29.Söz, DÖRDÜNCÜ ESAS

bizar

Well-known member
“Nasıl kıyamet ve haşre muktazi var; ve haşri getirecek Fâil dahi muktedirdir. Öyle de, şu dünyanın kıyamet ve haşre kabiliyeti vardır. İşte, “Şu mahal kabildir” olan müddeâmızda dört mesele vardır:”
Birincisi: Şu âlem-i dünyanın imkân-ı mevtidir.
İkincisi: O mevtin vukuudur.
Üçüncüsü: O harap olmuş, ölmüş dünyanın, âhiret suretinde tamir ve dirilmesinin imkânıdır.
Dördüncüsü: O mümkün olan tamir ve ihyânın vuku bulmasıdır.
BİRİNCİ MESELE:
Şu kâinatın mevti mümkündür. Çünkü birşey kanun-u tekâmülde dahil ise, o şeyde alâküllihal neşvünemâ vardır. Neşvünemâ ve büyümek varsa, ona alâküllihal bir ömr-ü fıtrî vardır. Ömr-ü fıtrîsi varsa, alâküllihal bir ecel-i fıtrîsi vardır. Gayet geniş bir istikrâ ve tetebbu ile sabittir ki, öyle şeyler mevtin pençesinden kendini kurtaramaz.
Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır; o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek; veya yatıp, sonra subh-u haşirle gözünü açacaktır.
Hem nasıl ki kâinatın bir nüsha-i musaggarası olan bir şecere-i zîhayat tahrip ve inhilâlden başını kurtaramaz. Öyle de, şecere-i hilkatten teşa’ub etmiş olan silsile-i kâinat, tamir ve tecdit için tahripten, dağılmaktan kendini kurtaramaz. Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel, irade-i ezeliyenin izniyle haricî bir maraz veya muharrip bir hadise başına gelmezse ve onun Sâni-i Hakîmi dahi ecel-i fıtrîden evvel onu bozmazsa, herhalde, hattâ fennî bir hesapla, birgün gelecek ki
“Güneş dürülüp toplandığında; yıldızlar döküldüğünde; dağlar yürütüldüğünde.” Tekvir Sûresi, 81:1-3.
“Gök yarıldığı zaman; yıldızlar saçıldığı zaman; denizler kaynayıp birbirine karıştığı zaman.” İnfitar Sûresi, 82:1-3.
mânâları ve sırları, Kadîr-i Ezelînin izniyle tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerâta başlayıp, acip bir hırıltıyla ve müthiş bir savtla fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek, sonra emr-i İlâhî ile dirilecektir.
İnce remizli bir mesele: Nasıl ki su, kendi zararına olarak incimad eder. Buz, buzun zararına temeyyu eder. Lüb, kışrın zararına kuvvetleşir. Lâfız, mânâ zararına kalınlaşır. Ruh, ceset hesabına zayıflaşır. Ceset, ruh hesabına inceleşir. Öyle de, âlem-i kesif olan dünya, âlem-i lâtif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, lâtifleşir. Kudret-i fâtıra, gayet hayret verici bir faaliyetle, kesif, câmid, sönmüş, ölmüş eczalarda nur-u hayatı serpmesi bir remz-i kudrettir ki, âlem-i lâtif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayatla eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatini kuvvetleştiriyor.
Evet, hakikat ne kadar zayıfsa da, ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyrüsefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır; sabit ve büyümüş hakikatin kametine yakışmak için, daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında, hakikat ile suret mâkûsen mütenasiptirler. Yani suret kalınlaştıkça hakikat inceleşir. Suret inceleştikce, hakikat o nisbette kuvvet bulur.
İşte, şu kanun, kanun-u tekâmüle dahil olan bütün eşyaya şamildir. Demek, herhalde bir zaman gelecek ki, kâinat hakikat-i uzmâsının kışır ve sureti olan âlem-i şehadet, Fâtır-ı Zülcelâlin izniyle parçalanacak, sonra daha güzel bir surette tazelenecektir.
 
Üst