23. Söz 3. Nokta..(İman Ve Tevekkül)

ebrar172

Well-known member
“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktizâ eder” der Bediüzzaman Hazretleri.
Bu ifadesiyle;
hasretini çektiğimizin adını koymuş ve hayalini kurduğumuz,
vasıl olmak için perişan olduğumuz
o mutluluklar ülkesinin adresini göstermiştir bize.

Saadet-i Dareyn;iki dünya saadeti.
Dünyada başlayıp ahirette devam eden
ve mutluluğun bitmediği âsûde bahar..
Sadet-i dareyndir kalplerimizin, ruhlarımızın maksudu.
Lâkin, elbette bedelsiz ve usulsüz kavuşulamaz hiçbir güzele.
Sadet-i dareynin adresinde iman ilk basamaktır..

İman eden;
“Bir köy muhtarsız olmaz.
Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz.
Bir harf kâtipsiz olamaz.
Öyleyse nihâyet derecede muntazam olan şu memleket de hâkimsiz olamaz”der.
Ve devam eder,
“Allah vardır.Yer, gök ve içinde ne varsa O’nundur.
Ben de O’nunum”
Bu ifadelerle artık, kul ile Rabbi arasında bir bağlılık oluşmuştur.
Allah ile insan arasındaki irtibat demek olan imandan sonra
adresin ikinci basamağı tevhidtir.
“LailaheillAllah”.
Kainatta hiç bir zerre yoktur ki bu cümleyi söylemesin.

Tevhid’e dair akla gelen ilk şey,
tevhid’in öncelikle inkâr oluşu.
Yani O’dan başka olan sahte ilâhları inkar…
“La ilahe..” ilah yoktur.
“..İllAllah” O’dan başka.
İşte bu cümle sebeplerin sukutudur. Ve bu cümle amennâ
dedikten sonra, sebeplere ilahlık makamını verecek şekilde
bir fâil nazarıyla bakılamayacağının ifadesidir.

Tevhid; kuvvetli bir iman akabinde,
sebepler perdesinin şeffaflaşması
ve Allah’ın isim ve sıfatlarıyla buluşmaktır.

Kâinatta elbette her şey sebeplerle ortaya çıkar.
Allah’ın kâinattaki kanunudur bu.
Hayat için rızk gerekir. Neslin devamı için dişi-erkek.
Çiçeklerin açması için bahar gelir.
Hastalıklar için virüsler,
felaket ve musibet için kazalar, depremler ve afetler gelir.
Mazlumların zulme uğramasına zalimler sebeptir.
İşte bu sebeplere hikmetle bakmayı bilmek
ve hâdiseler satırlarında ilahî mesajları okuyabilmektir tevhid.

Yani, yaşamımızda karşımıza çıkan maddî-manevî her şeyde
Allah’ı görebilmek ve sebeplere takılmayıp her şeyde Allah’ı müşâhede edebilmektir.
Manevi durumumuzu ortaya koyması için gelen bu bela ve musibetlerin her biri bir sebeple gönderilir adresimize.
Gönderen ise Allah’tır!

Sebeplere takılmak değil midir
yaşamımızı buhrana çeviren ve bizi perişan eden!?
Hikmetsiz,basiretsiz bakış ve yorumlarla
bu sebeplerin her biri bir çıkmaz sokağa döner.
Öyle miydi, böyle miydi derken başımız döner
bir türlü çıkamayız işin içinden.
Falancaya kızarken filancaya söylenirken perişan olur, hasta oluruz.
Ve böylece her birimizin hayatı dahi bir çıkmaz sokağa dönerken
intikamlarla, intiharlarla bunalım çağı oluvermiştir işte şu asrımız..

Oysa tevhidin mânâsını idrak eden
hastalığın mânâsını da bilir, musibetin manasını da.
Ve der;
“Kâinatta maksatsız hiç birşey yoktur,
çirkin ve abes olanı yaratmamışsa Allah,
adresime gönderdiği musibetide maksatsız değildir.
Çirkin hiç değildir.”

Gıdası verilmeyen,
hücreleri yenilenmeyen her azanın hasta olması gibi
yaratılanda yaratanı göremeyen her bir ruh da, hastadır.
Asrımızda kanser günden güne hızla yayılıyor.
Herkes telaşa düşmüş “ya bende de varsa!”diye.
Oysa bu kadar telaş niye,
zaten ölmek için gelmedik mi dünya misafirhanesine!?
Telaş edilmesi gereken hakiki hastalığa gelince;
sebeplere ilahlık derecesinde kıymet vermekle kanser olmuş ruhlarımız!

Tevhid ehli
sebeplere ne tapacak ve hayranlık duyacak kadar kıymet verir
ne de kin ve nefret edecek kadar ciddiye alır.
Sebepler tevhid ehli için;
Allah’ın isimlerini okutturan aynalar hükmündedir.

Baharda, çiçekte Cemîl ve Latîf isimlerini lezzetle okurken,
fırtınalı denizlerde ve çakan şimşeklerde,
fırtınalı denizlerde ve çakan şimşeklerde
Sağlık-sıhhatte rahmeti,
hastalıkta,musibette terbiye edicilik ma’nasındaki Rab ismini okuyabilmek
imanı kamil olanların tevhid basamağındaki başarısına işarettir.
Evet iman eden, yaratılan her şeyde mutlaka O’nu görür.

Ve saadet-i dareynin üçüncü basamağı;
teslim olmak.
Kendini Allah’a bırakmak, O’na boyun eğmek.

Teslimiyet;
kaderin tecellisi demek olan kazaya rızadır.
Ve Allah’ın kaderden bize ayırdığını
-bu bir bela ve musibet bile olsa-
gönül rızasıyla kabul edebilmektir.

Âlimler, teslimiyet için
“belâ geldiğinde içte ve dışta değişme olmaksızın sabit olmaktır” demişler.
İnsan dil ile “ne yapalım Allah’tan bu da!” der.
Der demesine fakat, esefle, yeis ile çıkar bu cümleler ağızdan!
Bu teslimiyet değildir. Diliyle söylediği bu güzel cümleyi
kalbiyle gösterdiği hoşnutsuzluk ile yalanlar insan.
Farkında olarak ya da farkında olmadan.

Ey insanoğlu!
Ağla sızla feryat et, istersen vur başını duvardan duvara.
Mukadder programı değiştirmeye muktedir olamazsın!

Âcizliğini unutan insan,
kulluğunu hatırlatmak için kaderin kendisine sunduğu şerbeti
acı da olsa yüzünü buruşturmadan yudumlamalıdır.
semavat ve arzın dışına çıkmaya güç yetiremeyen insana,
acaba rızadan başka ne yakışır?!

“Onların Rableri katındaki mükafatı,
altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir.
Orada ebedi olarak devamlı kalıcıdırlar.
Allah onlarda razı olmuştur ve (onlar da) O’ndan razı olmuşlardır.
İşte bu (karşılık),Rabbisinden korkan kimseler içindir.” (Beyyine, 98/8)


Ve Tevekkül;
âsûde bahar ülkesinin adresindeki son basamak.
Yani işini Allah’a ısmarlamak.
O’na sığınmaktır tevekkül.
Gerekeni yapmak demek olan, sebeplere teşebbüsten sonra
ağırlıklarını O’nun kudret eline bırakmak.

Abdülkadir Geylani Hazretleri (ks);
“Tevekkül eden kimse, Rabbin va’di ile sukûnet bulur.” demiştir.


İnsanoğlu kaderine rıza göstermeyip tevekküle yanaşmadığı sürece
ıstıraplardan, evhamlardan,
sabırsızlıklardan asla ve asla kurtulamayacaktır.
Ve böylece insan olma asaletine yakışmayan bir hal ile,
yani yaratana değil, yaratılmış olana tenezzül edecektir.
Her sıkıntı karşısında çaresizlik sancıları çekecek, ,
kainata da zavallı bir dilenci olacaktır.

Hz. Ömer (ra) şöyle buyurmuştur:
“İster hoşuma gid
l üzere sabahlarsam sabahlayayım benim için fark etmez.
Çünkü ben, hayrın hoşuma gidende mi,
yoksa gitmeyende mi olduğunu bilmiyorum.” (İbn-i Kesîr)

Beşeri bütün matlûbuna vâsıl eden kelimedir tevhid..

Hastayken hastalığı, sağlıklı iken sağlığı,
musibetzede iken musibeti, yalnızken yalnızlığı,
gençken gençliği,ihtiyarken ihtiyarlığı sevmeyi becerebiliyorsak
ve falan bize hakaret ettiğinde filan da bahçemize çöp döktüğünde
kızmamayı başarabiliyorsak,
işte hasretini çektiğimiz âsûde bahar ülkesi burada, içimizde
hem de her yanımızdadır. Hatta o kadar ki
gittiğimiz her kışı bahara döndürecek kadar yanımızdadır bu bahar.
Saadet-i dareyndir bu.


Lâkin nefsin gözü gaflet ile
sebeplerden açılan maneviyat alemine kapanırsa,
her şeyi kapkara görür.
Ve kör olan elbette güneşin gösterdiği güzelliklerden habersizdir.


Mutlu musunuz yoksa mutsuz mu?
Kaderin adresine postaladığı hadiselere
memnuniyetsizlikler,vehimler ve esefler ile bakarak
zindan yapıyorsanız yaşamınızı,
başa dönmelisiniz. Yani adresin başına.
İman!
Çünkü Bediüzzaman Hazretleri
“iman, saadet darını netice verir” demiyor,
“Sadet-i dareyn’i netice verir” diyor.
Yani, iman;
sadece âhiret mutluluğu olan cenneti netice vermez.
Hem dünya hem ahiret mutluluğunu netice verir.


Evet Allah’a inanıyorsanız bu dünyada da mutlu olursunuz,
olmalısınız...!!
Çünkü dünyada kadere rıza ile elde edilen manevi huzur
ahiretteki cennet saadetinin habercisidir.
Kadere rızasızlık ile gelen dünyadaki mutsuzluklar ise
ahiretteki cehennem azabının alametidir.

Mutlu musunuz, halinizden memnun musunuz?
Öyleyse problem yok. Çünkü siz tevekkül ehlisiniz.
Elinizden geleni yapıyor
sonra gelen neticeye rıza gösteriyorsunuz.
Demek ki;
yerlerin ve göklerin ilâhına teslimsiniz.
Öyleyse her şeyde O’nu görüyorsunuz, O’nu okuyorsunuz ki
falancaya filancaya kızmakla kendinizi, hayatınızı
ve başkalarının hayatını zindan etmiyorsunuz.
Ve gittiğiniz her yere mutluluk taşıyorsunuz.
Huzursuzluk karanlıklarını iman nuruyla ortadan kaldırıyorsunuz.
Öyleyse siz imanı kâmil olanlardansınız.
Evet Sırat-ı müstakim üzere olanların dünyası da cennettir,ahireti de.


İman, tevhid, teslim ve tevekkül yağmurlarıyla
baharlar gelsin kalplerimize,
ebedi mutluluk çiçekleri açsın.
Bırakalım ıztırapları, yeis ve elemleri..
iman nimetinden mahrum ya da nasibi az olanlara..
Ve huzuru bulalım, yaşatalım doya doya.
Ve huzuru bulalım, yaşatalım doya doya.
kıymetlisini kaybettiğinde hüsrana uğramaz..
Çünkü iman eden bilir:
Madem O var her şey var!


Velhasıl:
âmenna diyorsa dillerimiz ,
her şeyde O’nu görmeli gözlerimiz.
O’nu okuyunca gözlerimiz,
teslimiyete bürünecektir kalplerimiz.
Teslimiyetimiz varsa O’na,
dünya yükümüz hafiftir artık.
Ve tevekkül varsa O mutlaka bizimledir.
Yerlerin ve göklerin ilahı olan Allah’ın (c.c) yanında olduğu kişi ise
dünyadan ebede kadar âsûde bahar ülkesindedir.


*******************

Sohbetimizi yedinci sözün sonunda ki dua ile bitirelim inşaAllah...

Allah'ım, kalplerimizi İmân ve Kur'ân nuruyla nurlandır.
Allah'ım, bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir;
Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme.
Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor,
Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz.
Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl.
Bizi nefsimizin eline bırakma.
Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle.
Bize ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et.
Kulun, peygamberin, seçtiğin, dostun,
mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı,
inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi,
hüccetinin lisânı, rahmetinin timsâli,
mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi,
mahlûkatının çokluğu içinde birliğinin kandili,
kâinat tılsımının keşşâfı,
rubûbiyet saltanatının dellâlı,
hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi,
gizli isimlerinin tanıtıcısı,
kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı,
rubûbiyet güzelliğinin aynası,
şuhud ve işhâdının medârı,
âlemlere rahmet olarak gönderdiğin habîbin
ve resûlün olan Efendimiz Muhammed'e,
onun bütün âl ve ashâbına,
kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere,
melâike-i mukarrebîne
ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle.

âmin.

El Fatiha…….

 
Üst