Silahın ucundaki erdem

s_e_v_a

Active member
Silahın ucundaki erdem

Tarihi çok eskilere giden "ikili savaş"ın son 300 yıldır uygulanan şekli olan düello, bu dönemde "aynı sınıftan insanların çok sıkı kurallara bağlı ölümüne mücadelesi"ydi. Kişilerin onuru, aralarındaki meselenin çözümüne değil düellonun gerçekleşmesine bağlıydı...

Düello, kimileri için şerefli bir eylem, kimileri içinse sadece bir delilikti...
Mi lat öncesinin belki de en önemli şahsiyetlerinden ikisi, bu ay rımı en kesin şekilde belirleyen bir davranış sergilediler. Roma tahtı için savaşan ateşli Marcus Antonius, poli tik rakibi Octavius Caesar'ı düelloya davet ettiğinde soğukkanlı rakibinin şu sözleriyle karşılaşmıştı:
"Benim arkamda koskoca Roma ordusu var ken niye düello yapayım?"
Eski günlerde, üniformalı veya sivil siyah giysiler içindeki beyler için kazanmak veya kaybetmek o kadar önemli değildi. Biri diğerinden mutla ka daha atik çıkacak veya daha kuv vetli kılıç sallayacaktı. Önemli olan, beylerin onurlarına hayatlarından da ha çok değer verdiklerini göstermele ri, yani düelloya katılmalarıydı.


18. yüzyıldan sonra düellolar için özel olarak üretilmiş tabancalar kullanılmaya başlandı.
Alexander Forsyth şirketinin 1815te ürettiği bu düello tabancası kutusunda, iki tabanca,
kurşun ve fildişinden yapılmış barutluk ile yardımcı aksesuvarlar bulunuyor (üstte)...
1870lerden kılıçla yapılan bir düello sahnesi (altta)...



HER ŞEYİN ÇÖZÜMÜ SİLAH
Düelloda namus, kavganın gerçekleşmesindeydi, sonuca bağlanmasın da değil... Veya bu onur alışverişinde kavganın nedeni, tek bir kelime, fark lı bir politik görüş veya komşunun eğri burnu olabilirdi. Eğri burun da korkusuzca çekilen silahla düzeltilir di zaten...
Ortaçağ düellolarında tanrı emriy le de mücadele edilirdi. İnsanoğlu nun, kendi sonsuz vahşiliğine her za man geçirdiği kılıf olan "tanrı adına savaşmak", düello için de geçerliydi.

İşin ucunda ölüm olduğu için, "yük sek gücün etkisine" inanılırdı. Otto von Bismarck, liberal politikacı Georg Freiherr von Vincke ile düelloya girmeden önce, hasmıyla akşam ye meği yemek istemişti. Sonra, düello yerine vardıklarında sürekli bir dua mırıldanmış ve ateş ettikten sonra da "kendini tanrıya hiç bu kadar yakın hissetmediğini" belirtmişti...

ŞEREF İÇİN DÖVÜŞMEK
İkili savaşın tarihi çok eskilere ka dar gidiyor... Hatta, talihsiz Romalı gladyatörlere kadar... Ama düello, "aynı sınıftan insanların çok sıkı ku rallara bağlı ölümüne mücadelesi" ol maya, 17. yüzyılın mutlakiyetçi prenslerinin etkisinde başladı. Yasal olarak yasaklanmasına, hatta ölüm cezasına rağmen bu tür karşılaşmala ra göz yumuldu, bazen de düellocular affedildi. Çünkü, devlet gücünü ellerinde tutan prenslerin en son isteyece ği şey, bu gücü kullanırken desteğini aldıkları sınıftan kişileri kızdırmaktı. Devletin bu "salıncak politikası" 20. yüzyıla kadar da değişmedi.
Avrupa'da Aydınlanma Çağı ile öğrenilen eleştirel yaklaşım düelloya uygulanınca, bu "şeref için dövüş mek" meselesi halkın ilgi odağı hali ne geldi. Eleştiri; övmek yerine, bü tün erdemlerini kılıcın ucuna yerleştirmiş köhne zihniyete yönelmişti. Ama, Jean Jacques Rosseau bu fe odal saçmalıkla ne kadar dalga ge çerse geçsin, Weimar Cumhuriyeti'nden Goethe sesini yükseltiyor ve "İnsan yaşamının ne önemi var ki? Tek bir savaş binlerce insanı silip süpürüyor. Erdemin kaba kuvvete karşı ve ona rağmen ayakta tutulması çok daha önemlidir" diyordu.

CEZALANDIRMADA SINIF FARKI
Kamuoyundaki tartışmalar, 1819'da Bavyeralı aristokratların, krallarından yeni ve daha etkili bir düello yasası istemelerine yol açtı, Almanya topraklarındaki diğer dev letler de bu örneği izlediler ve düello özel bir cezalandırma sistemine tabi oldu. Yeni yasalara göre, cezayı, dü ello yapan tarafların sınıfsal konumla rı belirledi. Rakibini yaralayan bir asilzadenin cezası, halktan birinin ay nı suç yüzünden alacağı cezadan "kâğıt üzerinde" daha ağırdı. Ama aynı durumda halktan biri, "sadece" yara lama suçundan hüküm giyerdi ama cezasını hapiste çekmek zorundaydı...

Bavyera Kralı I. Ludvvig 1841'de, bir eczacı kalfasının düello davetini reddeden çavuş Max Reschreiter'i kutlamış ve "Bir eczacı kalfasıyla düello yapmak, bir çavuşun onuruna yakışmaz" demişti. Reschreiter ise, arkasında kralın desteği de olsa ordu daki saygınlığını yitirdiğini ve "lekeli bir hayat" süreceğini biliyordu. Prus ya Kralı I. Wilhelm'in ordudan, yani "öncelikli zümre"den ne beklediğini açıklamasıyla bu tür ikilemler son buldu. Kral, "Silah arkadaşının onu runu serserilik yaparak kirleten veya kendi onurunu koruyamayan bir as kere ordumda tahammül etmeyece ğim" demişti.

Kralın sözünün anlamı bir olayla ortaya çıktı: Katolik olan Çavuş Xaver von Schmising Kerssenbrock, onurunu kıran silah arkadaşını düel loya davet edeceğine mahkemeye vermeye kalkıştı. Çünkü Katolik Ki lisesi de düelloyu yasaklamıştı. Bu nun üzerine çavuş, ordunun yüksek kademelerine şikâyet edildi ve birkaç gün sonra da ordudan atıldı.

Soylu bir genç hanımla evlenmek isteyen Alman Yahudisi ve işçi lideri Ferdinand Lasalle, uğruna düelloya giriştiği kadınla sonradan evlenecek olan kişi tarafından öldürülmüştü... Böylece, Puşkin, Rus romancı Lermontov gibi, tarihe, yaşamını düelloda kaybeden ünlülerden biri olarak geçti...

ERKEKLİK DÜELLO MEYDANINDA
Bir asker için hayatı küçümsemek mesleki zihniyetti ve 1848'deki başa rısız devrim girişiminden sonra halk, gözünü asillerin ayrıcalıklarına dik mişti. Memur da asker gibi saygın olmak istiyordu. Halk, aydın ataları nın askerlere ve asillere kılıç yerine kalemle hamle yapmak geleneğini unutmuştu. Çünkü, artık asilzade ol mayanlar da yedek asker yazılabiliyorlardı. Böylece, "insanlık" duygu sunu fırıncı çırağına, pazarcıya, ço bana bırakarak düello meydanına "erkek" olmaya gittiler. Ferdinand Lassalle de, sonradan Max Weber'in yapacağı gibi üniversite sıralarındayken bu ritüele uymuştu. 1858'de düello daveti aldıktan sonra kaleme sarılmış ve Karl Marx'a şöyle yaz mıştı: "Teklif gelir gelmez, içimde hemen silaha sarılmak için büyük bir istek duydum..."

Bir fabrikatörün oğlu olan Friedrich Engels de, öğrenim sıralarında Bremen Ticaret Odasının eskrim kurslarına haftada dört defa katılır, öğrendiklerini pratiğe dönüştürmekten de geri kalmazdı. Böylece aşağılık kompleksini yenmiş, imrendiği öğren cilerin seviyesini tutturmuştu. 1855'te Heidelberg'de birkaç askeri öğrenci tarihçi Heinrich von Treitschke'ye "aptal" dediklerinde, o, "Eğitim gör müş bir insanın bu tür çocukça aşağı lamaları ciddiye almasına inanmıyorum" demişti. Ancak, Treitschke'nin dahil olduğu cemiyet tarihçinin tavrını korkaklık olarak niteleyince, o da kar şı tarafın elebaşını düelloya davet et mek zorunda kalmıştı.

DÜELLONUN KURALLARI ASLA
BOZULMUYOR
Düellocular kapalı bir cemiyet oluştururlar ve kurallarının bozulmamasına çok dikkat ederlerdi.
Bu nedenle şair Achim von Arnim, Yahudi olan Moritz Itzig'le düelloya girme mişti.
Alman Yahudi’si olan işçi lideri Ferdinand Lassalle ise asil bir genç hanımla evlenmek istemişti.
Alman ya'da o sıralar asalet çok yeni bir ku rumdu ve müstakbel gelinin annesi Bayan Dönniges de Yahudi bir aile den geliyordu. Ama, Lassalle'in tekli finin geri çevrileceği de kesindi.
Ta bii ki onun da asilzade olan Rus şair Puşkin ve romancı Lermontov gibi düelloda ölmek hakkı vardı.
Nitekim öyle oldu ve Lasalle, Dönnigesler'in gelecekteki damatları tarafından ateş lenen bir silahın kurşunuyla öldü...

MADDİ AMAÇLARA KARŞIYDILAR
Düelloyu politik ve sosyal işlev lerinden ötede çekici kılan öğe, "modernlik karşıtı vuruş" yönüydü. Aristokrasinin cazibesinden pay al mak isteyenler, sosyal değişiklikler den korkanlar, önyargılara ve tutu culuğa karşı savaşanlar, düellodan aynı ölçüde yararlanıyorlardı. Uygarlığın eleştirisinde hepsi hemfikir di; "tamamıyla maddi amaçlar"a karşı çıkıyorlardı. İkili şeref savaşını keskin bir biçimde eleştiren Fontane bile, hakarete uğramış kişinin zararı nı para vererek giderme yoluna gi den İngiliz terbiyesizliğini reddedi yordu. Thomas Mann'ın "Zauberberg" adlı romanındaki hümanist yazar Settembrini de fiziksel kav ganın duygusal gerekliliğinden emindi. Bu arada şair, 1910'da filo zof Theodor Lessing'in kendisine telgrafla yaptığı düello çağrısını, müthiş form düşüklüğü nedeniyle geri çevirmişti.

ÖNEMLİ OLAN TİTREMEMEK
Düellocular, sabahın altısında, tanyerinin sisinde karşılaştıkları zaman hepsi eşittiler ve tabii hepsi tam er kektiler. Günlük yaşamda memur, as ker veya politikacı olmak, diğerinin karısını baştan çıkarmak veya parla mentoda yanlış tarafta oturmak önemsizdi. Önemli olan, silahı ateş lerken titrememekti. Nitekim, "erke ğe" tabancanın mı, yoksa kılıcın mı daha çok yaraştığı uzun zaman tartı şılmıştı.
Tüccar Salomon Strauss, şair Heinrich Heine'nin kendisi aleyhine de dikodu yaptığını duyup onu yumruklayınca, şairden tabancayla düello daveti almıştı. Rakibinin tabancayı ka bul etmemesi halinde de Strauss'un "korkak bir kan" olacağını belirtme yi de unutmamıştı. Oysa, Heine'nin düellonun sonucundan çekindiği açıkça belliydi. Uzun zamandır hayat arkadaşı olan Mathilde Mirat'yla ev lenmiş ve onun saygıdeğer bir dul olmasını sağlamıştı.

KADININ NAMUSU
Bu tür düşünce ve özveriden ta mamen arınmış olan Berlinli bir ban ker ise, eşi için düelloya girmeyi reddetmişti. Çünkü, sadakatsiz karısının onunla evlenmeden önce evli bir yüzbaşıyla ilişkisi olduğunu öğren mişti, kendını hiçbir şekilde sorumlu tutmuyordu. Bu yüzden, karısının "namusunun temizlenmesi" işini, ba canağına havale etti.

Düellonun bütün karmaşıklığı içe risinde sadece tek bir şey herkes tara fından açıkça biliniyordu: "Kadının namusu"... Ve kadının namusu da er kek işiydi. Düellonun sonucu ne olursa olsun, uğruna düello yapılan kadın, eş, kız evlat veya kız kardeş "toplumsal idam"a uğrardı, ama er keğin üzerindeki bütün kuşkular kal kardı. Namusunu temizleyen erkek, bu duruma açıkça sevinmeyi ahlak sızlık sayardı ve aldatan aşıkla alda tılan koca birlikte aklanırlar, kabak yine kadının başında patlardı.
 
Üst