Bediüzzaman ve Bitlis

Ali Said

Well-known member
Cumhurbaşkanının Bitlis ziyaretinde bol bol Atatürk muhabbeti yapıldı, ama orada doğup yetişen, Birinci Dünya Savaşında şehrin Rus işgaline girmemesi için talebeleriyle beraber cansiperane savaşan, yeğeninin de dahil olduğu birçok talebesini şehit veren ve kendisi esir düşen bir isimden hiç söz edilmedi:

Bundan 121 yıl önce Bitlis’in Hizan kazasına bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya gelmiş olan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri.

Hiç Bediüzzaman’sız bir Bitlis düşünülebilir mi? Peki, onu yok sayıp gizleyerek bir yere varılabilir mi? Onu içine alıp kucaklamayan, hattâ ona dayanmayan “açılım”lar başarılı olabilir mi?

Bitlis’te onu dışlayarak verilen mesajların tümü, gerçekte onun çok yakından irtibatlı, hattâ bazılarıyla iç içe olduğu unsurlar ihtiva ediyor.

Meselâ Gül’ün “Mem u Zin de bizim” dediği eserin sahibi Ahmed Hânî Hazretlerinin Doğu Beyazıt’taki türbesini, ilk tahsili için orada iken mekân ittihaz ederek, geceleri o türbede ibadet, zikir ve tefekkürle geçiren zat, Bediüzzaman’dı.

Kürtçe yazılan Mem u Zin’i Türkçe’ye tercüme eden de talebelerinden Müküslü Hamza’ydı.

Gül’ün Bitlis gezisinin en önemli vesilesi olan üniversite bahsine gelince: M. Kemal’in cumhurbaşkanı olarak ziyaretinde bu şehirde bir üniversite kurulması gerektiğini söylediği belirtilerek, “Bitlis’te üniversite onun vasiyeti” denildi.

Ama M. Kemal’den onyıllar önce Bitlis üniversitesini, üstelik sadece bu şehirle sınırlı olmayıp diğer doğu vilâyetlerini de içine alacak bir kapsam ve genişlikte gündeme getiren başka bir isim vardı: Yine Bitlisli Bediüzzaman Said Nursî.


Yüz yıl önce gündeme getirmişti

1911’de şark aşiretleriyle yaptığı ve bilâhare Münâzarat adıyla kitaplaştırdığı sorulu-cevaplı sohbetlerin bir yerinde Said Nursî şöyle diyordu:

“Camiül-Ezher’in kızkardeşi olan, Medresetüzzehra namıyla dârülfünunu mutazammın (üniversiteyi içine alan) pek âlî (yüksek) bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini isteriz.”

(Eski Said Dönemi Eserleri, s. 290)

Bu üniversiteye olan şiddetli ihtiyacı Osmanlı payitahtı İstanbul’da padişahın dikkatine sunmak için her yolu deneyen, ama Sultan Abdülhamid’e bir türlü ulaşamayan Said Nursî, bilâhare, bahsettiğimiz aşiret sohbetlerinden kısa süre sonra yine İstanbul’a giderek yeni padişah Sultan Reşad’a Balkan gezisindeki refakati sırasında projesini doğrudan anlatma fırsatı buldu.

Gezinin amaçlarından biri, Kosova’da kurulacak üniversitenin temelini atmaktı. Ama Balkan savaşı patlak verince bu proje akim kaldı. Bunun üzerine Bediüzzaman, oraya ayrılan tahsisatın “Doğunun çok daha fazla ihtiyacı var” dediği Medresetezzehra projesine aktarılmasını istedi.

İsteği kabul edildi, verilen tahsisatla Van gölü kıyısında ilk temel atıldı, ama onun da tamamlanmasına Birinci Dünya Savaşı imkân vermedi.

Araya, utanılası bir kadirbilmezlik ve vefasızlıkla sansürlenip gizlenmeye devam edilen şanlı Bitlis müdafaasının da yaşandığı savaş ve ardından esaret yılları girdi. Sonrası: Esaret dönüşü, Osmanlının çöküşü, Ankara’da yeni bir Meclis ve devletin kuruluşu, hayatı boyunca üniversite projesinin takipçisi olan Said Nursî’nin, bulduğu ilk fırsatta konuyu Ankara hükümetinin de gündemine taşıması, teklifinin kabul edilip Meclis kararıyla yine tahsisat çıkarılması, ama kısa süre sonra medreselerin kapatılıp Bediüzzaman’ın sürgüne gönderilmesiyle işin yine akim kalması.

Bunlar tarihî gerçekler olarak ortada iken, 2009 Türkiye’sinde Bitlis üniversitesi için, son ânına kadar bu projenin tahakkukuna uğraşan, ama M. Kemal’in başını çektiği engellerle karşılaşan Said Nursî’den hiç söz edilmezken, “Atatürk’ün vasiyeti”nden dem vurulması reva mı?

Bu tavrın, cumhuriyetin en yüksek seviyelerde temsil edip samimiyetle yaşatması gereken etik ve moral değerlerle bağdaştığı söylenebilir mi?
Kazım Güleçyüz - Yeni Asya
 
Üst