Azrail (a.s.) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü insanın.

FaKiR

Meþveret Bþk.
Azrail (a.s.) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü insanın ruhunu nasıl kabzediyor?


Melek, tâbi bulunduğu âlem itibarıyla; hilkat ve mahi­yeti, mükellefiyet ve vazifeleriyle tamamen farklı bir varlıktır.


Onu, kendi âlemine bakmadan, mahiyet ve vazifesini düşün­meden tahlil etmek, hakkında hükümler vermek, elbette ki hatalı olacaktır.
.
Melek, Arapça’da kuvvet demek olan “melk”den veya elçilik mânâsına gelen “mel’ek” kökünden türetilmiştir. Birin­cisi itibarıyla çok kuvvetli, belki ayn-ı kuvvet mânâsına; ikin­cisi itibarıyla da emr-i ilâhînin âhize ve nâkilesi (alıcı-verici) olarak elçilik mânâsına gelir.


Bu üstün vasıflar Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı umum me­­leklerde bulunur. Bilhassa, vahyi getirmekle vazifelendirilen­­lerde, bulunmasında zarûret vardır. Bu üstün varlıklar, ha­yat’a memâta nezâret edenlerden alın da, arş-ı ilâhi hamelesi ve Hak divanının gözü hayret dolu vazifelilerine kadar, geniş bir sahada, Allah’ın icraâtına nezâret ve temaşâ ile mükellef­tirler.


Makro-âlemden mikro-âleme kadar, bütün değişme ve tahavvüller; bütün terekküp ve çözülmeler hep bu kuvvet ve elçilik temsilcisi meleklerin nezâretinde olduğu gibi, Allah’ın “kelâm” sıfatından beşere gelen teşriî emirler de, yine bu emin ve güçlü varlıklar tarafından temsil edilmektedir.


Âlem­şümûl cazibe ve dâfia kanunlarından, elektronların çekirdek etrafındaki muntazam hareketlerine kadar, bu ağır ve ince işlere nezâret, ne müthiş bir kuvvet istemekte ve ne emin elçiliğe vâbestedir!..


Melekler, o kadar eşya ve hâdiselerin içindedirler ki, onlarsız ne bir yağmur damlası, ne de bir gök gürültüsü dü­şünmek mümkün değildir.

İşte şeriat-ı fıtriyede (kâinatta ce­reyan eden kanunlar)bu şuurlu kuvvetler her şeyi elinde tutan Hakk’ın, sonsuz kuvvetinin -kâbiliyet ve istîdatlarına göre- onlardaki tecellîsinden ibaret olduğu gibi, bu büyük ve muhteşem tecellînin nokta-i mihrâkiyesi olan, en değerli var­lık insanoğlunun, hareket ve davranışlarını düzenlemek üze­re, ilâhî âlemden esip esip gelen vahiy ve ilham meltemleri de, yine vahiy ve ilham Sahibi’nin onlardaki tecellîsinden baş­ka bir şey değildir.


Bu itibarla, Yaratanla yaratık arasında vasıta olan ve Yaratıcı’nın muhteşem kudretine dayanarak, atomlardan ne­bülozlara kadar geniş bir sahada, melekûtî güç ve kuvvetin nezâret ve tasarrufunun vazifelileri olan melekleri beşere ben­zetmek ve beşer için zarûri olan bir kısım kayıtları onlar için de vârit görmek, bir düşünce inhirafı ve bir cehâlet ifadesidir.


Evet; eğer melek de, insanlar gibi sırtında maddî bir ceset taşıyıp çözülme ve dağılmaya mâruz kalsa ve her canlı gibi zaman tarafından aşındırılsaydı, onun hakkında verece­ğimiz hükümlerde, insanı, bir ölçü, bir mikyas kabul etmek mümkün olurdu.

Hâlbuki, büyük bir farklılık var; hem de iki sınıfın birbirine kıyas edilmesini imkânsız kılacak kadar var!..


Melekler, yaratılış itibarıyla da insandan farklıdırlar. Bu farklılık, onların çok geniş bir sahadaki mükellefiyetleriyle alâ­kalı bulunmaktadır. Yaratılışlarındaki bu duruluk ve nurluluk, onları daha nüfuzlu ve daha seyyâl kılmaktadır.


Bir anda pek çok ruha aksetme, pek çok göz tarafından görülme ve birken çokluk cilvesiyle tezâhür etme gibi hususiyetlere mâlik bulu­nan melâike, Hz. Âişe’nin (r.anha) naklettiği bir hadîse göre, nurdan yaradılmışlardır.[1]

Bu itibarla da, nurun hususiyetle­rine mazhardırlar.

Güneş gibi parlak cisimlerin, bir tek şey olmalarıyla bera­ber, her şeffaf cisimde aksiyle görüldüğü, her göz bebeğine bir anda girebildiği gibi, varlıkları “nur”dan olan melekler da­hi, aynı anda pek çok ruha birden aksedebilir, binlercesi ile bir anda muâmelede bulunabilirler.

Kaldı ki, mahiyetleri lâtif olan melekler, güneş gibi maddî ve kesif şeylerden de çok farklıdırlar.

Onların, değişik şekil ve suret almaları kâbil olduğu gibi, bir anda değişik şekillerde görünmeleri de kâbildir.

Öteden beri dindarlar arasında, şim­di ise yaygınlaşmış şekliyle sosyete mahfillerinde, bu temessül keyfiyeti, o kadar bilinen bir mevzû haline gelmiştir ki, erbâ­bınca, tecrübeye dayalı neticeler kadar kat’îdir. Allah’ın gü­nü, gazete ve mecmua haberlerinde, herhangi bir insan dub­lesi ve bir perisprinin, cismin bulunduğu yerden çok uzak­larda bulunması ve bulunduğu yerlerde iktidar ve tasarruf izhar etmesinden bahsedilmektedir ki; meselenin aslı ne olur­sa olsun, ruh gibi lâtif varlıkların cisme nispetle daha seyyâl, daha aktif ve daha muktedir olduğunu göstermektedir.


Bu madde ötesi seyyâliyet ve cevvâliyet cismin rağmına ikinci varlığın daha aktif olduğunu gösterdiği gibi, ruh’a nis­petle daha cevvâl olan melâike’nin tabiat kanunlarının üs­tündeki fonksiyonuna işaret etmektedir.


Melâike ve ruhların temessülleri öteden beri bilinen şey­lerdir. Başta nebîler olarak pek çok gönül erbâbı bu mevzû­daki müşâhedelerini anlatmış ve avamdan pek çok kimseyi de buna şâhit göstermişlerdir.

Cebraîl’in (a.s.) değişik suretlerde görünmesi ve hangi hâdise münasebetiyle gelmişse, o hâdiseye göre şekil alması; me­selâ, vahiy esnasında elçilik vazifesine uygun bir şekilde; muhârebe sırasında da bir muhârip suretinde zuhûr etmesi gibi durumlar, hep temessüle misal olabilecek şeylerdir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Cevap: Azrail (a.s.) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü i

Me­leğin temessülü hem çok, hem de umum melekler için vâki­dir.

Cibril (a.s.) Hazreti Dıhye (r.a.)[2] suretinde göründüğü gibi,

ismini bile­mediğimiz bir başka melek de “Uhudharbi­nin en hare­ketli ânında, Mus’âb b. Umeyr şekline girerek, Resulûllah’ın (s.a.s.) önünde akşama kadar harbeder.[3]

Kezâ, pek çok me­lekler, Zübeyr b. Avvam suretinde, Bedir harbine iştirak ederek mü’minlerin kuvve-i mâneviyelerini takviyeye medâr olurlar.[4]


Hak dostlarının, buna benzer şekilde, gayp âleminin er­leriyle temasları sayılmayacak kadar çoktur.


Hele, rüyalar vasıtasıyla umum halka tezâhürü, meselemize, inkâra mey­dan bırakmayacak şekilde kuvvet kazandırmaktadır.

Hemen hemen herkes, bildiği, tanıdığı ve kendisiyle yakından alâka­dar görünen bir ruh’un, rüyâlar vasıtasıyla kendisine yol gös­terdiğine, ışık tuttuğuna şâhit olmuştur.

Ne var ki, bir kısım kimseler rüyaların ancak bir kısmı için bahis mevzuu olan, “şuuraltımeselesini tamim ederek bu işin de anlaşılmaz hale getirilmesine çalışmaktadırlar: veyl olsun cehâlete!


 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Cevap: Azrail (a.s.) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü i

her varlık aynalarda misaliyle gö­ründüğü gibi, melek de kendisine ayna olabilecek her yerde görünebilir, hem de maddî ve kesif cisimler gibi, sadece şekil olarak değil, aynıyla ve bütün fonksiyonlarıyla görünebilir...

Bu hususta onun bir fert olmasının hiçbir zararı yoktur.

Bulunduğu yerden bir şua gibi aksederek, istediği yere elini uzatabilir ve istenilen tasarrufta bulunabilir.

Ona, ne mesa­fele­rin uzaklığı, ne de münasebet kurduğu şahısların çokluğu mânî olamaz.

Güneşin bir tek şey olmasına rağmen, kendisi­ne bağ­rını açan aynaların kabiliyetlerine göre, her yerde gö­rülüp his­sedilmesi ve tesirine şâhit olunması gibi, tamamen nur ve nu­râni olan melekler, evveliyetle her yerde görünebilir ve icraatta bulunabilirler

Hayat üfleyebilir ve ruhları kab­zedebilirler.

Kaldı ki, can alan ve ruhları kabzeden haddizatında Allah’dır (c.c.). Azrail’e (a.s.) gelince, Hakk’ın her işinde bir kısım nezaretçi ve alkışçıları olduğu gibi, ruhların kabzedil­mesi işinde o bir nezâretçi ve alkışçıdır.

Her yerde hazır ve nâzır olan Yaratıcı, akla hayale gelmez ve hesap altına girmez pek çok işi birden yaptığı gibi, milyarlarca varlığı aynı anda hem var, hem de yok edebilir.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Cevap: Azrail (a.s.) bir tane olduğu halde, bir anda vefat eden bir sürü i

İşte bu baş döndürücü kudret ve bütün eşyayı her an görüp bilen sonsuz ilimdir ki -bazıları akıldan uzak görseler bile- kâinatın zerreleri adedince işleri bir arada şaşırmadan görebilir ve her yerde ölenlerin ruh­larını da kabzedebilir


Ayrıca, ruhları kabzetme işini ister Yüce Yaratıcı, isterse Azrâil aleyhisselâm yapsın; ruhu kabzedilecek her zât, vâdesi dolunca ona teveccüh eder ve ruhu kabzedilir.

Bir fikir vere­bilmek için şu misali arz edebiliriz. Meselâ, aynı frekansta ça­lışan binlerce radyo gibi alıcıları düşünelim; bunların çalıştığı frekansta gönderme yapan bir “göndermeçdüğmesine do­kunulduğu an, hepsine bir sinyâl -ve olursa- mors alfabesin­den bazı harfler duyulmağa başlar. Aynen onun gibi; acz, fakr ve ihtiyaç çehreleriyle; güçlü ve müstağni bir kapıya yüz­leri dönük bulunan mahlûkat, vâde ve müddet bitimi düğme­siyle, hayat üfleyen ve hayat kabzeden Zât’a karşı ne zaman açılırsa, ya oldurucu veya öldürücü sinyalleri ruhunda duy­maya başlar.


Âciz beşer, bir telsiz şarteli veya bir telemp­rumör tuşlarıyla, kilometrelerce ötedeki cihazlarla oynaya­bilirse, neden bizim kayıtlı bulunduğumuz kusur ve noksan­lıklardan berî olan Zât, bir anda, canlı makinelerden ibaret olan insan ruhuyla münasebet kuramasın, istediği zaman onu alıp, istediği zaman devam ettiremesin?
Bütün bunlar bir yana, ruhların kabzedilmesi hususunda farklı mütalâalar vardır:


1- Beyan ettiğimiz üzere, her canlıya hayatı veren Allah (c.c.) olduğu gibi, onu alan da yine O’dur. Buna göre Az­râil’in (a.s.) vazifesi sadece bu muhteşem icraâta nezâret ve alkışlamaktır.


2- Allah’ın emri ve izniyle her ruhu Azrâil aleyhisselâmın kabzetmesidir ki; bir ferdin tek başına bu kadar şeyi yap­masının mümkün olacağına dair bir kısım misaller vererek meseleyi aydınlatmaya çalıştık.


3- Kâinat çapında cereyan eden bütün işlere, bir temsilci başkanlığı altında pek çok melek nezaret ettiği gibi, ruhların kabzedilmesi vazifesinde de, Hz. Azrâil’e (a.s.) yardımcı ola­cak birçok melâike vardır ve sınıf sınıftırlar. Bir kısmı ise, in­citmeden, telâşlandırmadan usulcacık kabzediciler; bir diğer sınıf ise, aldıkları ruh’u bulutlar gibi semalarda yüzerek Yüce­ler Yücesi’ne ulaştırıcıdırlar ki; Kur’ân bu sınıfların hepsine işaret eder.
“O yerinden koparan ve derinden daldırıp çekenlere ve usulcacık çekip alanlara ve yüzüp yüzüp gidenlere kasem olsun.”[6]
Bu itibarla ruhu kabzedilecek her ferde, ayrı ayrı gön­derilecek pek çok melek vardır ve bunların bütünü Hz. Az­rail’in (a.s.) kumandası altındadır.[7] O, Allah’ın (c.c.) emriyle, iyi ve kötü ruhlara göre değişik melekler gönderir ve ruhları kabzettirir.[8]
Netice olarak diyebiliriz ki, baştaki suale sebebiyet veren, evvelâ bir anlayış inhirafıdır. Yani meleklerin insana benzetil­mesi suretiyle yanlışlık yapılmaktadır. Oysaki, kat’iyen görüp kanaat getirdik ki; melek ne yaradılışı itibarıyla, ne de ma­hiyetiyle asla insana benzememekte; insana benzemediği gibi, icrâatı itibarıyla da tamamen ondan farklı bir durum arz etmektedir. O, tıpkı insan ruhu gibi temessül eder; bir anda pek çok yerde bulunabilir ve pek çok şeyle münasebet kura­bilir. Günümüzde alabildiğine yaygınlaşan medyumluk, ruh çağırma ve görünmeyen varlıklarla münasebet kurma, hatta ispritizma ve manyetizma gibi şeyler, fizik kanunlarını aşan ve onların ötesinde akıl almaz işler gören pek çok şuurlu ve mü­şahhas kanunların mevcudiyeti mevzûunda, kanaat-ı kat’iyye verecek mahiyettedir. Binaenaleyh, bu kabil varlıkların ben­zerleri olan melâike, bunların da kat kat üstünde vazife göre­bilir ve tasarrufta bulunabilir. Hele hele, ruhların kabzedil­mesi gibi bir vazifede, her canlı, hayat müddetinin bitimiyle bu vazifelilerle aynı frekansa girerse... Bir de mükelleflerin bir tâne değil de, sayılmayacak kadar çok olduğunu ve her vefat edecek zâta gidebilecek bir meleğin mevcudiyetini düşünür­sek, tereddüde düşürecek bir hususun kalmadığını görürüz.
Her şeyin doğrusunu O bilir.

Âlemşümûl: Evrensel
Cazibe ve dâfia: Çekme ve itme
Cevvâliyet:Hareketlilik
Fenomen:Beş duyu organı ile algılanabilen, müşahhas
İnhirâf:Doğru yoldan çıkma, sapma
İspritizma:Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş
Manyetizma:Telkin ve hipnoz olayları ve nazariyeleri
Nokta-i mihrâkiye:Hareket, çıkış noktası
Nomen:Beş duyu ile algılanamayan, mücerred
Seyyaliyet:Akıcılık, akışkanlık
Şeriât-ı fıtriye:Cenab-ı Hakk’ın kâinata yerleştirdiği tabiî kanunlar
Tahavvül:Başkalaşma, hal değiştirme
Temessül:Bir şekle, surete girmek
Terekküp:Birden fazla şeyin bir araya gelerek birleşmesi
Teşriî emir:Hüküm koyma ilgili emirler
Vâbeste:Bağlı, ilgili
Veyl:“Vay haline.., vah vah.., yazık yazık!” anlamında bir deyim



[1] Müslim, Zühd 10; Müsned 4/168

[2] Buhârî, Menakıb 22; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe 100

[3] İbn Sa’d, Tabakat 2/121

[4] Meleklerin inmesiyle alâkalı bkz: Müslim, Cihad ve Siyer 58; İbn Kesîr, Tefsir 3/560-561

[5] Bkz. Gülen, M. Fethullah, Varlığın Metafizik Boyutu, ilgili konular.

[6] Nâziât sûresi, 79/1-3

[7] Bkz: En’âm sûresi, 6/61

[8] Bkz: Enfal sûresi, 8/50; Nahl sûresi, 16/32
 
Üst