Arefe günü 1000 İhlas-ı Şerif

Nûrolog

Well-known member
Bismillahirrahmanirrahim

Aziz, mübarek kardeşlerim,

Pek çok selâm... Bizim memlekette eskide arefe gününde bin İhlâs-ı Şerif okurduk. Ben, şimdi bir gün evvel beş yüz ve arefede dahi beş yüz okuyabilirim. Kendine güvenen, birden okuyabilir. Ben, gerçi sizleri göremiyorum ve hususî herbirinizle görüşmüyorum, fakat ben, ekser vakitler, dua içinde herbirinizle bazen ismiyle sohbet ederim. (Şualar sh. 266)

Mühim bir sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: "Elfâz-ı Kur'âniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddit cihetlerle insanın letâif-i mâneviyesini tenvir eder, mânevî gıda verir. Mânâları bilinmezse, yalnız lâfız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lâfız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o mânâlara elfaz giydirse, daha nâfi olmaz mı?"

Elcevap:

Elfâz-ı Kur'âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır.

Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.

Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hâleti çok defa tetkik ettim, gördüm ki, o hâlet hakikattir. O hâlet şudur ki:

Sûre-i İhlâsı Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder.

Ve hâkezâ, git gide, o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbi' olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir.

Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.

İşte, kendim tecrübe ettiğim şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü, membaı daimî olan elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letâifin daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin lâakal on sevabı zayi olması; ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabirâtı ruha zulmet vermesi gibi zararlar olur. (Mektubat sh. 327)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLER:


MÜBÂREK : Bereketlenmiş, uğurlu, hayırlı.
AREFE : Kurban bayramından bir evvelki gün.
TAHKÎK : Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu yanlışlığını ortaya çıkarmak. İncelemek, içyüzünü araştırmak.
ELFÂZ-I KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın lâfızları, ifâdeleri.
ZİKRİYE : Zikre ait.
SÂİR : Başkası, diğeri, birşeyden geri kalan, maadâ.
TESBİH : Allah'ın zâtında, sıfatında ve fiillerinde bütün noksanlardan uzak olduğunu ifâde etmek.
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
LETÂİF-İ MÂNEVİYE : Mânevî hisler, duygular.
TENVİR : Nurlandırma, aydınlatma.
LÂFIZ : Kelime, söz.
LİBAS : Elbise.
ELFÂZ : Ağızdan çıkan sözler, kelimeler.
NÂFİ : Menfaatli, faydalı, şifalı.
TESBİHÂT-I NEBEVİYE : Peygamberimizin (a.s.m.) tesbihleri, söz ve zikirleri.
CÂMİD : Cansız, durgun, donmuş.
MÜRÛR-U ZAMAN : Zamanın geçmesi; zaman aşımı, zamanla.
ELFÂZ-I MÜBÂREKE : Mübarek, bereketli ve feyizli lâfızlar.
MÂNÂ-İ ÖRFÎ : Bilinen, alışılan, kabul edilen mânâ; insanların anlayışları, telâkkileri, âdetleri.
ALEM : Bayrak, işaret, nişan.
NÂM : İsim, ün, şan.
HÂLET : Durum, hâl, vaziyet, keyfiyet.
KUVVE-İ MÜFEKKİRE : Düşünme duygusu.
MÜTEVECCİH : Yönelmiş, dönmüş, bir yere doğru yola çıkan.
MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.
MEFHUM : Anlaşılan şey, mânâ; kavram.
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
HÂKEZÂ : Öylece; bunun gibi; böyle.
LETÂİF : Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.
TETKİKAT : Araştırmalar. İncelemeler.
GAFLET : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık; nefsine uyarak Allah'ı ve emirlerini unutmak.
LÂFZ-I MÜŞEBBİ' : Doyurucu, tatmin edici söz.
MEÂL-İ İCMÂLÎ : Kısaca mânâ, mânânın özeti.
TAALLÜM : İlim edinme, öğrenme, ders okuyarak öğrenme.
TEFEHHÜM : Anlama.
TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.
TEVECCÜH : Yönelme, sevgi, ilgi.
TEKELLÜM-Ü İLÂHÎ : Allah'ın kulları ile (vahiy yoluyla) konuşması.
FEYZ : mânevî gıdâ
HÂLET : Durum, hâl, vaziyet, keyfiyet.
MENBÂ : Kaynak, merkez.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından
ZÂYİ : Elden çıkan, kaybolan, zarar, ziyan, kayıp.
HUZUR-U DAİMÎ : Allah'ın her an yanında olduğunu ve herşeyi bildiğini hissetme ve yaşama hâli. Gönül ferahlığı.
TÂBİRÂT : Tâbirler, deyimler, sözler.
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
e bizde bu vesileyle bi ihlas hatmi baslatiriz o zaman :)
Allah razi olsun nurolog kardes, guzel ve zamanli bi hatirlatma oldu bu.
 
Üst