan başka hic­bir şeyin olmadiğini bilmelidir. Yaptiklarini ve yapmak istedikle­rini dikkatle kontrol etmeli... Eğer dünya evinin imarina calişiyorsa, nice zâlimlerin evleri ile birlikte nasil helâk olduk­larina bir bakmalidir.

Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarlari, catilari üstüne yiğilmiş (alt-üst olmuş) issiz bir kasabaya uğramişti.
(Bakara/259)


Eğer bir su getirmek ve bir nehrin faydali bir hâle getirilme­sine calişarak faydali iş yapma havasina bürünmüşse, daha nice muattal kuyular ve kanallar olduğuna dikkat etmelidir.

Nice memleketler vardir ki zulüm yaparken biz onlari helâk ettik de, damlari cökmüş, duvarlari üzerlerine yikilmiştir; nice kullanilmaz olmuş kuyu ve nice (issiz kalmiş) sağlam köşk vardir!
(Hac/45)


Eğer bir bina yapmak azminde ise, hassasiyetle tamir edildiği halde sakinlerinin bölük bölük göc edip gitmeleriyle boş kalmiş ve icinde fanilik rüzgâri kalmiş nice kuvvetli temellere sahip bina­larin olduğunu görmelidir. O sarayin etrafindaki bağlarin ve bos­tanlarin bakimi ile meşgul ise, o zaman şu ayet-i kerimeye kulak vermelidir.

Böylece biz onlari (Firavun'u ve kavmini) bostanlardan ve pinarlardan; hazinelerden ve o güzel yerden cikardik.
(Şuarâ/57-58)


Gördün ya, biz onlari senelerce yaşatsak, sonra tehdit edil­dikleri (azâb) kendilerine gelse, o yaşadiklari zevkin kendile­rine hicbir faydasi olmayacaktir.
(Şuarâ/205-207)


Allah korusun, kişi eğer zâlim bir sultanin hizmetindeyse, şu
liadis-i şerife kulak vermelidir.


Kiyamet gününde Allah'in tellâli şöyle cağirir: 'Zâlimler ve onlarin yardimcilari nerededirler?' O zâlimlerle, dünyada onlara divit uzatan veya kalemlerinin ucunu sivrilten veya daha başka hizmetlerinde bulunan herkes huzura getirilir. Hepsini ateşten yapilmiş bir tabuta korlar ve cehenneme atarlar.

Sonuc olarak Allah'in koruduğu kimseler haric bütün insan­lar Allah'i unuttuklari icin Allah tarafindan da unutulmuşlardir. Ahirete hazirlik yapmaktan - yüztjevirniişler ve bu o ün gayeleri mülk edinmek, makamlara konmaktir. Demek ki Mutemid'ul-Mülk Emir'ud-Devle makam ve servet hevesinde ise muhakkak hadis-i şerifte vârid olan şu mânâya kulak vermelidir.

Emirler ve reisler, kiyamet gününde kücücük karincalar gibi haşrolunacaklar ve mahşer ehlinin ayaklari altinda ezi­lecek ve ezdirileceklerdir. Halk üzerlerine basa basa gecip gideceklerdir.

Yine Allah Teâlâ'nın zâlimler ve mütekebbirler hakkinda Kur'an'da ki ayetlerini dikkat ve hassasiyetle izlemelidir!
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi aile efradinin arasinda bile emirlik isterse Allah nez­dinde mütekebbir ve cebbar olarak yazilir.

Koyun ağilma düşen iki ac kurdun koyunlara verdiği zarar, hicbir zaman riyaset sevdasindaki kişinin, dinine verdiği zarar ve tahribat kadar olamaz. Bu riyaset malin toplanmasi hususunda olsa bile...

Emir'ud-Devle'nin Allah'in yüce peygamberi Hz. İsa'nin şu mübarek sözüne de dikkat etmesini isterim: 'Ey havariler! Dünyanin her sevgisi ahiretten bir kayiptir. Kesinlikle dünyâperest zenginler semâvâtm melekût âlemine giremezler'.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

Zenginler dört grup halinde haşrolunurlar: 1. Haramdan kazanmiş ve haramdan harcamiş grup ki bunlar icin 'cehenneme götürün' emri verilir. 2. Haramdan kazanmiş, fakat helâlde sarfetmiş grup ki bunlar icin de 'cehenneme götürün' emri verilir. 3. Helâlden kazanmiş fakat harama sarfetmiş grup ki bunlar icin de 'cehenneme götürün' emri verilir. 4. Helâl kazanmiş ve helâle sarfetmiş olan grup ki bunlar icin sâdir olan ferman şudur: 'Bunlari durdurun ve kendilerine sorun. Belki de zenginlikleri yüzünden farzlari ihmal etmiş ve ibâdetlerini gecirmişlerdir. Belki namazinda veya abdestinde kusur yapmiş, huzur ve huşûunda kusur etmişlerdir'.

- Helâlden derledim, helâle sarfettim. Farzlari da hic ihmal etmeden hepsini tastamam edâ ettim.

- Belki malinla iftihar edip, süslü ve debdebeli elbiseler icinde yaşamişsmdir.

- Ey rabbim! Malimla mağrur olmadim ve ancak ihtiyacim olan elbiseyi giydim. İftihar ve gurur duymak icin elbise giymedim.

- Belki de sila-i rahimde ihmalkârlik yapmiş, fakirlerin hak ve hukukunu gözetmemişsindir. Bir derece gerideki hak sa­hibini bir derece ilerideki hak sahibinden daha üstün tutmuş ve haktan ayrilmiş olabilirsin!

Kul ile rabbi arasinda bu muhasebe cereyan ederken, birden hak sahipleri bu zenginlerin etrafini sarar ve 'Ey rabbimiz! Sen aramizda bunlari zengin ettin ve bizleri bunlara muhtac kildin; fakat bunlar hakkimizi gözetmediler' deyip şikâyette bulunurlar.

Zerre kadar kusur görünürse derhal cehenneme gönderil­mesi emrolunur. Şayet kusur görülmez ise o kula 'Burada dur ve nimetin şükrünü edâ eyle, her yudum suyun, her lokma ekmeğin, her lezzetin karşiliğini ver' denir.
Sorular ve cevaplar böylece sürüp gider.

Salih, muslih ve Allah'in hak ve hukukunu kili kirk yarar-casma yerine getiren zenginlerin hâli Arasat meydaninda böyle olunca, acaba o aşiri gidenlerin hâli nice olacaktir? Harama dalmiş ve bol bol şüpheli kaynaklardan mal elde eden ve şehvetlerine esir olanlarin hâli nasil olacaktir? O haram
yiyenlere şöyle denilir:

Mal coğaltma hirsiniz ta kabirlere varincaya kadar sizi (Allah'a ibâdetten) meşgul etti.
(Tekâsür/1-2)


Halkin kalbini istilâ edip onlari şeytanin maskarasi yapan işte bu kötü gayelerdir.

Emir'üd-Devle ve onun gibi bilmeyerek bizzat nefsine düşmanlik yapan herkese, kalpleri kasip kavuran bu gibi hasÂtaliklarin ilacim öğrenmek gerekir. Çünkü kalplerin mânevi has­taliklarinin ilacinin, hastalikli bedenlerin ilacindan daha önemli olduğu basiret ehlinin malûmudur.

Allah'in huzuruna ancak sapasağlam bir kalple gelen kurtu­lur. Hasta bir kalbin iki ceşit tedavi şekli vardir:

1. Daima ölümü hatirlamak ve ölümü uzun uzun düşünmek; dünyanin gecici hükümdarlarinin ve zenginlerinin sonlarini ib­retle seyretmek; nasil mal topladiklarini, büyük büyük kâşaneleri ve binalari nasil inşa ettiklerini, dünyaya nasil aldandiklarmi, bü­tün bunlardan sonra bu köşk ve binalarin nasil kabre döndükle­rini, topladiklari mallarin nasil kasirganin önündeki toz haline geldiğini bilip takdir etmeli ve Allah Teâlâ'nin şu ayetleri üzerinde düşünmelidirler.
Allah'in emri olup bitmiş birşeydir. (Ahzab/38)

(Bugün) meskenlerinde gez(ip gör)dükleri, kendilerinden önce (gelip gecmiş) nice nesilleri yok edişimiz, onlari hâlâ yola getirmedi mi? Elbette bunda akil sahipleri icin ibretler vardir.
(Tâhâ/128)


Onlarin köşkleri, mülkleri ve meskenleri dilsiz ve issiz kalmiştir. Fakat hâl diliyle kendilerini yapanlarin gururlarina şahitlik ederler. İşte şimdi, onlarin topladiklarina baki Acaba on­lardan bir kipirti hisseder misin vej'a bir cit olsun işitebilir misin?

2. Allah'in kitabini dikkatle okumali ve yüksek hakikatlarini düşünmelidir. Çünkü Allah Teâlâ, kitabinin bütün âleme bir şifa olduğunu beyan buyuruyor. Hz. Peygamber de bu iki tedavi usu­lüne başvurmamizi tavsiye etmiştir:

Size iki vâiz biraktim. Biri konuşmadan vaizlik yapar ki bu vâiz ölümdür. Öbürü ise konuşur ki o da Kur'ân'dir.

İnsanlarin coğu her ne kadar diri iseler de Allah indinde birer ölüdürler.
Dilleriyle her ne kadar konuşurlarsa da hakikatte dilsiz sayilirlar. Her ne kadar dinliyor gözüküyorlarsa da sağirlarin ta kendileridirler. Mushaflara baktiklari zaman her ne kadar görü­yor iseler de acaib ve garaibini görmekten kör, yazdiklari tefsirle­rinde Kur'an'i tefsir ederlerse de sir ve hikmetlerinden yoksun­durlar.

Bunlarin arasinda olmaktan sakin! Hem emrini ve hem de nasil pişman olup hasret cekeceğini bile düşünmeyenlerin işlerini ve sonuclarini düşün! Ölüm döşeğinde nasil mahrum ve zararli olacağini düşünmeye vakit bulamayanlara ve kendi nefsinin işlerine dikkat et!

Allah'in kitabinda İd bir ayetle yetin! Çünkü o ayette basiret sahibi herkes icin ikna edici ve doyurucu bir ruh ve hakikat vardir.

Ey iman edenler! Sizi ne mallariniz ve ne de cocuklariniz Allah'i anmaktan alikoymasin. Her kim bunu yaparsa, işte onlar hüsrana düşenlerdir.
(Münafikûn/9)


Sakin mal toplamak icin vaktini zayi etme! Çünkü onunla fazla uğraşman ve sevinmen sana âhireti unutturur; imanin zevkini kalbinden söküp atar.

Allah'in kulu ve râsûlü İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Ehl-i dün­yanin mallarina göz dikmeyin! Çünkü imaninizin safliğini, amel­lerinizin ihlasini silip süpürür!'
Mücerret bir bakişin neticesi bu olunca, acaba o mallari topla­manin ve onunla aşiriliklara sapmanin neticesi ne olabilir?


Büyük kadi, İmam Mervan'a gelince, Allah onun gibileri ilim ehli arasinda coğaltsin. Çünkü o gözlerin nurudur; ilim ve takva gibi iki büyük fazileti bir araya getirmiştir. Fakat tamamlamanin tek âmili devamliliktir* bunu hicbir zaman unutmamak gerekir. Devam etmek ise ancak bir taraftan yardim görmeye bağlidir.

Faziletlerin kemâle ermesi ve bu kemâlin devam etmesi icin bir taraftan destek alinmasi gereklidir. Böyle necib,bir evlâdin ona verilmesi Allah'in en büyük nimetlerindendir. Bu bakimdan bu ev­ladini ahiretine azik yapmasi ve Allah'a ulaştiran bir vesile say­masi gerekir.

Bu evladinin kalbini Allah'in ibâdetine lâyik bir şekle getir­meye calişmasi zaruri ve şefkatli bir babaya uygun olan en güzel hareket olduğu gibi, Allah'a giden yolu da hicbir zaman kapat­mamalidir -

Allah'a götüren yolun başlangici helâli talep edip, yetecek ka­dari ile yetinmek, tevazuu kendisine meşrep edinmek, şeytanin av­lama âletleri olan dünya ehlinin ahmakca mücadele ve mü­nakaşalarindan uzaklaşmaktir. Bütün bunlarla beraber, zâlim emirler ve sultanlardan kacmak, onlarin zulümlerine yardimci ve destekci olmamak da başta gelen vazifelerdendir.

Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadir:

Fakihler, dünyaya dalmadikca Allah'in yeryüzünde emin kullaridirlar. Fakat ne zaman dünyaya meylederlerse o za­man dininiz hususunda onlara güvenmeyin ve ihtiyatli dav­ranin.

Bunlar bazi işlerdir ki Allah Teâlâ lûtfu ile o necib evlada ih­san buyurmuş ve onlari ona kolaylaştirmiştir. Dolayisiyla babaya düşen vazife; oğlundan razi olmak, dua ile yardimda bulunmaktir. Çünkü dünya ve âhirette en büyük azik babanin duasidir.

Babanin vazifelerinden biri de bu büyük evlada uymaktir. Gerci uyulmasi gereken kişi babadir, ama bazen ilimde evlat babayi ge­cer ve uyulmaya hak kazanir. İşte bu sirra binaendir ki Hz. ibrahim (a.s) babasina şöyle demiştir:

Ey babaciğim! Bana sana gelmeyen bir bilgi geldi; bana uy, seni düzgün bir yola ileteyim.
(Meryem/43)


Ciğerinin bir parcasi olan evladina hürmet etmek suretiyle ku­surlarini telâfiye calişsin. Kiyamet gününde yakin bir şefaatcisi bulunmayan âsi müslüman, cehennem ehlinin hasret yönünden en şiddetlisidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadir:
Bugün burada onun icin candan bir dost yoktur! (Hâkka/35)

Allah nezdinde değersiz olan dünyayi onun gözünde kücült­mesini Allah Teâlâ'dan temenni ve niyaz ederim. Allah Teâlâ'dan nezd-i ilâhisinde büyük ve kiymetli olani, onun gözünde büyütme­sini, kiymetli yapmasini tazarru ve niyaz ederim. Bizi ve onu rizasina muvaffak kilmasini Allah'tan dilediğimiz gibi, nimet ve keremiyle cennetlerinden Firdevs-i Alâ'ya yerleştirmesini niyaz ederek mektubumuza son veririz!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Fetvalarından Bazıları


Soru: Kâfir bir kimse hakkinda giybet yapmak helâl midir, ha­ram midir? Zimmi olan kâfir ile Harbi olan kâfir arasinda bu meselede bir fark var midir? Bir bid'atciyi bid'atmdan dolayi değil de başka hususiyetlerinden dolayi giybet etme hakkindaki hüküm ne­dir?

Cevap: Allah'tan bizi başarili kilmasini niyaz eder ve söze başlariz.

Kur'an'da yasaklanan giybet, kişiyi, dinlediği takdirde kirilacaği bir tarzda zikretmektir. Velev ki bu söyledikleri doğru ol­sun...

Giybet, müslüman kişinin hakkinda üc illetten dolayi mahÂzurlu ve haramdir.

1. İşittiği zaman eziyet görür ve rahatsiz olur. İşitmediği tak­dirde de giybet sebebiyle darliğa düşer, işleri bozulur.
2. Giybette, Allah'in yaptiği eksik olarak görülür. Zira halkin yaraticisi Allah olduğu gibi onlarin sifatlarinin, fiillerinin ve ahl­âklarinin yaraticisi da Allah'dir. Hatta bu illet ve sebepten ötürü, basit yemeklerin aleyhinde konuşmak ve onlari eksik görmek, sâri tarafindan yasaklanmiştir.
3. Giybet, insanin vaktini malayani ile zayi eder ve boşa gecirir. İnsani sahih ve doğru bir hedefi olmayan konuşmaya daldirir.

Birinci illet ve sebep, giybetin harara olmasini gerektirir. Çünkü müslümana eziyet haramdir.

İkinci illet ve sebep, keraheti gerektirir. Mekruh olan giybet hayvanlar ve yemekler hakkinda da gecerlidir.

Ücüncü illet ve sebep ise, giybeti terketmesinin daha evlâ ol­masini gerektirir.

Bu mânâ Hz. Peygamberin şu hadisinden alinmiştir:
Kişinin mâlâyâniyi terketmesi, iyi bir müslüman olduğuna işaret eder.

Müslüman hakkindaki giybetin ne olduğu anlaşildiktan sonra deriz ki, eğer kâfir harbi ise ona eziyet vermek haram değildir. Çünkü onun hak ve hukukunun gözetilmesi sözkonusu değildir. Çünkü ona eziyet edilmesini haram eden illet ve sebep ortadan kalkmiştir. Ancak ortada Allah'in yaratma sifatinin tenkisi bahis konusudur. Bu bakimdan giybetle o kâfirin yaratilişi değil, onun kötü ahlâklarini zemmedip, ancak küfürden dolayi ona bu eziyetler yapilmiştir kanaatini izhar ederse; yani 'şu kötülükleri, küfür ve dalâlet icinde olmasi ona kazandirmiştir' deyip, küfürden sakindirmak ve korkutmak maksadi güderse, böyle bir giybetin ke­raheti yoktur. Eğer bu gaye ile olmazsa ve bu gayeyi gösteren iba­renin ilâvesi bulunmazsa, küfrün tahzir ve küfrün tahkiri gibi ifa­deler de mevcut değilse, o zaman hafif bir kerahet vardir.

Nefsin burada keraheti hissetmemesi, bu giybetin küfrün zemmedilmesi zannindan olsa gerek! Nitekim buna işaret de edildi. Bu bakimdan böyle bir giybette bir sakinca yoktur. Hatta böyle bir giybetin mendûb olmasi, mekruh olmasindan ana pren­siplere daha uygundur.

Kâfirin yaratilişini giybet etmekte kerahet varsa da, yemekler ve hayvanlari giybet etmekten daha hayirlidir. Çünkü kâfir eziyete müstahaktir. Kâfirin cezaya ve ezaya müstehak olmasi ve dolayisi ile giybetinin yapilabilmesi, bazen de dalâletin cirkinliğinden doğup küfründen ötürü hak ettiği bir azap olmuş olur.

İslâm bayraği altinda yaşayan gayr-i müslim vatandaşlara zimmi denir. O müslüman fertlere benzer. Onun icin ona eziyet etmek şer'an yasaktir. Kanlari ve mallari şeriat tarafindan temi­nat altinda olduğu gibi, haysiyetleri de teminat altindadir.

Bid'atciya gelince onun giybetini yaparak eziyet vermek iki kisimda incelenebilir:

1. Bid'ati ileküfür ehlinden olur. Böyle olunca müslümanlarla harbeden kâfirler gibidir. Eziyet edilmesi ve giybeti yapilmasi tipki harbi kâfire tatbik edilen hüküm gibidir.

2. Bid'atiyla dinden cikmamiştir, ancak günahkâr olmuştur. Böyle bir müslüman hakkinda giybet etmek, normal bir müslü­man hakkinda giybet etmek gibidir. Fakat sadece bid'atmi halka anlatip, halki ikaz etmek mekruh değildir. Bid'atdan dolayi kö­tüleşen diğer huylarini da konuşmakta bir salanca yoktur. Fakat her tarafiyla kötülenmesine de cevaz yoktur.

En doğrusunu Allah bilir!

Soru: Şehir dişinda bayram namazgahi olarak yapilan yer. cami hükmünde olur mu? Eğer değilse neden olmasin? Oysa orasi da namaz icin yapilan bir yerdir.

Cevap: Doğruyu bulup söylemek ancak Allah'in yardimiyla olur. Bayram namazgahi, itikâfa girmek, cünüp bir kimsenin ora­dan gecmesi, durmasi ve buna benzer durumlarda cami hük­münde değildir. Çünkü cami, namazlarin beş vaktine tahsis edilen ve onun dişinda herhangi bir maksat icin kullanilmayan mabede denir. Oysa bayram namazgahlari ayni zamanda toplanti yeri ve kervanlarin konağidir. Orada yarişlar yapilir, cocuklar böylesi yer­lerde oynarlar.
Seleften hic kimse bayram namazgahlarinin bu işlerde kul­lanilmasini yasaklamamiştir. Eğer mescid olarak kabul etseydiler, muhakkak boyle şeyleri orada yaptirmazlardi.

Ayrica orada bay­ram namazindan başka namazlari da kilarlardi.

Bayram namazi (İmam Şafii'ye göre) sünnettir, senede iki kere kilinir. O halde orasi namaz icin değil, toplanma icin yapilmiştir. Bu bakimdan orada namaz kilmak tâli derecede kalir.

En doğrusunu Allah bilir!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
'Gazâli' Kelimesinin Tahlili



Tuhfet'ul-İrşad müellifinin nakline göre İmam Nevevi Gazâli kelimesinin şeddeli olduğunu söylemiştir.

İbn'ul-Esir de ayni kanaattedir. Fakat Nevevi et-Tibyân adli eserinde şeddesi olarak nakledip 'Gazal, Tûs'a bağli bir köydür ve Gazâli bu köyde doğmuştur' der.

Bazi kimselere göre Gazâli, Ka*b-ul-Ahbar'm kizi Gazale'nin soyundan gelmektedir. Bundan dolayi da kendisine Gazâli ismi nisbet edilmiştir.
Tarih âlimlerinin nezdinde itimat edilecek rivayet İbn'ul-Esir'in rivayetidir. Bu görüşe göre Gazâli kelimesi şedde ile (Gazzâli şeklinde) okunur. Fakat memleketimizde her nedense tahfif ile (Gazâli şeklinde) okunuyor olduğundan, biz de kelimeyi şeddesiz olarak kullaniyoruz. En doğrusunu Allah bilir!

Gazalinin Hocaları


Daha önce de kaydettiğimiz gibi, Gazâli'nin ilk hocasi Ebû Hâmid Ahmed b. Muhammed er-Râzikani et-Tûsi'dir. Bundan sonra, Ebû Nasr el-İsmaili ve daha sonra da İmam Harameyn ge­lir.

İlk hocasinin yaninda Tûs'da, ikincisinin yaninda Curcan'da, ücüncüsünün yaninda ise Nişabur'&a okumuştur.

Tasavvufta hocasi, zühdüyle mâruf İmam Ebû Ali el-Farmedi et-Tûsi'dir. Bu zat Risale-i Kuşeyri'nin müellifi Ebû Kasim'm tale-belerindendir. H. 477 senesinde Tûs'da Allah'in rahmetine kavuşmuştur. Gazâli, Yusuf es-Succan'dan da tasavvuf dersleri almiştir.

Hadis ilminde hocalari şunlardir: Ebû Sehl Muhammed b. Ahmed b. Ubeydullah el-Hafsi el-Meruzi, el-Hakim Ebû Hasr b. Ali b. Ahmed el-Hakim et-Tûsi, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ahmed el-Havâri, Muhammed b. Yahya b. Muhammed es-Sucâi ez-Zevzâni, Hâfiz Ebû Futyan Ömer b. Ebû Hasan er-Rusayi ed-Dehistani el-Makdisi...

Bu sonuncusunun, Gazâli'nin hocasi olmasi, meşhur muhad­dis Zehebi'nin rivayetine göredir. Başka muhaddislere göre Gazâli, Dehistani'ye yetişememiştir.

Kelâm ve Cedel ilmini kimden okuduğu bilinmemektedir.
Felsefe ilimlerim ise, el-Munkizu min'ed-Dalâl adli eserinde acikca söylediği gibi, hocasiz öğrenmiştir.

İmam Gazâli, memleketi Tûs'a dönünce bütün gayretini hadis ilmini öğrenmeye hasretmiş, muhaddislerin meclislerine gitmiş ve onlardan hadis dinleyerek, dinlediklerini yazmiştir.

Hadis hafizi Ebû Futyan'i Tüs'a dâvet etti. Sonsuz hürmet gös­terdi ve kendisine ikramlarda bulundu. Buhâri ve Müslim'i ondan okudu.
Zebidi, şerhinde şöyle demektedir: 'Gazâii'nin hadis rivayet ettiğini zannetmem. Şayet rivayet etmiş ise de azdir. Çünkü kendi­sinden hicbir hadis rivayeti yapilmamiştir'.

Meşhur muhaddislerden İbn Asâkir, Gazalinin Sahih-i Buhari yi Ebû İsmail el-Hafsi'den dinlediğini yazar.

İbn Neccar Tarihlinde y Gazâli'nin hadis ilminde isnâd sahibi olmadiğini ve hadisten de birşey araştirmadiğini, ancak kendisin­den bir tek hadis rivayet edildiğim kaydeder.

Zebidi'ye göre, İbn Neccar'm hükmü Gazalinin ilk zaman­larina işarettir. Çünkü görüldüğü gibi Gazâli başlangicta başka ilimlere ihtimam göstermiştir.
Zehebi şöyle anlatir: 'Gazâli meşhur seferinden Bağdad'a döndüğü zaman va'z ve nasihat meclisleri düzenledi; bu meclis­lerde ehl-i hakikat diliyle konuşmalar yapti. İhyâ adli eserini bu meclislerde okudu'.

Abdülgaffar ise şöyle anlatir: Gazâli son zamaninda Hz. Peygamberin hadislerini dinlemek icin bütün vakitlerim sarfede-rek ilim ehlinin meclislerine devam ettiği gibi, Buhâri ve Müslim'in hadislerini de inceliyordu. Biraz daha yaşasaydi hadis ilminde büyük bir otorite olur ve bu ilimde de bütün ulemayi geÂcerdi. Biraz daha yaşasaydi bütün vakitlerini hadis öğrenmeye hasreder ve büyük bir muhaddis olurdu. Eskiden beri hadis ilmine vâkif idi. Çok hadis dinlemiş ve hayatinin son devresinde bu ilimde oldukca ilerlemişti.
Hadis rivayet etmemesi onun icin bir noksanlik değildir. Geride biraktiği usûl, fürû ve sair ilimlere dair kitaplari onun adini kiyamete kadar anmaya yetmez mi? Kitaplarini tedkik eden­ler onun gibi eser telif edebilen bir insanin az bulunduğunu ikrar etmek zorunda kalirlar.

Zebidi 'Onun, Ebû Davud'un sünenini Ebû Feth el-Hakirn et-Tûsi'den dinlediğim işittim' der ve devamla Takihlerin fetva­larina delil kabul ettikleri ceşitli Hadisi şerifleri de dinlemiştir' der.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazalinin Seçme Sözleri


1. Dünya ahire tin tarlasi ve hidâyet konaklarindan bir ko­naktir. Kendisine, mahiyetine uygun bir ifade olarak dünya denmiştir.

2. Bazi kimseler nefislerinde bir yakinlik hissederek ibâdetinde ve meclislerinde Allah'a yakin olduklarini zannederler. Böylece kendilerinden başka meclislerinde bulunan herkesin bağişlanacaği fikrine saplanirlar. Eğer bu tür kimseye, bu şekilde sû-i edebinden dolayi Allah Teâlâ, müstahak olduğu muameleyi yapmiş olsaydi, hemen o anda helâk olurdu.

3. Her sâlik, bulunduğu menzil ile gectiği makamlar hakkinda konuşabilir. Kendisinin ulaşamadiği makamlar, ihâta edemediği menziller hakkinda ise hicbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybi bir şekilde inanir.

4. Allah Teâlâ ilim nurlarini insanoğlundan esirgememiştir; Allah Teâlâ, cimrilik illetinden münezzehdir. İlim nurlarinin kalplere akmamasmm sebebi, o kalpleri doldurmuş bulunan bu­laniklik ve kötülüklerdir. Çünkü kalpler kaplara benzer; bir kap su ile dolu ise, havanin o kaba girmesine imkân yoktur. Kalp mâsivâ ile dolu oldukca Allah'in celâl marifeti oraya girmez.

5. İlimlerin icinde en şerefli olani Allah'in sifat ve fiillerini bil­diren ilimdir. İnsan bu ilimle kemâle ulaşir. Kâmil olmanin sa­adetini duyar. İnsanoğlu, Allah'in celâl ve kemâl sifatlarinin komşuluğuna ulaştiği zaman, bu komşuluğun ona büyük saadet­ler kazandiracaği muhakkaktir.

6. Kalplerin ve insan basiretinin cilasi zikirdir. Zikri ancak muttaki kullar yapabilir. Öyleyse takva zikrin kapisi; zikir keşfin kapisi, keşif ise büyük zafere acilan kapinin ta kendisidir.

7. Kalbiyle arasindaki perdeler aralanan bir kimseye, mülk ve melekûtun tecellisi görünür. Böyle bir kimse, genişliği yerle gök­leri icine alan cenneti müşahede eder.
8. İbadetlerin esasi kalbin tezkiyesidir. Kalbin tasfiyesi de mâri­fet nurunun orada doğmasi ile mümkündür.

9. İman üc mertebedir: a) Avam halkin imani olan mukallidle-rin imani, b) Birtakim kelâmi delillere dayanan kelâmcilarm imani, c) Yakin nuruyla görerek iman eden ariflerin imani.

10. Akli ilimlerin şer'i ilimlere zit olduğunu ve bu ilimlerin bir arada bulunamayacağini, bulunmalarinin mümkün olmadiğini zanneden bir kimsenin bu zanni, basiretsizliğinden ve körlüğünden ileri gelir. Basiretsizlikten Allah'a siğiniriz.
Aldiği ilimler iki kisma ayrilir: a) Dünyevi, b) Uhrevi
Dünyevi olanlar, tip, matematik, kozmoğrafya, sanat ve fen ilimleridir. Uhrevi olanlar ise, kalbin hâllerini, amellerin âfetini, Allah'in sifat ve fiillerini bildiren ilimdir. İşte akli ilimlerin bu iki grubu birbirine zittir. Bütün gayretini bu iki kisimdan birisine sar-fedip o sahada derinleşen bir kimse, genellikle öbür kisimda eksik kalir.

11. Akilcilar tarafindan inkâr edilen dini ve gaybi birşey işittiğin zaman, onlarin bu inkârlari sakin seni şaşirtmasin; zira şarkta bulunan bir insanin garbdaki hakikati bilmesi imkansizdir.

12. Etrafta ilâhi rüzgârlar esiyor; kalp gözlerini örten perdeleri aciyor. İşte bu gözler Levh-i Mahfuz'da yazili olan birtakim haki­katleri görürler.

13. Ehl-i tasavvuf, calişmakla elde edilen ilimlerden ziyade ilhamla öğrenilen ilimlere meyleder. Onun icin musanniflerin yazdiklari ilimlere eğilmeye, oradaki sözleri ve delilleri araştirmaya önem vermemişlerdir.

14. Takva, cok secdeden ötürü alinda iz birakma veya oruc tutmaktan sararma veya secde ve rükûdan belin bükülme hâli değildir. Eğilen boyunda veya sarkitilan eteklerde takva aranmaz. Takva, kalplerdeki verâ' hâlidir. Güler yüzle karşiladiğin kimse, seni asik bir yüzle karşilar ve bilgileriyle sana mihnet yüklerse, Allah böyle kimselerin sayilarini artirmasin!

15. Mü'minin kalbi ölmez, ilmi, ölüm aninda silinip gitmez. Kalbindeki berraklik kesinlikle sönmez.
Hasan Basri de bu mânâya şöyle işaret etmiştir: 'Toprak iman merkezini yeyip bitiremez'.

16. Bâtin ilmi Allah'in sirlarindan bir sirdir. Allah Teâlâ o sirrini dilediği kulunun kalbine ilham eder.

17. Kur'ân takvanin, hidâyetin ve keşfin anahtari olduğunu acikca beyan eder. Takva ise, öğretmen olmadan elde edilen ilim­dir.

18. Kalbe herhangi birşey geldiği zaman, ondan önceki hakikat-ler kacişir ve yerlerini son gelene birakir.

19. Muamele ilminin en yüksek zirvesi, nefsin hilelerine ve şeytanin desiselerine vâkif olmaktir. Boyle bir ilme vâkif olmak her insana farz-i ayn1 dir. Fakat ne kadar yazik ki halk bu farzi ter-ketmiş ve vesveselere sebep olan birtakim fuzuli ilimlerle uğraşir olmuştur. İşte bu ilimleri vesile ederek şeytan onlari yoldan cikarmaktadir.

20. Âlimlerin birbirlerine hücum ettiklerini, birbirlerine hased ettiklerini ve anlaşamadiklarini gördüğün zaman, onlarin dünya hayatina karşilik ahiretlerini sattiklarina hükmet! Acaba bu kişilerden daha fazla aldanan satici var midir?

21. Bir kimse herhangi bir imamin mezhebinde olduğunu söy­ler, fakat o imamin yolundan gitmez ise, onun en büyük hasmi bağli olduğunu söylediği imamin ta kendisidir. O imam Allah'in huzurunda şöyle der: 'Benim mezhebim," istihrac ettiğim ahkâm ile amel etmektir. Dil ile 'Ben şu mezhebe bağliyim' demek değildir. Dil calişmak icindir, hezeyan icin değildir. O halde, ma­demki sen benim mezhebimden olduğunu iddia ediyorsun, öyleyse neden amel ve ahlâkta bana muhalefet ettin? Oysa ona uyarak Allah'a yaklaşmayi düşündüğün mezhebin esasi amel ve ahlâk idi. Bir de utanmadan benim mezhebimden olduğunu iddia ettin. Böyle bir iddia şeytanin kalbe girmesine yardim eden kapilardan biridir. Bircok âiirn bu kapinin acilmasi sebebiyle helâk olup gitmişlerdir'.

22. Ahmaklikta en ileri gitmiş olan kimse, nefsinin faziletine en cok inanan kimsedir. Akilda en ileri olan kimseler ise, nefsini en cok itham edenlerdir.

23. Halk tabakasindan biri zina eder veya hjrsjzlik yaparsa, onun bu sucu ilimle ilgili konuşmasindan daha hafiftir, Çünkü Allah'in dininin inceliklerini bilmeyen bir kimsenin, bu-konularda söz söylemesi zamanla kendisini küfre sülükler. Aynen yüzme bilmeyen kimsenin kendisini denize atmasi gibi... Boyle bir kimse muhakkak boğulur.

24. İnsanlarin en muttakisi ve en âlimi, insanlara ayni gözle bakmayandir. Çünkü bazi insanlara riza ve bazi kimselere de gazab gözüyle bakmak gerekir. Eğer gazab gözüyle bakilmasi gereken kişiye, riza gözüyle bakarsan onun ayiplarini göremezsin; zirâ nza, insanin gözlerindeki görme hâssasini zayiflatir.

25. Allah hakkindaki zanni kötü olan ve insanlarin ayiplarini araştiran bir kimseyi gördüğün zaman, bil ki böyle bir insanin kalbi hastadir. Mü'min kişi ise, bütün halk nazarinda kalbi sağlam olan kimsedir.

20. Kalp, takva ve iyi amellerle süslenip, kötü sifatlardan armm.adikca, o kalpte zikrin hakikati bulunmaz. Aksi takdirde, zikirden dem vurmak nefsin konuşmasi olup, bu konuşmada kalbin dahli yoktur. Böyle olunca da şeytanin kalpten sürülmesi mümkün
değildir.

27. Ruh rabbani bir emirdir. Rabbâni demek, onun mükâşefe, ilimlerinin sirlarindan birisi olmasi demektir. Bu sirri ifşa etmek salahiyeti hic kimseye verilmemiştir. Çünkü Allah'in en sevgili kulu olan Allah'in Râsülü dahi hu sirri aciklamamiştir.

28. Şehvet kalbe galip geldiği zaman, kalbin en derin hücrelerine nüfuz edemese dahi, şeytan orada istikrar bulur. Kötü sifatlardan uzak olan kalplere gelince, o kalplerde şehvet olduğu icin değil, zikirden gaflet edildiği zaman şeytan o kalplerin kapisini calar, fakat o kalpler zikre sarildikca şeytan geri cekilir.

29. Duanin şartlari yerine getirilmediği zaman nasil geri cevri-lirse, zikrin şartlan da yerine getirilmediği takdirde böyle bir zikir şeytani kacirtmaz.

30. Şeytanlar tek tek bir araya gelerek toplanmiş ordulardir. (Jnnahlann her ceşidinin bir şeytani vardir. Her günah kendi şeytaninin davetiyle işlenir.

31. Melekût aleminde sûretler sifata tabidir. Öyleyse kötü mana, kötü surette görünür. Demek ki Şeytan, köpek, kurbağa ve (limmi suretinde görünür. Bu sûretler mânâlarin etiketidirler ve mânâlarin doğruluğunu aksettirirler. Bu sirra1 binaen rüyada maymun ve domuz görmek, kötü insana işaret ettiği gibi, koyun da ic âlemi geniş insana işaret eder. Her rüya bu ölcüye göre tefsir edilir.
32. Uyku kalbi öldürür ve kurutur. Ancak bundan zaruri olan miktar harictir. Yetecek kadar uyumak, gayb sirlarinin keşfine ve­sile olur.

34. Allah yolunun yolcusuna gereken şey, hassalarini kontrol altina almaktir. Bu kontrol karanlik bir yere cekilip düşünmekle ve başini önüne eğmekle, herhangi bir örtüye bürünmekle elde edilir. Bu vaziyetler hakkin sesini dinlemek ve rubûbiyet huzurunun azametine işaret etmek icin alinir. Görmez misin, Allah'in Râsûlü'ne bu vaziyetteyken nidâ gelmiş ve o nidâ 'Ey örtülere bü­rünen! Kalk ve uyar' demiştir?

35. Mide ile ferc, ateşe acilan kapilardan birer kapidir. Çünkü onun asli tatmin olup doymaktir. Zillet ve inkisar ise cennetin kapilarindan birer kapidir. Çünkü onun asli acimaktir. Cehennem kapilarindan birini kilitleyen, cennet kapilarindan birini acmiş sayilir. Çünkü bu ikisi, birbirinin ziddidir. Birisine yaklaşmak öbüründen uzaklaşmaktir.

36. Kişinin kendi nefsine hâkim olmasi, saadetin tamami; şehvetin ve nefsin kişiye hâkim olmasi, şekavetin tamamidir.

37. Fazla doymak ibâdetten alikoyar, ibâdeti, kalbin parlakliğini ve düşünceyi kararttiği gibi bunlara bağli olan hayati da dumura uğratir. Ac kalmak ise, bütün bu menfi hâlleri müsbete cevirir. Çünkü az yemek bedenin sağliğini koruduğu gibi, cok yemek ve mideyi karişik yiyeceklerle doldurmak damarlarda karişiklik meydana getirir.

38. Dinen yasaklanmiş olan cidal ve tartişmanin sonucu, başkasindan dinlediklerine yanliştir diyerek itiraz etmektir. Mücadelenin sonucu ise, başkasini susturmak, aciz birakmak, konuşmasini cürütmek ve kendisine cehalet nisbet etmektir.

39. Nefsini Allah'in celâl ve azametini, yer ve gökteki salta­natini düşünmeye aliştiran bir kimse icin bu şekilde melekûtun garip ve acaip sanatina bakmaktan duyulan lezzet; zahiri gözle cennetin bağlarina ve meyvalarma bakmaktan duyulan lezzetten daha üstündür, işte düşünürlerin dünyadaki hâlleri budur...
Acaba âhirette bütün perdeler kalktiği zaman durumlari ne ola­caktir?

40. Şayet sen Allah'in marifetine aşik değil isen mazursun! Çünkü cimâ yapmaya iktidari olmayan bir kimse evlenmeye, coÂcuklar da saltanat tahtina ve tacina hevesli değildirler. Şevk ancak zevkten sonra hâsil olacak olan bir hâldir. Zevk almayan bunu an­lamaz. Anlamayan da aşik olmaz. Aşik olmayan ise istemez. İstemeyen ise idrâk edemez ve idrâk etmeyen ise esfel-i sâfilin'de bulunan mahrumlardan olur.

41. Dinde, yücelmişlerin mertebesine erişmeyen kimselerin elinden onlari sevmenin sevabi alinmiş değildir. İstediği zaman onlari sever ve bu sevgilerinden ötürü büyük sevaplara nail olurl­lar.

42. Hased, helâllik istenecek bir zulüm değildir. Seninle Allah arasindaki bir günahkârliktir. Helâllik ancak azalardan cikip başkasina zarar veren fiillerde vâcibdir.

43. Dünya ve ahiret, kalbin durumlarindan iki durumdur. O durumlarin ölümden önce ve gecici olanina dünya, ondan sonraki kisma ahiret deniliyor. Ahiret ölümden sonra olandir. Ölümden evvel acil bir şehvet veya bir payin icinde bulunduğu herşey senin icin bir dünyadir.

44. Ölüm aninda insanda şu üc.sifattan başka hicbir şey kal­maz:
1. Kalbin dünya kirinden temizlenmesi
2. Kalbin Allah'in zikriyle yakinlik kurmasi
3. Kalbin Allah sevgisiyle neşeye garkolmasi
Kalbin temizlenmesi, ancak dünya şehvetlerinden kacinmakla mümkün olur. Zikre yakin olmak ise, ancak cok zikir yapmakla mümkün olur. Allah sevgisi ise, ancak marifetle elde edilir. Allah'in marifeti ise daima zikir yapilmadikca bilinemez.

45. Ölüm, dünyaya bağli olanlarin zannettiği gibi yokluk değildir. Ölüm, sevgilinin huzuruna varman icin gecmek zorunda olduğun engelden kurtulmaktar.

46. Kibirlilik kulun Allah'in azabindan emin olduğunu göste­rir. Azaptan emin olmak ise felâketlerin en büyüğüdür. Tevâzu ise Allah'tan korkmayi ifade eder. Bu korku ise, saadetin rehberi ve âletidir.
Kibrin ilaclarindan biri, emsâliyle toplantilarda bulunduğu zaman onlari öne gecirmek ve onlarin aşağisinda oturmaktir. Fakat burada şeytanin bir kurnazliği vardir,

Şöyle ki: Kişinin ayakkabilarinin yaninda oturmasi veya emsalleriyle arasinda ne idüğü belirsiz kimselerin oturtulmasi ve böylece kendini mütevazi zannetmesidir. Oysa böylesi, kibrin ta kendisidir. Çünkü kalbine 'lâyik olduğum yeri başkasina terkettira ve tevâzu gösterdim' gibi vesveseler gelir ki; işte bu vehim, kibrin ta kendisidir. Kendisine düşen vazife akranini öne alip, onlarin altinda oturup ayakkabiliğa düşmemektir.

47. Saadetlerin esasi akil, anlayiş ve zekâdir. Akil nimetinin sihhatli olmasi, Allah'in fitrat dünyasinda büyük bir nimettir. Bu bakimdan eğer akil, hamakat ve belâdetle ölüp dumura uğrarsa, o zaman herşeyden önce onu şlde etmeye calişman gerekir.

48. Cin şeytanlarindan emin olabilirsin. Fakat, insan şeytanlarindan şiddetle korun! Çünkü insan şeytanlari, cin şeytanlarindan iğva ve idlal vazifesini almişlar ve böylece cin şeytanlarini istirahate göndermişlerdir.

49. Allah'in, kendilerine verdiği akildan razi olmayan kimse yoktur. Fakat akilsizlarin en aşağiliği akliyla övünen kişidir.

50. Ahiret âlimleri, yüzlerindeki sükûnet, Allah'a karşi zillet ve tevâzu ile bilinirler. Huni gibi acilip kapanan ve gülerken kulak­lara kadar yayilan ağizlarin sahipleri, hareketlerinde ve konuşmalarinda hiddetli olan kimseler ise, onlarin bu şiddet ve hiddetleri gafletlerinden ileri gelmektedir. Böyle hareketler dünya-perestlerin âdetidir.

51. İhtiyaci olan bir kimsenin o ihtiyaca ulaşmasi icin ilk şart, o ihtiyaci sabahtan akşama kadar elde etmedikce yememesidir.

52. Kötü sonu hazirlayan birtakim günahlar vardir. Onlardan birisi de veli olmadiği halde velilik iddia etmektir.

53. Herkesin kalbi vardir zannedilmesin!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazâli'ye Yapılan İtirazlar ve Cevapları


İbn Asâkir şöyle der: Bir kisim âlimler, Gazâli'nin ifadelerinde nahvi hatalarin bulunduğunu iddia etmişler, nitekim kendisine bu hususta müracaat edildiği zaman, gramer ilmine pek fazla dal­madiğini ve bu hususta kusurlu olabileceğini cekinmeden itiraf ettiği gibi, gramerden ancak ihtiyaci kadari ile yetindiğini söy­lediğini de sözlerine ilave etmişlerdir. Bununla birlikte hutbeler okuyup, kitaplara, en fasih edibleri bile hayrete ve acze düşürecek derecede güzel ifadelerle dolu şerhler yazardi. Kitaplarini incele­yip, ifadelerinde yanlişlik bulanlara kendisini mâzûr görmelerini ve ibarelerini tashih etmeye izinli olduklarini söylerdi. Çünkü onun gayesi kelimeleri değil, mânâlari deşmek ve ortaya dökmekti.

Gazâli'nin bu hususta aldiği tenkidler daha cok Kimyâ-yi Saâdet ismiyle Farsca yazmiş olduğu eser sebebiyledir. Bu da Farsca'nin sevimsiz kelimelerinden kaynaklanmiştir. Ayni eserde veya daha başka eserlerinde şeriatin merasimlerine ve İslâm ka­idelerinin zahirlerine uygun düşmeyen birtakim ilimleri zikreder. Birtakim suret meselelerinin izahina girişir. İşte bu sebeple ten­kide uğramiştir.

Söylenilmesi en uygun şey hakkin kendisidir. Bu nedenle Gazâli Kimyâ-yi Saâdet gibi telifleri ve bu teliflerde acikladiği bir­takim meseleleri terketseydi, cok daha iyi yapmiş olurdu. Çünkü halk tabakasi coğu zaman -akaid esaslarini delilleriyle bilmedik­leri icin- bu şekilde telif edilmiş eserleri okuduklari zaman sapikliğa düşebilirler. Bu gibi şeyleri dinledikleri zaman akide ve inanclarina zarar veren şeyleri, selef-i sâlihinin mezhebi ve meşrebi zannederler. Buna rağmen zeki ye insaf sahibi bir kimse Gazâli'nin teliflerinde aklina ve vicdanina müracaat eder ve ze­kâsini bu kitaplarin ne demek istediğini anlamaya yöneltirse görür ki, onun ifade etmek istediği esaslarin hepsi şeriat ilminin esaslarina işaret etmektedir. Fakat şu kadar var ki, onlari aciklamaktan ve avama mâletmekten sakindirmiş tir.

Ayrica Gazâli'nin kitaplarinda zikrettiği hakikatlerin benze­rini, hakikat sahiplerinin kitaplarinda da bulabiliriz. Onlarin kimi zimnen, kimi de acikca ifade etmektedir. Kimi derli toplu ve irtibatlı kimi de ayri ayri yerlerde ve dağinik bir şekilde zikretmekte­dir. Gazâli'nin bu gibi sözlerini itham edenlerin iddialarina göre, mânâsi mechul olduğu gibi, sünnet ve cemaat ehline uygun düşecek teVil ve ihtimalleri de vardir. Öyleyse bir sözü hakka yormak mümkün iken, başka mânâlara yormak haksizlik olur. Fakat bütün bunlara rağmen, şüpheye düşürücü ve menfi düşüncelere götürücü sözleri terketmek daha iyi, onlari aciklamamak ise, Allah'in rizasina daha uygun düşer. En doğrusunu Allah bilir!
Meşhur âlim İbn Salâh, Gazâli'nin el-Mustasfa adli eserinin giriş bölümündeki 'Bu, bütün ilimlerin başidir. Onun icin bütün ilimlere vâ&ii olmayanlarin malûmatina guveniiemez' sözlerine hücum etmektedir. Yine ayni şekilde İbn Kayyim da Miftahu Dâr'is-Saâde adli eserinde, Gazâli'yi yukaridaki sözünden dolayi şiddetle kinamaktadir.

Takiyyüddin Subki ise, bu iki âlime karşi Gazâli'yi savunmuş ve onlara ceşitli cevaplar vermiştir. (Bkz. Subki, Tabakât'us Şâfiiyye)

Gazâli'nin İhyâ adli eserine yapilan saldirilara ve verilen ce­vaplara gelince, bu hususu biraz ileride uzun uzun tartişip okuyu­cularimizin bilgilerine arzedeceğiz.
Mâzuri, Gazâli'ye yaptiği tenkidler cercevesinde şunlari söylemiştir:

Bahsedilen kişinin kitabini henüz okumadim. Fakat onun talebelerini ve sadik arkadaşlarini görüp konuştum. Bana her biri onun hâlinden ve yolundan birşeyler nakletti. Bana söylenen bu hikâyelerle onun siretini ve mezhebini iyice kavramiş olduğuma inaniyorum. Adeta kendisini gözümle görmüş gibi tanimaktayim. Bu bakimdan, onun kitabinin durumunu tevhidciler, felsefeciler, sûfiler ve işaret sahiplerinin mezheblerinden alman birkac cümle ile kisaca zikre­deyim. Çünkü Gazâli'nin kitabi bu gruplar arasinda kivranip durmakta ve bütün bu gruplarin iddialarinin dişina cikamamaktadir. Kasaca bunu zikrettikten sonra; bir mezheb sahibinin diğer mezheblere nasil hücum ettiğini, aldanmanin yollarini beyan edip, bâtil olan düşüncelerin bütün yanlarini göstereceğim ki, hicbir müslüman bu bâtil avcilarinin tuzağina düşmesin...

Mâzuri bunlari söyledikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir:

Gazâli usûl-i fikih'dan cok, fikhi bilen bir kişidir. Dinin us­ûlü olan Kelâm'da da eser yazmiş ise de, o ilimde hic de de­rin değildir. Derin olmadiğini şu şekilde anladim: O Usûlüd-Din ilminde derinleşmeden önce, felsefe ona mânâ­lara saldirma cür'etini kazandirmiş ve böylece hakikatlara saldirmasi kendisi icin kolaylaşmiştir. Çünkü felsefeciler fi­kirleriyle birlikte yürümekte, yayilmasini istedikleri bir şeriat hükmü de kendileri icin herhangi bir hedef teşkil et­memektedir. Üstelik Gazâli bağli olduğu imamlara muhale­fetten de cekinmemektedir. Gazâli'nin arkadaşlarindan bazilari Gazâli'nin İhvân'us-Safâ risalelerini cokca okuduğunu söylemişlerdir. Ellibir risaleden ibaret olan bu kitaplarin filozoflar tarafindan yazilmiş olduklari bir ger­cektir.

Gazâli bu arada şeriat ve nakil ilimlerine dalmiş, iki ilmi birbirine kariştirmiş; felsefeden nakiller yapmiş ve şeriatcilarin kalbine felsefeden naklettiği meseleleri kendine göre birtakim ayet ve hadislerle yerleştirmeye calişmiştir. Daha sonra son zamanlarda zuhur eden İbn Sinâ adli filo­zof, dünyayi felsefenin tesiri altina sokmuş ve kendisi bu sa­hada büyük önderlerden birisi olmuştur. Felsefedeki kuvveti, İslâm inanclarinin esaslarini felsefi tâbirlere ve o ilmin kis­vesine bürümüş ve insanlara böylece takdim ederek kabul et­tirebilmiştir. Böylece hic kimseye nasip olmayan bir makam elde etmiştir. Ben İbn Sina'nin kitaplarindan bir kismini gördüm ve anladim ki Gazâli felsefeyi tamamen İbn Sina'dan almiştir. Almiş olduğu bu ilme de kitaplarinda işaret etmiştir.

Mâzuri sözlerine şöyle devam eder: 'Gazâli'nin sûfilerin mez­hebinde kime güvenip dayandiğini da bilmiyorum'.
Bunu söyledikten sonra, Ebû Hayyan et~Tevhidi'ye dayandiğini zannettiğini söyleyerek, ihyâ adli eserinde kullandiği hadislerin coğunun asilsiz olduğunu ileri sürer. Kendisi daha sonra sözle­rine şunlari ilâve etmiştir: 'Ehl-i takvanin âdeti, kendilerince ma­lûm olmayan meselelere dokunmamaktadir. Nerede kaldi 'Hz. Peygamber şunu söyledi5 şeklinde Allah Râsûlü'ne hüküm isnâd etmek?'
Bu hükmü zikrettikten sonra Gazâli'nin, asilsiz ve hicbir şekilde hakikata dayanmayan iddialarini hak ve doğru olarak gös­termeye teşebbüs ettiğini iddia etmiş ve misâl olarak da şunu delil göstermiştir:

Tirnaklarin kesilmesine şehâdet parmağindan başlama­lidir. Çünkü o tesbih ve şehâdet parmaği olduğu icin diğer parmaklardan daha üstündür.

Mâzuri der ki: 'Gazâli bunu söylemekle kalmiyor, bu iddiasini bir de hadis getirerek pekiştirmeye calişiyor'.
Erginlik cağindan sonra bir kimse, Allah'in ezeli olduğunu bilmeden öldüğü takdirde, ulemanin icmâl ile mü'miii ola­rak ölmüştür.

Mâzuri der ki: 'Bu meselede Gazâli'ye göre âlimlerin icmâl vardir. Oysa, durum bunun tani aksinedir. Bu bakimdan Gazâli'nin hicbir nakline itimad etmemek gerekir'.
Benim bu kitaplarimda, yazilmasi caiz olmayan ilimlerden de bahsedilmiştir.

Mâzuri der ki: Gazâli'nin bu iddiasinin doğru olup olmadiğini keşke bilseydim. Eğer yanliş ise mesele yoktur. Fakat Gazâli'nin iddiasi doğru ise, ki doğru olduğunu iddia etmektedir. Öyle ise ne­den bu ilimler kitaplara yazilmasin? Çok derin ve ince meseleler olduklarindan dolayi mi? Eğer Gazâli 'Evet, derin ve ince mesele­lerdir' diyecek olursa, ona deriz ki: 'Bütün ince meseleleri sadece sen mi biliyorsun; başkalari bilmiyor mu?'
Mâzuri'den önce onun bu itirazlarina yakin itirazlari Mâliki mezhebine bağli Ebû Velid et-Tertuşi de yapmiştir. Tertuşi, İbn Muzaffer'e yazmiş olduğu bir mektupta şöyle demektedir:

Gazâli hakkindaki sözlerine gelince, ben Gazâli'yi bizzat gördüm ve konuştum. Onu ilim ehli olarak tamdim. O fazi­letlerin kalesi idi. Onda akil ve anlayiş bir araya gelmişti. Bütün ömrünce ceşitli ilimlere vâkif olmak icin calişmişti. Çok uzun bir müddet ilimlerle meşgul olmuştu. Bütün bu calişmalardan sonra o ulemanin yollarindan ayrilmiş, sûfi-lerin karanlik ve bulanik dünyalarina kaymiştir. Daha sonra kendisini tamamen tasavvufa vererek âlimlerin yo­lunu büsbütün terketmiştir. Tamamen şeytanin vesveseleririe ve kal erbabinin batara tina dalmiştir. Daha sonra bü­tün bunlari felsefecilerin görüşleri ve Hallac'in hâlleriyle kariştirdi. Fakihlere ve kelâmcilara şiddetle hücum etti. Az kalsin dinden cikacakti. İhyâ adli eserini yazdiği zaman, sahasi olmayan sûfi remizlerinden ve hâl ilimlerinden bah­setmeye koyuldu. Bunlari da iyice bilmediği icin tepetaklak düştü. İhyâ adli eserini ise uydurma hadislerle doldurdu.
Bu iki itirazcinin yapmiş olduklari tenkidlere İbn Subki şöyle cevap vermiştir:

Ben bu iki itirazciyla birlikte, daha nice itirazcilara cevap vermeden önce, herkese hakki ve insafi elden birakmayacağimi ilan etmek isterim. Ne Gazâli ve ne de ona saldiranlar benim cağdaşim değildir. Onlarin asirlarina yakin bir asirda da yaşamiş değilim. Aramizdaki alâka ve bağ ancak ilim ve halki Allah'a dâvet etmekten ibarettir. Bu nedenle önce Mâzuri'nin itirazlarina cevap vermeye calişacağiz:

Mâzuri'nin Mağrib âlimlerinin en büyüklerinden olduğu su götürmez bir gercektir. Zekâ ve ilimde cok ileri bir kişi idi. Zekâsi sayesinde İmam-i Harameyn'in el-Burhan adli ki­tabini şerhetmiştir. Bu eserin yanina ancak mânâ denizle­rini aşmiş cok zeki kimseler yanaşabilmiştir. Mâzuri ilim sahasinda büyük bir otoritedir; zirâ öyle olmasaydi, el-Burhan'i şerhetmesi mümkün olamazdi.

Mâzuri ayni zamanda Ebû Hasan ei-Eş'ari'nin mezhebine simsiki sarilmiş, onun fikirlerini bütünüyle benimsemiş ve ondan bir adim ayrilmamiştir. Ondan ayrilanlara ise şiddetle hücum etmiştir. Bununla beraber Mâliki mezhebine bağlidir ve bağli olduğu bu mezhebi her yerde müdafaa etmiştir.

Gerek Gazâli ve gerekse hocasi İmam-i Harameyn tahkikte ve ilimde öyle bir dereceye varmişlardir ki; her insaf sahibi onlardan sonra gelenlerin onlarin mertebesine ulaşamadiğini kabul etmek zorunda kalir. Onlar bircok hu­suslarda Eş'ari'nin kelâm ve görüşlerinden ayrilmak­tadirlar. Onlarin bu durumu, özellikle Mağrib âlimleri ta­rafindan hazmedilemernektedir. Mağribliler -Mâzuri de onlara dahildir- Eş'ari'nin en kücük bir fikrine karşi muhalefeti bile büyük bir reaksiyonla karşilamaktadirlar. Hatta o kadar ki, Eş'ari ekolü uğruna, mensubu olduklari Mâliki mezhebini bile zayif sayabiliyorlardi. Meselâ mesâlih-i mürseled.e Ebû Hasan el-Eş'ariye muhalif olduğu icin, Mâlikilerden ayriliyorlardi. Mezhepler arasindaki tercih meselesinde de böyledirler. İşte bu iki durumdan dolayi Mâzuri, İmam-i

Harameyn ve İmam Gazâlfden hoşlanma­maktadir.
Çeşitli yollara bağlanmiş kişiler hemen hemen daima böyle­dirler. Kendi yolundan gayri yollari kötü görmeyen insana hemen hemen hic rastlanmaz. Bu büyük felâketten ancak mârifet ve temkin sahibi olanlar kurtulmaktadir ki, bun­larin sayıları da bir hayli azdir. Ben bu durumu, tarikat bü­yüklerinde bile müşahede etmişimdir. Hic kimseden gizli olmayan husus, Gazâli'nin meşrebi tasavvufi hakikatlere dalmak ve mutasavviflarin hâllerini sevmektir. Mâzuri'nin meşrebi ise, zâhir ibarelere önem vererek onlardan kil payi ayrilmamaktir. Allah'a şükürler olsun ki, ikisinin durumu da haktir, doğrudur, güzeldir. Ancak başka meşrebler ve yollari ifade etmektedir. İki kalbin arasindaki farki acikca ilân etmektedir.

Mâzuri ile Gazâli arasinda bir mizac farki bulunduğu ka­dar, mezheb ayriliklari da vardir. Mâzuri, Gazâli'nin Eş'ari'den ayrildiğini ve hatta ayrilmakla kalmayip ayni zamanda hücum ettiğini vehmederek ona saldirmiştir. Hatta Burhanim şerhinde İmam-i Harameyn'e 'Musannifin zikrettiği bu kaide muteber değildir. Ebû Hasan Eş'ari'yi yanlişlikla itham eden kişi yanilmaktadir' dediği bile yazilidir. İsteyen oraya müracaat edebilir.

Burhan adli eserin başlangicinda İmam-i Harameyn akim mahiyetinden bahsederek "Eş'ari'den aklin, ilmin bizâtihi kendisi olduğu rivayet edilmekte ise de, akim en doğru tarifi Hâris el~Muhasibi'nin 'Akil insanda yaratilmiş bir tabiattir' şeklindeki tarifidir" demesini hazmedemeyerek, 'İmam-i Harameyn, Muhasibi'nin tarifine hayatinin sonunda, yani felsefecilerin kapisini caldiktan sonra itibar etmiştir' diye­rek onu itham etmiştir.

Keşke Mâzurfyi İmam Harameyn'e saldirtan delilin ne olduğunu bilseydim. Oysa bizzat Mâzuri bahsi gecen ki­tabinin sonunda İmam Harameyn'in felsefecilerin yolunda olmadiğini itiraf etmekte, onun cok kuvvetli bir âlim olduğunu kaydetmektedir.
İşte Mâzuri bu şekilde bazen fevri saldirilar yapan bir kişidir. Oysa âlimler bu gibi durumlardan uzak kalmali ve itidal yolunu birakmamalidirlar. Mâzuri gibi bir âlim bu yola tevessül etmemeliydi.

Demek ki Mâzuri'nin iddialari cok acik bir delille aciğa kavuştur olduğu zaman, ilim ehli bu iddialari kaale alabilir. Böyle söylediğimize bakanlar, bizim Mâzuri'nin büyük il­mini inkâr ettiğimiz zehabina kapilmasinlar. Onun hakkini inkâr ettiğimizi hicbir şekilde düşünmesinler. Allah'a ye­min ederim ki; bunlari söylemekte hakki ifade etmek gayre­tinden başka hicbir gayem yoktur! Boyle olduğu icin de Mâzuri'nin hükümlerinde, mâzûr olduğunu söylemekten geri durmadik. Zira insan, başka bir insan hakkinda su-i zanna kapildiği zaman, artik onun eserlerini objektif bir gözle incelemeye tâbi tutamaz. En basit bir hatayi büyütür, o hatadan dolayi eser sahibini yerden yere vurur. Bu hâlden ancak Allah Teâlâ'nm lûtfuna mazhar olarak hüsn-ü zanla donanmiş ve dinlediği her kelimeyi ince ince düşünerek hükmünü veren büyük insanlar kurtulmuştur. Ne yapalim ki Mâzuri bu iki imama karşi insafli değildir. Onun mesâil-i mürsele meselesinde İmam Harameyn'e nasil saldirdiğini, İmam Harameyn'in ibarelerine nasil herkesten başka türlü mânâlar verdiğini, hatta ters mânâlar cikardiğini ben bizzat müşahede ettim. Bu mesele böylece anlaşildiktan sonra, sira Mâzuri'nin Gazâlfye yaptiği itirazlara cevap vermeye geldi:

1. Gazalinin mezhebini gözüyle görmüş gibi bildiğini söy­lemektedir. Bu iddia cok acaip ve yersizdir. Çünkü biz değil Gazâli'nin, hicbir kimsenin inanci hakkinda bu hükmü ve­remeyiz. Zira insanin icindeki inanca ancak Allah (ce) vâkif olabilir. Karine, nakil ve haberlerle bir insanin inanclarinin ne olduğunu kestirmek mümkün değildir.
Biz Gazâli'nin eserlerinin hemen hemen hepsini okuduk. Onun sohbetinde bulunan ve ondan hükümler nakleden ta­lebelerinin kitaplarini da inceledik. O talebeler, Gazâli'yi Mâzuri'den daha iyi tanidiklari halde, Mâzuri'yi hakli cikaracak hicbir şey nakletmemektedirler. Kitaplari incele­dikten sonra Gazâli hakkinda edindiğimiz intiba şudur; '
Gazâli akide bakimindan Eş'ari'ye bağlidir; ancak tasav­vufa dalmiş bir kimsedir'.

2, Mâzuri'nin 'Gazâli muvahhidlerin, felsefecilerin, muta­savviflarin ve işarilerin mezheplerinden pasajlar zik-retmiştir' şeklindeki iddiasina gelince, eğer muvahhidler-den, Allah'i bir olarak bilenler kastediliyorsa; bu gruba yalniz Gazâli değil, müslüman olan herkes dahildir. Sûfileri müslümanlardan ayirip, onlara başka mezhep saliiple-riymiş gibi bakmasi ve hatta öyle göstermesi, maazallah bü­tün ehloi tasavviifun müslüman olmadiği zannim uyandiriyor. Şâyet muvahhidlerden Allah 'a tevekkül eden kişiler kastediliyorsa, o zaman bu kişiler halk arasinda en hayirli ve sûliler arasinda en ileri kişiler sayilir. Demek ki ikinci bir kere sûfileri rnuvahhidler üzerine atfetmenin hic­bir mânâsi yoktur.

Eğer-muvahhidlerden. vahdet-i vücuda ve mutlak tevhide meyledenler kasi ediliyorsa -ki bunlardan bircoğu ittihâd ve hulûl sahipleridir- bundan Allah'a siğiniriz. Çünkü bunlar kâfirlerin ta kendileridir, Gazâli'de ise böyle bir hâl asla yoktur, Tani aksine Gazâli eserlerinde bu küfür ehlini acikca tenkide tâbi tutmaktadir. Gazâli'nin İ hy â'smda bunlarin inanclarina dair az veya cok hicbir ba­his yoktur... Aksini iddia edenler var- ise buyursun meydana ciksin!,.
3, Mâzuri'nin 'Gazâli Kelâm İlminde tam salâhiyet sahibi değildir' şeklindeki iddiasina gelince, ben de kendisiyle ayin kanaati paylaşiyorum. Ne var ki şunu da ilave etmeliyim ki Gazâli Kelâm ilminde rüsûh kesbetmiş bir kimseydi. Fakat bu ilme dair bilgisi diğer ilimlere nisbetle zayifti, Zanni m ve kanaatim budur.
4, Mâzuri'nin 'Gazâli usûl ilimlerinde derinleşmeden önce felsefe ile iştigal etmiştir' iddiasi ise, tamamen yanliştir. Çünkü Gazâli usûl ilimlerinde derinleştikten sonra felsefeye el atmiştir. İsterseniz Gazâli'nin kaleminden hep birlikte bu hususu izleyelim: O, el-Munkizu min'ed-Dalâl adli eserinde 'Ben felsefeye el atmadan önce kelâm ilmine el atmiştim' di­yor. Bu hususta daha fazla bilgi almak isteyenler adi gecen esere müracaat edebilirler.
5. Mâzuri'nin 'Gazâli usûl ilmini güzelce okumadan, felsefe ilmini okudu' şeklindeki iddiasi ile 'usûlde derin bilgi sahibi değildi' iddiasi arasinda celişki vardir. Bir yerde felsefe oku­duktan sonra Kelâm ilminde derinleştiğini söylüyor; bir başka yerde ise, Kelâm ilminde derin olmadiğini iddia edi­yor.
6. Mâzuri'nin 'Gazâli mânâlara, cür'etli bir şekilde saldirirdi' şeklindeki iddiasina gelince, Gazâli ancak şeriatin vermiş olduğu cesarete sahipti. Bunun aksini iddia eden, onu tanimamakta ve kimin hakkinda konuştuğunu bile bilmemektedir.
7. Mâzuri'nin 'Gazâli, Ebû Hayyan et-Tevhidi'nin kitap­larina itimat etti' şeklinde ileri sürdüğü iddiasi asilsizdir. Çünkü Gazâli'nin İhyâ'dahi ilim ve marifetinden sonra, an­cak Ebû Tâlib el-Mekki'nin Kut'ul-Kulûb adli eseriyle, Üstad Ebû Kasim Kuşeyri'nin meşhur Risale-i Kuşeyri adli ese­rine itimat etmiştir, Bu iki zatin fazileti ve ilmi büyüklükleri herkesin malûmudur.
8. Gazâli'nin İbn Sina'dan etkilenmesi meselesine gelince, Gazâli eserlerinde acik bir dille İbni Sina'yi tekfir etmekte­dir. Nasil oluyor da acik bir dille tekfir ettiği insanin tesi­rinde olur, onun fikirlerine uyar? Ayrica Gazâli el-Munkizu min'ed-Dalâl isimli eserinde, felsefe ilminde üstadinin bu­lunmadiğini ve Bağdad'da ders ve irşad vazifesiyle meşgul bulunduğu halde, cok kisa zamanda felsefi kitaplari da ince­leyip bu ilme dair bilgi edindiğini yaziyor.
9. Mâzuri'nin 'Gazâli'nin Tasavvufta kime itimat ettiğini bilmiyorum' şeklindeki beyani hakkinda da şöyle deriz: Gazâli tasavvuf konusunda Kut'ul-Kulûb ve Risale-i Kuşeyri ve şeyhi Ebû Ali el-Farmedi ve benzeri zatlardan; Peygamber in sözlerinden cikardiği mânâ­lara itimat etmiştir.
Benim zannima göre, İhya Adi bu gibi fikirler büyük bir ye­kûn tutmaktadir. Felsefecilerin herhangi bir fikri İhya da. yoktur. Çünkü Gazâli felsefecilerin iddialarini cürüttükten ve onlarin kitaplarini incelemenin haram olduğunu söyle­dikten sonra İhyayi telif etmiştir. Nitekim bizzat Gazâli bunu İhya da. ve el-Munkiz'&e yazmaktadir. Gazâli, bütün dünya felsefecilerinin küfürde olduğunu ilan eden bir kim­sedir. Felsefecilerin ağizlarim hakikatlerle tikayan kişidir. Kalpleri ceken sözlerle islâm'in hariminden felsefecilerin kirli ellerini uzaklaştiran bir kimsedir. Allah aşkina söyle­yiniz ey müslümanlar! Bu sifatlara sahip olan bir kimse nasil olur da kitabini felsefecilere dayanarak yazmiş olabi­lir? Din büyüklerine leke sürmeye götürecek aşiriliklardan Allah'a siğiniriz.
10. Mâzuri'nin 'İhyâ baştan sona kadar zayif hadislerle do­ludur' iddiasina gelince, onu böyle itham etmeye ne lüzum var? Bunu bizzat Gazâli kendisi söylemektedir. Hadis husu­sunda büyük bir derinliğe sahip olmadiğini ve İhyadaki ha­dislerin hemen hemen tamamini sûfilerin ve fakihlerin kitaplarindan derlediğini ve bir tek hadisi bile rivayet et­mediğini, cekinmeden ve ilim ehline yakişan bir tavir icinde ilan eder. Bununla beraber Şâfii ulemasindan bazilari //2,3/d'daki hadisleri tedkik etmişler ve cok azinin şazz olduğuna hükmetmişlerdir.
11. Tirnaklar hususunda ileri sürdüğü iddianin asilsiz olduğu fikrine gelince, bunun hakkindaki rivayet Hz. Ali'ye isnâd edilmiş, fakat sabit olmamiştir. Ama Gazâli'nin bu­rada yanilmiş olmasi pek önemli birşey değildir. Ayrica tirnaklar, hakkinda öyle hüküm vermesi, herhangi bir şer'i hükümle de catişmamaktadir.
12. Mâzuri'nin "Ehl-i takvanin âdeti, kendilerince kesin bir şekilde sabit olmayan birşeyi 'Mâlik şunu dedi, Şâfii bunu söyledi' diyerek pekiştirmeye calişmazlar" şeklindeki id­diasina gelince, Gazâli hemen hemen hic denecek kadar az bir yerde 'Allah'in Râsûlü şöyle dedi' şeklinde kesinlik bildi­ren ifadeler kullanmiştir. Dikkat edildiği zaman Gazâli'nin coğunlukla ^Allah'in Rasûlü'nden şöyle rivayet edilir' dediği görülür. Kesinlik ifade eder şekilde zikrettiği hadis, onun kanaatine göre mutlaka hadistir ve onun icin kesinlikle ifade etmiştir. Eğer onun kanaatine göre bir hadis kesinlik taşimasaydi, asla o hadisi kesinlik ifadesi icinde zikret-mezdi. Gazâli bu konuda tenkide tâbi tutulursa ancak şöyle denilebilir: 'Emir ve hükümler zan temeli üzerine bina edilemez'.
13. Allah'in kadim sifatini bilmeyerek ölen kimsenin mese­lesine gelince, burada bir incelik vardir. Kadim'i bilme­mekle, kadim olduğuna inanmamak arasinda bir fark vardir. İnsani, kadini e inanmamasi küfre sokar. Öyleyse bir kimsenin aklina kadim sifati gelir de ona inanmazsa, 'Allah'in böyle bir sifati olmaz!' derse veya böyle bir sifatin yok olduğunu zannederse veya bu hususta şüpheye düşerse böyle bir kimse kâfir olur. Allah'in varliğina inanan, fakat cehaletinden dolayi onun kadim olduğunu bilmeyen bir kimse böyle değildir. İşte Gazâli böyle bir kimsenin icmâlen mü'min olduğuna ve icmâli iman bakimindan kur­tulduğuna hükmetmiştir. Kanaatime göre, Gazâli'nin nakil­lerine itimâd edilemez demek en büyük belâlardan biridir. Bu belâya düşmüş bir kimsenin hangi yüzle Allah'in huzu­runa gideceğini doğrusu bilemiyorum.

14. Mâzuri'nin; Gazâli'nin, kitaplarinda yasaktir dediği ilimleri taksim edip, o ilim ya bâtildir veya haktir şeklindeki yorumuna gelince, ben de Gazâli'nin böyle birşey söylememesini isterdim. Söylemeseydi Mâzuri de böyle bir şüpheye düşmemiş olurdu. Fakat ne yazik ki, Gazâli bunu söylemiş ve Mâzuri de şüpheye düşmüş bulunmaktadir. Mâzuri zeki bir insan olduğu icin bu konularda şüpheye düşeceğine ih­timal vermezdim. Halk tabakasi şüpheye düşmesin diye âlimler icin yasak bölge ilân edilen ilimlerin inceliklerinin olduğunu bilmemesine de ihtimal vermem. Fakat Mâzuri'de zannimm tam aksi tecelli etmiştir. Acaba Mâzuri'den şöyle bir sual sorsak ne cevap verecektir?

Ancak ehl-i zevk tarafindan bilinen ve bunlari tatmayanlara ibarelerle bir türlü anlatilamayan zevklerin varliğina inanmaz misin?

Bu soruyâ karşi ne cevap verecektir? Bal yemeyen bir kim­seye balin tadi ibarelerle aniatilabilir mi? Bir de Mâzuri, İmam Buhâri'nin sahih olarak Tufeyli'den ve Hz. Aliden rivayet ettiği şu hadise ne diyebilir? Halkin anlayabileceği şeyleri söyleyiniz. Halkin anlayiş seviyesinden yüksek söz söylemek suretiyle halki Allah'i ve Râsûlü'nü yalanlamaya zorlamayi ister misiniz?' Nice meseleler vardir ki, halk on­lari anlamayacaklari icin âlimler onlari yasak etmişlerdir. Çoğu zaman dinleyenler şüpheye düşmesinler diye bazi ilmi meseleler sükûtla geciştirilmiştir. Buna sayilamayacak ka­dar misâl getirmek mümkündür.
Tartuşi'nin .(1059-1126) tenkidlerine gelince, delilsiz iddi­alardan başka hicbir değeri yoktur. Yalniz anlamadiğim şey, Tartuşi gibi müslüman bir âlimin, Gazâli gibi büyük bir âlim icin nasil 'Şeytanin vesveselerine kapildi' diye-bildiğidir!

Yine aklimin ermediği bir husus da Tartuşi'nin 'Gazâli'nin fikirleri felsefecilerin fikirleriyle ve Hallacin hâlleriyle karişmiştir' sözleridir. Bu hükmü nasil cikarmaktadir bir türlü anlayamadim! Ben İhyayi başindan sonuna kadar inceledim. Orada ârif kişilerin tasvip ettiği sufi işaretlerinden başka, ne Hallac-i Mansûr1 a ve ne de felsefecilere ait hicbir işarete rastlamadim.

Tartuşi'nin 'Gazâli safilerin ilmiyle yakinlik kuramamişti' sözüne gelince, bu konuşma hicbir mânâsi olmayan soğuk bir iddiadir. Zira her düşünen kişi bilmektedir ki, Gazâli ta­savvufta rüsûh sahibi bir insandir. Keşke Gazalinin bil­mediği tasavvufu kimin bildiğini bir bilsem!..

Tartuşi'nin 'Gazâli tepetaklak düştü' sözüne gelince, bu söz delilsiz ve mesnedsiz bir tarzda âlimlere saldirmaktan başka bir değer taşimamaktadir. Çünkü Gazâli'nin neden tepetaklak düştüğünü ispatlayan bir delil yoktur. Allah bizi ve Tartuşfyi taassubun felâketlerinden korusun.
Tartuşi'nin 'Gazalinin kitaplari uydurma hadislerle doludur* sözü de bana garip görünmektedir. Keşke bu hadislerin sahibinin Tartuşi mi, yoksa Hz. Peygamber mi olduğunu bir bilseydim. Çünkü bu hadislerin Hz. Peygambere ait ol­madiğini İddia edebilmek herkesin haddi değildir. Dolayisiyla Gazâli'ye bu konuda saldirmak ne kadar yersiz cür. Taassup ve kuru iddialardan öte bir kiymet ifade etme­mektedir. Onun icin ilim sahibi hicbir kimse böyle iddialari dikkate almaz.

Gazâli'nin aleyhinde bulunanlarin isimlerini şöylece siraliya biliriz: İbn Salâh, Yusuf ed-Dimeşki, Mâzuri, Tartuşi, İbn Teymiye, İbn Kayyim İbn'ul-Cevzi, torunu Ebû Muzaffer ve Kadi Iyaz...

Kadi Iyaz meşhur rüyasindan sonra Gazâli hakkinda konuşmaktan vazgecmiştir. İbn Teymiye ve İbn'ul-Cevzi ise, eserlerinde Gazâli'nin hadis ilminde zayif olduğunu ileri sürmüşler ve onu bu hususta tenkide tâbi tutmuşlardir. Gazâli'ye hücum eden İbn Salâh fikih, hadis ve sair din ilimlerinde emsali az bulunan otoritelerden biri idi ve niyeti de hâlistir. Fakat her işin erbabi ayridir. Gazâli'nin sa­hasinda söz söyleyemezdi. Mâzuri'nin yüksek derecesi ve ilmi inkâr edilemez. Fakat o hâller, ancak o zevke varanlar tarafindan bilinir.

Eğer İhyâ'da tenkid edilecek bazi şeyler var ise de, başka eserlerde bulunmayan değerli meselelerini ve güzelliğini hic kimse inkâr edemez. (İbn Sübki, Tabakât'uş-Şafiiye)

Gazâli'ye iki noktadan saldirilir:
1. Kendi sözlerinden dolayi
2. Başkasindan nakledip, sükût etmek suretiyle tasdik ettiği nakillerinden dolayi

Gazâli'ye ceşitli mezhep ve gruplara bağli bircok insan methi­yeler düzdüğü kadar, ona itiraz edenler de bir hayli yekûn tutmak­tadir. Kendisini tenkid eden Mağribilerin başinda İbn Arabi, Mâzuri, Tartuşi, Kadi İyaz ve İbn Münir gelmektedir. Şarklilardan ise, İbn Salâh, Yusuf ed-Dimeşki,

Zerkeşi ve Burhan el-Bukai onu tenkid etmişlerdir.
Bunlarin itirazlarina tatmin edici cevaplar verilmiştir. Tafsilâti uzun süreceği icin, burada kisa kestik. Allah hepsinin kusurunu affetsin, Gazâli'nin de makamini cennet eylesin... Âmin!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
İhyâ'ya Hizmet Edenler


İhyayı şerhedeni görmediğim gibi, onun o güzel siyakım izah etmeye kalkışanı da görmedim. Sadece Gazalînin hayatında İhyaya, yapılan itirazlara cevap olarak kendi kaleminden çıkan el-İmlâ an'il-İhyâ adlı küçük bir risalesini gördüm.

H. 751 senelerinde hadîs hafızı İmam Zeyneddin Ebü'1-Fadl Abdurrahim b. Hüseyin el-Irâkî, İhya hadîslerini iki kitap halinde derleyip tedkik etti. Onlardan biri birkaç cilt tutan büyük bir ki­taptır. Fakat İhyanın bir kısım hadîslerinin durumunu bu kitapta açığa kavuşturamadığı için, li. 760 senesinde daha önce duru­muna vâkıf olmadığı hadîslerin birçoğunu bulup tedkik etmiştir. Bunun üzerine sözü edilen kitabını kısaltıp bir cilt halinde yazdı. Kitabına el-Muğnî an Haml'il-Esfar ismini verdi.

Bu kitabında Irâkî şu hususlara dikkat çekmiştir:

1. Hadîsin geliş yolu
2. Hadîsi rivayet eden sahâbî ve râvîsi
3. Rivayetin sıhhati
4. Rivayetin zayıflığı
5. Birkaç kere tekrar edilen hadîsi bir defa zikretmekle ye­tinmiştir. Eğer tekrar ederse, mutlak bir sebebe binaen tekrar etmiştir.
Irâkî'den sonra talebesi meşhur muhaddis Şihabeddin İbn Hacer el-Askalânî hocasının gözünden kaçan hadîsleri tedkik ede­rek bir cilt içinde toplamıştır.
Hanefî ulemasından Kasım b. Kutlubağa da Tuhfet-ul-Ehyâ ftma Fâte min Tahrîci Ehâdîsi İhyâ adlı bir eser yazıp İhyâ'daki hadîslerin kaynaklarını göstermiştir.

İbn Subkî'nin Tabakât'nın sonunda İhyanın itiraz edilen ha­dîslerinin tedkikine dair bir bahis vardır.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
İhyâ'nın Özetleri


İhyayı ilk defa kısaltan, Gazâlî'nin kardeşi Ebû Feth Ahmed b. Muhammed el-Gazâlî'dir. Kısalttığı kitaba hubâb'ul-İhyâ adını vermiştir. Daha sonra H. 622 senesinde vefat eden Ahmed b. Musa el-Musulî de aynı işi yapmıştır.

Üçüncü olarak Muhammed b, Said el-Yemenî; ondan sonra Yahya b. Ebu'l-Hayr el-Yemenî; ondan sonra Muhammed b. Ömer b. Osman el-Belhî İhyayı kısaltmış ve kitabına Ayn 'u1 İlim ismini vermiştir.

Abdülvahhab b. Ali el-Meraği de îhyâ'yı kısaltarak Lubab'ul-İhyâ ismiyle yayınlamıştır. İhyâ'yı ihtisar edenlerden biri de eş-Şems Muhammed b. Ali b. Cafer el-Aclunî'dir. Bu zat el-Bilâlî mahlasıyla şöhret bulmuştu. Mısır'da Said'us-Suâdâ tekkesinin şeyhi idi. H. 820 senesinde vefat etmiştir.
Hâfız Sehavî, eş-Şems Muhammed b. Ali'nin ihtisar ettiği ki­tabın bütün ihyâ muhtasarlarından daha iyi olduğunu söy­lemiştir.

Celâleddin es-Suyutî de İhyayı ihtisar edenlerdendir. Gazalînin Eserleri
İmam Münavî, Nevevî'den; o da şeyhi Tığlisî'den şöyle nakle­der: 'Gazâlî'nin telif ettiği eserleri saydım ve ömrüne taksim ettim. Gördüm ki her gününe dört cüz isabet etmektedir'.

Benim kanaatime göre, bu durum olsa olsa Allah Teâlâ'nın, zaman içinde zaman yaratarak kuluna verdiği ihsandan başka birşey değildir. Ulemânın en büyük kerametlerinden biri de budur. Bu söz yalnız Gazâlî için değil, aynı zamanda İbn Cerir Taberî, İbn Şahin, İbn Nakib, İmam Nevevî, Subkî ve Süyûtî için de söy­lenmiştir.

Gazâlî hemen hemen her ilim dalında eser telif etmiştir. Hatta harf ilimlerinde, ruhanî sırlarda, âdetlerin hususiyetlerinde, ilâhî isimlerin latifelerinde ve simya ilminde bile çeşitli eserler telif etmiştir, Gazâlî'nin en büyük eseri ise şu anda elinizde bulunan İhyâ-i Ulûm'id-Din adlı eseridir.

Gazâlî'nin eserlerini harf sırasına göre zikrederek bu işe girişelim. İsa'nın baş harfi elif olduğundan ve ahiret ilimlerin­den bahsettiği için diğer kitaplarından da *Bütün kitaplar yakılsa da yalnız İhyâ kalsa hepsinin yerini tutar' denilecek derecede üs­tün olduğundan İhyâ adlı eserini başa alıyoruz:

İhyâ dört bölümden ibarettir:

1. İbâdât
2. Âdât
3. Mühlikât
4. Münciyât

Her bölümde on kitap bulunmaktadır ve İhyanın tamamı kırk kitaptan teşekkül etmiştir.

Şâı ânî el-Münen adlı eserinde Ebû Hasen Şâzelî'den şöyle ri­vayet eder: 'İhyâ insana ilim, ruh gıdası ve nur verir',
Subkî de şöyle der: 'Müslümanların itina ile okuyacağı ve halk tabakasının hidâyeti için yayabileceği bir eser varsa o da İhyadır'.

Devamla şöyle demiştir: 'İhyâ'yı inceleyen mutlaka intibaha gelir. Şayet ehli ilim tarafından (elif edilen eserlerin hiçbiri olma­saydı ve yalnız ihya kalsaydı, bu kitap tek başına halkın ihtiyacına yeterdi. Kitaplarında nakil, düşünce ve eserleri bir araya getiren fakîhlerin kitaplarında Jfıyu'yıı benzeyen bir kitap tanımıyorum.

Gazâlî'nin Ih yâ'sı Mağrib memleketine gittiği zaman birçok Mağribli âlim ihyâ 'yi zayıf hadîslerle dolu olduğundan ötürü okumamayı öğütlediler. Şiddetle aleyhinde bulundular, İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım da Gazâlî'mn hadis ilminde çok zayıf bir kişi olduğunu ileri sürdüler. Matta İbn'ul-Cevzî İ'Iâm-ul-Ehya, bi Eğhıl-i İhyâ adlı bir eser yazarak, kendi anlayış!na göre İ hyâ'dttki bütün yanlışları bu kitapta bir araya getirdi. İddialarının, bir kısmını da Telhis'n İblis adlı eserinde zikretti.

Îbn'ui-Cevzi'nin torunu olan Muzaffer de İhyâ halikında şunları söylemiştir: 'Gazâlî İhyâ adlı eserini sûfîlerin meşrebine göre yazmış ve bu kitabı yazarken fıkıh kaidelerini büsbütün terketmiştir'.

Mevlâ b. Hayr şöyle der: 'İhya du sahih olmayan hadis var diye Gazâlî'ye hücum edilmemelidir. Çünkü Gazâlî o hadisleri teşvik ve tergib için zikretmiştir'.

Nitekim Keşf-i Zunûn un müellifi şöyle demiştir: 'Uydurma olmamak şartı ile sahih olmayan hadîsler teşvik ve tergib maksadı ile zikredilebilir'.

Zebidî ise şöyle der: 'Keşf-i Zunûn da. zikredilen hüküm doğrudur. Çünkü Gazalînin zikrettiği hadîslerin bazıları Buhârî ve Müslim'in ittifak ettiği hadîslerdir. Bazıları hasen ve bazıları da sahih'tir. Aralarında zayıf, şaz, münker ye mevzû hadîsler de vardır. Nitekim İhyayı tedkik eden kimseler bu hadîslerin duru­munu açıkça müşâhede edeceklerdir'.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Gazâlî'nin diğer eserlerinin listesi ise şöyledir:


1. el-tınla alâ MüşkiVil-îhyâ
2. el-Erbaîn
3. Ki tab' u1 -Esmâ'i 1-Hüsnâ
4. el-İktisad fı'1-îtikad
5. İlcamlul-Avam an İlm'il-Kelâm
6. Esraru Muamelât'id-Din
7. Esraru Envar'il-İlahiyye
8. Ahlâk'ul-Ebrar
9. Esraru Ittiba'is-Sünne
10. Esraru Hurûf il Kelimât
11. Eyyühe'l-Veled (Farsça)
12. Bidâyet'ül-Hidâye
13. el Basît
14. Beyan'ul-Kavleyn li'ş-Şâflî
15. Fozayih'ul-İbahiye
16. Bedâyi'ul-Usûl
17. Tenbih'ul-Gâfilîn
18. Telbîs'ül-îblis
19. Tehâfüt ul-Felâsife
20. TahsiVul-Meâhız
21. et-Talîke
22. TaYısîVul-EdiUe
23. Tefsîr ul-Kur'an'il-Azîm
24. Faysal'ut-Tefrika Beyne'l-İslâm ve'z-Zandaka
25. Cevahir'ul-Kur'an
26. Huccet'ul-Hak
27. Hakîkat 'ur-Ruh
28. Hakîkat'ul Kavleyn
29. Hulâsat'ul-Resâil ilâ İlm'il-Mesâil
30. Risâlet'ul-Aktab
31. Risalet'ut-Tayr
32. er-Reddu alâ Men Taan
33. er-Risalet'ul-Kudsiyye
34. es-Sırr'ul-Mesun
35. Şerhul Daireti Ali b. Ebî Tâlib (Nuhbetul-Esmâ)
36. Şifâul-Galil
37. Akîdet'ul-Misbah
38. Acâib'ul-Sun'ullah
39. Unkud'ul-Muhtasar
40. Gayet'ul-Gavr fî Mesâü'id-Devr
41. Gavr'ud-Devr
42. el-Fetâvâ
43. el-Kanun'ul-Küllî
44. Kanun'ur-Rasûl
45. el-Kurbet İlallah
46. el-Rıstas'ul-Müstakîm
47. Kimyâ-yı Saâdet (Farsça)
48. Küçük Kimyâ-yı Saâdet (Arapça)
49. Keşfu Ulûm'il-Âhire
50. Kenz'ul-Udde
51. el Münteha fi'1-Cedel
52. el-Mustasfa fî UsûTil-Fıkh
53. el-Menhüi fi'1-Usûl
54. el-Meâhız'ul-Hilâfiyât
55. el-Mebâdi ve'1-Gayât
56. el-Mecâlis'ul-Gazalîye
57. Mekasıd'ul-İlim
58. el-Munkiz min'ed-Dalâl
59. Mi'yar'un-Nazar
60. Mi'yar'ul-îlim
61. Mahallu'n-Nazar
62. Mişkât'ul-Envar
63. el-Müstezherâ
64. Mîzân'ul-Amel
65. Mevâhim'ul-Bâtmiyye
66. el-Menhec'ul-A^lâ
67. Mi'rac'üs-Sâlikîn
68. el-Meknûn
69. Müslim'us-Selâtîn
70. Müfesser ul-Hilâf
71. Minhâc'ul-Abidîn
72. Nasihat'ul-Âbidîn
72. Nasihat'ul-Mülûk (Farsça)
73. el-Vecîz
74. Yakutu TeVil fî Tefsîr'it-Tenzil (Kırk cüzdür)
Gazâlî'ye nisbet edilen, fakat hakikatte Gazâlî'nin eseri olma­yan kitaplar ise şunlardır:
1. es-Sırr-ul-Mektûm fî Esrâr'in-Nücûm (Bu kitap aynı za­manda Fahreddin Râzî'ye de nisbet edilmiştir)
2. Tahsin'uz-Zünûn
3. Kitab'un-Nefh ve't-Tasviye
4. Mednûn biti alâ Gayri Ehlihi

Bu kitaplar Gazâlî'nin olmadığı halde kendisine nisbet edilmiştir. İncelendikleri zaman küfürle ve şeriata muhalif fikir­lerle dolu oldukları görülür. Gazâlî ise bu tür fikirleri öne sürmek­ten uzak bir kimsedir. Nitekim bu kitapların Gazâlî'ye ait ol­madığını İbn Subkî mufassal delillerle ispat etmiştir. İsteyen İbn Subkî'nin eserlerine müracaat edebilir. İbn Subkî gibi Muhyiddin Arabî ve

Tuhtef'ul-İrşâd müellifi de bu kitapların Gazâlî'nin ka­leminden çıkmadığına dair mufassal bilgi vermişlerdir.
(Önsözün başından buraya kadar olan bu malûmat, Zebidî'nin İhyanın şerhi olan İthaf us-Saatle, adlı eserinden alınmıştır).

Gazâlî hakkındaki bu mukaddimeyi bitirirken bilmeyerek yaptığımız bir hata varsa Allah Teâlâ'dan affımızı diler, Gazâlî'nin ruhundan da özür dileriz. Gazâlî'nin en büyük eseri olan İhyû-i Ulûm'id-Din'in -imkânımız nisbetinde- sadık bir ter­cümesini ilme hizmet amacıyla sayın okuyucularımıza arzetmeyi bir vazife telâkki ettik.

İmam Gazâlî, Şâfiî mezhebinden olduğu için fıkhı meseleleri tahlil ederken daima Şafiî mezhebine göre tahlil etmiş, bazen de şahsî içtihadıyla tahliller yapmıştır. Mümkün olduğunca ihtilaflı yerleri parantezler yoluyla veya dipnotlar vermek suretiyle gös­termeye çalıştık. Şimdiden kusurlu olduğumuzu itiraf ederek muhterem okuyuculardan özür diler ve insaflı bir şekilde hata-Jarımızı düzeltmeye kendilerini yetkili kılarız.

Sizi şimdi Gazâlî ile başbaşa bırakıyor ve cümlemize Allah'tan hidâyet, idrâk ve iz'an talep ederek hayır dualarınızı istiyoruz!.

Ali Arslan
Ramazan 1390
1 Kasım 1970


icon3.gif
Buraya kadarki bilgiler Gazali yi ve İhya yi yakından tanımak için eserin başında verilen bilgilerdi. Esere geçmeden önce bunları okumak inşAllah faydalı olacaktır. Selam ve Dua ile...
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
MUKADDİME


Önce azamet-i rabbanîyesi önünde bütün kâinatın hamdi kü­çük kalan Allah Teâlâ'ya sonsuz hamd ve senalar ederim!

Başta beşerin efendisi olmak üzere bütün peygamberlere salât ve selâm eder ve dinî ilimleri ihya etmek gayesiyle bir kitap yaz­mak için coşmuş bulunan azmimin bana müsbet neticeler ka­zandırmasını Allah Teâlâ'dan niyaz ve tazarrû ederim.

Ey inkarcılar zümresi arasında aşırı bir şekilde ayıplayan! Ey inkârcı gafillerin arasında en şiddetli saldıran müfrit! Senin gururunu ve büyüklüğünü yerle bir etmek için muâraza ve mücade­leye hazırlanmış bulunuyorum.

Apaçık olan hakkı görmeyip, bâtıla yardım etmen, cehaleti gü­ze! görmen, halkın merasiminden'.yüzçeviren, kalbin ıslahı ve nef­sinin tezkiyesi için Allah'ın kendisine yüklediği kulluk şerefine nâil olmak gayesinde bulunan; ilmin gerektirdiği tarzda, şekilcilik ten vazgeçip hakikî amele yönelen, boşuna sarfedilen ha­yatının zararlarından bir kısmını telâfi etmek isteyen kimselere haksız yere saldırman, konuşmayı boynuma borç yaptı. Senin ni­faktaki şirretliğin benim dilimi çözdü!

Buna rağmen, geçmişteki kusurlarımı affettirecek kadar sâlim bir eser yazıp yazamayacağımdan endişe duymaktayım.
Hz. Peygamberin haklarında şöyle buyurduğu kimselerin sapkınlığından uzaklaşmak için yazıyorum:

Kıyamette insanların azap yönünden en şiddetlisi o âlimdir ki, bildiği ilminden Allah onu faydalandırmamışlar.
Yemin ederim ki, inkâr ve gururda gösterdiğin inatçılık ancak hu işin zirvesini düşünmekten aciz, sonucun feci ve korkunç
oluşundan habersiz, tehlikenin büyüklüğünü idrâk etmemek, dünyanın her an akıp giderek yerine ahiretin geldiğini görmemek; ecelin her an yakında oluşunu, seferin çok uzun ve korkunç olduğunu, elindeki azığın ise çok az olduğunu, buna karşılık teh­like çeşitlerinin bir hayli kabarık olduğunu, yolun tıkalı olduğunu görmemekten ileri geliyor. Allah rızası için istenmeyen ilmin ve o ilimle yapılan amelin hakikî âlimler tarafından hoş karşılan­madığını; delil ve arkadaş olmadan; uzun ahiret yolunun çok yorucu olacağını bilmeyen cemaatları yakalayan bu hastalık, her kötülüğün geliş kaynağıdır. Kılavuzu olmayan insan, çok büyük zorluklarla karşılaşır!

Bu yolun kılavuzları ise, peygamberlerin varisleri olan ve ilmi ile amel eden âlimlerdir. Bu âlimler ise, yeryüzünde hemen he­men hiç kalmamıştır! Ancak ortalığı âlim kisvesine bürünmüş birçok insan kaplamıştır. Bunların çoğu da, şeytana mağlûp olup tuğyana, gaflete ve bâtıla dalmıştır.
Onların herbiri geçici dünya malını toplamakla meşguldür.

Onun içindir ki Allah'ın iyi dediğini kötü, kötü dediğini iyi görür­ler. Neredeyse din ilimleri ortadan kalkacak duruma gelmiştir. Yeryüzünden âdeta hidâyet alâmetleri silinmiştir. İçinde yaşadığımız şu dönemde halka sadece kadılarca bilinmesi gereken cidal ilmi verilmeye çalışılmaktadır.

Mücadele edenlerin hasımlarını susturmak ,için kullandıkları cedel ilmi veya halkın tesir altına alınması için va'z kürsülerinde vaizlerin kullandıkları kafiye ilimleri sadece ilim sayılmaktadır. Çünkü bu ilimlerden başkasıyla halkın malını haram yoldan almanın imkânı yoktur! Dünyalık kazandıran başka bir ilim mecut değildir.

Kur'an-ı Kerîm'de rüşd, hidâyet, nur, ziya, ilim, hikmet ve fıkıh diye ad­landırılan ve selef-i saîihînin ahiret yolunda kılavuz olarak kul­landıkları ilme gelince, o ilim günümüzde halkın arasından çeki­lip gitmiş, âdeta bir daha hatırlanmamak üzere zihinlerden si­linmiştir. Ahiret yolunda yürümeyi kolaylaştıran bu ilimlerin unutulması, dinde açılan en büyük yara ve uçurumdur. Onun için bu kitabı yazmayı bir zaruret olarak görmekteyim.

Elinizdeki bu kitabı, dinî ilimlerin ihyası, geçmiş imamların yolunun gösterilmesi, peygamberlerin ve onlara tâbi olanların fay­dalı buldukları ve fayda gördükleri ilimlerin mahiyetini izah et­mek için kaleme alıyorum.

Elinizdeki bu kitabı dört temel (rubVçeyrek) üzerine bina ettim:

I. İbâdât
II. Âdât
III. Mühlikât
IV. Münciyât


Kitabın başına İlim bölümünü koydum; zira ilim insan için en önemli meseledir. Allah Teâlâ'mn, Hz. Peygamberin (s.a) li­sanıyla herkesten istediği ilmi izah etmek için İlim bölümünü ki­tabın başına aldım!
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:
i0-1.jpg

İlim öğrenmek (kadın-erkek) her müglümana farzdır.2
İlim bölümünü kitabın başına almamın sebeplerinden biri de, insana fayda temin eden ilimle, zarar veren ilmi ayırdetmek iste-memdir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız.3


Devrimde yaşayanların doğruluktan ayrıldıklarını, hayalî şeylerin arkasından koştuklarını, hakikatın özüyle meşgul ol­mayıp, herşeyin kabuğu ile uğraştıklarım ispat etmek de, bu bö­lümü başa almamın nedenlerinden biridir.

İbâdât (İbâdetler) kısmı (1. cilt) on bölümden ibarettir

1. Kitab'ul-îlim
2. İnanç Esasları
3. Temizliğin Sırları
4. Namazın Sırları
5. Zekâtın Sırları
6. Orucun Sırları
7. Haccm Sırları
8. Kur'ân Okumanın Adabı
9. Zikirler ve Dualar
10. Virdlerin Tertibi


Âdât (Âdetler) kısmı (2. cilt) on bölümden ibarettir

1. Yemek Adabı
2. Nikâh Adabı
3. Çalışma Hükümleri
4. Helâller ve Haramlar
5. Sohbet ve Muaşeret Adabı
6. Uzlet
7. Yolculuk Adabı
8. Semâ Adabı
9. İyiliği Emretmek, Kötülükten Sakındırmak
10. Geçim Adabı ve Nübüvvet Ahlâkı


Mühlikat (Helâk Edici Hususlar) kısmı da (3. cilt) on bölümden ibarettir.

1. Kalbin Acaib Hâlleri
2. Nefsi Terbiye Etmenin Yolları
3. Mideye ve Cinsî Münasebete Düşkünlüğün Mahzurları
4. Dilin Âfetleri
5. Hased, Kin ve Gazabın Âfetleri
6. Dünyanın Kötülüğü
7. Mala Düşkünlüğün ye Cimriliğin Kötülüğü
8. Dünyevî Mertebelere Düşkünlüğün ve Riyakârlığın Kötülüğü
9. Kibir ve Ucb'un (Kendini Beğenmişliğin) Kötülüğü
10. Gururun Kötülüğü


Münciyât (Helakten Kurtarıcı Hususlar) kısmı da (4.cilt) on bö­lümden ibarettir.

1. Tevbe
2. Sabır ve Şükür
3. Korku ve Ümid
4. Fakr ve Zühd
5. Tevhid ve Tevekkül
6. Muhabbet, Şevk, Ünsiyet ve Rıza
7. Niyet, Sıdk ve İhlâs
8. Murakabe ve Muhasebe
9. Tefekkür
10. Ölümü Hatırlamak


İbâdetler bölümünde ilmi ile amel eden âlimlerin; muhtaç olduğu mânâ ve sırların hikmetlerini, sünnetin inceliklerini ve ib­âdetin gizli mânâlarını anlatacağım; zirâ, bu anlatacağım incelik­leri bilmeyen âlim, ahiret âlimi olamaz! Zikredeceğim hususların çoğu fıkıh ilminde ihmal edilen noktalardır.

Âdetler bölümünde halk arasında yürürlükte olan muamelele­rin sırlarını, derinliklerini, sünnetlerin inceliklerini, dindar bir insanın o muameleleri yaptığı zaman muhtaç olduğu gizli yolları açıklayacağız!

Mühlikât bölümünde Kur'ân'ı Kerîm'de; silinmesi, nefsin ve kalbin kendisinden temizlenmesi emredilen kötü hâlleri teker te­ker beyan edeceğiz! Bu bölümde, her kötü ahlâkı açıklayacak, bun­ların lıerbirinin ayrı ayrı tarifini yapıp, hakikî mahiyetlerini belir­teceğiz.

Kötü ahlâkları doğuran sebepleri, o sebeplerin de sebeplerini, âfetlerini ve onların çirkinliğini gösteren alâmetleri, bu kötü ahl­âklardan kurtulmanın yollarını, ayet-i celîle, hadîs-i şerif ve selef-i ââllhinden gelen rivayetlerle açık Hr şekilde ortaya koyacağız.

Münciyât bölümünde ise; güzel ahlâkı, kulu Allah'a yaklaştırcı sıddîkların, mukarriblerin rağbet edilen haslet ve sıfatlarından herbirini açık bir şekilde ortaya koyacağız!

Her hasletin tarifini ve hakikatini, elde etmek için gereken ve­sileleri, neticesini, bilinmesine yardımcı olan alâmetleri, geçerli olmasına vesile olan faziletini şer'î ve aklî delillerle açık bir şekilde ortaya koyacağız.
Daha önce bazı müellifler bu hususları beyan eden bazı kitap­lar yazmışlar ise de, elinizdeki bu kitap, kendinden önceki kitap­lardan beş hususta ayrılmaktadır:

1. Onların muğlak bıraktığı her meseleye açıklık kazandırır, kısa olarak aldığı her meseleyi ise çok geniş bir şekilde izaha kavuşturur.
2. Onların dağınık olarak ele aldığı meseleleri bir tasnife tâbi tutarak tedkik eder.
3. Onların uzattığı bazı kısımları ise kısaltır, zabt u rabt altına alır.
4. Tekrar tekrar ele aldıklarını atar, delili olmayan iddiaları de­lile bağlar.
5. Hiçbir kitapta halline imkân bulunmayan, zihinlere anlaşılması zor gelen meseleleri tedkik edip açığa kavuşturur, anlaşılır hâle sokar.


Gerçi her âlim aynı şeyleri yapmaya çalışmıştır, fakat her sâ-likin kendisine hoş gelen meseleyi ele alması ve arkadaşlarının o meseleden habersiz olması; veya o meselelerden habersiz değil de kitaplarına o meseleyi yazmayı unutması veya unutmamış olsa bile, o meseleden perdeyi kaldırmak için başka engeller bulun­ması, ihtimâl dahilinde olan keyfiyetler arasındadır.
Zâhir ve bâtın ilimlerinin tümünü birden ihâta eden elinizdeki kitabın özellikleri işte bunlardır.

Beni, bu kitabı dört ana bölüme ayırmaya zorlayan başlıca iki sebep vardır:
1. Böyle bir tertip âdeta zarurîdir; zira âhiret âlemine yarayan ilim, muamele ve mükâşefe diye iki kısma ayrılır.

Mükâşefe ilmi derken demek istediğim şey, sadece bilinmesi gereken şeylerin bilinmesini temin eden ilimdir.
Muamele ilmi derken anlatmak istediğim şey, bilinmesiyle bir­likte, amel edilmesi için de aranan ilimdir.

Bu kitapta kasdolunan mânâ sadece muamele ilmi'dir. Kitaplara yazılması yasak olan mükâşefe ilmi ise, her ne kadar ta­liplerin aradığı gaye, sıddîklarm hedefi ise de; bu kitapta an­latılacak olan, o olmadığı için zikredilmemiştir.
Muamele ilmi, Mükâşefe ilmine giden ilimdir; mükâşefe il­mine muamele ilminden geçilir. Peygamberler (â.s) halka ancak yol gösterdiler, irşad ettiler; mükâşefe ilmînden ise sadece remiz yoluyla bahsettiler. Teşbihlerle anlatmaya çalıştılar, daima kısa icmaller yaptılar. Onun için, onların yolundan giden âlimler de aynen onları taklid ederek bu ilim hakkında fazla teferruata dal­mazlar, hatta mümkünse hiç bahsetmezler. Arasıra temsil ve teşbih getirerek bahsetmeye ise ruhsat vardır. (

Muamele ilmi, zâhir ve bâtın olarak ikiye ayrılır:
a. Zâhir ilminden maksat, azalarımızın hareketlerini bildiren ilimdir. Azaların hareketleri de ya ibadettir veya âdettir.
b. Bâtın ilimden maksat ise, kalplerin nasıl olması gerektiğini bildiren ilimdir. Hislerin perdesi mesabesinde olan kalplere, mele­kût âleminden gelenler de ya güzel ya da çirkindir.

Bu nedenle ilmin bâtın ve zâhir olarak ikiye ayrılması bir za­rurettir. Azalarla ilgili ilim de yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ibâdât ve âdât olarak ikiye ayrılır.
Nefsin durumu, kalbin hâlleri ile ilgili ilimler de iyi ve kötü diye iki kısma ayrılır. Bunun tamamı birden dört bölüm olur ki, muamele ilmine çevrilen nazar bu dört bölümden başkasını gör­mez.

2. Bu kitabı bu tertip üzere meydana getirmemin ikinci sebebi ise şudur: Gördüm ki ilme talip olanların, Allah'tan korkmayan­ların iyice bildiği, böbürlenmeye vesile ettiği, birbirlerine duyduk­ları hasedden dolayı yaptıkları mücadelede yerlerini korumak ve itibarlarım devam ettirmek için hep fıkha rağbet etmektedirler. Bu ilim im dört bölümdür; İbâdât^ Muamelât.Münakehâi ve Ukubât.

'Sevgilinin kisvesine bürünen, onun rengiyle boyanan, onunla süslenen sevgilinin kendisidir' denilmiştir, Bu bakımdan ki­tabımın bir fıkıh kitabına benzemesinin büyük faydalar temin edeceğinden eminim; zira böylelikle kalpleri İslâm'a daha çok ısındıracağını ümit ediyorum. Nitekim bazı kimselerin kalbini tip ilmine ısındırmak isteyen bazı tabipler tabâbet üzerindeki bilgile­rini yıldız takvimine çevirmişler ve cetvellere ve rakamlara bölerek adını 'Sıhhat Takvimi' koymuşlardır. Halkın takvimleri okumak suretiyle tabâbet ilmini anlatan kitaplara yönelmeleri için bu kül­fete katlanmışlardır.

Beden sağlığına faydası dokunan tip ilmine böyle ince bir hile ile kalpleri çekmekten daha yararlı olanı, kalpleri ebedî hayatta faydalı olan ilme çekmektir. Ebedî hayatta faydalı olan ilmin seme­resi; kalpleri ve ruhları tedavi edip sağlamlaştırmak ve bu sayede ebedî hayata kavuşturmaktır.

Zarurî olarak çok yakında ölüme mahkûm olan bedenlerin tedavisinde kullanılan tip ilmi nerede, ebedî hayatı düzenleyen dinî ilimler nerede?

Ortağı bulunmayan Allah Teâlâ'dan bizleri doğruya ulaştırmasını dileriz. Hiç kuşkusuz O, kulunun isteğini daha is­temeden bilir. O kerîm ve cömert olandır!

1) Taberânî, Mu'cenı'us-Sağir; Beyhakî, Şuah'ul-Iman, (Ebû Hüreyre'den)
2) İbn Mâce, (Câbir den)
3) ibn Mâce, (Enes'den). imam Ahmed, Beyhakî ve bazı muhaddisler bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir.



 
Üst