zakat vermede nisap miktarı zamana göre değişir mi?

nimet06

Well-known member
Zekat vermede ölçü alınan nisap miktarı, zamana göre değişir mi?

İslam’da herhangi bir hükmün illeti ile hikmeti farklı şeylerdir. İllet, Allah’ın ve Resulünün emir ve yasaklarıdır. Hikmet ise, o hükmün insan aklı çerçevesinde algılanmasını sağlayan tâli bir nedendir. Hikmetler, farklı zaman ve zemine göre değişebilir, faka illet denilen hükmün gerçek sebebi ise değişmez.

Hükümler, değişkenliği ve göreceliği olan hikmetlere göre değil, değişmezliği ve sabitliği olan illetlere göre konulur.

Mesela, seferî olmanın illeti, belirlenen seferîlik mesafesini katetmektir. Hikmet ise, meşakkattir. Burada hükmün tahakkuku için gereken şart illeti olan seferîliktir. Hikmeti olan meşakkat olsun, olmasın bu hükmün oluşmasında olumlu-olumsuz herhangi bir tesire sahip değildir.

Buna göre, bir insan, seferilik esnasında evinden daha rahat bir hayat yaşasa bile yine seferî sayılır. Buna karşılık, evinde seferilikten bin kat daha fazla meşakkat çekse yine seferi sayılmaz, onun ruhsatlarından istifade etmez.

Zekât için belirlenen nisap miktarıyla ilgili hükmün de illeti ve hikmeti vardır. İlleti, Allah’ın ve Resulullah’ın emridir. Hikmeti ise, mal sahibinin belli bir zenginlik düzeyinin varlığıdır.

Buna göre, Hz. Peygamber (a.s.m)’in tayin ettiği nisap miktarı (20 miskal altın/200 dirhem gümüş) bu hükmün değişmez illetidir. Zenginlik düzeyinin tespiti ise, değişkendir, zaman ve zemine göre farklılık arz eder. Değişkenliği olan hikmete göre hükümler konulursa, değişik kimselere göre farklılık arz eder ve göreceli bir kaygan zemine kayar. Bu takdirde har asırda, hatta her asrın farklı zaman dilimlerinde, sosyoekonomik şartlara bağlı olarak çok farklı kriterler ortaya koymak gerekir ki, bu oldukça zor, yanılma payı fazla olan bir sitildir.

Demek ki, İslam dininde çok önemli bir yere sahip olan “dinde zorlama yoktur”, “dinde kolaylık esastır” prensiplerine en uygun ölçü, Resulullah’ın belirlediği altın-gümüş miktarıdır. Yalnız şu var ki, Saadet asrında iki yüz dirhem gümüş, yirmi miskal altına denk olan bir değerdi. Fakat zamanla, özellikle günümüzde bu eşitlik gümüş aleyhine bozulmuştur. Bu sebeple fakihler, her ikisi de nebevî birer ölçü olan altın ve gümüşten hangisi fakirler için daha faydalı ise onu kullanmanın daha uygun / belki de zorunlu olacağına işaret etmiş ve nisap miktarının tayininde “el-enfau li’l-fukara” prensibini kabul etmişlerdir.
 

zerrat

Well-known member
İşte, ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dünya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar muzır ve belâlı birşey olduğu hâlde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikâp ve haram helâl demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lâzım çok şeyleri feda ediyorsunuz; hattâ erkân-ı İslâmiyenin mühim bir rüknü olan zekâtı, hırs yolunda terk ediyorsunuz? Halbuki, zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhâlde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.
Hakikatli bir rüya-i hayaliyede, Harb-i Umumînin beşinci senesinde, bir acip rüyada benden soruldu:
"Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı maliye ve meşakkat-i bedeniye nedendir?"
Rüyada demiştim:
"Cenâb-ı Hak bir kısım maldan onda bir Haşiye1 veya bir kısım maldan kırkta bir, Haşiye2 kendi verdiği malından birisini bizden istedi; tâ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve ha-setlerini men etsin. Biz, hırsımız için tamahkâr-lık edip vermedik. Cenâb-ı Hak, müterakim zekâ-tını, kırkta otuz, onda sekizini aldı.
"Hem senede yalnız bir ayda, yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık; muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenâb-ı Hak, ceza olarak, yetmiş cihetle belâlı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu.
"Hem yirmi dört saatte birtek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faydalı bir nevi talimat-ı Rabbâniyeyi bizden istedi. Biz tembellik edip o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi ettik. Cenâb-ı Hak, onun kefareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı" demiştim.
Sonra ayıldım, düşündüm, anladım ki, o rüya-i hayaliyede pek mühim bir hakikat vardır. Yirmi Beşinci Sözde, medeniyetle hükm-ü Kur'ân'ı muvazene bahsinde ispat ve beyan edildiği üzere, beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?"
İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribâ ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâdır.

Haşiye 1: Yani, her sene taze verdiği buğday gibi mallardan onda bir.
Haşiye 2: Yani, eskiden verdiği kırktan ki, her senede galiben ve lâakal ribh-i ticarî ve nesl-i hayvanî cihetiyle, o kırktan taze olarak on adet verir.

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 264
 

zerrat

Well-known member
''Hem değil yalnız eşhasta ve hususî cemaatlerde, belki umum nev-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün, belki devam-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekattır. Çünkü, beşerde, havas ve avam, iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan; ve avamdan havâssa karşı hürmet ve itaati temin edecek,zekattır. Yoksa, yukarıdan avâmın başına zulüm ve tahakküm iner; avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer, daimî bir mücadele-i mâneviyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur. Gele gele, tâ Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar. ''

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 265
 

zerrat

Well-known member
''Ey ehl-i kerem ve vicdan! Ve ey ehl-i sehâvet ve ihsan! İhsanlar zekat namına olmazsa, üç zararı var. Bazen da faydasız gider. Çünkü, Allah namına vermediğin için, mânen minnet ediyorsun, biçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenâb-ı Hakkın malını ibâdına vermek için bir tevziat memuru olduğun hâlde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfrân-ı nimet ediyorsun. ''

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 265
 

zerrat

Well-known member
''Eğer zekat namına versen, Cenâb-ı Hak namına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükrân-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur.''

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 265
 

zerrat

Well-known member
Evet, zekat kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekat namına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlâsı, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?
b457.gif
-1-

b617.gif
-2-


1- "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin." Bakara Sûresi: 2:32.

2- Allahım! "Mü'minler sağlam bir binanın taşları gibidir; birbirlerine kuvvet verirler." Ve "Kanaat tükenmez bir hazinedir" (Süyûti, el-Fethü'l-Kebîr, 2:309) buyuran Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.

Mektubat | Yirmi İkinci Mektup | 265
 

zerrat

Well-known member
Hayat-ı ihtilâl mevt-i zekât, hayat-ı ribâdan çıkmış

Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesadât, hem asıl, hem mâdeni, rezâil ve seyyiât, bütün fâsid hasletler,
Muharrik ve menbaı iki kelimedir tek, yahut iki kelâmdır.
Birincisi şudur ki: "Ben tok olsam, başkalar acından ölse, neme lâzım."
İkincisi: "Rahatım için zahmet çek. Sen çalış, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler."
Birinci kelimede olan semm-i kâtili, hem kökünü kesecek, şâfi devâ olacak tek bir devâsı vardır.

O
da zekat-ı şer'î ki, bir rükn-ü İslâmdır. İkinci kelimede zakkum-u şecer münderic. Onun ırkını kesecek, ribânın hurmetidir.
Beşer salâh isterse, hayatını severse,zekatı vaz' etmeli, ribâyı kaldırmalı.

Sözler | Lemeât | 648
 

zerrat

Well-known member
Beşer, hayatını isterse enva-ı ribâyı öldürmeli

Tabaka-i havâstan tabaka-i avâma sıla-i rahm kopmuştur. Aşağıdan fırlıyor
Sadâ-i ihtilâli, vâveylâ-i intikamı, kin ve hased enîni. Yukarıdan iniyor
Zulüm ve tahkir ateşi, tekebbürün sıkleti, tahakküm sâikası. Aşağıdan çıkmalı.
Tahabbüb ve itaat, hürmet ve hem imtisâl. Fakat merhamet ve ihsan yukarıdan inmeli,
Hem şefkat ve terbiye. Beşer bunu isterse sarılmalı zekata, ribâyı tard etmeli.
Kur'ân'ın adâleti bâb-ı âlemde durup, ribâya der: "Yasaktır; hakkın yoktur, dönmeli."
Dinlemedi bu emri, beşer yedi bir sille. Haşiye Müthişini yemeden bu emri dinlemeli.




Haşiye: Kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir. Evet, beşer dinlemedi, bu İkinci Harb-i Umumi ile dehşetli silsileyi de yedi.

Sözler | Lemeât | 648
 
Üst