30. Lem'anın Beşinci Nüktesi - İsm-i Hayy

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkibetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine muhammedin ve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

Üstadımız 30. Lem’anın beşinci nüktesinde Cenab-ı Hakk’ın Hayy ismi hakkında çok veciz,
geniş ve mufassal bir açıklama yapıyor.

Hayat meleklere iman esasına da bakar ve remzen ispat eder.
Çünkü madem kainatın en önemli neticesi hayattır.
Kainatın her yerini dolduran ve kıymetinden dolayı her yeri dolduran varlıklar canlı varlıklardır.
Ve gelip geçen kafileleriyle yeryüzü misafirhanesini şenlendiren canlılardır.

Kainatın en önemli neticesi hayattır.
Kainatta , alevler ateşler, dönen küreler çok büyük galaksiler çok etkileşimler olabilir.
Ama eğer bu olayları üzerinde bir hayat hakikati yeşermemişse bu eksiktir.
Canlı bir varlığın yaratılmış olması kainattaki olayların en önemlisidir.
Eğer tabiatta canlı varlıklar olmasaydı, rüzgar güneş deniz vs. olurdu.
Ama canlı varlık olmazdı.
Kayda değer hiçbir şey olmazdı.

Dünya sürekli doluyor boşalıyor.
En değersiz bozulmuş maddelerde bile sayısız canlı varlık yaratılıyor.
Yani çürümüş, nemli, küf tutmuş, dağılan ağaçlarda tahtalarda öyle yerlerde bile
Bakıyorsunuz çok küçük canlı varlıklar yaratılıyor.
Mikroplar, bakteriler vs yaratılıyor.
Çok küçük bir yerde mahşer yeri gibi ıssız tek hücreli canlı varlık
yani mikroskopik varlıklar toplanıyor.

Madem tabiatın ve kainatın süzülmüş en safi özü hayattır.
Hayatın ise en süzülmüş safi özü şuur dur.

Mesela hayat bitkisel hayat olarak da kalabilirdi.
Canlı varlıkların en küçükleriyle de kalabilirdi.
Daha ileri hisseden, kendi varlığından haberdar
Ve tabiattaki olayları takip eden canlılar olabilirdi.
Halbuki derece derece bütün varlıklara şuur ve akıl verilmiştir.
İnsan bunların hepsinin üzerinde yer alıyor.

Hayatın en safi özü şuur ve akıldır.
En latif ve sabit cevheri ruhtur.
Yani şu anlamda hayat dediğimiz hadisenin arka planında belki gözümüzle görünmeyen,
ama tabiat kanunları dediğimiz ilahi kanunlar vardır.
Pek çok kanun tabiattaki olayların oluşmasında vazife alıyor.
İşte varlığın arka planında bir yönüyle melakutiyet cihetinde kurallar var.

Hayatın programını ihtiva eden ruh bu yerkürede hayat ile akıl ile şuur ile
bu yer küresini şenlendirilmiştir.
Elbette yerküreden daha latif ışıklı bir alem olan gökyüzü,
Yerküresinden daha büyük, dünya güneşe tabi bir gezegen…
Halbuki güneş gibi çevresine daha lüzumlu olan ışıklar var.

Yıldızlar mesela
Güneşte yıldızlarda hayat var mıdır soruna Üstad hz şu cevabı veriyor.
Dünyada bizim aldığımız kavramları ele alırsanız diyor.
Güneşte hayat olmadığı kanaatine varırsınız.
Ama hadise öyle değil…
Yerde bir avuç kadar yerde milyonlarca canlının yaratılışı gösteriyor ki;
O yıldızlara münasip oraların hayat şartlarına uygun varlıklarda vardır.
Yani o yıldızlar cansız hayatsız değildirler.

Demek dünyada olduğu gibi gökleri yıldızları şenlendirip canlandıracak
Ve gökleri yaratılış gayesine ulaştıracak
Ve Sübhan’ın hitabına mazhar olacak şuurlu canlılar
Ve göklerdeki hayat şartlarına uygun canlılar
Her halde her yerde bulunuyorlar ki;
Onlarda melek’lerdir.

Evet gökleri güneşi yıldızları şenlendiren onlardır.
Ve gökleri yaratılış gayesine onlar ulaştırıyor.
Ve görüyoruz ki her şeyin yaratılış gayesi
Hayata hizmet,
Şuura akıla hizmet…

Şuurun ve aklın yaratılış gayesi ruhta temerkuz eden
Cenabı hakkı tanımak,
O’nu hamd ile tesbih etmek,
O’nu övmek,
O’nu tekbir etmek
İbadet ve muhabbettir.

Hem hayatın mahviyeti bundan ayrıca peygambere iman esasına bakıp
Gizli bir işaretle isbat eder.
Hayy ismi peygamberle iman hakikatini de ispat eder.

Madem kainat hayat için yaratılmış;
Hayatta Hayy-ı Kayyum’un ezelinin bir cilveyi azamidir.
Diri olan, kayyum olan zatı ezelinin bir büyük tecellisidir hayat mükemmel bir nakşıdır, Eseridir.
Madem bu kesintisiz hayat resullerin gönderilmesiyle
ve kitapların indirilmesiyle kendini gösterir.
Eğer kitaplar ve peygamberler olmasa idi o ezeli hayat bilinmezdi.

Nasıl ki bir adamın konuşmasıyla diri ve canlı olduğu anlaşılır.
Öylede bu kainat perdesinin gerisinden konuşan,
Gayb aleminden konuşan,
Emreden ve nehyeden bir zatın sözlerini bize taşıyacak olanda;
Peygamberler ve nazil olan ellerindeki kitaplardır.
Ezelden beri gördüğümüz hayat diri bir zatın varlığına şehadet ediyor.

Kainatta çok türlü şekillerle gördüğümüz canlı hayat, canlı varlıklar,
Ezelden ebede diri bir zatın varlığı ispat ediyor.
Yani kainatta madem böyle şuurlu akıllı ruhlu hayat var.
Böyle bir hayatın ezeli sahibi Allah vardır.
Ve özellikle bu durum Risaleti Ahmediye ve Vahy-i Kurani hayatın ruhu
ve aklı hükmündedir.
Yani Peygamberimizin sav risaleti ve Kuran’daki vahiy hayatin ruhu ve aklı hükmündedir.

Maddi ve manevi hayatı Muhammediye kainatın hayatından süzülmüş özün özüdür.
Bütün hayatının şahitliğiyle kainat hayatının hayatıdır.

Yani efendimiz olmazsa hayat ölü sayılır.
Hayat onunla maksadına ulaşır.
Ve Risaleti Muhammediye asv kainat şuurunun nurudur.

Kainata hakim bir şuur akıl ve nur vardır.
İşte Efendimiz sav nuru risaleti ve vahyi Kuran da
Canlılığı her an devam eden gerçeklerinin hakikatleriyle kainat hayatının ruhudur.
Ve kainat şuurunun aklıdır.

Evet, evet, evet!
Eğer kâinattan Risalet-i Muhammediye’nin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse
Hayat vefat edecek.
Eğer Kur’ân gitse,
Kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek.
Belki şuursuz kalmış olan başını bir gezegene çarpacak ve o anda kıyameti koparacak.

Subhâneke lâ ilmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin

El fatiha me as salavat


21.30’da sohbet kanalında yapılan derstir.


Muhabbet-i Bakiye
 
Üst