onların namazları....

medine gülü

Well-known member
Hz. Ali (r.a) şöyle anlatır: “ Bedir harbinde Rasulullah’ın bir ağaç altında ağlayarak namaz kıldığını gördüm. Hatta öylece sabahladı.. “ (Fezail-i A’mal, 299 )

Bu ağlayış halinin yanında Alemlerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ‘in göğsünden namaz esnasında zaman zaman da tencere kaynarken çıkan ses gibi birtakım sesler işitilirdi.

Hz. Aişe validemiz buyururlar : “ Rasulullah (s.a.v) namaza durduğunda zaman zaman yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi.” (Ebu Dabud, Salat, 157, Nesai, Sehv, 18 )

Hz. Aişe validemiz, Rasulullah (s.a.v)’in namaz kılışıyla alakalı olarak ayrıca şunları söyler : “ Rasulullah bizimle konuşur, biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince sanki bizi tanımıyor gibi bir hale gelir, bütün varlığıyla ALLAH’a yönelirdi..” ( Fezail-i A’mal, 303 )

Hz. ömer (r.a) ‘ i Mecusi mızrakla yaralamıştı. Devamlı bir suretle kan kaybediyordu. Bir müddet sonra kendinden geçti ve bayıldı. Bu bir ölüm baygınlığı idi. Fakat namaz vakitleri girdiğinde kulağına eğilip :
“ Namaz Ya ömer, namaz..!” dediklerinde Hz. ömer hayret verici bir irade ile ayılıyor ve o haliyle namazını eda ediyordu. “Namazı olmayanın İSLAM’da yeri yoktu..!!” ifadesini tekrarlıyor ve sonra tekrardan kendinden geçiyordu.

Hz. Ali (r.a ), namaza durduğunda beti benzi sararır, kendi vücudu dahil her şeyden sıyrılırdı. Bir muharebede mübarek ayağına batan oku, kendi arzusu üzerine namaz esnasında çıkardıklarında bunun farkında dahi olmamıştı.

O’na : “Ey mü’minlerin emiri! Namaz vakti gelince niçin yüzünüzün rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular.

Buyurdu ki: “Yerin ve göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti eda etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım , bilemiyorum.”

Hz.Hasan (r.a) ‘ın abdest esnasında rengi farklılaşırdı. Bunu gören bir kimse: “ Ya Hasan! Abdest alırken niçin böyle sararıp soluyorsun?” diye sordu.

O da şöyle cevap verdi: “ Yegane kudret sahibi, Aziz ve Celil olan ALLAH’ın huzuruna çıkma vakti gelmiştir.”

Hz. Hasan (r.a) mescide girerkende şöyle dua ederdi :” Ey Rabbim..! Kulun kapındadır. Ey lutuf sahibi ALLAH’ım! Günahkar kulun sana gelmiştir. Sen Salih kullarına, kötü kimselerin kötülüklerini afvetmeyi emrettin. çünkü sen afv ve kerem sahibisin. Ey ALLAH’ım! Benim yaptığım kötülükleri de o afv ve kereminla bağışlayıp bana merhamet eyle..!”

Zeynelabidin Hazretleri de, abdest için kalktığında sararıp solar, namaza başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara: “ Kimin huzuruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verdi.

Bir defasında o namaz kılarken evinde yangın çıkmıştı. Fakat onun bundan haberi olmadı. Selam verince durumu kendisine haber verdiler ve :” Evin yandığı halde sana bunu farkettirmeyen şey nedir?” diye sordular.

Zeynelabidin Hazretleri :” insanları bekleyen ahiret yangını, bana dünyadaki bu küçük yangını hissettirmedi.” Dedi.

Amir bin Abdullah, namaza durduğunda dış dünya ile bütün alakası kesilir ve masiva ile alakalı hiçbir şey onun namazdaki huşusunu bozamazdı. Ve : “ Namazda başkalarının söz ve hareketlerinin farkına varmaktansa , vücuduma ok saplanmasını tercih ederim.” Derdi..



şimdi de kendi namazlarımıza bakalım..
İnsan olarak, bizim bu dünyadaki öncelikli görevlerimiz nelerdir?

Ve en önemlisi, hangi özellik ve alışkanlıklarla kendimizi sıradan ve basit yaratık olmaktan kurtarabiliriz?
Sıradan ve basit yaratık olmak…
Daha da kötüsü, çevresini rahatsız eden, üzen bir dert küpü olmak…
Sayısız arzu ve isteklerle dolu bir iç dünyanız olacak… İmkanınız az, gücünüz sınırlı bulunacak… Ve siz üzüntüsüz yaşamayı başarabileceksiniz…
Bu mümkün mü?
Bir denenme ve sınanma dünyasındayız.
Elbette bir yığın dert var önümüzde. Bütün bunlara rağmen, hayatı yaşanabilir kılmak ve daha da öteleri kazanabilmek için kullanmak mecburiyetindeyiz.
Üzüntüyü azaltabilmek için, sadece bakış açımızı değiştirmek bile yeterlidir. Olayları, insanları, yorumlama biçimimiz hayatımızın tadını tuzunu ya sağlayacak, ya da kaçıracaktır…
Bakış açısına göre insan, acıdan bile tat alabilir… Tatlıdan dahi haz duymayabilir.
Üzüntülere pabuç bırakmamak için elbette birçok etkili tedbir vardır. Önce bunları bilmeli, sonra da hemen uygulamaya koymalıdır.
Aynı şartlarda yaşayan birçok insan, üzüntü düzeyi bakımından çok değişik durumda bulunuyor. Biri hayatı çekilmez bulurken, diğeri, fevkalade mutlu olduğunu söyleyebiliyor.
İyimser insanlar “ güzel görür, güzel düşünür”, dolayısıyla da “hayatlarından lezzet alırlar”.
Her zaman tatlıya ulaşamayabiliriz. Öyleyse, acılardan tat almayı da bilmeliyiz. Bazı insanlar nasıl damak zevki için, çok acılı yemekler, hatta çiğköfteler yiyorlarsa, ruhumuzun acılarından da değişik lezzetler çıkarmayı bilmeli değil miyiz?
Karanlığın da hayatımızdaki yerini kabul etmeliyiz. Çünkü, her şey zıddıyla bilinir. Karanlık olmasaydı aydınlığın kıymetini hakkıyla anlayamazdık.
Acılarla da tatlıların değeri ortaya çıkar.
Çirkin güzelliğin idrakini sağlar.
Ağlamak olmasaydı, gülmek, güzelliğinden çok şey yitirirdi.
Hayat, karanlıkla aydınlığın, acıyla tatlının, gözyaşıyla tebessümün, mutsuzluklarla mutluluğun bütünüdür.

Önemli olan, seçme hakkımızı daima iyi kullanmak, güzeli, doğruyu, faydalıyı yaşatmaktır.
Mümkün olanın en iyisini, en güzelini, en doğrusunu yapma azmi, içimizde sürekli canlı kalmalıdır.
Hedeflerimize tamamen ulaşamasak bile, gönlümüzde üzüntü yerine, vazifesini yapmış olmanın huzuru doğacaktır.
Vehbi VAKKASOĞLU
 

nurhadimi

üye Sorumlusu
Böyle Namazlar Bizlere De Nasip Olur Inşaallah Allah Razi Olsun çok Güzeldi Miracimizi Hakkiyla Yerine Getirebilme Duasiyla
 

vatan1

Yeni Üye
S.A Medine gülü harika bişey ellerin dert görmesin ama ben seni tanıuyorım rumeysa arwen sende beni tanıdın mıııı
 
Üst