istikamet üzere...

medine gülü

Well-known member
02a.jpg


İnsanın bir sağı bir de solu vardır. Yaratılışta insan bu iki yanın ortasında dimdik durur. Bu duruş, insanın yaratılıştaki dengeli duruşudur.
Bir yana meylederse dengesini bozmuş, normalini değiştirmiş demektir. Doğru bir yürüyüş beklenemez böyle dengesini bozmuş insandan... Onun için insanda esas olan duruş, hep ortadaki dimdik duruştur.
Ancak dengeli durmayı esas alan insanın bazen ayağı da kayabilir, dengesini bozabilir, hatta sürçüp düşebilir de... Böyle düşüşlerde mühim olan, "Ben düştüm, artık ayağa kalkamam." demeyip hemen toparlanıp ayağa kalkmak, dengesini yine kurup yoluna devam etmektir... Bu takdirde düşmenin sonucunda fazla tehlike de yoktur. Kalkıp kıble istikametli yoluna devam etmek söz konusudur çünkü... Tehlike nerede? Tehlike şuradadır:
- Eyvah, ben dengemi kaybedip düştüm, ayağa kalkmam imkansız, hatta benden istikametli adam olmaz artık.. diye vesveseye kapılarak hedefine doğru yürüme azim ve aşkını kaybetmek!.. İşte tehlike burada...
Maalesef, böylesine günah sürçmelerinden sonra kapıldığı vesvesenin etkisinde kalarak dengesini bozup yoluna devam etme azim ve aşkını kaybedenler de vardır.
Halbuki Allah Resulü Efendimiz (sas), sürçerek günah çukuruna düşenlerin tekrar dengelerini bulup yollarına devam etmelerini temin için buyurmuş ki:
- İnsanlar mutlaka hata yaparlar. (Yani sürçüp düşebilirler.) Ancak hata yapanların hepsi de şerli insan değildir! Hata yapanların da hayırlısı vardır...
'Kimdir hata yapanların hayırlısı ya Resulallah?' diye sorunca...
- Hatalarından sonra tövbe ederek aynı azim ve aşkla yollarına devam edenler!.. buyurmuştur.
Demek ki insan bazen bilmeden, bazen de nefsine uyarak hata yapabilir, bu her şeyin mahvolması manasına gelmez, ümidin kesilmesini gerektirmez.
Çünkü hatasından dolayı pişmanlık duyup da dinî hayat ve İslamî hizmetlerine yine devam edenler, Efendimiz (sas)'in ifadesiyle, hata yapanların hayırlısıdırlar. Yeter ki, hatadan sonra ciddi şekilde üzüntü duyup pişmanlık hissetsin. Düştüğü yerde, benden adam olmaz artık, demeden kalkıp İslamî hayatına ve hizmetine aynı azim ve aşkla devam etsin.
Bir adam, Hazreti Ali efendimize gelir:
- Ben yaptığım hatalarla mahvoldum, ne olacak halim? diye ümitsiz şekilde sızlanır.
İmam-ı Ali efendimiz de:
- Mahvolacak zamana daha gelmedik, tövbe kapısı henüz kapanmamıştır, tövbe et, yoluna devam et, der. Ümitsiz adam:
- Benim günahım öylesine büyük ki, tövbe ile filan affa uğrayacak gibi değildir, der.
İmam-ı Ali efendimiz de:
- Hiç düşündün mü, senin günahın mı büyük, yoksa Rabb'imizin affı mı? diye sorar.
Adam duraklar, düşünür, 'Elbette Rabb'imin rahmeti...' der.
Bunun üzerine Hazreti Ali efendimiz taşı gediğine koyar:
- Öyle ise der, rahmeti senin günahından büyük olan Rabb'imizin affından ümidini kesme de tövbe edip kıble istikametli yoluna devam et. Adam yine sorar:
- Ne zamana kadar bu tevbe?..
Kitaplık çaptaki cevap tek cümleden ibarettir:
- Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar!..
Demek ki, bazen sürçüp düşmek insanlığımızın icabıdır. Ancak düştüğü yerde ümitsizliğe kapılıp kalmak insanlığın icabı değil, şeytana tabi olmanın gereğidir. Çünkü şeytan da sürçüp düştüğü çukurda kalmayı tercih etti, "Rabb'imin rahmeti benim günahımdan büyüktür." deyip de dönüş yapmaya yönelmedi, öylece çukurda kaldı.. Ama Adem babamız Rabb'imin rahmeti kulun yanlışından büyüktür, deyip ümidini kesmeden yoluna devam etti, Peygamberlik makamına layık görüldü..
Bütün bunlardan sonra yazımızın başlığına dönerek şimdi sorabilir miyiz?
- Nasılsınız, sürçme ve düşmelerden sonra hemen kalkıp kıble istikametli yolunuza devam etme azim ve aşkınız tamam mı? Yoksa vesvese hâlâ devam mı ediyor?
Unutmayın, vesvesede hayır olsaydı şeytanı kurtarırdı.
alıntı
 
Üst