Açıklamalı - 8. SÖZ - İnsanda Dinin Mahiyeti

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkibetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain,alê rasulüne salevât

Sekizinci Söz’de inanan ve inanmayan insanın dünyadaki kazançları
ve kayıpları anlatılıyor.
"Fenalığı kendinden iyiliği Allah’tan bil" olan ayetin tefsiri yapılıyor.


SEKİZİNCİ SÖZ

sozler_45_2.gif

Allah katında din ancak İslâmdır. (Âl-i İmran Suresi: 19)

sozler_45_1.gif

Allah’tan başka ilâh yoktur. O, Hayy ve Kayyumdur. (Bakara Suresi: 255)

Şu Dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini;
ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması;
ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu;
ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran
Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah
olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:

Üstad anlatıma geçmeden kurduğu cümlede bile
aslında bize bir sürü hakikati anlatıyor.
Nitelemeleri ve tespitleri kendi yorumlarından kendi aklından olmadığı,
Kur'an dan süzüldüğü için halimizi tasvir etmede tam yerine oturuyor.

Her cümle üzerine cümle içindeki her niteleme üzerine düşünsek,
Bizi ve insanı ve insanlığı ne kadar güzel anlattığını görebiliyoruz.

Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar.
Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler.
Ondan sordular: “Hangi yol iyidir?” O dahi onlara dedi ki:

“Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır.
Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır.

Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır.
Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır.
Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir.”

Evet irade o iki kardeşte.
Kim nerden isterse gitmekte özgür.
Bu dünyada da öyle değil mi?
İsteyen istediğini yapıyor.
Ta ki sınav zamanı bitene kadar.

Okula başlayan öğrenci istediğini yapmakta özgürdür.
İster dersleri takib eder çalışır, ister haytalık eder.
Kimse de ona karışmaz.

Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola
Tevekkeltü Alâllah” deyip gitti
ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti.

Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş,
sırf serbestlik için sol yolu tercih etti.
Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:

Burda yine tespitler var işaretler var nazarların çevrildiği noktalar var.
Kişiliklerin anlatımı ve başlarına gelen haller…
Evet Üstadın hikayecikleri de hikaye değil birer hakikat…

Şimdi sol yolun yolcusunun başına gelenleri izleyelim.

İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi.
Birden müthiş bir sada işitti.
Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor.
O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi.
Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı.


Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var.
İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar.
Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor.
Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir.
Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş.
Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir.


Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar.
Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır.
Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar,
başında yemişleri var.

İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu adi bir iş değildir.
Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip esrar var.
Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi.

Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryad ü figan ettikleri halde,
nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecâhül edip,
ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak,
bir bahçede bulunuyor gibi, o ağacın meyvelerini yemeye başladı.
Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.

Şimdi bu insanın haline bakalım.
Başına gelmeyen kalmadı.
Arkasından bir arslan kovalarken dipsiz kuyu gördü.
Korkusundan içine atladı.
Düşerken bir dala tutundu. Aşağıda koca bir ejderha
Dalı da kemiren iki fare…

Bu halde ruhu ve kalbi sıkıntılara gark olmuş
Ama nefs-i emmaresi sanki birşey yokmuş gibi onu uyutuyor.
Ve tutup ağacın dallarındaki envai çeşit meyveyi yiyerek kendini oyalıyor.

Hayat şartları, insanın acziyeti, fakirliği, ölüm, kabir, hesap
Bütün bunlar varken televizyon karşısında o dizi senin bu dizi benim
Aman acaba hayatın anlamını dizilerde bulabilir miyim?
Yok o mağaza senin bu mağaza benim
O reklam öyle bu haber böyle diye
Kendisini oyalayan insana ne kadar benziyor hali değil mi???

Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş:
Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.
İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla,
gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti
ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek
Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor.

Zahiri yüzü bir sürü olumsuzluk içinde.
Bir sürü dert bir sürü stres…
Ve bu kişi bakışını düzeltemediği,
Olayların arka planını göremediği,
Hikmeti kavrayamadığı ve kavramaya da çalışmadığı için
bütün bu olumsuzları gerçek gibi algılayıp,
Onlardan kaçıp, malayani işler peşinde anını kurtarmaya çalışıyor.

Ne ölüyor ki kurtulsun ne de yaşaması bir anlam ifade ediyor.
Çünkü görünüşte iyi ama içerde kalbinde ruhunda ne fırtınalar var.

Azab içinde ve buna sebeb bu azaba ızdıraba sebep
Kendi görüşünün kısıtlı olması fehminin dar olması…
Olayları böyle algıladığı için böyle muamele görüyor ve görmeye de devam edecek.

"Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim"
Bu hadis-i kutsi hem bu dünyamıza hem ahiretimize bakıyor.

Biz de şu meş’umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız.
İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor.
Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür,
güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder.

Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor.
Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür.
Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.
İşte, bir bahçeye rast geldi.
İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var;
hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor.
Kardeşi dahi böyle birisine girmişti
Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış,
hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti.

Bu zât ise, “Herşeyin iyisine bak” kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı.
İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.


Hep deriz bardağın dolu tarafını görmek lazım.
Olayların güzel tarafından bakmak lazım.
Ama insan iş başa düşünce, bir sıkıntıyla karşılaşınca,
o telaşı içinde güzel taraf ne taraftı nereden bakacaktım diye afallayabiliyor.

Bunun için de öncesinde nasıl bir halde olmamız gerektiğini ifade etti Üstad.
Bu kardeşin özelliklerine bakarsak;
Akıllı, güzel ahlâklı, güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalarla
Kendi kendine ünsiyet eder.

Daha başımıza kötü bir olay gelmeden,
Kendimizi güzel görmeye güzel düşünmeye alıştırırsak
Gerisi İnayet-i İlahi ile geliyor demek…

Akılın bir anlamı da olaylar arasında bağlantı kurabilme yeteneği
Akıllı olmak öğrenilebilecek ve geliştirilebilecek bir özellik yani.
Ahlak sahibi olmak ha keza yine bunu da yapabiliriz.
Zaten bizim yapamayacağımız yapma istidamız olmayan bir şeyi
Rabbimiz bize yüklemiyor ve onunla muamele etmiyor.

Yani insan burada tutup diyemez aklı vermedin ki akıllı olayım.
Ya da ahlak vermedin ki ahlaklı olayım.
Bunlar bizim üzerimize vazife olan ve yapma istidamız yeteneğimiz olan şeyler.
Rabbimiz hakkıyla yerine getirenlerden eylesin…


Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi
Birden, hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı.
Çünkü, hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle, “Şu sahrânın bir hâkimi var.
Ve bu arslan o hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var”
diye düşünüp tesellî buldu.
Fakat yine kaçtı.

Evet her musibet bir vazife üzere hayatımıza giriyor başımıza geliyor.
Muhakkak ki alemlerin Rabbi ve Hakimi olan Allah tarafından ol emri verilerek oluyorlar.
O zaman bunlarda bir sürü hikmet bir sürü güzellik gizlidir.
Ama bakın kardeş bunu düşünüp rahatlasa da kaçıyor.
Tamam onun emrinde oh ben yatayım demiyor.
Bunun çok hikmetinden bir hikmeti bizim fiili duamıza işarettir.

Bir arkadaşım vardı.
Bir gün hastalık Allah’tan o zaman çaresini de O verecek.
O zaman ilaca ne lüzum var diye bir soru sordu .
Şifayı veren ilaç değildir Allah’ın şafi isminin tecellisi ile şifa gelir.
Ama onun gelmesi ilaç ile sebeplendirilmiş.
İnsana düşen o sebebi ortaya koymak, fiili dua da bulunmak.
Ve karşılığının gelmesini Allah’tan istemek.

Allah kurallar koymuş
Ve o kurallar çerçevesinde işletiyor kainatı
Biz de o kurallara riayet ettiğimiz müddetçe şifa buluyoruz..
Hem maddi hem manevi hastalıklarımıza…

Subhâneke lâ ilmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin el fatiha me as salavat


21.30’da sohbet kanalında işlenen derstir.
Muhabbet-i Bakiye
 
Üst