Bitlis, van ve diyarbakirda

Ali Said

Well-known member
Cehalet, zaruret ve ihtilâf düşmanlarına karşı sanat, marifet ve ittifak silâhlarıyla yapılması gereken cihadın en önemli araçlarından biri olarak gördüğü şark üniversitesi için 2. Meşrutiyetin ilânından önce İstanbul'a gelerek destek arayan Bediüzzaman Said Nursî, 1911'de şark aşiretleriyle sohbetinde de “Darülfünunu mutazammın pek âlî (üniversiteyi ihtiva eden yüksek) bir medresenin Bitlis'te ve Bitlis'in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir'de tesisini isteriz” demişti.

HER DEFASINDA AKAMETE UĞRADI

Bediüzzaman, projesini benimseyen Sultan Reşad'dan aldığı tahsisatla bu üniversitenin ilk kampüs binasının temelini Van gölü kıyısında atmış, ama Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine inşaat tamamlanamamıştı. Said Nursî'nin Ankara'da aynı proje için Birinci Meclisten aldığı destek ve tahsisat da, kısa bir süre sonra medreselerin kapatılıp Bediüzzaman'ın sürgüne gönderilmesi ile yine akamete uğramıştı.

Şark Üniversitesi için, hürriyetten evvel

İstanbul’a geldim

Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilâyat-ı şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra nâmında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: “Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.”

O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: “Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.” Kabul ettiler.

Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.

Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.” Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler.* Ben dedim: “Bunu mebuslar imza etmelidirler.”

Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usûlüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.”

Dedim: “O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nevî merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiyâ şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyâtı din ile kâimdir.HAŞİYE Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teâvün ve tesânüde mecburuz.” (...)

HAŞİYE: Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zekî o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: “Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.” Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi Râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de “Eyvah!” dedim. “Sen ne kadar bozulmuşsun.” Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin evvelki hâli Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci hâlinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havâle ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına âzamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyihamı 163 meb’us imzâ ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir istidâyı elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış.

* “Mustafa Kemal de içinde idi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 439)

Emirdağ Lâhikası, s. 402, (yeni tanzim, s. 775)

Bediuzzaman Said Nursi

LUGATÇE:

şark: doğu.

darülfünun: üniversite.

Harb-i Umumî: dünya savaşı (metinde kastedilen I. Dünya Savaşı)

hareket-i Milliye: Milli Mücadele hareketi.

garplı: batılı.

vilâyat-ı şarkiye: doğu illeri.

fünun-u cedide: yeni fenler, ilimler.

ulûm-u diniye: dini ilimler, din ilimleri.

elzem: daha lâzım.

enbiyâ: peygamberler.

hükema: filozoflar.

terakkiyât: ilerlemeler

teâvün: yardımlaşma.

tesânüd: dayanışma.

salih: hayırlı, iyi.

fâsık: günahkâr.

hamiyet-i milliye: millet için gösterilen gayret.

râfizî: Kurallardan ve nizamdan ayrılan.
 
Üst