Kutsallık

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Guzel sorular ;) Bir kac konu ekleyecegin dikkatli okursaniz aradiginiz cevaplari konu icerisinde bulabilirsiniz :)

Kutsal kitaplar neden gönderildi?



İmtihan adalet ölçüsüne göre yapılır. Bir öğretmen, imtihandaki adalet ölçüsü, tatbikatı, uygulamayı ister.. Aynen bunun gibi, Allah kullarını imtihan için öğrencilerine tatbikat yaptırması gerekir. Tatbikat ise, öğretici bir muallim ve onun elinde de bir kitap/ders notlarının olmasıyla gerçekleşir. İşte insanlık camiasının hayat okulundaki muallimleri peygamberler, ders notları ise semavî kitaplardır.



“Bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz”(İsra, 17/15 ) mealindeki ayet, bu gerçeğe dikkati çekmektedir.



-Ayrıca, şu koca evrenin yaratılmasının elbette bir çok gayesi vardır. Her tarafı hikmetlerle donatılmış evrenin gayesiz, abes, lüzumsuz olduğunu tasavvur etmek için deli olmak lazımdır. Bu gayelerin başında her şeyden önce Allah’ın kendini tanıtması ve kullarından bunu öğrenmelerini istemesidir.



“Cinleri ve insanları beni tanımaları ve bana kulluk etmeleri için yarattım”(Zariyat, 51/56) mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir. Kulların bu tanıma ve kulluk işini öğrenmesi de muallimsiz ve kitapsız olamaz..



-Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan, onları ders veren, sonsuz ilim ve kudretini yansıtan, mücessem bir Kur’an olan kâinat kitabıdır. Kâinat kitabının derin manalarını, ince nakışlarını, yüce Yaratıcıyı tanıtan mesajlarını öğrenmek için, onu ders veren bir muallime ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, bir kitap ne kadar harika olursa olsun, onun manaları bilinmiyorsa ve onu ders veren bir muallimi de yoksa, onun boş bir tomar kâğıttan farkı yoktur.



Tıpkı bunun gibi, Kâinat kitabını en ince güzellikleriyle ders veren, Yaratıcı ile olan bağlarını anlatan, onun yaratılış gayesini açıklayan Kur’an gibi bir kitap ve Hz. Muhammed gibi bir muallim olmasaydı, kâinat kitabının bu ince sırları anlaşılabilir miydi? Nitekim, Kur’an’a ve Hz. Muhammed(a.s.m)’e kulak vermeyenler, materyalistçe düşünceleriyle, evreni anlamsız, gayesiz, hedefsiz bir kukla olarak telakki ettikleri gibi, insanları da nereden gelip, nereye gideceği, niçin geldiği ve niçin bir müddet sonra kaybolup gideceği bilinmeyen bir zavallı olarak görürler. İşte bu yanlış anlayışların düzeltilmesi için bir Kitap ve o kitabın Muallimi gereklidir.

Kur'an'a göre kitapların gönderiliş amacı anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmedilmesi, (el-Bakara, 2/213), insanlar arasında adaletin yerine getirilmesi (el-Hadid, 57/25), ayrılığa düşülen konuların açıklanması ve inanan insanlar için yol gösterici ve rahmet olması (en-Nahl, 16/64), insanları karanlıktan aydınlığa çıkarıp onları Allah'ın yoluna iletmek (İbrahim, (4/1), zulmedenleri uyarmak ve güzel davrananları müjdelemektir (el-Ahkaf, 46/12).

Allah Teâlâ'nın insanları irşad etmeleri için gönderdiği peygamberlere, insanlığa tebliğ etmek üzere indirdiği kitablar. Semavî kitablara aynı zamanda "ilahî kitablar" veya "Kütüb-i Münezzele"de denir. Bu kitablar lafız ve manâ itibariyle Allah'ın kelamıdır. Allah tarafından peygamberlerine tebliğ edip açıklamaları için gönderilen kitablar; ya suhuf (sahîfeler) veya elvah (levhalar) içinde yazılı olarak, veyahut da vahiy çeşitlerinin her türlüsüyle lafız ve manâlarıyla birlikte müdevven veya müdevven olmayarak gönderilir. Müdevven olmayanlar, gönderilen peygamberlerin bildirdiği şekilde yazdırılarak bir araya getirilir.

Semavî kitablar; hacim itibariyle ister büyük ister küçük olsun, gerek tedvin edilmiş olarak gönderilsin, gerek tedvin edilmeden indirilsin; kendisi ile gönderilen peygamberin içinde bulunduğu milletin diliyle indirilir. Çünkü Allah her millete çeşitli asırlarda birer peygamber göndermiştir. Hiçbir millet yoktur ki, onların içinde Allah'ın azabıyla korkutan bir peygamber gelip geçmesin” (el-Fâtır, 35/24); "Ve li-küll-i ümmetin resûl..." (Yunus, 10/47); "Biz her peygamberi, kendilerine iyice açıklasın diye yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik..." (İbrahim, 14/4). İlâhi kitapların bazılarında i'câz özellikleri bulunur. Kur'an-ı Kerim ise pek çok i'câz özelliklerini içermektedir.

Semavî Kitab, Hz. İbrahim'e sahifeler içinde, Hz. Musâya elvah (levhalar) üzerinde yazılı olarak indirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s)'e Kur'an-ı Kerim peyderpey (tedricen) çeşitli vahiy şekilleriyle lafızlar olarak indirilmiş, Hz. Peygamber (s.a.s) de bunları sırasına göre vahiy katiblerine yazdırmıştı.

Semavî Kitabların hepsi şu noktaları zikretmede ittifak etmişlerdir:
1- İman ve Tevhid'in esaslarını bildirmede birleşirler.
2- Allah Teâlâ, zat ve sıfatlarında tektir. O, yegane Halık (Yaratıcı) ve müessirdir. Allah'dan başkasına ibadet edilmez.
3- Namaz, Zekat, Oruç gibi ibadet asılları. Bunların şekilleri değişik olabilir. (el-Enbiyâ, 21/73; el-Bakara, 2/183).
4- Zina, adam öldürme, hırsızlık gibi ırz, namus, can ve mal haklarına tecavüz haram ve büyük günahtır.
5- Bütün hayırlar ve güzel ahlâk esasları emredilir.
6- Hz. Muhammed (s.a.s)'in Allah'ın Rasûlü olarak geleceğini ve sıfatlarını haber verirler.
7- Allah yolunda can ve mal ile cihada teşvik etmektedirler.
Yüce Allah, önceki kitablarda indirdiği esas ve bilgilerin pek çoğunu Kur'an-ı Kerim'de indirmiştir. el-Mâide süresinin 48. âyeti bu hususa işaret eder: (Ya Muhammed), sana da kendinden önceki kitabları tasdik edici ve onlar üzerine bir kontrolcü (gözetleyici) olmak üzere bu kitabı indirdik. O halde onlar arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet ". O halde Kur'an-ı Kerim kendisinden önce indirilen kitabların değiştirilmeden gelen kısımları ile tahrif edilerek batıl karıştırılmış kısım ve âyetleri üzerinde bir şahid ve bir kontrolcü ve mihenk taşıdır.


Kur'an-ı Kerim kendisinde bildirilen hakikatlerin önceki ilâhi kitablarda da indirildiğini söylemiştir: "Şurası bir gerçektir ki, Kur'an âlemlerin Rabbinin indirdiğidir. Allah'ın azabıyla korkutanlardan olman için onu (ey Muhammed), senin kalbine apaçık bir Arapçayla Cibril-i Emin indirmiştir. O daha önceki (peygamber)lerin kitablarında da vardır (zikredilmisti)" (eş-Şuârâ, 26/192-196) "Öncekilerin kitabları (zübüril-evvelîn)" lafzının mefhumuna, suhufu İbrahim, Tevrât, Zebûr ve İncil girer.
İnsanlar, kendilerine Allah'ın ahkâmını tebliğ eden peygamberlere muhtaç oldukları gibi, onlara indirilen semavî kitablara da şu bakımlardan muhtaçtırlar:
1- Peygamberlere indirilen semavî kitablar, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ümmetlerin dinin akaidini, ilke, gaye ve ahkamını tanıma ve tarif etmede müracaat ettikleri kaynaktır. Ümmetler, Allah'ın şeriatının hükümlerini tanımada, Allah'ın emrettiği farzları ve nehyettiği haramları açıklamada, fazilet ve güzel ahlâkı, edep ve terbiye kurallarını, Allah'ın uyarılarını, va'd ve va'dini beyan edip insanları doğru yola çağırmada ve öğüt alıp ve öğüt vermede Allah'ın kitabına baş vuracaklardır. Peygamberin vefatından sonra ümmetin alimleri, beşer hayatında karşılaşılan müşkillerin şer'i hükmünü istinbat için Allah'ın indirdiği kitaba bakacaktır.
2- Peygamberin vefatından sonra ona vahyedilmiş olan ilâhî kitab, insanların ihtilaf ettikleri her bir meselede başvuracakları âdil bir hakemdir. Çünkü bu, en âdil ve en iyi hakim olan Allah'ın kelâmıdır. Yüce Allah bu hususu şöyle belirtir: İnsanlar (Hz. Âdem zamanında) tek bir ümmetti. Bunu müteakiben Allah onlara müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdi. Onlarla birlikte insanlar arasında ihtilaf ettikleri şeylerde hükmetmek için hakk ve gerçek olan kitablar indirdi... (el-Bakara, 2/213).


Bir ümmet arasında indirilen ve yazılmış olan kitab, tevhid esaslarını ve dinin akaid, adab ve ahkâmını korur. Ümmet içinde bir semavî kitabırı değiştirilmeden kalması, aralarında yaşayan peygamberin durması anlamındadır. Diğer insanlar gibi peygamberler de ölürler. Peygamberlerin ölümünden sonra semavi kitabın durması olmasaydı, dinin aslından sapacak kadar ümmetin ihtilafları büyürdü. İnsanların tabiatı icabı, nefis ve hevalarının arkalarında sürüklenmelerinin azaltılması, dini anlayış ve ictihadlarda ihtilafların durdurulması için yazılı bir ilâhi kitabın bulunması lazımdır.


İlâhi Kitab, nazil olduğu yer ve zamandan ne kadar uzaklaşılırsa uzaklaşılsın, dinin yayılması ve insanların irşâd edilmesinde peygamberin davetinin etki ve kabiliyetini taşır. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'in tebliğ ettiği evrensel İslamın yayılması ve kabul ettirilmesinde Kur'an-ı Kerim'in çok büyük etki ve hizmetleri olmuştur.


Allah Teâlâ, işte bu sayılan ve bunlardan başka bir takım sebeplerle peygamberlerine kitablar indirmiştir. Onlar da bunları tebliğ edip açıklamışlardır. Hz. Peygamber (s.a.s), arkasında insanlık için bir nur ve hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim'i bırakmıştır.


Varlıkları ile insanlık alemine şeref vermiş olan Peygamberler, çok önemli olan elçilik ve peygamberlik görevini yerine getirebilmek için, kendilerine Yüce Allah tarafından talimat verilmiş olması gerekir. İşte bu talimat, Peygamberlere Semavi kitablarla verilmiştir. Semavi kitablar, Yüce Allah'ın insanlar üzerinde uygulanacak birer kutsal kanunudur. Allah, insanlara haklarını ve görevlerini bu kanunlar yolu ile bildirmiştir. Peygamberlerin dünyadaki hayatları geçicidir. Peygamberlerin ümmetlerine bildirdikleri İlahi hükümlerin devamı, ancak bu kitablar sayesinde mümkün olmuştur. Eğer bu kitablar olmasaydı, insanlar yaratılışlarındaki hikmetten, üzerlerine düşen görevlerden, kavuşacakları ahiret nimetlerinden ve felaketlerinden habersiz kalırlardı. Yaşayışlarını düzene sokacak İlahi prensiplerden mahrum kalırlardı. Özellikle kutsal ayetleri okumak, onlara ibadet etmek, onlardan öğüt almak ve onlarla gerçeği anlayıp tehlikeli görüşlerden kurtulmak şerefinden ve mutluluğundan uzak kalmış olurlardır.


Kur'an'ın insanlara bildirdiği emirler ve yasaklar, açıkladığı hikmet ve gerçekler pek çoktur. Bunlar temel olarak inançlara, ibadetlere, muamelata, ahlaka, Allah'ın Yüce kudretini gösteren üstün san'at eserlerine, ibret alınacak olaylara ve diğer şeylere aittir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:


1) Kur'an-ı Kerim, insanlara Yüce Allah'ın varlığını, birliğini, büyüklüğünü, hikmetlerini ve kudsiyetini bildirir. Öyle ki, felsefi görüşlere sahib olanların parlak sözleri onun yanında pek sönük kalır.

2) Kur'an-ı Kerim, insanları ilim ve irfana, ibretle bakıp düşünmeye çağırır. Gaflet içinde yaşamaktan insanları engeller. İnsanlara, Yüce Allah'ın hikmet ve kudretini gösteren büyük eserlerine bakmalarını öğütler.

3) Kur'an-ı Kerim, önceki devirlerde insanlara gönderilmiş olan peygamberlerin bir kısmı ile ilgili bilgi verir. Yüksek görevlerini nasıl başardıkları ve bu görevler uğrunda ne kadar zorluklara katlandıklarını bildirir. Bütün insanların son Peygambere uymalarını emreder.

4) Kur'an-ı Kerim, geçmiş ümmetlere ait ders alınacak en büyük ibret sahnelerini ve tarihi olayları bildirir. İnsanları bunlardan ibret almaya çağırır. Peygamberlere karşı çıkıp isyan eden günahkar kavimlerin çok korkunç akıbetlerini haber verir.

5) Kur'an-ı Kerim, insanlara daima uyanık bir ruha sahib olmalarını ve Hak'dan gafil bulunmamalarını emreder. Nefislerin arzularına uyarak din ve faziletten yoksun kalmamalarını öğütler. Dünyanın maddi yarar ve zevklerine dalıp da, manevi hazlardan ve ahiret nimetlerinden mahrum kalmanın büyük bir felaket olacağını bildirir.

6) Kur'an-ı Kerim, müslümanlara, dinlerine sımsıkı sarılmalarını ve daima hakkı savunmalarını öğütler. Düşmanlarına karşı da, daima kuvvetli bulunmalarını, her türlü korunma vasıtalarını hazırlamak için çalışmalarını hatırlatır. Gerektiği zaman savaş meydanlarına atılmalarını, din ve namuslarını, yurdlarını, maddi ve manevi varlıklarını hem canları hem de malları ile korumalarını emreder.

7) Kur'an-ı Kerim, medeni ve sosyal hayatın bir düzün ve huzur içinde yürümesi için gereken esasları ve kuralları bildirir. İnsanların birtakım hak ve görevleri korumalarını ve gözetmelerini ister.

8- Kur'an-ı Kerim, hem şahıslara, hem de cemiyetlere, selamet içinde kalmaları için adaleti, doğruluğu, alçak gönüllü olmayı, sevgiyi, merhameti, iyilik etmeyi, bağışlamayı, edeb gözetmeyi, eşitliği ve bu gibi yüksek huyları tavsiye eder. İnsanları zulümden, hainlik etmekten, büyüklenmekten, cimrilikten, intikam duygularından, katı yürekli olmaktan, çirkin söz ve işlerden, zararlı olan içki ve yiyeceklerden alıkor. Yapılması, yenip içilmesi helal veya haram olan şeyleri bildirir.

9) Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın bu alem için koymuş olduğu tabiî kanunları hiç kimsenin değişteremeyeceğini anlatır. Herkesin bu kanunlara göre davranışlarını ayarlamaları gereğine işaret eder. İnsanlara, çalışmalarının meyvesinden başka birşey elde edemeyeceklerini hatırlatır. İnsanları çalışıp çabalamaya teşvik eder.

10) Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah'ın: "Yapınız - Yapmayınız" diye emirlerini ve yasaklarını benimseyip gereğince hareket eden mü'minler için verilecek dünya ve ahiret nimetlerini ve elde edecekleri başarıları müjdeler. İman etmeyenlere de hazırlanmış bulunan kötü akıbetleri, Cehennemin azab şekillerini hatırlatır. Kur'an-ı Kerim, bütün bu açıklamaları ile insanları, yaratılışlarındaki yüksek gayeden haberdar ederek ona iletmek ister.

Sonuç: Kur'an'ın ifadesi bir mucizedir. Bu gibi daha nice hikmet ve gerçekleri içinde toplamıştır. İnsanlık alemi ne kadar yükselirse yükselsin, hiç bir zaman Kur'an'ın yüksek talimatı dışında kalamaz. Kur'an'ın talimatına (gösterdiği prensiplere) aykırı davranışlar ise, aslında yükselme değil, bir alçalmadır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
İlahi kitaplar, bir önceki kitap değiştirildikten sonra mı inmiştir?

İlahi kitapların inmesi, bir önceki kitabın değiştirilmesi şartına bağlı değildir. Nitekim, Hz. İsa (as)’a indirilen İncil, bir önceki kitap olan Tevrat’ın hukukî ahkâmını ihtiva etmemiştir. Hz. İsa, İncil ile sevgi, şefkat, ahlakî değerleri ders verirken, hukukî düzenlemeler konusunda Tevrat’ı referans alıyordu. Zebur da öyledir. Bu iki kitapta da şer’î hükümler yok gibidir. O konuda Tevrat’ı esas alıyorlardı. Bu da gösteriyor ki, bir kitabın indirilmesi, bir önceki kitabın tahrif edilmesine bağlı değildir. Bilakis, zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak ortaya konması gereken yeni prensipleri ders vermek üzere indirilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim'in de inmesini eski kitapların bozulmasına bağlamak isabetli olmasa gerektir. Bu takdirde, sanki bozulmamış olsalardı, Kur’an’a ihtiyaç kalmazdı, gibi son derece yanlış bir yargıya varmak gerekir. Halbuki, bütün dinlerin temel esasları olan iman hakikatleri her zaman güncelliğini korumaktadır. Ancak zaman ve zeminin şartları, konunun az veya çok açıklanması, özet veya detaylandırılması konularında büyük bir role sahiptir. Farklı şeriatların gelmesinin hikmeti budur. Kur’an’da önceki kitaplarda da geçen önemli konular vardır. Bunlar semavî dinlerin ortak paydasıdır.

Bununla beraber, Kur’an’ın önceki kitaplardaki bazı hükümleri neshettiği konusunda -hemen hemen- bütün İslam alimleri arasında görüş birliği vardır. Ancak tekrar edelim ki, Kur’an’ın gelmesi onların bozulmasına bağlı değildir. Çünkü, önceki kitaplar bozulsun, bozulmasın, onlardaki bazı hükümlerin tadil edilmeye, bazılarının tamamen yürürlükten kaldırılmaya ihtiyaçları vardır.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Ehl-i kitab ne demektir?

Yahudi, Hıristiyan gibi semavi din mensuplarına "Ehl-i Kitap" denir. Kur'an-ı Kerim'de ehl-i kitaptan çokça bahisler vardır. Ehl-i Kitap, Peygamberimizi kabul etmediklerinden kafir sayılmakla beraber, "Allah'ı inkar eden" anlamında kafir değillerdir.

Kur'an-ı Kerim, ehl-i Kitaba bazı konularda, kafirlere nispetle ayrıcalık tanır. Mesela, onlardan kız almak caizdir ve kestiklerini yemek helaldir (Maide suresi, 5) Onlara tanınan bu ayrıcalık, ehl-i küfre nispetle, imana daha yakın olmalarındandır. Kur'an, onlara şöyle seslenir:
"Ey ehl-i Kitab ! Bizimle sizin aranızdaki müşterek bir kelimeye gelin ! Ancak Allah'a ibadet edelim. Hiç bir şeyi O'na ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp bazınız bazısını Rab edinmesin." (Al-i İmran suresi, 64) Yani, birbirimizi Rab, Mevla, Hakim-i mutlak tanımayalım. Bütün hareketlerimizi Hakk'ın emriyle ve Allah'ın rızasıyla ölçelim... Hepimiz Allah'a kul olalım. Kendimizi ancak O'na mahkum bilelim. Birbirimize de ancak bu kural çerçevesinde tabi ve bağlı olalım. (1)

Kur'an, ehl-i Kitabın kendi alim ve ruhbanlarını, Rab edindiklerini bildirir. (Tevbe suresi, 31) Hıristiyanlıktan İslam'a geçen Adiy b. Hatem, "Ya Resulullah, biz onları Rab edinmiyorduk" deyince Resulullah, şu açıklamayı yapar: "Onlar, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal yapıyor, siz de onlara uyuyordunuz. İşte bu, onları Rab edinmektir." (2) Yoksa, herhangi birini Rab edinmek için illa ona "Rab" namını vermek şart değildir. (3)

Şu ayet, ehl-i kitapla mücadelede izlenecek yolu ifade eder: "Onlardan zalim olanlar dışında, ehl-i kitapla en güzel bir şekilde mücadele edin. Ve şöyle deyin: Biz, hem bize indirilene, hem de size indirilene iman ettik. Bizim de, sizin de İlahımız birdir. Ve biz, yalnız O'na teslim olmuş kimseleriz." (Ankebut suresi, 46)

Bu ayette, ehl-i kitap, iki kısımda mütaala edilmektedir:
1-Zalim olanlar.
2-İnsaflı olanlar.
İnsaflı olanlarla en güzel bir şekilde mücadele yapılması emredilir. Bu tarz yaklaşım, onları İslam'a çekecek, İslam'a girmekte zorlanmayacaklardır. Çünkü, İslam'a girdikleri zaman Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı reddetmeleri gerekmiyor... Böylece, son peygamberin dinine uyacaklar ve tahrif edilmiş bir dinin mensubu olmaktan kurtulacaklardır.

Kur'an-ı Kerim, hristiyanların yahudilere nisbetle İslam'a daha yakın olduğunu bildirir: "Yahudi ve müşrikleri mü'minlere en çok düşmanlık yapan kimseler olarak bulacaksın. ‘Biz hristiyanız’ diyenleri de, mü'minlere sevgide en yakın kişiler olarak bulacaksın. Çünkü, onların içinde bilgin keşişler ve ruhbanlar var ve bir de onlar büyüklenmezler." (Maide suresi, 82)

Tarih, üstteki ayetin bir ispatıdır. Yahudilerden İslam'a girenler parmakla gösterilecek kadar azdır. Fakat Hıristiyanlardan pek çok kimse, araştırmaları neticesinde İslam'ı seçmişlerdir. Bugün Avrupa'da Hıristiyan asıllı Müslümanların sayısı, yüz binleri geçmektedir. Yine Avrupa'da pek çok kilise, cami haline getirilmiş ve bunlar İslami faaliyet merkezleri olarak hizmet vermektedirler.

Hıristiyan ülkelerde İslami faaliyetlerin güzel neticeleri gözle görülen bir realite olduğu gibi, bu ülkelerin idarecilerinin İslam aleyhinde tutumları da yine bir realitedir.
İnsaflı ehl-i Kitapla en güzel bir mücadeleyi emreden Cenab-ı Hak, şu ayetle de onların zalim kısmıyla ilgili hükmü bildirir:
"Ehl-i Kitaptan Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldıklarını haram kabul etmeyen ve Hak dini din olarak seçmeyenlerle, onlar zelil vaziyette kendi elleriyle ‘cizye’ verinceye kadar savaşın." (Tevbe suresi, 29)

Ayette sayılan özellikler, “Bütün ehl-i kitabı içine alır mı, yoksa almaz mı ?” meselesi zaman zaman tartışma konusu olmaktadır." (4) Ayetin " ehl-i Kitabın hepsiyle, onlar cizye verinceye kadar savaşın" demeyip, "ehl-i kitaptan şu özellikte olanlarla savaşın." demesi, herhalde gözden uzak tutulmamallıdır. (5) Resulüllah’ın uygulaması da bu tarzda olmuştur. Hz. Peygamber, İslam'ın Mekke döneminde bazı Müslümanları Hıristiyan bir ülke olan Habeşistan'a göndermiş, orada rahat edeceklerini söylemiştir. Medine döneminde ise, hem Yahudi hem de Hıristiyanlarla diyaloğa girmiş, onlara Allah'ın dinini anlatmış, kendilerini iknaya çalışmıştır. Bunun neticesinde ehl-i Kitaptan İslam'a girenler olmuştur.

Kur'an'ın belirttiği gibi, "ehl-i Kitabın hepsi bir değildir" (Al-i İmran suresi, 113). Onların hepsini aynı kategoride görmek, Kur'ani ve tarihi realiteye muhaliftir. "Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah zalim topluluğa hidayet etmez" (Maide suresi, 51) ayeti, onlarla diyaloga ve beşeri ilişkilere mani değildir. Nitekim, ehl-i Kitaptan kız almak, Kur'an'ın hükmüyle sabit bir vakıadır (Maide suresi,5).

Hamdi Yazır, üstteki ayetle ilgili şöyle der: Müminler, Yahudi ve Hıristiyanlara iyilik etmekten, dostluk yapmaktan, onlara idareci olmaktan men edilmemiş, onları veli ittihaz eylemekten, yardaklık etmekten nehiy edilmişlerdir. Çünkü onlar, müminlere yar olmazlar. (6)
Meseleyi şu şekilde özetlemek mümkündür: Onlarla beşeri ilişkilerde bulunmak ayrı, onların din-örf ve adetlerine hayran kalmak ayrıdır. Birincisi Kur'an'ın nehyine dahil değilken, ikincisi kesinlikle yasaklanmıştır.

Kaynaklar:
1-Yazır, II, 1132
2-Razi, XVI, 37
3-Yazır, IV, 2512
4-Rıza, X, 333; Kutub, III, 1631-1634
5-Ateş, III, 1133-1134
6-Beydavi, II, 211
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Kuran-ı Kerim,Tevrat, Zebur ve İncil'in anlamları nelerdir?

Kur'an-ı Kerim: Son vahiy dini olan İslâm'ın kutsal kitabı. Kur'ân, tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup, Allâh'ın son kitabına özel ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek demektir.

Tevrat: İbranice Tura kelimesinin Arapçalaşmış biçimi olan Tevrat kanun, ittifak, birlik, anlaşma, sözleşme, adlaşma gibi anlamları dile getirir. İslâm geleneğinde Hz. Musa'ya nazil olan kitabı belirtir. Yahudi geleneğinde ise, bugün Ahd-i Atik (Eski Ahit) denilen kitaplar toplamının adıdır.

Zebur: Allah tarafından Hz. Dâvud (a.s)'a gönderilen Mezmurlar ve Mezâmir adı ile de anılan mukaddes kitap. Lügatte Mezmur, "Kavalla söylenen ilâhî, Hz. Dâvud'a inen Zebur'un sûrelerinin her biri" anlamlarına gelir. Mezmur "yazılmış" manasına gelen kitap anlamındadır. Büyük bilgin Zeccac, Zebur'un "Hikmetli kitap" manasına geldiğini; Âlu İmran, 3/184 ayetindeki "Zebûr" kelimesinin "menetmek" manasına gelen "Zebr" kökünden olduğunu açıklamıştır. Kitap da halkın hilâfına olan hususlardan meneden şeyleri bildirdiği için Zebûr diye adlandırılmıştır (Fahreddin er-Râzi, Mefâtihu'l-Gayb, Ankara, 1990, VIII, 417).

İncil: Allah tarafından Hz. İsa'ya gönderilen; Tevrat'ın aslını doğrulayan Kur'an-ı Kerîm tarafından tasdik edilen ve bir anlamı da "yol gösterici, aydınlatıcı" olan (el-Maide, 5/46-48), dört büyük kitaptan birisi. Yunanca "Evangelion"; iyi haber, müjde demektir. Esas itibariyle Hz. İsa'nın hayatını, mucize ve faaliyetlerini, söylediği hikmetli sözleri, tebliğ etmiş olduğu şeriat hakkındaki peygamberane hakikatları anlatmak için kullanılmıştır. Bu kelime ile ilk hristiyanlar; İsa'nın insanlara bildirisini, onları kötülük ve günahtan kurtarmağa ve selamete götürmeğe geldiğine dair vaadini anlatmış ve adlandırmışlardı. Hz. İsa da onu; "Tanrı'nın Krallığı'nın müjdesini (iyi haberini) duyurma" olarak tanımlar (Kitâb-ı Mukaddes, Matta, I, 1, 14; S.C.F.Brandon, A Dictionary of Comparative Religion, London, 1970, s. 310; Anne Merie Sechimmel, Dinler Tarihine Giriş Ankara 1955, s. 210).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

Elif_Gibi

Well-known member
yeterli cevabı verir mi bilmiyorum ama Ahmet Kurucan ın yazısını da bi okuyun isterseniz...

Soru
Kutsallık kutsallığını nerden alır, neler kutsaldır?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Kutsal kelimesi arapça olarak Mukaddes demektir. Mukaddes ise, mübarek, kutlu ve temiz şeyler; Allah Teâlâ ile ilgili olan ve manevî bir büyüklüğü bulunan kutsal, pak değerler, anlamına gelir. Cenab-ı Allah ve O'nun isimleri, kitapları ve peygamberleri kutsaldır. Din, îman, ibadetler, Kâbe, cami ve mescitler ve bunlarla ilgili olan herşey de mübârek ve kutsaldır.

Mukaddesâta saygı göstermek bütün müslümanların kaçınılmaz görevleri arasındadır. Bu saygının şekli mukaddesâtın hüviyetine göre değişir. Cenâb-ı Hak'ın mübârek isimlerinden biri anıldığında "celle-celâlühû" veya "teâlâ" gibi bir ifade kullanmak, Kur'ân-ı abdestli olarak ele almak, hayırlı her işe besmele ile başlamak, Peygamberimizin ismi okununca salât-ü selâm getirmek, diğer peygamberlerin ismi geçince "aleyhisselâm", bir sahâbeden bahsedildiğinde "radıyallahü anh" demek, İslâm terbiyesinin gereğidir.

Kur'an'a, din ve îmâna, peygamberlerden birine veya bir İslâm mabedine -hâşâ- sövmek, bunları hafife almak küfür alameti sayılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'i veya herhangi bir din kitabını kasten pis bir yere atmak da böyledir. Bu durumda olan kimsenin derhal tövbe edip imanını ve evli ise nikâhını tazelemesi iyi olur.

Hz. Peygamber’in (sas) öğretileri ışığında iki hususa dikkatleri çekmek gerekir:

Bir; Kur’anî ve Nebevî öğretilere göre İslam öncesi İlahî dinlere, onların mukaddes peygamber ve kitaplarına inanmak şarttır. Aynı hakikati dinî literatürle ifade edecek olursak farzdır. Aksi halde o insan Kur’an ve Hz. Muhammed’e (sas) inansa da Müslüman olamaz. Müslüman olmanın temel şartı İslamî değer ve temellere inanmak olduğu kadar, önceki peygamber ve kitaplarına da inanmaktır. Kur’an bu hususa şu ayeti ile temas eder: “Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene ve yine Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz yalnız O’na teslim olan Müslümanlarız.” (Bakara, 2/136)

İşte bu inanç, hangi sebeple, ne zaman ve nerede olursa olsun bir Müslüman’ın başka bir inanç grubunun din ve dinî değerlerine inanmasa da saygı göstermesini gerekli kılmaktadır. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bu çerçevede kendisini bir vesile ile ziyarete gelen Necran Hıristiyanlarına pazar ayinlerini yapması için mescidini tahsis etmesi aslında sadece Müslümanlar değil, herkes için örnek bir tablodur.

İkinci husus; kutsala saygı anlayışıdır. Her inanç grubunun kendine özgü, kökeni, tarihi, milli, kültürel, dinî ve ahlakî değerlere dayanan bir kutsal anlayışı vardır. Bir din ve inanç grubu için kutsal olan şey, bir başka din ve inanç grubu için kutsal olmayabilir, hatta yasak, saçma, gülünç olabilir. Bu nokta, yolların ayrıldığı yerdir. Eğer bir insan kendi inançları ekseninde başkasını değerlendirir ve karşısındakine ona göre tavır ve tutum belirlerse, bu, birlikte huzur içinde yaşamayı imkânsız kılan bir başlangıç noktasıdır. Bu düşünce ve bakış açısına sahip kişilerin, birçok insanî, ahlakî, hukukî, siyasî ve iktisadî ortak paydaları olan diğerlerini toplumdan dışlamasına, izole etmesine, yok saymasına vesile olur. Bu da insanların velev ki aynı vatan toprakları üzerinde yaşasalar bile kamplaşmalarına, kamplaşmalar ise yakınçağ tarihinde müşahede ettiğimiz 1. ve 2. dünya ile soğuk dönem savaşlarına kadar uzanan bir çıkmaz sokağa sokar dünya insanlığını.

Müslümanların bilmesi gereken

Kutsala saygı anlayışında Hz. Peygamber’in (sas) şu uygulaması, saygının çok daha ötesinde bir yerde olduğunu göstermekle beraber, müntesiplerine de farklı sorumluluklar yüklemektedir. Hz. Peygamber (sas) Medine’ye ilk hicret ettiğinde Yahudilerin Muharrem ayının belli günlerinde oruç tuttuğunu görür. Sebebini sorduğunda aldığı cevap, İsrailoğulları’nın Hz. Musa eliyle Firavun’un zulmünden kurtulduğu günün anısına tutulan kutlama orucu olduğunu öğrenir. Bunun üzerine O ümmetine, tıpkı Yahudiler gibi o günü oruç tutarak kutlamalarını emreder. Vucub ifade eden bu peygamber emri Kur’an ayeti ile Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar devam eder. Görüldüğü gibi İslamî öğreti, dinî bir temele dayanan kutsalı kabullenmek, saygı göstermekle kalmıyor, onların kutlamalarına aynen onlar gibi katılınmasını öngörüyor.

Yerli-yabancı, Müslüman-Hıristiyan, zengin-fakir, kadın-erkek, siyah-beyaz dünyanın hemen her yerinde iç içe yaşayan, evde, işte, çarşıda, pazarda farklı inanç grupları ile her gün yüz yüze gelen Müslümanlar olarak bizlerin, kısaca izaha çalıştığım bu iki hususu herkesten daha çok hatırlamaya ihtiyacımız olduğu kanaatindeyiz. Yani İslam harici dinlere saygı ve o din mensupların kutsal anlayışlarına saygı göstermek bizim dinî bir görevimizdir.

Fakat aynı türden bir anlayışı da bizim onlardan beklememiz hakkımız olsa gerek. Bu çerçevede din ve vicdan özgürlüğüne vurgu yapan evrensel insan hakları, bu hakların ihlali durumunda iç hukuk ya da devletlerarası hukukî anlaşmalarla kayıt altına alınan yaptırımlara hiç ihtiyaç duymaksızın başkasının dinini kabul ve kutsalına saygıyı hayata intikal ettirebilmeliyiz. İhtimal dünya o zaman beşerî ilişkiler açısından daha yaşanılır bir mekân haline gelecektir.

Bizlere böylesi bir anlayışı, böylesi bir imanî değeri miras olarak bıraktığı için Hz. Muhammed Mustafa’ya şükran borçluyuz.

AHMET KURUCAN
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
 
her ikinize de teşekkürler. ancak, NuruAhsen'in yazıları sorularla yakından ilgili degil gibime geldi ve hem o yüzden hem de çokkk uzun oldugu için :dft001: şimdilik okuyamadım.ama en kısa sürede zamanım oldugunda okuyacagım.
diger arkadasın yazdıklarına gelince ;
evet konuyu kısmen açıklayıcı nitelikte. yalnız bu Tanrısal kutsallıga bir açıklama.
bence;
herkesin bildigi gibi, herhangi bir şeyin kutsallıgı onun maddesinden ya da görünümünden ileri gelmez\gelmemeli herşeyden önce. içerdigi ya da ifade ettigi anlam vs de saklıdır kutsallıgı. ve bu kutsallık -eger- (asla kendine degil ! ) dışındakilere bir deger katabildigi sürece anlamını bulur ve süre gider. yani anlatmak istedigim; örnek olarak bir kutsal kitabı ele alalım. eger bir inancın ögreti,yasa,hüküm vslerini içeren bir kitap, ne imal edildigi hammaddenin, ne harflerinin dizilişi,ne yazı şekli,ne fiziksel konum olarak bulundugu yer vs yönünden asla kutsallık barındırmaz.. içerdigi bilgi ve bu bilginin insanlara (yani yukarıda 'dışındakiler' dedigim..) verebildikleridir onun kutsallıgının kriteri.
bu onun kendisinden ya da Tanrı'sından gelen kutsallıgıdır.

bir de asl'ında olmadıgı halde insanlar tarafından kutsallık yüklenen kitap,nesne,''şey'' vsler de var. bunlara bakış açımız ya da yaklaşımımız nasıl olmalı?
 
açıklamanız gerçektende çok güzeldi teşekkürler. fakat cevabı vermenin önemli olduğu kadar soruyu sormakta önemlidir. o yüzden hem soruyu sorana hemde cevabı yazana teşekkürler:D
 
Üst