Bedduanın da böylesi...(Nasreddin Hoca ile ilgili kıssalar)

İlim-irfan

Well-known member
Neredeyse her akşam ülkede olup bitenleri izlemek için televizyonun karşısına geçtiğimizde, çok geçmeden ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Ülke, menfiliğin deveran alanı. Karamsar, kaos dolu bir manzara. Haber kanalları akla karayı karıştırıp her şeyi olumsuzlaştırmak için adeta bir yarışa girmişler. Kanallar haberi vermekle yetinmiyorlar, olumsuzlaştırmak için olağanüstü bir gayret gösteriyorlar. Tamam, ülkede işlerin yolunda gittiğini söylemiyoruz, lâkin bu kadarına da pes doğrusu. Televizyon kanallarını seyrederken nedense aklıma ilgisiz gibi görünse de Nasreddin Hoca'nın şu fıkrası geliyor:

Bir gün Nasreddin Hoca minarede ezan okumaya başlar. Tam "Allahü ekber" diyeceği sırada, sarığına yukarıdan bir şeyler düşer. Başını kaldırınca bir de ne görsün! Minarenin alemine bir kuş tutunmuş, şaşkın gözlerle aşağıya bakıyor. Bunun üzerine Hoca dayanamaz ve hayvana şöyle seslenir:
Bre mübarek hayvan! Hıristiyansan minarede işin ne? Yok, Hıristiyan değil de Müslüman'san, sarığıma neye yestehliyorsun?

Bizim haber kanalları da o misullu. Sanki başka bir dünyadan haber veriyorlar. Ülke gerçeklerini ajite etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Aslında haber kanallarının çoğunun derdi başka. Ismarlama bir haber ve yorum. Malum medya. Hani Nabi Avcı Hoca "enformatik cehalet" diyor ya o neviden. Bir gün gerçeği anlayacaklar ama ne zaman? Anladıkları zamanda her hâlde bize, Kemal Tahir'in anlattığı şu köylünün hikâyesi gibi hikâye anlatırlar:

Köylünün biri, şehre satmak için odun götürmüş. Satıp köye dönerken onarsın diye eşeğin eskiyen semerini de semerciye bırakmış. Şehirden aldıklarını da bir heybeye doldurup yola düzülmüş. Çıplak eşek üstünde sallana sallan giderken bir yandan da yaptığı masrafların hesabını tek tek aklından geçiriyormuş. Manifaturacıya şu kadar, çerçiye şu kadar, şehir ekmeğine şu kadar, diye
nokta.gif
. Kalan paraya bakıyor, hesaplıyor fakat bir türlü hesap tutmuyormuş
nokta.gif
. Bu sırada yol dereden geçiyormuş, yorgun eşek boynunu eğip su içmeye kalkışınca, dalgın köylü eşeğin çıplak boynundan kayıp cumburlop suyun içine düşmüş. Düşmesiyle kalkması bir olmuş. Sağ elinin şahadet parmağını sallayarak:

Bana bak eşek demiş, görüyorsun ben düştüm, kurtuldum. Ama bu huy, sana huy değil!
nokta.gif
.

Hani derler ya anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az
nokta.gif
. İşte o misullu
nokta.gif
.

İç karartan yorumlardan uzak, okuyunca insanı bir nebze olsun rahatlatacak bir yazı yazmaya niyetlenince söz yine Nasreddin Hoca'ya düşüyor:

Bir gün Hocaya sormuşlar:
- İnsanlar ne vakte kadar doğup ölürler?
Hoca hiç düşünmeden cevap vermiş:
- Cennet ile Cehennem doluncaya kadar!
nokta.gif
.


Tabii Nasreddin Hoca'dan bahis açılınca onun Hocaların piri olduğunu söylemeye gerek yok. Hazır cevap, zeki, takva ehli aynı zamanda da biraz muzip
nokta.gif
. Hocaların pîri olmak öyle kolay bir şey değil!


Bir gün Papazlar toplanıp büyük bir gurur ve kibirle Hoca'nın evinin kapısını çalmışlar. Kapıyı açıp onları buyur eden Hoca'nın karşısında kendilerinden emin bir şekilde çok önemli bir sorularının olduğunu söylemişler. Aslında niyetleri Hocayı mat etmek, onu tuzağa düşürmekmiş. Hoca:
- Sorunuzu sorun bakalım, Allah Kerim'dir,
demiş. Papazlar kendilerinden gayet emin bir şekilde:
- Sizin Peygamberiniz Mirac için gökyüzüne nasıl çıktı?
demişler. Bir yandan da için için Hocayı sıkıştırdık, nasıl olsa bu sorunun cevabını veremez, Hocayı mat ederiz, diye düşünüyorlarmış. Hoca bu, allame. Hemen cevabı yapıştırmış:
- Bizim Peygamberimiz miraca sizin Peygamberiniz Hz. İsa için kurulan yoldan çıktı! cevabını vermiş. Tabi papazlar alı al moru mor bir şekilde Hoca'nı evinin kapısını zor bulmuşlar.

Nasreddin Hoca büyük bir mütefekkir, büyük bir düşünürdür. Onun bu yönü her cihette dikkate alınmalıdır. Halk dilinde Hoca'nın nüktedanlığı, hikâyelerine gülünmesi çoğunlukla aldığı bedduaya bağlanır. Konu ile çok farklı rivayetler vardır. En ilginçlerinden biri şöyledir:

Bir rivayete göre Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimî ile Nasreddin Hoca arkadaşlık etmekte imişler. Bu üç kişi manevi eğitim almak, ruh ve düşünce dünyalarını zenginleştirmek için bir Şeyhin öğrencisi olmuşlar. Şeyhin bir koyunu varmış. Şeyh Efendi keser, pişirir ve afiyetle hep birlikte yerlermiş. Şeyh tekrar hayvan kemiklerini toplar, yan yana getirir ve Allah'dan niyazda bulunur bulunmaz Allah'ın hikmeti gereği koyun dirilirmiş.

Bir gün Hallac-ı Mansur ile Nesimî, Şeyhin bulunmadığı bir sırada koyunu kesmeye karar vermişler. Biz de şeyhimiz gibi dua ederiz, canlanır, demişler. Mansur hayvanı kesip çengele asmış. Nesimî'de derisini yüzmüş. Nasreddin Hoca ise bu işlere hiç karışmamış, fakat arkadaşlarının hareketlerine gülmüş.
Koyunu pişirip güzelce yemişler, akabinde de şeyhlerinin yaptığı gibi kemikleri bir araya toplayıp, dört başı mamur bir dua da bulunmuşlar. Fakat gelin görün ki, hayvan bir türlü dirilmemiş. Bu sırada Şeyh gelmiş, işi anlamış, fena halde canı sıkılmış. Hayvanı kim kesti, diye sormuş. Mansur ben kestim, astım deyince, dilerim Allah'dan sen de asılasın diye bedduada bulunmuş. Ve tekrar sormuş, kim yüzdü, demiş. Nesîmî, ben yüzdüm deyince Şeyh, sende yüzüleceksin, demiş! Sıra Hoca'ya gelmiş. Rahmetullahi Aleyh ben bir şey yapmadım, sadece bunlara güldüm deyince Şeyh, öyle ise sana da insanlar kıyamete kadar gülsünler duasını etmiş. Tabii keşke etmeseymiş. Hallac-ı Mansur asılmış, Nesimî de öldürülüp derisi yüzülmüş. Hoca'ya gelince, fıkraları anlatılıp anlatılıp hep gülünmüş, hâlâ da gülünmektedir.
Yine de siz siz olun hocaların bedduasını almaktan kaçının
nokta.gif
.



Fahri Güven - Milli Gazete
20/12/2009
 
Üst